Ben masumum

2025 Words
Nazlı Yılmaz… Dosya elimde, anlık bi kararla kapıdan çıktım. Odama doğru birkaç adım atmıştım ki bunu yapamayacağıma karar verip durdum. “Ne yapıyorum ben?” dedim içimden. Ne olursa olsun birinin ölümüne sebep olamazdım. Ayrıca Savaş gördüğüm en öküz insan olabilir ama ölmeyi hak etmiyordu. Dosyaya son bir bakış atıp geri döndüm. Ben Savaş’la baş edebilirdim. Birini öldürtmektense onunla savaşmayı tercih ederdim. Hayatımı yaşayacak, geri dönecektim; bir yolunu bulurdum. Ama geri dönmemle silahın soğuk metalinin alnıma değmesi bir oldu. Korkuyla ağzımdan küçük bir çığlık kaçtı. Savaş, dişlerinin arasından tıslayarak, gözleri öfkeyle büyümüş hâlde söyledi: “Küçük yılan… Biliyordum ihanet edeceğini. Babasının kızı!” Gözlerinde ölüm soğuğunu görebiliyordum ama onu haklı çıkarmak üzereydim artık. Bana inanır mıydı bilmiyordum ki… “Sa… Savaş… Be… ben…” diye kekelerken sözümü böldü. Savaş kükredi, yüzü kıpkırmızı olmuştu: “Ne Savaş’ı lan?! Ne?!!” Dosyaya baktı, elimden sertçe çekip yere fırlattı. Öfkeyle nefes alıp veriyordu. “Sen bana ihanet edebileceğini mi sanıyorsun küçük yılan?! Bir an… lan bir an inanmak istedim masum olduğuna!” Gözlerim doldu. İhanet etmeyecektim. “Savaş beni bir dinle! Ben aldım ama vazgeçtim! Götürmeyecektim, vermeyecektim!” Güldü. Ama o gülüşünde bile ölüm vardı. Silah hâlâ bana dönüktü. “Buna inanmamı mı bekliyorsun küçük şeytan?” Ama doğruyu söylemiştim. İnanmadı. Haklı mıydı? Beni kaçırmasına rağmen ihanet etmeyecektim ama o bana asla inanmayacaktı. Gözlerinde tiksinti gibi bir şey görüyordum. “Sen de baban gibisin!” diye bağırdı yüzü sinirden buruşmuş halde. “Bu güne kadar sana kibar davrandım, hak etmediğin halde evde gerçek karım gibi yaşadın!” Üzerime baktı, kendi aldığı kıyafetleri vardı üzerimde. “Sen hak etmedin hiçbirini! Sana hak ettiğin gibi davranmalıydım ama artık geç! İhaneti asla affetmem ben, asla!!” O kadar çok bağırıyordu ki Erdal panikle koşarak geldi. “Abi ne yapıyorsun?! Ne oluyor?!” dedi telaşla. Savaş’ın sesi titriyordu ama hâlâ öfke doluydu: “İHANET ETTİ ERDAL! Babası gibi o da ihanet etti! Onu yaşatmam bu saatten sonra!” Erdal bana hayal kırıklığıyla baktı. “Abi yapma, çok sinirlisin. Sonra konuşun.” Savaş tetik parmağını sıktı. “Hak ettiğini vereceğim.” Buraya kadarmış… Demek sebebini bile bilmediğim bir kavganın kurbanı ben olacaktım. Babam üzülür müydü? Umrumda bile değildi artık. Savaş’a baktım. Ona yalvarmayacaktım. Biraz yaklaştım, silahın tam önünde durdum. “Ben sana ihanet etmeyecektim! Dosyayı aldım ama vazgeçtim! Beni bunun için suçlayamazsın! Beni hayatımdan alıp eve hapsedip okula bile gitmeme engel olup, canın isteyince bağırıp korkutup… ardından buradan kurtulmak istedim diye suçlayamazsın!” Derin nefes aldım. “Ama sana yalvarmayacağım. Doğruyu söyledim. Şimdi öldürüyorsan öldür. Ben de kurtulurum senden de babamdan da o saçma sapan kavganızdan da!” Erdal önüme geçti. “Abi yapma! Yenge… gözünü seveyim sus…” Savaş Erdal’ı sertçe kolundan çekti, onu kenara fırlattı. Namluyu tekrar alnıma dayadı. Gözlerine baktım; korkunç görünüyordu. Ama artık ben hayatımdan bile vazgeçmiştim. Gözlerimi kapattım. Kendimi ölümün kucağına bıraktım. Namlunun alnımda bir süre durduğunu hissettim. Sonra… titremeye başladı. Silah yavaşça uzaklaştı. Gözlerimi açtığımda Savaş’ın silahı indirdiğini gördüm. Bana değil, yerdeki dosyaya bakıyordu. “Erdal, götür bunu! Odasına kilitle!” dedi dişlerinin arasından. “Hayır!” diye haykırdım. “Hayır!! Beni hapsedemezsiniz! Ben bir şey yapmadım! Benim bir günahım yok!” Erdal beni resmen sürüklüyordu. “Yenge… yürü ne olur.” Savaş’tan uzaklaşırken ona bağırıyordum, sesimi duyurmaya çalışıyordum: “Savaş! Duyuyor musun beni?! Sen kötü birisin! Babama ulaşamayınca suçsuz bir kadına bulaşan birisin sen! KÖTÜSÜN Savaş Demirhan! DUYDUN MU BENİ?!!” “Beni kapatamayacaksın! Kurtulacağım senden! Duydun mu beni!!!” Erdal beni odanın içine bıraktı. Panikle nefes alıp veriyordu. “Yenge ne olur sakin ol. Savaş abi zaten sinirli, ne yaptın sen?” dedi endişeyle. “O yerdeki dosyayı mı almıştın?” “Evet” dedim. “Ama geri götürüyordum. Vazgeçmiştim.” “Burada dur, biraz sakin ol ne olur” dedi, elleriyle beni durdurmaya çalışarak. “Savaş abi anlar.” “Anlamazsa da olur, umurumda değil. Ben bir şey yapmadım! Bu kavganın kurbanı olmak istemiyorum!” dedim sesim titreyerek. “Anlıyorum yenge… biraz sakinleş.” diyip çıktı odadan. Kilidin sesini duyunca beynimde bir şey koptu. Avazım çıktığı kadar bağırıp çığlık attım. Elime geçen bibloyu duvara fırlattım. Ardından abajuru, yastığı, yorganı, bir diğer bibloyu aynaya fırlattım. Büyük bir gürültüyle parçalara ayrılıp yerlere saçıldı. Nefes nefese kalmıştım ama durmadım. Elime geçen parfüm şişesini duvara fırlattım. O ara babamın aramasıyla telefonu da duvara fırlattım. “YETER!!!” diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Kapının gürültüyle açılmasıyla Erdal ve Savaş içeri girdi. Ada da arkalarındaydı ama gözüm kimseyi görmüyordu. Elime ne geçerse fırlatıyordum. En çok da Savaş’a attım. Attığım bir parfüm şişesi kafasına geldi; başında ince bir kan süzülürken içimin soğumadığını anlayıp her şeyi fırlatmaya devam ettim. Bu arada Ada bağırarak ağlıyordu ama yanıma gelemiyordu. Erdal çaresizce bakarken Savaş bana yaklaşamıyordu bile. “Nazlı, sakin ol! Tamam, sakin ol!” diyordu—en azından duyabildiğim kelimeler bunlardı. Bedenimdeki bütün gücü ve etraftaki atacak her şeyi bitirince hızla dizlerimin üzerine yere düştüm. Dizimi kesen parçalara aldırış etmedim; hiçbiri kalbim kadar acımıyordu. En büyük öfkem babamaydı. Bağıra bağıra ağlamaya başladım: “Ben bir şey yapmadım! Benim günahım değildi!” Savaş, bir boşluğumdan yararlanıp tam dibime dizleri üzerine çöktü. Yüzünde şok ve endişe vardı. “Tamam… tamam Nazlı… sakin ol… geçti…” dedi, sesindeki titreme saklanamıyordu. Kollarını bana doladı, sıkıca sarıldı. Beni bu hale getiren o değil miydi? Yoksa babam mıydı? Ben büyük bir sinir krizi geçiriyordum ve şu an Savaş bana sıkı sıkıya sarılmıştı. Ondan gelen o koku… rüya sandığım o koku… beni biraz da olsa sakinleştirmişti. Beni bu hale getiren, az önce öldürmeye kalkan adama sığındım. Başka kimsem yoktu ki… Sarılmadım belki ama itmedim de. Başımı göğsüne gömdüm. Sessizce ağladım. Ağlamalarım iç çekmeye döndü. Yavaşça kalkmadım bile; kalksam her şey yeniden tepe taklak olacak gibiydi. Sanki güvenli bir liman bulmuş gibiydim. Az önce katilim olacak adamın göğsünden kalkmadım. Bir süre sonra havalandığımı hissettim. Kollarıma temas eden sıcaklık ve sallanma hissi vardı… ama artık uykunun kollarına bıraktım kendimi. Daha fazla tutamadım. Burnuma dolan o güzel koku yine geldi. Biraz başımı ilerleterek kokunun kaynağını bulup burnumu gömdüm. Ohh… Birazcık huzura ihtiyacım vardı. Derin derin çektim içime. Ardından gece olanlar bir bir hücum etti hafızama. Bu kokunun Savaş’a ait olduğunu anladım. O an gözümü açtım. Burnumu adamın boynuna gömmüşüm. Bir de üstüne sarılmışım. Bacağımı da üzerine atmışım. “Kahretsin! Ne işi var bu adamın benim altında!” diye çığlık attım hızla doğrulup. Savaş’ın gözleri açıktı, bana bakıyordu. “Ne işin var senin burada?! Sapık mısın ya!!” dedim öfkeyle. Kaşlarını kaldırıp ters ters baktı. “Sence ben miyim sapık? Koala gibi yapıştın bana, bırakmadın.” dedi. “Ben seni uykumda yastık sanmışım! Ne işin var benim odamda!” “Bi etrafına bak istersen.” dedi. Etrafıma baktım. Lacivert tonlarında mobilyaların bol olduğu, oldukça büyük bir odaydı burası. Bana verdiği oda değildi. “Ne işim var benim burada?!” deyip yorganı azıcık kaldırıp kıyafetlerimi kontrol ettim. Üzerimde olduğunu görünce derin bir nefes verdim. Savaş kaşlarını çatmış bakıyordu. “Bak asi kız… bana sapık muamelesi yapma. Az önce üzerime yatan sendin. Hem derin derin kokladın sabaha kadar. Bana bırakmadın, ben miyim sapık?” “Ya ben ne bileyim! Onun sen olduğunu… başkası sandım!” Sesi yükseldi: “Kimi kokluyorsun kızım sen?!” “Haydaa! İlla birinimi koklamam lazım?! Aslı sandım seni! Aslı!” Olabilirmiş gibi kaşlarını iyice çattı. Ardından bakışlarını kendi iri, kaslı ve yakışıklı vücudunda gezdirdi. Off… ne diyorum ben ya? Kokusu kafamı karıştırdı. Ne kullanıyordu bu adam? “Benimi Aslı’ya benzettin?” dedi sertçe. “Aman be, neyse… Ne diye benim yanımda uyudun Sen!!” “Çünkü dün sen sinir krizi geçirdin ve ben seni kucağıma alıp getirdim. Sen de tişörtümün ucunu tutuyordun, uyuyordun. Ben de yanında uyumuşum işte.” Geçirdiğim sinir krizinin detayları aklıma gelince bakışımı hızla başına çevirdim. Dün parfüm şişesinin geldiği yer kanamış, kanı üstünde kurumustu. “Özür dilerim.” dedim başına bakarken. “İstemeden oldu.” “Önemli değil.” derken yataktan kalkıyordu. “Kalk gel geç kalacaksın.” dedi. Kaşlarımı çatıp baktım. “Nereye geç kalacağım?” “Okula.” dedi net bir şekilde. “Yoksa gitmek istemiyor musun?” Heyecanla ayağa kalktım. Neredeyse boynuna atılıp sarılacaktım. “Gerçekten mi? Kandırmıyorsun değil mi beni?” dedim. “Hayır, ben çocuk gibi oyunlar oynayan hazırların. Aşağı in, ben bırakacağım.” Başımı salladım. Savaş odadan çıkınca bana verdiği odaya gittim. Benim kıyafetlerimi getirmişti bile. Oda derli topluydu, gece hiçbir şey olmamış gibiydi. Hızla duşa girdim, çıkıp dolabın önünde bakınmaya başladım. En sonunda karar verdim: Üzerime gri bir süveter ve onun altına pileli mini etek giydim, üstüne uzun siyah kabanımı geçirdim. Ayaklarıma beyaz çoraplarla siyah rugan ayakkabılarımı giydim, çantamı omzuma attım, sarı saçlarımı açık bıraktım. İşte hazırım. Koşar adım aşağı indim. Kahvaltı masasında Savaş oturuyordu. Ben de hemen karşısına geçtim. Beni iyice bir süzdü, yüzü düştü ama bir şey demedi. Kahvaltımızı yaparken Ada geldi. Yüzünde telaşlı bir bakış vardı. “Yenge, iyi misin? Ben seni merak ettim.” dedi ona gülümsedim. “İyiyim canım, merak etme. Korkuttuğum için özür dilerim.” dedim. “Sen iyi ol da gerisi önemli değil.” dedi sonra bana baktı. “Ne güzel olmuşsun, öyle bir yere mi gideceksin?” “Evet, okula.” dedim mutlulukla. “Ama bazı kitaplarım falan evde, almam lazım.” derken Savaş’a baktım. O bana bakmadan konuştu: “Aldırttım.” deyip koltuğu gösterdi. Üstünde duruyordu. Başımı salladım. “Sağ ol.” Ada bir kez daha sarılıp çıktı. Biz de ayaklandık. Tam kapıdan çıkarken Savaş kolumu biraz sert bir şekilde kavradı. Beni kendine çekti, gözlerimin içine bakarak dişlerinin arasından konuştu: “Bana bak Asî… sakın beni sinirlendirecek bir şey yapma. Kaçmaya kalkma. Biliyorsun pişman olursun.” Kolumu çekmeye çalıştım, daha sıkı sıktı. “Tamam, bırak!” Bırakmadı. “Bir daha üzerinde düzgün şeyler giy. Bu ilk ve son uyarım. Sen Savaş Demirhan’ın karısısın, bunu unutma.” “Ben kimsenin karısı falan değilim! Ne giyeceğimi de sana soracak değilim.” dedim. Şansımı fazla zorladım sanki. Daha sert çekti kendine. “Asî!! Son kez söylüyorum, dikkat edeceksin. Herkes senin Savaş Demirhan’ın karısı olduğunu biliyor, ona göre davranacaksın. Savaş Demirhan’ın karısı gibi.” İyi… bunu kendisi istedi. Benden günah gitti. “Tamam, peki.” dedim. Bir anda bıraktı, afalladı. “Tamam mı?” “Hı hı, tamam.” dedim. “Bana bak, bir şey planlamadın değil mi?” “Üç dakikada ne planlayacağım? Planlamadım.” dedim. “Umarım. Yürü, gidiyoruz.” dedi. “Bir saniye, bir şey unutmuşum.” deyip yukarı çıktım. İhtiyacım olan şeyi alıp aşağı indim. Arabaya bindik. Savaş bana bir telefon verdi. “Bunda ihtiyacın olan kişilerin numarası kayıtlı; benim, Erdal’ın, Emir’in, Aslı’nın ve Ada’nın. Bir şey olursa ara. Çıkışta bir adam yollayacağım, gelip alacak seni.” Başımı salladım, telefonu aldım. Hayatımda bir sene çalışsam anca alacağım bir telefondu. Çantama attım. Araba okulun önüne gelince indim. Şimdi kendimi daha özgür hissediyordum. --- Savaş Demirhan Nazlı’yı okula bırakıp işe gittim. Dün onu öyle görünce bir an kendimi suçladım. Öldürmemek için kendimi çok tutmuştum. Dün ihaneti affetmezdim ama ihanet ettiğini düşündüğümde bile öldüremedim nedense. Masum olduğuna inanmak istiyordum. Sonra sinir krizi geçirirken vicdan azabıyla yandım. Bir an içimden ne geldiyse onu yapayım dedim. Sıkıca sarıldım. Misk kokusunu içime çektim. Ben de onun kokusuyla sakinleştim aslında. Alıp odama götürdüğümde gerçekten bırakıp çıkacaktım ama o küçük elleri tişörtümü öyle sıkı kavramıştı ki bıraktıramadım. Onunla beraber yatağa uzandım. Bırakınca çıkacaktım ama nedense uyuya kalmışım. Üstelik en son ne zaman böyle deliksiz uyuduğumu da hatırlamıyorum. Sabahki hâlineyse gülmeden edemedim. Hem bırakmadı hem de inkâr ediyordu. Bütün gün işleri hallettim. Eve biraz erken geldim. Saate baktım, Nazlı’nın gelmiş olması lazımdı. Ne adamları ne de Nazlı’yı aramamıştım. Nazlı’yı aradım, açmadı. Kaşlarım çatılırken adamımı aradım. “E-efendim Savaş Bey?” “Neredesiniz? Nazlı’ya ulaşamıyorum. Gelmiş olmanız lazım.” “Şey… Savaş Bey…” Öfkeyle bağırdım: “Ne oluyor lan? Doğru düzgün anlat! Nazlı’ya bir şey mi oldu!!” “Nazlı Hanım bir şey alacağını söyledi, ardından kayboldu Savaş Bey. Biz onu arıyoruz.” Öfkeyle gözlerimi yumdum. Nazlı’dan çok adamlara kızdım. “Ne zamandır yok lan?!” “Bir saattir, Savaş Bey…” “Lan bir saattir yok da bana niye haber vermediniz!!” “Arıyorduk efendim.” “Kes lan! Beni yorma, kendi kafana sık! Sakın gelme!!” Öfkeyle neredeyse telefonu yere fırlatacaktım. Ah Asî kız, kaçtın değil mi? Benden kaçacağını mı sandın? Şimdi bir daha okula bile gidebileceğini mi sanıyorsun, Asî?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD