BÖLÜM 6

2519 Words
Odama çıktıktan sonra bir süre Gerard’ın anlattıklarını düşündüm. Bahsettiği adamları, o kulüpleri, kirli paraları. Ona bahsetmemiştim ama anlattıklarıyla yaşadıklarımda kesişen noktalar vardı. Bu karşılaşmanın gerçekten tesadüf olup olmadığı kuşkusu düştü içime önce. Sonra düşününce bunca yıldan sonra böyle bir şeyin mümkün olmayacağında karar kıldım. Gerard’ı o pislik dolu dünyadan ayrı kılan bir şeyler vardı… Hayatı kötü yollarda ve zor geçmişti. Tıpkı bir dönem benim girdiğim yollar gibi. Ama onda özel bir şeyler vardı, farklı bir renk… Sanki gerçekten dediği gibi, hep koruduğu bir yanı varmış gibi hissediyordum. Arada yaptığı çıkışlar dışında hiçbir anormal tavrı yoktu. Neşeli, şakacı ve uysaldı aslında. Ama ara sıra içinden bir canavar çıkıyordu. Ve o canavar içimde endişe rüzgarları estiriyordu. Onu affettim. Bana yaptığının pişmanlığını yaşadığını ve bunun için ne kadar üzgün olduğunu gördüm çünkü. Benim söylediğim sözler yüzünden ağlamıştı. Canı yanmış olacak ki gitmek istemişti ama ben ellerini tuttuğumda geri döndü. Bütün bunları tekrar tekrar düşününce bütün bedenimi esir alan bir şeyler oluyordu. Onu evime almam, onun için endişelenmem, kendimi riske atmam, ilgim, gitmesinden korkmam, gideceğini söylediğinde ağlıyor olmam… Bütün bunları yapan ben değildim, kesinlikle değildim… Anlamlandıramıyordum. Onunla karşılaştığımdan bu yana sadece onun için yaşıyor gibiydim. Başka şartlarda birinin bileğimi sıkmasını değil bana en ufak bir ters davranışına tahammül edemez ve canına okurdum. Ama ona karşı küçük bir kız çocuğu gibiydim, sert olamıyordum, kızıyordum ama hemen unutuyordum. Kalbimi yumuşacık yapıyordu. Yeşil gözlerine baktığımda içim sıcacık oluyordu. Bu halimin nedeni hakkında ciddi endişeler taşımaya başlamıştım. Tüm bu endişelerle yatağıma girip başımı yastığa koydum ve kendimi uykunun kollarına bıraktım…   Gerard Elisa... Uyumaya gitmiş ve beni yalnız bırakmıştı. Ama unuttuğum bir ayrıntı var, önce bir anne gibi yatırdı, üzerimi örttü ve ondan sonra odasına çekildi. Hani insanların en zor zamanlarında ortaya çıkan meleklere dair inançlar vardır ya, ben de artık onlara inanıyordum. Çünkü gerçek olamayacak kadar iyi, saf ve güzeldi... Ona hayatımın büyük bir kısmını anlatmıştım. Yaptığım işleri, yaşadığım birçok olayı... Bazı şeyleri sakladım ama bu onu ürkütmemek içindi. Bu kadarını dinlerken bile gözleri kocaman açılıyor, şaşkınlıktan yüzü renk değiştirip duruyordu. Ona kaldıramayacağı hiçbir şeyi söylemedim. Mesela evimin yandığını söylerken yakıldı dememiştim. Bu yalan sayılmazdı ama değil mi? Zaten evimin yakılması ve ailemin öldürülmesi benim için de çözülmeyen bir düğümdü. Kim, neden ailemi yaktı, neden onları acımasızca öldürdü, bu soruların yanıtlarını yıllarca aramış ama bulamamıştım. Benim çözemediğim bir düğümle onun kafasını da karıştırmaya gerek yoktu. O pislik heriften kaçmak bana gerçekten koyuyordu ama yaralıyken onlarla başa çıkamazdım. Önce iyileşmek zorundaydım ve bu ev bunun için iyi bir fırsattı. Elisa da gereğinden fazla iyi bir hasta bakıcıydı zaten. Evi bodrum katı üzerine inşa edilmiş iki katlı bir binaydı. İnşa edildiği döneme göre oldukça modern sayılırdı aslında. Araba garajı evin yanında bodruma doğru yapılmıştı. Dışarıdan açılan bir kapısı vardı. Ayrıca içeriden de garaja inen merdivenler vardı. Elisa birkaç kez bu kapıyı kullanmıştı. Bir de içeri girip çıktığı başka bir kapı vardı ama neresi olduğunu çözememiştim henüz. Bütün kapılar ve camlar kilitliyken, garaj kapısını kullanmadan bu eve girip çıkabiliyordu. Hayalet gibi, hayır peri kızı gibi… O benim şansımdı. Bense hayvanlıklarımla defalarca korkutmuştum hatta zarar bile vermiştim. Bunun için kendimi affetmem mümkün değildi. Çünkü o her şeye rağmen bana kucak açmıştı. Aslında planıma göre buradan çoktan gitmiş olmam gerekti. Ama garip bir istek vardı içimde burada kalmaya dair. Ondan ayrılma fikri beni karnımda yaradan daha çok acıtıyor gibiydi. Zaten gitme konusu her açıldığında Elisa’nın yüzünde anlayamadığım bir hüzün beliriyordu. Hatta ağlamıştı. Gözyaşlarının nedeni yaralı olduğum için yola çıkacak güce sahip olmamam değildi, bunu hissedebiliyordum ama tam olarak adlandıramamıştım. Ama karar vermiştim, gitmeyecektim. En azından iyileşene kadar... Bir de aramızdaki belirsiz gelgitlerin nedenini çözene kadar… Yattığım yerden kalkıp oturdum. Aklımda sadece Elisa’nın yüzü ve gözleri vardı. Beni uyutmayan güzel gözleri… O uyurken onu izleme isteğimi bastıramadım ve odasının olduğu üst kata çıktım. Merdivenler ahşap olmasına rağmen gıcırdamıyordu ve ben bunun için Tanrıya teşekkür ettim.   Üst katta 3 oda vardı; solda, sağda ve tam merdivenlerin karşısında. İlk olarak karşımdaki odaya doğru yürüdüm ve evet, işte buradaydı. Tanrım, o kadar güzel uyuyordu ki… Uyurken bile bu kadar güzel olunabilir mi diye kendime sordum. Sessizce yanına yaklaştım. Yatağının yanında dizlerimin üzerine çöküp korkarak da olsa saçlarını okşadım. Elim yüzüne kaydığında ne kadar narin ve pürüzsüz bir teni olduğunu keşfetmiştim. Gözlerim yüzünün yanında duran koluna kaydığında kendime lanetler okudum. Nasıl sıktıysam, şişmiş ve oldukça morarmıştı. İnsanın bu kadar güzel bir kadına zarar vermek için yalnızca benim gibi bir hayvan olması gerekti. Ben ona hayran bir halde bakarken birden gözlerini açtı ve hızlıca doğruldu. Korkmuştu sanırım “Gerard! Tanrı aşkına ne yapıyorsun burada?!” diye bağırdığında gülümsedim. “Korkutmak istemedim. Sadece… Yanında olmak istedim… Ben… Bilmiyorum Elisa…” dediğimde bakışlarındaki hiddet gitmiş, yüzünde tatlı bir tebessüm oluşmuştu. Sonra da beni şaşırtan cümleler çıktı ağızından: “Anlıyorum, sorun değil. İstersen… Yanımda uyuyabilirsin…” Hiç itiraz etmeden yanına uzandım. Birbirimize bakıyorduk sessizce. Sessizliği bozan yine o oldu “Böyle masum baktığında bir bebek kadar güzel oluyorsun…” “Ben masum değilim ama sen çok masum ve çok güzelsin Elisa” dediğimde hafifçe kızardı. Yüzünde parmaklarımı gezdirirken “Ben… Alışkın değilim böyle sözler duymaya” dedi. “Senin gibi güzel ve bir melek kadar iyi bir kadın bunları çok duymuştur, hatta daha iyilerini” “Emin ol yanılıyorsun” dediğinde merakım uyanmıştı “Ne demek bu?” “Şu demek, ben aslında melek kadar iyi falan değilim.” diye karşılık verdiğinde merakım iyice artmıştı. “Elisa, ne demek bu? Anlatsana…” “Ah Gerard… Senin bütün hayatını yolsuzlukla geçirmiş olmana karşın ben sana kızmıyorum. Neden biliyor musun? Çünkü benim de seninkinden farklı bir hayatım yok aslında. En azından geçmiş yıllarımın bir kaçı belki seninkinden daha kötü işlerle uğraşarak geçti” dediğinde bu kez büyüyen benim gözlerimdi. “Buna inanmakta zorluk çekiyorum. Nasıl benimki gibi bir hayatında içinde bulunmak? Senin gibi birinin o pislik dolu işlerle işi olduğuna inanması için insanın aklını yitirmiş olması gerek” dedim şaşkınlığımı gizlemeyerek “Sana dedim, ben melek falan değilim. Şuanda hayatım iyi ve düzgün. Ama gerçekten bir süre çok kötü şeyler yaptım ve hayatım pislik içindeydi. Aslında babam öldürülene kadar çok iyi bir hayatım vardı. Zengin sayılabilecek bir ailede rahat bir şekilde yaşıyordum. O korkunç geceye kadar… Hayatımın kötü gidişini başlatan o korkunç geceye kadar sarayda bir prenses gibiydim…” dedi iç çekerek. Meraktan ölebilirdim. “O lanet olayın olduğu gece annem, babam ve ben akşam yemeğimizi neşe içinde yaptık her zamanki gibi. Ailemde hiçbir zaman kavga, gürültü yada kötü bir olay yaşanmamıştı. Biz gerçek anlamda mutluyduk. Yemek bittikten sonra şarap içmeye karar verdik. Annem ve babam verandaya çıktılar ben de mahzene şarap almaya indim. Şarabı alıp yukarı çıkarken dışarıdan gelen gürültüleri duydum. Kalabalık birileri vardı yukarıda. Merdivenleri birkaç adım daha tırmandım ve dışarı baktım. Verandada kalabalık bir grup adam vardı. Adamlardan biri babamı yakasından tutuyordu. Başka bir adamsa annemin boynuna kolunu dolamıştı. Babamla göz göze geldiğimizde bana oradan uzaklaşmamı işaret etti gözleriyle. Ben de merdivenin altındaki küçük dolaba saklandım. Tahtanın aralığından her şey görünüyordu. Neden burada olduklarını ve ailemle ne işleri olduğunu anlamak için onları dinliyordum. Babamın sahibi olduğu ve şuanda benim başında olduğum şirket bir arazi için ihaleye girmişti ve o adamlar babamdan oradan vazgeçmesini istiyorlardı. Babamsa asla böyle bir şey yapmayacağını, orayla ilgili planlarının olduğunu anlatıyordu. Duyduklarımdan bunu anlamıştım…” derken derin bir nefes aldı. O anı yaşıyor gibiydi sanki yeniden. Sesimi çıkarmadan onu dinlemeye devam ettim. “Birden bir ses duydum ve annemim yere yığıldığını gördüm. Çığlık atmamak için elimle ağzımı kapamıştım. Daha sonra bir ses daha ve babam yerdeydi. İkisine de kıymışlardı. Olduğum yerde donup kaldım öylece” derken gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı bile. “Başlarındaki adi herif, adamlarına evi aramalarını ve kimi bulursalar öldürmelerini söylediğinde olduğum yerde iyice saklandım. Tüm evi aradılar ve beni bulamadılar. ‘Hey Albert, burada başka kimse yok’ diyen bir ses duydum. “Toplanın gidiyoruz” dedi ve ayak sesleri uzaklaşmaya başladı. Gittiklerinden emin olduktan sonra saklandığım yerden çıktım. Annem ve babam ikisi de kanlar içindeydi. Babamın kımıldadığını görünce yanında diz çöktüm. Babamsa son nefesini verirken bir isim fısıldadı ‘Albert Pimenta’ “ Söylediği ismi duyduğumda şaşkınlığını gizleyemeyerek sordum: “Albert Pimenta mı? O mu yaptı yani?” Bana hayretle bakarak “Evet, yoksa tanıyor muydun?” diye sordu. “Tanıyordum Elisa, Allen’den önce yanında çalıştığım adamla iş yapıyorlardı. Pisliğin teki olduğunu biliyorum. O adamın çok güçlü bağlantıları vardı. Bir şirketi olduğunu biliyorum. İş adamı görünümlü yer altı fareleri işte. Çok kişinin canını yaktığını duyardım hep, insanlar ondan korkarlardı. Ama sonunda hak ettiği şekilde öldü” dediğimde yüzündeki şeytani gülümsemeyi gördüm. “Evet Gerard, nasıl öldüğünü çok iyi biliyorum. Tam da hak ettiği gibi, bir pislik gibi” dediğinde kanımın donduğunu hissettim. “Elisa, sakın bana…” derken sözümü kesti. “Evet ben yaptım Gerard. İnan bana hiç pişman da değilim. 6 yıldır içim çok rahat uyuyorum.” “Nasıl yani? Şaka mı bu? Sen nasıl yapabildin?” diye sordum hayretle. İnanması o kadar güç geliyordu ki. “Biliyorum, benim böyle bir şey yapmış olmam şaşırtıcı; ama yaptım... Öyle bir pisliği öldürmek isteyecek yüzlerce düşmanı olduğunu herkes gibi ben de biliyorum. Ama keşke sadece ailemi öldürmekle kalmış olsaydı. Ona belki o zaman merhamet eder sadece başına kurşun sıkarak öldürürdüm. Ama o hiç durmadı…” “Sana bir kötülük mü etti yoksa?!!!” dedim öfkeyle. Ona dokunmuş olması ihtimalini düşünmek bile beni deliye döndürmüştü birden. “Hayır, bana değil ama ağabeyime. Ailem katledildiğinde ben 20 yaşındaydım. Üniversitemin bitmesine 1 yıl vardı ve yaz tatiliydi. Ağabeyimse eğitimine Londra’da devam ediyordu. Çok iyi bir hukukçu olacaktı. Ailemin öldürüldüğünü duyunca acı içinde eve geldi. Onu görmekten daha iyi hissettirebilecek hiçbir şey yoktu benim için. Herkes gittikten sonra yalnız kaldığımızda bana bunu kimin yaptığını sordu. Adamın adını duymuştum yalnızca ve ona da gücüm yettiği kadar anlatmıştım olan biteni. O günden sonra ağabeyim belki yüzlerce telefon konuşması yaptı, eve tanımadığım bir sürü adam girdi çıktı. Kapalı kapılar ardında bir sürü görüşme yaptı. Birkaç gün sonra ise silahlarımızdan bir kaçını alarak evden çıktı. Nereye gittiğini sorduğumda bana cevap bile vermedi. İki gün ondan haber alamayınca en yakın arkadaşı olan Craig’i buldum ve onunla birlikte aramaya başladık. Ve ağabeyimi bulduk.” “Tanrıya şükür, bir an onu da öldürdüğünü düşündüm o herifin” dedim kendimi Elisa’nın anlattıklarına kaptırmış bir şekilde. “Öldürmedi. Ama öldürmesi bile onun bir parça insan olduğunu gösterirdi. Ağabeyimi nerede bulduk biliyor musun?  Şehir çöplüğünde… Vücudundaki tüm kemikleri kırılmış halde...” Anlatırken gözlerinden akan yaşlar içime dokunuyordu. O ise o günleri yeniden yaşıyor gibi anlatmaya devam etti. “Onu hastaneye götürdüğümüzde yaşama şansı çok düşüktü. Doktorlar yaşasa bile vücudunun büyük bir bölümünü kullanamayacağını söylemişlerdi. 40 gün falan geçmişti ağabeyim komadan çıktı. Konuşmuyordu, tepki vermiyordu ve ne yazık ki vücudunun boynundan aşağıda kalan kısmı işlevini yitirmişti. Doktorun anlattıklarından anladığım kadarıyla omurilikte hasarlar oluşmuştu ve düzelmesi bir mucizeye bağlıydı. Ayrıca ciddi bir travma geçiriyordu ve bu nedenle bir ölü gibi sessizdi. Onu bir rehabilitasyon merkezine yatırdım. Ve yaşamak için tek gayem o pislikle yüzleşmek ve hesap sormak olmuştu.” Dedi. “Peki, ağabeyin şimdi nerede ve nasıl?” diye sordum. “Hala aynı yerde tedavi görüyor. Ona Albert’i nasıl öldürdüğümü tüm detaylarıyla anlatırken bana ilk kez tepki vermişti. Şuanda konuşmuyor ama kollarını oynatıyor. Hatta yazmaya bile çalışıyor. Daha iyi olacak” dediğinde gözlerinde umut ışığı vardı. “Peki, Albert’e nasıl ulaştın? Bildiğim kadarıyla ona ulaşmak çok zordur. Yani nasıl bir cesaret ve plan… Anlamakta zorlanıyorum gerçekten” diye sordum. Bunu gerçekten merak ediyordum. Bana detaylarıyla anlattı yaptığı her şeyi. “Ona yaklaşmak için onların içine sızmalıydım. Zaten Albert çok ciddi şekilde korunuyordu ve ona ulaşmak için çok akıllıca bir plana ihtiyacım vardı. Günlerce ödev gibi bununla uğraştım. Valter’dan yardım istedim, bana her şeyi öğreten adamdan. Lafını dinlemeden hareket ettiğim için neredeyse başım belaya girecekti ama sonra yine ona gittim. Bana istediğim şeyleri öğretirken neden istediğimi bilmiyordu. Ona tüm hikayeyi anlattım önce. Bana o dünyaya dair her şeyi bu kez tüm detaylarıyla öğretti. Öncelerden o işlerin içindeymiş. Bir olay yaşamış, bir ailenin başına gözlerinin önünde kötü şeyler gelmiş ve o olaydan sonra bu işlerden çekilmiş. Onun da benim gibi kötü bir hikayesi vardı ve yaşadığım acıyı anlıyordu. Onunla yaptığımız çalışmalardan sonra kurbanımızı seçmiştik. Uyuşturucu ticareti yapan biri vardı, Marco Dallen.” “Marco mu? Tanrım Elisa bulaştığın her adam azılı bir katil.” demekten kendimi alamadım. “Biliyorum Gerard. Ama mecburdum. Bana yardım eden adam onların arasına girmem konusunda da yardımcı olmuştu. Marco beni işe aldı. Önce ufak kurye işleri yaptım. Birkaç kez baskın oldu, birkaç kez de satış yaptığımız adamlarla çatışmalar oldu ve ben bir kez daha vuruldum. Son vuruluşumda sırtımdan yaralanmıştım. Marco’nun önüne atmıştım kendimi.” “O pisliği korumak için mi?” “Aslında kurşundan kurtulabileceğimizi ve bu sayede onun güvenini kazanacağımı düşünmüştüm ama vuruldum. Bu daha iyi olmuştu. Sırtımdan yaralandım ve artık beni vuran silah nasıl lanet bir güce sahipse neredeyse göğüs kafesimden çıkacaktı. Yaram ağır olduğu için bir aydan fazla süre yattım. Kurşun yarasını tedavi etmeyi bu şekilde öğrendim zaten. Bu olay sayesinde Marco bana tamamen güvenmişti ve bana can borcu olduğunu söylüyordu. En sonunda beni büyük patronu Albert ile tanıştırmak istediğini söylediğinde yediğim kurşuna değmişti gerçekten” “Aralarında ne tür bir bağ var bilmem ama Albert onun gibi bir geri zekalıyla çalışmakta hep ısrar etmişti.” Diye fikrimi ekledim. Elisa bana Albert’e yaptığı her şeyi, onu nasıl hallettiğini bütün detaylarıyla anlattı. Gerçekten şeytani bir plan yapmıştı ve çok zekiceydi. Ama bunları anlatırken ağlamaya başlamıştı yeniden. Ailesiyle ilgili duyduğu acıdan, ağabeyini o halde görerek yaşadığı o korkunç histen bahsetti uzun uzun. Üzüntüyle iç çekti ve sonra yine gözleri karardı. “O pislik hayatımı mahvetti. Beni hayatta tek başıma olmaya mahkum etti. Ailemi elimden aldı, mutluluğumu kaybettim. Ve 29 yaşında bir ölüden farksız olan bir kardeşin acısını her gün çekmeye mahkumum” dedi öfkeyle karışık acısıyla. “Peki izini nasıl kaybettirdin? Kimse peşine düşmedi mi?” “Düşmüşlerdir. Ama bahsettiğim biri var ya, o bana yardım etti. Planı birlikte yapmıştık. Beni anlaştığımız yerden aldı. Uçak biletim hazırdı ve ben o gece Londra’ya gittim. Aylarca buradan kimseyle iletişim kurmadım, Valter ile dahi. 11 ay sonra döndüğümde şirketin başına geçtim. Sanırım beni unutmuşlardı. Zaten yalnızca yüzümü biliyorlardı. Bana dair bildikleri her şey yalandı. Döndükten sonra Valter ile görüştüm ve ondan öğrendim ki Albert’in iş yaptığı birçok insan ya yakalanmış ya da ülkeden kaçmıştı. 6 yıl oldu, beni hatırlamaları çok zor ama yine de tedbiri elden bırakmıyorum. Bu önlemler de bu yüzden” dediğinde ona koca bir hayretle bakıyordum. “Gerard bana psikopatmışım gibi bakmayı keser misin?” dedi. “Elisa inan bu anlattıklarını senin yaptığına inanmak o kadar zor ki. Senin gibi masum görünümlü birinden bunlar beklenmez gerçekten” dediğimde gülümsedi. “O Elisa bir kez ortaya çıktı ve sonra da gömüldü. Bir daha çıkmayacak inan” dedi. Bu içimi rahatlatsa da yine de hala şaşkındım. Ama üzerinde durmadım. Sonuçta onun bunu yapmakta haklı bir nedeni vardı. Benim gibi birilerinin emrinde insanları döverek komalık etmiyordu. Elimi yeniden yüzünde gezdirmeye başladığımda gözlerini sıkıca kapadı ve fısıltı gibi bir sesle: “Huzur…” dedi. “Uzun zamandır ilk kez böyle güvende hissediyorum Gerard. Gitme, burada uyu…” dedi gözleri kapalı bir halde.  Sonra da yeniden uykuya daldı. Tanrım kollarımın arasında uyuyan bir melek gibiydi. Ama canı yandığında durdurulamaz bir şeytana dönüşebiliyordu. Yine de kalbimin tam ortasındaki sıcaklık beni onda doğru sürüklüyordu. Onu düşünerek ve yanımda olmasının huzuruyla ben de uykuya daldım…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD