Kapanmayan yara

1385 Words
Savaş Demirhan Babamın cansız bedeni önümde, gözlerim kıpkırmızı, yumruklarım sımsıkı. Odanın her köşesi cam kırıklarıyla dolu; öfkemin izleri duvarlarda, yerde, tavanda yankılanıyor. Bir sağa bir sola yürüyüp duruyorum, ayaklarımın altında çıtırdayan camlar, içimdeki yangına eşlik ediyor. Yıllarca bu karanlık dünyadan uzak durmak istedim. Babam beni yetiştirdi, eğitti. Her zaman “Bir gün İstanbul’un patronu sen olacaksın,” derdi. Ama ben istemedim. Şirketin başına geçtim, evet... Babamın birkaç şirketi vardı, ben inşaat firmasını devraldım. O hep yanında olmamı istedi, bense hep uzak durdum bu işlerden. Şimdi bu vicdan azabıyla ne yapacağım? Keşke yanında olsaydım. Sağ kolu... Evet, sağ kolu yıllardır dibimizdeymiş. Adam gözümüzün içine baka baka yapmış yapacağını. En sonunda almış babamın canını. Emir’e döndüm. Gözleri dolu, ama dimdik ayakta. En yakın dostum, kardeşim gibidir. Şirketimizde CEO olarak çalışıyor, her yönüyle emek verdi bana. “Yapma bunu,” dedi, sesi titrek ama kararlı. “Kimse tahmin edemezdi. Şimdi kalk, güçlü ol.” Gözyaşlarımı sildim, derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Yumruklarım titriyordu. “Bana o adamı bulun!” diye bağırdım, sesim odanın duvarlarında yankılandı. “Canlı getirin! Ölmek için yalvaracak hale getireceğim onu!” ~~~ Cenazeden sonra yeraltındaki toplantı salonunda adamlarımla buluştum. Masanın başında dik durdum, gözlerim karanlıkta parlıyordu. “Artık işlerin başındayım,” dedim. “Ve intikamımı alacağım. Bunu hepiniz bileceksiniz.” İçten içe istemesem de mecburdum. Hem normal hayatımı hem bu işi bir arada yürütecektim. Başka çarem yoktu. Toplantıdan sonra adamlarla buluştum. Ellerimiz bomboştu. Yıllardır yanımızdaydı, gireceği deliği iyi planlamış olmalıydı. Erdal’ı çağırdım. Güvendiğim adamlardan biri, aynı zamanda bilgisayar dehası. Sabırsızca sordum: “Bir şey bulabildin mi?” Erdal başını iki yana salladı. “Savaş Bey, nereye gittiğine dair en ufak bir bilgi yok. Sadece bir kızı var. Karısı yıllar önce ölmüş. Genelde burada, kalıyordu. Bazen kızıyla kalıyormuş.” Kaşlarımı çattım. “Bir kızı mı varmış?” “Evet Savaş Bey. Adı, kimliği, her şeyi farklıymış. Belli ki yanımıza girerken bu işin ehli biriyle ayarlama yapılmış. Her şey ince ince işlenmiş.” Elimdeki kadehi duvara fırlattım. Camlar patladı, duvarda iz kaldı. “Beni ilgilendirmez lan! Bulun bana o şerefsizi!” Erdal geri çekildi ama gözleri kararlıydı. “Elimizden geleni yapıyoruz, Savaş Bey.” “Fazlasını yapacaksın lan! Bul bana onu, bul!” diye kükredim. Yerime oturup sakinleşmeye çalıştım. Derin nefesler aldım. “Kızı kaç yaşındaymış? Babasının mafyaya çalıştığını biliyor muymuş?” “Sanmıyorum efendim. Kız 19 yaşında. Üniversite ikinci sınıf, tıp fakültesi öğrencisi.” “Tamam,” dedim. “O kız hakkında her şeyi topla, getir.” “Tabii Savaş Bey,” diyerek çıktı odadan. Akşam elinde dosyayla geri döndü. Nazlı Yılmaz. 19 yaşında. Sarı uzun saçları, yeşil gözleri var. Fazlasıyla çocuksu ve masum görünüyor. Tıpkı babası gibi. Dosyayı açtım. Gözlerim sayfalarda gezindi. Hayatında birkaç kavga etmiş ama karakolluk olmamış. Hiçbir falsosu yok. Hatta fazla mükemmel. Yetimhane, hayvan barınakları gibi yerlere çok gidermiş. Bu kadar masum olması imkânsız. Erdal’a döndüm. “Alın bu kızı, getirin bana. Bizi babasına o götürecek.” “Tamam Savaş Bey.” Arkamdaki koltuğa yaslandım. Gözlerim karanlığa daldı. Bu adam kızını bana yem mi yapıyor? Onu bırakıp mı kaçmış? Kızı onun için değersiz mi? Yoksa başka bir şeyin mi peşinde? Yakında anlarız... --- Nazlı Yılmaz “Ya kızım, sen salak mısın?” diye bağırdım. “O kadar dedim sana! Beni hiç dinlemedin! Körü körüne kapıldın o çocuğa! Ne yapacaksın şimdi?” Karşımda ağlamaktan perişan olmuş, gözleri şişmiş, burnu kızarmış Aslı’ya baktım. En yakın arkadaşım, ama şu an ona çok öfkeliydim. Dizlerinin üzerine çökmüş, elleriyle yüzünü kapatmıştı. Hıçkırıkları odada yankılanıyordu. “Ben... ben bilmiyordum,” diye fısıldadı. “Gerçekten bilmiyordum...” “Ben seni defalarca uyardım aslı!” “Ya Nazlı, neden anlamıyorsun? Seviyor sandım…” diye fısıldadı Aslı, gözyaşları yanaklarından süzülürken. “Kızım sen salak mısın?” dedim, sesim titriyordu ama öfkemin önüne geçemiyordum. “Seven insan vurur mu? Kaç kez söyledim sana, bu adam değil dedim!” Aslı hıçkıra hıçkıra ağladı. “Her defasında özür diledi. İçince oluyor… Bırakacağım dedi… Ama şimdi ben ne yapacağım? Hamileyim dediĝimde benden olduğu ne malum dedi bana…” Ağlaması giderek şiddetlenirken, içimdeki öfke de büyüyordu. Yanına oturdum, ellerini tuttum. “Aslı, bana bak. Ne yapacağına sen karar vereceksin. Sen benim çocukluk arkadaşımsın. Her ne kadar sen benden iki yaş büyük olsan da hep beraberdik. Biz yine öyle olacağız. Ama karar senin. O şerefsizi unut. Bir daha affedersen seni ben silerim, ona göre. Eğer doğurmak istiyorsan yanındayım, beraber büyütürüz. Ama sen okuyorsun, daha 21 yaşındasın. İstemem dersen yine yanındayım.” Sıkıca sarıldı bana. Ağlamaya devam ederken, içimden bir kürekle ağzına vurmak geçse de kıyamıyordum. Benim saf, merhametli arkadaşım… Bir süre sonra sakinleşti. Gözleri kızarmış, sesi çatallıydı. “Nazlı, senin derdin başından aşkın. Bir de ben geldim üstüne,” dedi. Gözlerimi devirdim. “Böyle düşünme Aslı. Babamın her zamanki hali. Bilmiyor musun sanki? Bir işi çıkmıştır. Daha iki gün oldu. Haber gelir ya da çıkar bir yerlerden. Ben zaten genelde hep tekim, alıştım.” “Anladım,” dedi sessizce. Ama aklım babama takılmıştı. Hep uzaktı bana. Ama iyi bir baba. Sevgisini gösteremiyor sanırım… Aslı biraz sakinleşince yanına gittim. “Daha iyi misin canım?” “İyiyim Nazlı, iyiyim…” “Bir karar verdin mi? Acele etmene gerek yok. Daha zamanın var.” “Nazlı, benim yaptığım hatanın bedelini kendi bebeğime ödetemem. Ne olursa olsun doğuracağım. Aslında biliyorsun, ben ömür boyu çocuk düşünmüyordum. Çocuklarla pek anlaştığım söylenemez. Ama oldu bir kere… Canına kıyamam.” “Ah benim merhametli arkadaşım,” diyerek sarıldım ona. “Aslında sen anne olmuşsun da haberin yok.” “Nasıl olacak bilmiyorum. Zorlanacağım. Ailem beni reddedecek duyunca. Maddi konuda sıkıntı çekeceğiz…” “Düşünme bunları Aslı. Hallolacak her şey. Ben de varım. Tamam, bizim de durumumuz çok iyi değil ama çalışır bakarız. Korkma. Staj işini ne yaptın sen?” “CV hazırladım. Demirhan Holding öğrencilere destek amaçlı stajyer olanlara maaş veriyorlarmış. Oraya CV’mi ulaştırdım. Haber bekliyorum.” “Üzülme. Olacak. Olmazsa da canını sıkma. Bir yolunu bulacağız.” “İyi ki varsın Nazlı…” Sıkıca sarıldım. “Sen de iyi ki varsın Aslı.” “Annenlere ne zaman söyleyeceksin?” diye sordum. “Duydukları anda reddedecekler beni Nazlı, biliyorum. ‘Biz seni oku diye yolladık, edepsizlik yap diye değil’ diyecekler. Nasılsa Gaziantep’teler. Gittiği yere kadar saklayacağım.” “Anladım canım. Sen nasıl istersen. Ben yanındayım. Herkes hata yapar Aslı, bunu da unutma.” “Sen beni uyardın Nazlı. Defalarca. Ama ben inatla gittim kendi sonuma…” “Tamam, düşünme artık bunları. Hadi yatalım. Çok yorucu bir gündü.” Kendimi önce duşa, oradan da yatağa zor attım. Gözlerimi sabah gelen güneş ışığıyla açtım. Hızla kalkıp hazırlandım. Aslı bizde kalmıştı. Yanına gittim. “Aslı, canım kalk. Okula hadi!” “Nazlı ya… Bugün gitmeyeceğim. Biraz düşünüp sakinleşmeye ihtiyacım var,” dedi. Sanki daha yeni uyumuş gibiydi. Üstelemedim. “Tamam canım. Bir şey olursa ara.” Dedim. “Sizde kalmamın bir sakıncası yok değil mi?” Kafasına hafifçe vurdum. “Saçmalama kızım. Burası senin de evin. Babam yok nasılsa…” İçim yine burkuldu. Hazırlanıp okula doğru yola çıktım. Yolda babamı bininci kez aradım ama açmadı. Sokak hayvanları için aldığım mamaları da verdikten sonra okula gittim. Dersler bitince okuldan çıktım. Hem yürüyordum hem babamı arıyordum. Hep böyle yapıyor ama bu defa içim rahat değil. Nedense… Çalıştığı fabrikayı bir keresinde söylemişti. Oraya gidip birilerine mi sorsam acaba? “Sakın gelme,” diye tembihlemişti ama… Tam bunları düşünürken, aniden yanımda siyah bir Mercedes vito durdu. Ne olduğunu anlamadan biri ağzımdan ve belimden tutup beni zorla içine tıktı. Bağırmaya çalıştım ama adam pek bırakacak gibi değildi. Kendimi kontrolsüzce savurdum, çırpınıp durdum. Ayağım, elim, kolum birilerine bir yerlere çarpıyordu. En sonunda sert bir şekilde geriye çekip zorla oturttular. “Bağırıp durma! Kes sesini!” diye bağırdı beni tutan iri yarı adam. “Kimsiniz siz? Ne istiyorsunuz benden?” diye en klişe soruyu yönelttim. Ama cevap vermediler. Ağzımı bağladılar. Korkuyordum ama dik durmaya çalışıyordum… Büyük bir evin önünde durdu araba. Ev fazlasıyla gösterişliydi. Her tarafında siyah takımlı adamlar vardı. Onları görünce bir tık daha korktum. Beni zorla içeriye götürdüler. Direnip bağırmamın bana bir faydası olmayacaktı. Gittim peşlerinden. Büyük bir salonun önüne getirdiler beni. Bir süre öylece durduk. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama içeriye bir adam girdi. Yirmi sekiz, yirmi dokuz yaşlarında… Duruşundan ve giyiminden, diğerlerinin önünde saygıyla durduğundan bu adamların patronu olduğunu anladım. Bana doğru yürüdü. Kahverengi gözleri öfkeyle parlıyordu. Ama ben de ondan farklı değildim. Öfkeyle bakıyordum ona. Ne diye kaçırdı beni? Öfkemin altındaki korkuyu saklamaya çalışarak baktım ona.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD