Sabah 07:25 – Askerî Sahra Hastanesi, Reyhanlı.
Tavanın beyaz ışıkları, sisin ardından parlayan bir ay gibi bulanıktı.
Kalp monitörünün düzenli sesi, ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide yankılanıyordu.
Poyraz, gözlerini yavaşça araladı.
Serum hattı kolunda, nabzının zayıf atışlarıyla titreşiyordu.
Bir süre nerede olduğunu anlayamadı. Beyninde uğuldayan sesler patlama toz Can’ın üzerine kapanışı helikopterin uğultusu…
Sonra her şey bir anda yerine oturdu.
Yanında Berk oturuyordu. Kirli üniforması hâlâ üzerindeydi, göz altları morarmış, ama gözleri dimdikti.
Poyraz kımıldanınca hemen doğruldu.
“Komutanım kendinize geldiniz!”
Poyraz’ın sesi çatallaşmıştı.
“Tim nasıl? Herkes iyi mi?”
“Hepimiz buradayız, komutanım. Ufak tefek yaralar var.”
Berk yorgun bir gülümseme ile devam etti:
“Fatih’in kaburgası çatlamış, Semih’in eli dikişli ama iyiyiz.”
Poyraz derin bir nefes aldı.
“Ya Can?”
Berk’in yüzü yumuşadı, gözleri doldu ama gülümsedi.
“O da iyi, komutanım. Ameliyattan çıktı. Doktorlar durumu gayet iyi dedi. Siz uyurken gelip baktı, ‘Bu timin kaderinde ölüm yok,’ dedi.”
Poyraz anlamaya çalıştı, yorgun gözkapaklarını zorla açık tutuyordu.
“Komutanım, üç gündür uyuyorsunuz. Çok kan kaybetmişsiniz. O yarayla çatışmaya devam etmeniz mucize!”
Berk gururla ekledi:
“Boşuna demiyorlar size Deli Fırtına diye.”
Kapı açıldı. İçeri Asım Binbaşı girdi.
Üzerinde temiz kamuflaj, ama gözlerinde yorgunluk.
Elinde bir fincan kahve vardı.
Masaya bıraktı.
“Yine mucize yarattınız.” dedi sessizce.
“Üst komutanlık raporu gördü. Sivil kayıp sıfır, depo imha edildi. Tebrik bekleyin.”
Poyraz hafifçe gülümsedi.
“Biz sadece görevimizi yaptık, komutanım.”
Asım Binbaşı Poyraz’ın sargılarına baktı.
“Yaralanmasaydın, seni hemen yeni bir göreve gönderecektim ama…”
Poyraz sözünü kesti:
“Yaralı da olsam, emir beklerim.”
Binbaşı gülümsedi, gururlu bir ifadeyle:
“İşte bu yüzden seni komutan yaptık. Başta sen olmak üzere, Umut Timi’yle gurur duyuyorum. Vatan size minnettar.”
Deyip sessizce odadan çıktı.
Berk, hâlâ ayakta bekliyordu.
Poyraz gözlerini kapatırken fısıldadı:
“Git, dinlen Berk.
Berk yerinden kıpırdamadan iyiyim ben komutanım dedi.
Poyraz Bu bir emirdir.”dedi.
Berk tereddütle selam verdi, çıktı.
Poyraz başını yastığa yasladı.
Yorgun zihninin derinliklerinde bir yüz belirdi: Naz.
Onun yeşil gözleri, fırtınadan sonra açan bir orman gibi geliyordu aklına.
Sanki hâlâ yanındaymış gibi kulağında yankılandı sesi:
“Dön bana, olur mu Poyraz…”
Poyraz dudaklarının kıpırdadığını fark etti.
“Ben geceye alışığım ama sabahı hep senle karşılamak istiyorum, Orman gözlüm...”
Ve bilincinin karanlığına yeniden daldı.
Dört saat sonra
Kapı aralandı. İçeri Can girdi.
Solgun ama gülümsüyordu.
Bacağında bandaj, ama gözlerinde hayat vardı.
“Komutanım, ben hâlâ buradayım.”
Sesi kısıktı ama içten.
“Beni siz kurtardınız. Eğer o an üzerime atlamasaydınız belki şimdi nefes almıyor olacaktım. Anneme verdiğim sözü tutamayacaktım.”
Poyraz onu susturdu:
“Timde kimse kimseyi yarı yolda bırakmaz. Umut Timi’nin kuralı budur.”
Gözleri gururla bakıyordu.
“Ve sen benim kardeşimsin Can. Seni asla arkamda bırakmam.”dedi kararlı bir sesle.
Kapı yeniden açıldı.
Fatih, Semih, Serkan ve Berk girdiler içeri.
Ellerinde plastik bardaklarda çay vardı.
Serkan gülerek,
“Komutanım, yoğun bakıma bile çay kaçırdık. Çünkü siz çaysız uyanmazsınız.” dedi.
Oda kahkahalarla doldu.
Yaralar, ağrılar, korkular bir anda silindi.
Umut Timi sadece bir askerî birlik değildi artık bir aileydi.
Bir süre sonra bütün timi dinlenmeleri için gönderdi poyraz birkaç güne kadar Ankara ya döneceklerdi.
Poyraz, pencereden dışarı baktı.
Sabah güneşi yükseliyordu.
Gökyüzü artık kızıl değil, umut mavisiydi.
Ve o, içinden sessizce mırıldandı:
“Seni çok özledim sana geliyorum orman gözlüm dedi.
Ankara, Poyraz’ın Evi
Hilmi Bey televizyon karşısında kahvesini yudumluyordu.
Ekrana bakıyor, ama zihni bambaşka yerlerdeydi.
Yirmi gündür Poyraz’dan haber alamamışlardı.
Her seferinde “Yoğunuz baba, merak etme.” derdi oğlu.
Ama bu kez içinde açıklayamadığı bir sıkıntı vardı.
Gülay Hanım mutfaktan seslendi:
“Hilmi, içimde bir huzursuzluk var. Bugün aldığım nefes bile yetmiyor. Haber var mı Poyraz’dan?”
Hilmi başını iki yana salladı.
“Yok ama oğluma güvenim tam.”
Kızları Esin elinde telefonla içeri girdi.
“Anne, baba! Şuna bakın Suriye sınırında çatışma olmuş diyorlar.”
Tunç da hemen yanlarına koştu.
“Abim orada!”
Hilmi’nin yüzü bir anda soldu.
Alt yazıya takıldı gözleri:
“Suriye kuzey hattında Türk birliğiyle militanlar arasında çatışma.
Telefonu eline aldı, titreyen parmaklarla eski okul arkadaşı Asım Binbaşı’yı aradı.
“Asım dedi içine derin bir nefes çekerek yaşıyor mu?”
Kısa bir sessizlik.
Sonra Asım’ın sesi geldi:
“Hilmi, korkma. Yaralı ama yaşıyor. Üç gündür yoğun bakımdaydı, durumu iyiye gidiyor.”
Hilmi’nin elinden telefon kaydı, yüreği sıkıştı.
Tunç hemen yanında bitip onu koltuğa oturttu.
“Baba! Baba iyi misin?”
Esin tansiyon aletini getir çabuk deyip babasının tansiyonuna baktı stres ve korkudan tansiyonu düşmüştü.
Gülay Hanım ve Esin koştu.
Hilmi derin bir nefes alarak zar zor fısıldadı:
“Yaşıyor ama yaralı. Yoğun bakımdaymış.”
Evde derin bir sessizlik oldu, ardından Gülay Hanım’ın çığlığı:
“Oğlum benim!”
Esin hıçkırarak ağlamaya başladı.
Tam o sırada kapı çaldı.
Naz gelmişti.
Elinde bir demet beyaz çiçek…
Ayşe Abla’nın yüzündeki hüzünlü ifadeyi fark etti.
“Esin evde mi?” diye sordu endişeyle.
“Çalışma odasındalar kızım.”
Naz adımlarını hızlandırdı.
Kapıya yaklaştığında içeriden gelen cümleyi duydu:
“Poyraz yaralanmış, yoğun bakımdaymış.”
O an dünya bir anda sessizleşti.
Sözler kulaklarında yankılanırken nefesi kesildi.
Elindeki çiçekler yere düştü.
Esin kapıya döndüğünde, Naz’ı kapı eşiğinde zar zor ayakta buldu.
Tunç hemen koşup yakaladı nazı yere düşmeden , Naz tunç un kollarında kendinden geçti..
Naz’ı kanepeye yatırdılar.
Tunç nabzını kontrol etti.
“Tansiyonu düşmüş. konuşmayı duymuş olmalı.”
Hilmi kendini toparlayıp tekrar Asım’ı aradı.
“Asım, bana doğruyu söyle Poyraz gerçekten iyi mi?”
Asım binbaşı Hilmi sakin ol iyi poyraz yoğun bakımda tedbir amaçlı tutuluyor korkulacak bir şey yok diye açıklama yaptı.Asım binbaşı olayı Hilmi beye anlatıp sakin olması ve her şey yolunda olduğuna dair teminat verip kapattı.
Gülay hanım Hilmi söyle çok mu kötü yanına gidelim duramam ben burada.
Sakin ol Gülay Asımla tekrar konuştum durumu iyiymiş bu gün normal odaya alacaklarmış dedi rahat bir nefes alarak.Allaha şükür aslanımız iyi. Birkaç gün içerisinde de buraya sevk edilecekmiş Asımı bilirsin neyse o her şeyi olduğu gibi anlatır o poyraz iyi diyorsa iyidir normal odaya çıkınca aratacak bizi hadi toparlanın biraz.
Evdeki herkes derin bir nefes verdi.
Gülay Hanım gözyaşları içinde dua etti.
“Allah’ım şükürler olsun...”
Gülay teyze tunç ve esin nazın başındaydı naz yavaş yavaş kendine gelmeye başladı
Naz yavaşça gözlerini açtı.
“Poyraz…” dedi fısıltıyla.
Gülay Hanım onun elini tuttu.
“İyi kuzum, iyi. Hadi ağlama.”
Tunç, Naz’ın gözlerinin içine bakarak söyledi:
“Gerçekten iyi. Bugün normal odaya alacaklarmış. Akşama da arayacak.”
Naz sessizce fısıldadı:
“Doğru söylüyorsun, değil mi Tunç?”
Tunç kollarını açtı, onu kucakladı.
“Doğru söylüyorum, güzelim. Aksi olsa böyle durabilir miyim sence?”
Naz gözlerini kapadı, gözlerindeki yaşlar yağmur gibi süzüldü yanaklarından.
Gülay Hanım fısıldadı:
Ah kuzum Allaha şükür poyraz iyi hiçte kıyamaz abisine dedi sessiz göz yaşı dökerken.
Ama kimse bilmiyordu, Naz’ın kalbinin içinde kopan fırtınaları…