GÖKOTTA

1250 Words
15.09.2017 Cuma... İntiharın koyu rengi; tenimin altından kayıp, bileğimdeki ufak kesikten dışarı akıyordu. Şeffaf su; koyu renk ile bulanıklaşırken, tenimin çıplaklığını gizliyordu. Gözlerim ise; yorgunluğun ve acının beynimi kavurmasıyla, yanmaya başlamıştı. Acı, sıcak dudaklarım arasından ufak bir inilti ile etrafa yayıldı ve tekrar kulağıma doldu. Bir mürekkebin suda dağılması gibi acıda hızla bedenime yayılıyordu. Küvetin beyaz rengi bile kanın yoğunluğu ile kaplanmıştı. Beyaz ruhumun siyahla kaplanması gibi bedenimde kırmızı suyun içinde kaybolup gitmişti. Elimdeki cam parçasını sıkıca tutup koluma yaklaştırdım. Elim ölümün soğukluğu ile titremeye başladı, kalbim ise bitmek üzere olan hayatım için son kez atıyordu. Derin bir nefes aldım ciğerimi tatmin etmek için ardından cam parçasını bileğime bastırdım. Derimin altına işleyen kesik etrafından süzülen kanlarla birlikte kolum boyunca uzandı. Açılan derin kesik bedenimdeki bütün kanı akıtmak için yeterli büyüklükte ama acımı bastıracak güce sahip değildi. Bedenimin hissettiği ama benim hissetmediğim acıyla gözlerimden akan yaşlar; yüzümden uzun bir yol izledikten sonra, kanla kaplı suya düştü. Derin kesik kanla kapanıyordu ve koyu renk saçlarım kırmızı su ile yıkanıyordu. Sonra ne mi oluyor? O her zaman beklediğim ışık gün doğumu gibi kalbimi kızıllaştırıyordu. En mutlu anımı yaşıyor gibiydim ve bir ses! Beni karanlık kuyudan gerçekliğe çıkarıyor. Yerimden hızla doğruldum. Karanlık oda siyaha boyanmış gibiydi. Gece lambasının cılız ışığı odaya yayılmıştı. Saat henüz 5:38 ve güneş ufukta yavaş yavaş belirmeye başlamış olmalı. Kızıllık; odaya ateş gibi yayılırken, yatağıma yavaşça uzandım ve elimi deli gibi atan kalbimin üzerine bastırdım. Elimin altında tepinen minik kalbim acıyla kasıldı. Bir an durduğunu düşündüm. Derin bir nefes aldım ve odaya yayılan ceset kokusunu hissettim. Bu koku ruhumun ölü kokusu. Bu koku duygularımın çürük kokusuydu. Uykum çoktan kaçmış beni karanlık oda da bir başıma bırakmıştı. Acılarım gün yüzüne çıkıyordu sanki. Gözlerim acının sıcağı ile kavruldu ve ufak bir damla yanağımda yol izledi. Tuzlu sıvı yaralarımı yakıyor gibi tenimi alevle buluşturuyordu. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp soğuk yer ile buluşturdum. Tenim ayaklarıma değen soğuk ile birlikte ürperdi. Doğruldum ve doğan güneşin odayı aydınlattığı kadarıyla çıkış kapısına ilerledim. Bugün yeni görevim için sabırsızlanıyorum. Bugün kaç tane can alacağım kim bilir? Doğru ben bir katilim. 20 yaşında olmama rağmen 15 yaşımdan beri insan öldürüyorum. Kendimi bildim bileli böyle. Ailem ben 3 yaşındayken çıkan bir yangında vefat etmiş. Anneannem böyle anlattı. Benim ise o yangının çıktığı gün anneannemde kaldığımı söylediler. Küçük yaşta annesiz babasız kalmak ağır gelsede atlattım ama 12 yaşımda anneannemi kaybedip sokakta kalmak hayatın bana vurduğu en büyük darbeydi. Anneannem hem anne hemde baba olmuştu. Mutfağa girip acı kahvemi hazırlamaya koyuldum. Her gün saat 3 te uyuyup 5 te kabuslar eşliginde uyanmak beni bitkin düşürmeye başlamıştı. Kahveyi iki yudumda bitirip balkona çıktım. Temiz hava ciğerlerime nüfus ediyordu sanki zehirli bir tümör gibi. Her sabah yaptığım gibi kuş seslerini dinlemeye başladım. Gözlerim gök yüzüne kaydı. Sahi ne kadar oldu ruhum ışık görmeyeli? Ne kadar oldu gözlerim gün ışığında bile karanlık görmeyeli? 5 yıldır kurtulamadım bu siyah-beyaz hayattan. Cebimden sigara paketini çıkarıp, bir dalı dudaklarım arasında sıkıştırıdım ve ucunu kızıl alevle buluşturdum. Duman ciğerlerime giderken ben hoşnut bir şekilde gözlerimi kapadım. Bir yandan temiz hava bir yandan hoş kuş sesleri, huzurlu bir gün gibi. Aldığım canların ruhları bile yoktu sanki yanımda. Sonra birden kalbimde bir sızı oluştu. Öldürdüğüm o kadar kişi ve onların arkasında kalan çocukları. Düşünme bunları Shaula. Düşünme... 5 yıldır kendi ismimi kullanmıyorum bile. Onun yerine kendime yakışan bir lakap kullanıyorum. SHAULA... Akrep, zehir, ışık. Hepsi beni anlatıyor sanki. Birkaç çekişte biten sigaramı aşağı atıp tekrar eve yöneldim. Masanın üzerinde duran telefonumu kontrol edip odama ilerledim. Hazırlık vakti gelmişti. Patron avımın bilgilerini atmadan hazırlanmalı ve bir an önce işimi bitirmeliydim. Ne kadar çabuk o kadar iyi. Bazen kafa dağıtmak için bir şeyler yapmazsam öldürdüğüm ruhlar beni toprağın altına çekiyor gibiydi. Beni ölüme çağırıyorlardı. Odama girer girmez elbise dolabımı açtım. İlk önce siyah deri taytımı ve aynı şekilde ceketimi giyindim. Alt çekmeceyi açmak için kısa kodu girdim ve yavaşça kendime doğru çektim. İçinden siyah metal 9mm'lik silahımı belime yerleştirdim. Ayaklarıma geçirdiğim botlara, gene aynı çekmeceden aldığım minik çelik bıcaklarıda yerleştirip dikeldim. Aynada kendimi incelemeye başladım. Koyu kahve saçlarım, beyaz tenim ve babamdan aldığım ela gözlerim. Onları hatırlamasam da resimlerden gördüğüm kadarıyla hafızama kazıyordum. Dolabın yanında duran gitar çantasını sırtıma aldım. İçinde gitar değil CheyTac Intervention 408 var. Bu harika bebek avımı parçalara ayırmamda bana yardımcı olacak. Masanın üzerinde duran telefonumu ve motorumun anahtarını aldım. Çıkış kapısına ilerlerken bir yandan da telefonuma bakıyordum. Patron bilgileri göndermişti. İsim: Buğlem Eser Bilgiler: Acemzade şirketinde Finans yönetmeni. Nişanlısı Ozan Öz ile birlilte salı ve cuma günleri Elenora restaurantta yemek yer. Her öğle arası, iş arkadaşlarıyla yemek yedikten sonra, sigara içmek için şirketin çatı katında ki terasa çıkar. Sabah 9 da işe başlayıp akşam 6 da evine döner. Suçu: Daha fazla para için kimsesiz çocukları organ mafyalarına pazarlar. Yapman gereken küçük kızım o fahişeyi canlı bırakmamak. Şirketin terasında onu ölü görmek istiyorum. Yeni görevin pazar günü gelecek. Her görevde suçlarını belirtmesini seviyordum. Vicdanım biraz da olsa rahat oluyordu. Aslında katil değil de suçluları idam eden biri gibiyim. Hızla motoruma ilerledim ve kaskı kafama geçirdim. Ara sokakta pek insan yoktu iki tane evsiz ve bir tane serseri. Herkes motorun sesi ile bana dönerken ben hızla ara sokaktan çıkıp ana yola girdim. Motorumu seviyordum. Beni karanlığın hırçın zincirlerinden kurtarıp özgür hissettiriyordu. Sanki tenime değen rüzgar bir anne şefkati ile huzurlandırıyordu. Arabaların korna seslerini umursamadan anayolda son hızla ilerliyordum. Arada küfür savuran ve laf atanları hiçe sayarak Acemzade şirketine yaklaştım. Motorumu, karanlığın ve pis kokunun hüküm sürdüğü ara bir sokağa bıraktım ve gitar çantasını sırtıma daha da sabitledim. Kaskı kafamdan çıkarmamaya karar verdim çünkü kimsenin yüzümü görmesini istemezdim. Şirketin karşısında ki kasvetli binaya baktım. Şirketin binasına oranla burası daha eski ve bakımsızdı. Binanın içine girmek için arkaya dolandım ve kiliti kırık kapıyı araladım. Içerisi küf ve dışkı kokuyordu sanki. Kokuyu umursamamaya dikat ederek içeri girdim. Kırık ve gazete kaplı pencerelerden sızan ışığın yardımı ile merdivene ulaştım. İkişer üçer basamakları tırmanıp çatı katına çıktım. Bu binada hala yaşayanlar vardı ve fazla ses çıkarmamam gerekiyordu. Terasın kösesine geçip beklemeye başladım. Saat 11:53 fazla erken gelmiştim. Gitar çantasını yere bırakıp kaskı çıkardım. Cebimde ki paketten bir sigara aldım ve dudaklarımın arasına yerleştirdim. Güneş bütün ateşiyle tepemde beni kavuruyordu. Sigara da çakmağımın ateşi ile kavrulup ciğerlerime ulaştı. Tatmin olurcasına kafamı geriye atıp dumanı dışarı verdim. Patron, beni 14 yaşımda buldu. Bir arka sokakta köpeklerle uyurken. Onun öncesinde kendimi korumak için, bir kaç serseriyi pataklamamı izlemiş ve takip etmeye başlamış. Iki yıl boyunca kendimi korumak ve aç kalmamak için büyük savaşlar verdim. Akrabalara gelirsek; baba tarafından kimseyi tanımıyorum. Annemde ise anneannemi sadece. Neden diğer akrabalımızla görüşmediğimiz ise merak konusu. Bir dal sigara daha çıkardım. Bunlar çabuk bitiyordu ve artık ciğerlerim tatmin olmamaya başlamıştı. Parmaklarımın arasına sıkıştırdığım sigaramı bir kaç defa içime çektim. Sırtımı yasladığım yerden ayırıp şirketin terasına baktım. Kolumda ki saate baktığımda 12:47 olduğunu fark ettim. Buğlem denen kaltak son sigarasını yakmış olmalı. Hızla gitar çantasını açıp bebeğimi çıkardım. Terası çevreleyen 50cm'lik duvarın üzerine yerleştirdiğim silahın dürbününü açıp, terası inceledim. Patronun attığı resme baktım. Kızıl fahişe terasın bir köşesinde telefonla konuşuyordu. Nişan aldım ve bekledim. Etraftaki kişi sayısı azaldı ve kızıl telefonunu kapadı. Sigaradan son bir nefes alıp yere attı. Nişan aldım, nefesimi tuttum, rüzgârı hissettim. Tenimi okşayan rüzgar şiddetli değildi. Iskalamamalıydım... Tetiğe değen parmağım ile kızıl bir anda terasta aşağıya düşmeye başladı. Susturucu sayesinde kimse fark etmemişti. İntihar ettiğini sanan insanlar çığlık eşliğinde kızılın etrafını sardı. "Temiz iş." Diye fısıldadım. Silahı toplayıp çantasına yerleştirdim. Kafamı kaldırdığımda karşımda dehşete düşmüş bir çift göz gördüm. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Karşımda ki kişi nefes dahi almıyordu sanki. Korktuğunu titreyen bedeninden fark etmiştim. Şimdi fena boka bastın Shaula...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD