Hava o kadar soğuktu ki soluduğum her hava ciğerlerime saplanıyordu. Nefes nefese kalmıştım ve yaşayacağıma dair hiçbir umudum yoktu. Orman çok sessizdi ve bu soğukta hayvanların saldıracağını zannetmiyordum. Ama yürüyerek buradan kurtulmam imkansızdı. O kadar aptaldım ki korkuyla ondan kaçtım. Aslı'yı da orada unuttum! Doğru bir anı kollayıp arabanın anahtarlarını alıp onunla beraber, arabayla kaçmam lazımdı ama paniklemiştim ve de hiç düşünememiştim.
Tuğkan beni bulamasın diye oldukça çapraz çapraz ve karmaşık yollardan koşuyordum. İç sesim tüm enerjimi emiyordu ve bana öleceğimi söylüyordu. Ona uyup pes etmeli miydim, bilmiyordum ama buraya kadar kaçabilmem büyük bir başarıydı. Tuğkan beni kolayca yakalayabilecek kadar güçlüydü aslında ama stratejik bir şekilde ondan kaçmayı başarmıştım. Bu bana büyük bir cesaret vermişti ve o yüzden başaracağıma dair bir umudum vardı.
Hava çok soğuktu ve rüzgar da gittikçe şiddetleniyordu. Soluklanmak için adımlarımı durdurdum ve yüzümü kapatan saçlarımı geriye attım. Dolduğundan habersiz olduğum gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Çaresizlik ve korku bedenimi öylesine ele geçirmişti ki tir tir titriyordum. Etrafıma bakındım ve gitmem gereken yolu hissetmeye çalıştım. Sezgilerime, beni kurtarması için yalvarıyordum.
Dinlenince yolun sağına yönelmeye karar verdim. Ellerimi, üşüyen kollarıma sürtüp kendimi ısıtmaya çalışırken birden yolun sol tarafındaki çalılıkların arasından ses geldi ve çalılar hareket etti. Çığlık atmamak için hızlıca sağ tarafa koşmaya başladım.
Birkaç adım atmamamın ardından bir el ağzıma kapandı ve beni kendisine çekti. Sırtım, sıcak bir gövdeyle birleşirken çığlık atmaya çalıştım ama ağzıma kapanan el buna engel oldu. Debelenip beni saran kollardan kurtulmaya çalışırken kulağımda tanıdık bir ses işittim. "Sana asla zarar vermem. Lütfen sakin ol Hazal."
Elini çektiğinde korkuyla kafamı ona çevirdim. "Bırak beni Tuğkan gitmek istiyorum."
"Bu halde, böyle bir yerde hiçbir yere gidemezsin. Anlıyor musun beni? Ortalık durulduğunda sizi sağ salim götüreceğim Hazal. Size zarar vermek istesem neden orada bırakmak yerine güvenli bir yere getireyim? Bunu nasıl benden beklersin?" Zihnim o kadar doluydu ki artık etrafı bulanık görüyordum ve hiçbir şeyi algılayamıyordum. Küçük bedenim bu kadar yükü kaldıramamıştı ve anında olduğum yere yığılıvermiştim. Tuğkan anında beni yakalamıştı ve hemen havalandığımı hissetmiştim. Kim olduğunu bilmediğim ve delicesine korktuğum o adam beni kollarında taşıyordu ve ben direnemiyordum. Son çarem ise söylediklerinin doğru olmasıydı. Onun içindeki şefkate muhtaçtım.
Burnuma gelen yoğun defne konusuyla gözlerimi araladığımda mum ışığıyla aydınlanan, karanlık bir odada olduğumu fark etmiştim. O kadar yüksek soğukluğa maruz kalmıştım ki odanın sıcaklığı yüzümde bir gülümsemeye neden oldu. Etrafa bakınırken Tuğkan ile göz göze gelince korkuyla olduğum yere sindim. "S-sen."
"Artık beni dinleyecek misin Hazal?" dediğinde tepkisizce ona baktım. O ise derin bir nefes aldı. "Düşündüğün gibi birisi değilim ben. O, çeteleşen insanlarla alakam yok. Sadece yeni görev yerim çıkana kadar burada işimi hakkıyla yapmak istiyorum."
"Neden silahın var?" dediğimde bana doğru eğildi. "Tüm işletmeler güvenlik amaçlı silah bulundurur."
"Mekanını bırakıp başka bir yere nasıl gideceksin?" dedim soğukça. "Orayı devretmeye çalışıyorum. Saldırının amacı biraz da buna engel olmaktı."
"Peki ben neden hala senden korkuyorum?" dedim sitemle. Neden ona hala güvenemiyordum? "Sana bu kadar değer veriyorken benden korkman canımı yakıyor Hazal."
"Bana değer versen gitmezdin," dedim alaycıl bir şekilde gülerek. "Zorundayım."
"Hiçbir öğretim görevlisi kendisi istemeden tayin edilmez," dedim sertçe. Tuğkan ise öfkeyle gözlerini gözlerime dikmişti. "Benimki zorunluluk ama sen de benim kadar değer versen benimle gelirdin."
"Neden geleyim? Bırakıp giden sensin üstelik zorunda da değilsin," dedim kelimelerimi bastırarak. Tuğkan kaşlarını çatarak üzerime geldi. "Zorundayım işte neden anlamıyorsun kızım?"
"Ya neden? Neden zorla seni gönderiyorlar? Bu çok saçma," dediğimde Tuğkan bakışlarını kaçırdı. "Çünkü yakında burada işim bitmiş olacak."
"Ne işi?" dediğimde büyük bir ikilemde kaldığını fark etmiştim. Neden anlatmakta bu kadar zorlanıyordu? Anlam veremiyordum.
Birden elini cebine attı ve cüzdanını çıkardı. Anlamazca ona bakarken birden cüzdanını açtı ve bana uzattı. Gördüğüm kimlikle ağzım kocaman açılırken cüzdanı alıp kimliği incelemeye başladım. Tuğkan istihbarat ajanıydı! Tuğkan istihbarat ajanıydı!
"Sen," diyebildim sadece ona şaşkınlıkla bakarken. Tüm parçalar birbirine uyuyordu artık. Yemek yerken polislerin kovaladığı zanlıyı yakalamıştı. Buraya bir görev için gelmişti ve bitince de gidecekti. Benimle bir gelecek ve ilişki için adım atamamasının nedeni de mesleği ve hayatıydı. Sessizce mırıldandım. "Senin gibi bir öğretmen olmayacağını biliyordum."
"Neden? En iyi şekilde işimi yapmaya çalışmıştım," dediğinde güldüm. "Okul numarasını yazmayanlara -1 notunu vererek mi?"
"Adını doğru yazanlara 20 puan veriyordum zaten," dediğinde ikimiz de güldük. Ben gülerken birden saçlarımı okşadı. "Sana veda etmek çok zor olacak güzelim."
Söylediğiyle kalbimde bir sızı hissettim. "Ben... İstemiyorum ama."
"Ben de bebeğim, ben de," dedi ve dudağıma bir öpücük kondurdu. "Artık uyusan iyi olur. Artık sırrım sana emanet. Aslı'ya bile söyleme."
Kalkıp gidecekken kolunu tuttum. "Kalır mısın?"
Bir şey demeden üzerini çıkardı ve yanıma uzandı. Kollarının arasına girip çıplak gövdesine iyice sokuldum. Evrendeki en huzurlu yerdeydim kesinlikle. Birinin bize bunu hissettirmesi aşık olduğumuz anlamına gelir miydi?
Sabah gözlerimi gülümseyerek araladığımda Tuğkan'ın yanımda olmadığını fark etmiştim. Hayatımdaki en huzurlu uykusunu tatmanın verdiği sevinçle gülümseyerek yataktan kalktım. Mutfaktan sesler gelmeye başlayınca oraya yöneldim. Tuğkan bir şeyler hazırlıyordu. "Günaydın."
"Günaydın bebeğim. Hazırlan hadi," dediğinde ona sorarcasına baktım. "Neden?"
"Ormanda yiyelim dedim," dediğinde gözlerimden bazı gölgeler geçmeye başlamıştı. "Tuğkan..."
"Gündüz gerçekten de orası cennet gibi gecedeki haliyle alakası yok güzelim." Sesimi çıkarmayarak hazırlanmaya başladım ama orası artık benim travmam olmuştu.
Evden çıktığımızda Tuğkan elimi tuttu. Gülerek elimi ondan çektim. "Sevgili olmadan elimi tutamazsın."
"Tutarım, sen bana aitsin, ben de sana," dediğinde kalp atışlarım hızlanmıştı. Bunu fark etmemesini umdum. "Uzak mesafe yürümez ki."
"Ben sürekli gelsem bile mi?" dediğinde gülümsedim. Bunu düşünmesi ve ikimiz için de çabalaması hoşuma gitmişti. "Düşünmem lazım."
"İyi düşün bakalım," dedi ve elimi daha sıkı kavradı. Ormanda ilerlerken gerçekten de cennet gibi olduğunu fark etmiştim. Geceden eser yoktu. Korku değil huzur veriyordu. Kendimi bir masalın içindeki Peri gibi hissediyordum.
İlerlemeye devam ettikçe karşımıza parlak bir göl çıkmıştı. Tuğkan yere kalın bir örtü serdikten sonra hazırladığı yemekleri yerleştirdi. Hazırladıklarına şaşkınca baktım. "Kaçta kalktın bunları hazırlamak için?"
"Sadece bir saat uyudum dün. Sonra seni izledim, düşündüm ve kendime bile kahvaltı hazırlamayacak bir adamken sana bunları hazırladım," dediğinde güldüm. Gözleri anında gülüşüme kaymıştı ve tam gülüşüme bir öpücük kondurdu. Yeşil gözlerim onun ela gözlerine kitlenirken yanımızda bir hareketlilik hissettim. İki tane sincap bizi izliyordu ve çok sevimlilerdi. Sırıtarak yiyeceklerden onlara fırlattım. Anında yemeğe koşmuşlardı. İki elleriyle tutunarak yemeleri çok tatlıydı. Tuğkan'a döndüm. "Sen de atsana."
"Yemeğini hayvanlarla paylaşmayı sevdiğini söylemiştin. Sanırım artık ben de seviyorum," diyip onlara yemek fırlattığında kuşlar da bize doğru gelmeye başlamışlardı ve onlara da attık.
Gülümseyerek biz de atıştırmaya başladığımızda Tuğkan bana doğru eğildi. "Söz ver Hazal, bu işin sonunda her ne olursa olsun buraya geleceğiz ve bu anı tekrar yaşayacağız."
Kafamı salladım. "Söz. Ne olursa olsun kanlı bıçaklı da ayrılsak, birimiz de ölse yine buraya gelip bu anı yaşayacağız."
Gözleri gözlerime sıcacık bakarken önce alnıma sonra da dudağıma bir öpücük kondurdu.