Eve girdiğimde kalbim hâlâ deli gibi atıyordu. Hemen lavaboya koştum, ellerimi yüzümü soğuk suyla yıkayıp biraz kendime geldikten sonra alt kata indim. Annem ve babam beni görünce derin bir nefes aldılar, sarıldık. Salona geçtik, koltuklara oturduk. Babam her zamanki gibi uzun uzun konuştu, uyardı:
“Doktor olacaksın kızım, sağlık bu... Şakaya gelmez. Bir şey yemeden, içmeden önce mutlaka sor, içinde ne var, ne yok öğren.”
Gülümsedim, yanına oturup boynuna sarıldım, yanağından kocaman bir öpücük kondurdum.
“Tamam babacığım...”
“Büyüme Naz,” dedi, yumuşacık bir sesle, “hep böyle kal…”
“Babacığım, ben kaç yaşına gelirsem geleyim hep senin küçük kızın olacağım,” dedim içtenlikle.
Esin’le annem mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Annem, “Poyraz’ı da çağıralım,” dedi. “Çocuk dünden beri koşturmaktan perişan oldu.”
“Anne, Poyraz’ın işi varmış,” diyecektim ki, o anda elinde poşetlerle kapıdan içeri girdi.
“Hayır işim yok. Ben de sizinle kahvaltı yapmaya geldim,” dedi, gözlerini kaçırmadan bana bakarak.
Yüzüm bir anda alev alev yandı. Utancım , söylediğim şeyleri hatırladıkça büyüyordu. Bir süre Poyraz’ı görmemem gerekiyordu ama işte, karşımdaydı.
Hep birlikte kahvaltıya oturduk. Poyraz, kahvaltı boyunca beni utandırmak için elinden geleni yaptı. Bundan zevk aldığı çok belliydi. Aptal gibi davranıp onu kıskandığımı açık açık söylemiştim. Şimdi ne yapacağımı bilmiyordum.
Kahvaltı bittikten sonra biraz daha hep birlikte oturup sohbet ettik ardından. Poyraz ve esin evine döndü. O an, sanki biri üzerimden tonlarca yükü almış gibi rahat bir nefes aldım. Odama çıktım, yatağa uzandım.
“Ne yapıyorum ben?” diye geçirdim içimden.
Sınırlarımı zorluyordum. Duygularımı bu kadar açık etmek ne kadar doğruydu bilmiyordum. Poyrazla aramdaki bu belirsiz, karmaşık hâl artık içinden çıkılmaz bir hale gelmişti.
Düşüncelerime dalmışken telefonum titredi. Ekranda "Poyraz" ismini görünce içim bir anda karıştı. Açtım:
“Yeşil, hazırlan. Bir saate seni alıyorum. Bugün biraz zaman geçirelim.”
Şaşırmıştım. Ne diyeceğimi bilemedim. Bir süre telefona baktım, sonra sadece:
“Tamam.” Yazıp gönderdim.
Hazırlanmam gerekiyordu. Önce güzel bir duş aldım. Üzerime siyah mini kot elbisemi giydim, saçlarımı dalgalandırdım. Makyaj yapmadım, sadece maskara ve olmazsa olmazım kırmızı rujumu sürdüm.
Saate baktığımda on dakika gecikmiştim. Aşağı indiğimde evde kimse yoktu. Bu içimi rahatlattı. Dışarı çıktığımda beyaz gömleği ve siyah kot pantolonuyla, arabasına yaslanmış Poyraz’ı gördüm. Nefes kesiciydi. Bir süre uzaktan izledim onu. Hayranlığımın sınırı yoktu.
“Gel güzelim,” dedi, yüzünde hafif bir gülümsemeyle.
“Selam,” dedim utanarak.
“Nasılsın Yeşil?”
“İyiyim. Merak etme, geçti gitti…”
Arabaya bindik. O an bana bakarak ciddi bir ifadeyle konuştu:
“Daha dikkatli olmalısın. Müdahale erken yapıldığı için hafif atlattın. Ama başka bir yerde olsaydın, sonucu çok ağır olabilirdi.”
“Babamdan bir sürü nutuk dinledim zaten, sen de başlama lütfen,” çocuk değilim artık deyip, hafifçe gülümsedim.
“ Beni süzüp Çocuk değilsin, bunu görüyorum zaten…” diye mırıldandı.
İçimden “Bu adam neden beni hep utandırmaya çalışıyor?” diye geçiriyordum. Ne düşündüğümü anlamış gibiydi:
“Yine kızardın Yeşil,” dedi. Ardından hafifçe mırıldandı: “Bu güzellik başımıza iş açacak…”
Konuyu değiştirmek istedim.
“Heyecan yaptım… Nereye gidiyoruz? Keşke Esin’le Tunç’u da alsaydık.”
Bana yan gözle baktı. “Bugün baş başayız Yeşil. Bugün benimsin,” dedi.
Kalbim çoktan deli gibi çırpınmaya başlamıştı. Onun bu hâlleri, bu gelgitleri… Anlam veremiyordum. Sessizce arabada yol almaya devam ettik. Radyoda sevdiğim bir şarkı çalmaya başladı.
“Her ayrıntım sayıklıyor
Sükûnetim deliliğimden…
Aşk yok olmak diyor biri
Yar ben yokum yok zaten”
Poyraz, şarkıya eşlik ederken beni izliyordu. Gözlerinde huzurlu bir parıltı vardı. Konuşmadan anlaşmak... Bu, sanırım bize özgü bir şeydi.
Yolu bitirdiğimizde, harika bir yere geldik yemyeşil bir alan, göl kenarında kurulmuş otantik bir mekân çıktı karşımıza. Etraf tavşanlar, ördeklerle doluydu. Masallardan fırlamış gibiydi.
“Burası harika!” dedim, gözlerim parlayarak. “Nasıl daha önce gelmedik buraya?”
“Yeni keşfettim. Ve ilk seni getirmek istedim,” dedi sakin bir tonla.
Kalbim titredi. “Teşekkür ederim…”
“Neden?” diye sordu.
“Beni buraya getirdiğin için. Çok güzel…”
Poyraz, gözlerimin içine bakarak konuştu:
“Sende en çok sevdiğim şey ne biliyor musun Yeşil? Küçük şeylerle mutlu olman. Ama bu aynı zamanda seni çok kırılgan yapıyor. Seni mutlu etmek de üzmek de o kadar kolay ki… Bu beni korkutuyor.”
“E o zaman sen de beni üzme. Çok kolay çözümü var aslında,” dedim, gülümseyerek.
Hadi gel bakalım nereden yada neyden başlamak istersin diye sordu
Bisikletleri fark ettim. Nazlı nazlı söylenerek: “Bisiklete binmek istiyorum.”
Tamam o zaman binelim.
“ Ama Elbisem hiç uygun değil,” dedim
Ama yine de elimi tuttu ve bisikletlere doğru yürümeye başladı.
O an gerçekti. Elim, onun elindeydi. Şaşkın şaşkın arkasından yürürken, içimde kelebekler uçuşuyordu.
Bir bisiklet kiraladı, beni ön kısmına oturttu. kulağıma eğilip fısıldadı:
“Hiçbir şey düşünme. Bugün bize özel. Sadece bugünü yaşayalım.”dedi
Dünyada sadece o an, sadece o yol ve sadece Poyraz vardı…
Poyrazın nefesini ensemde hissetmek ona bu kadar yakın olmak harika bir duyguydu.
Bisikletle göl kenarında, ormanın derinliklerine doğru sessizce ilerliyorduk. Hiç konuşmadık. Sadece kuş sesleri, yaprakların hışırtısı ve rüzgarın fısıltısı eşlik ediyordu bize. Onunla sessiz kalmak bile güzeldi. Bazen en derin duygular konuşmadan yaşanıyordu zaten.
O an fark ettim… Yanındayken kendim olabiliyordum. Şımarabiliyor, gülebiliyor, susabiliyor, ağlayabiliyordum. Hiçbir şey gizlemek zorunda değildim. Belki de bu yüzden vazgeçemiyordum ondan.
Gezintimiz bittiğinde, tekrar kafeye döndük. Göl manzaralı bir masaya geçtik. Çaylarımızı söyledik. Poyraz anlatmaya başladı. Okuldan, arkadaşlardan, benim eski yaramazlıklarımdan... Gülerek, gözlerim dolarak, bazen utanarak dinledim onu. Her kelimesi içime dokunuyordu.
Bir süre sonra, küçük bir sandal kiralayıp göle açıldık. Güneş yavaş yavaş batıyordu. Gölün üzerine düşen kızıllık, zamanı durdurmuş gibiydi. Sandal hafifçe sallanıyor, etraf sessizleşiyordu.
Poyraz, kürekleri bırakıp gökyüzüne baktı. Sonra yavaşça bana döndü:
“Biliyor musun Naz… Bu gölü ilk kez keşfettiğimde sen geldin aklıma. Gölün rengi gözlerini andırıyor. Buğulu, gizemli… Uzun uzun bakınca insanın içinde kaybolası geliyor. Tehlikeli bir güzellik gibi. Bu gözlere bakmak çok kıymetli.”
Yüzüm kızardı. Ne diyeceğimi bilemeden, sadece ismini söyledim:
“Poyraz…”
“Söyle güzelim.”
“Ne oluyor sana? Son zamanlarda çok değiştin. Ya çok yakınsın bana ya da çok uzak. Bazen bir adım atıyorsun, sonra geri çekiliyorsun. Ne hissettiğini anlayamıyorum.”
Gözlerini uzaklara dikti. Uzun bir sessizlikten sonra konuştu:
“Naz… Ben de kendimi anlayamıyorum. Kafam çok karışık. Bazen görev çıksa da gitsem diyorum. Uzaklaşmak… Belki iyi gelir. Dağlar iyi geliyor bana. Ama sonra düşünüyorum; nasıl yaparım uzakta? Nereye gidersem gideyim, aklımda kalan tek şey… deyip sustu
Kaşlarımı çatıp yüzüne döndüm.
“Gitmek mi istiyorsun? Daha yeni geldin... Bu, Selin yüzünden mi? Onunla olan ilişkinizden dolayı mı böyle kaçıyorsun?”
Yüzünde bir şaşkınlık belirdi.
“Naz, benim Selin’le bir ilişkim yok. Neden bu konuda bu kadar ısrarcısın?”
“O zaman söyle, hayatında neler oluyor?
Gözlerime baktı. Sessizliğinde binlerce duygu vardı. Fısıltıya yakın bir sesle cevap verdi:
Şuan bunları konuşmak istemiyorum
Biraz senden konuşalım yeşil
“Can’la tamamen bitirdin mi?”
İçimden bir parça daha kırıldı. Gözlerimi kaçırdım.
“Can’la aramda hiçbir şey yoktu ki… Bitireyim. Sadece onun bana duyguları vardı. Konuştum. Olmayacağını söyledim. O da konuyu kapattığını söyledi.”
Poyraz kafasını iki yana salladı.
“Hayır Naz. O hiçbir şeyi kapatmadı. Sana sırılsıklam âşık. Ve seni unutmaya hiç niyeti yok. Ondan seni dinlemek… deyip yine sustu.”
Derin bir nefes aldım. İçimde biriken her şeyi bir çırpıda söyledim:
“Ona karşı bir şey hissetmiyorum. Onu umutlandıracak hiçbir şey yapmadım. Ona kızamıyorum çünkü kimi seveceğine kalbin karar veriyor. Umarım en kısa zamanda beni unutup onu sevecek birini bulur. Onun için tek dileğim bu.”
Poyraz derin bir nefes alıp cebinden sigarasını çıkardı. Sessizce yaktı, birkaç duman çekip uzaklara baktı. Sonra döndü:
“Peki ya Taner? Son zamanlarda çok yakındınız. O ne olacak?”
“Taner benim arkadaşım.”
“Ve sana âşık olan bir diğer arkadaşın,” dedi, sert bir sesle.
Şaşkınlıkla yüzüne baktım.
Sonra… bir anda patladı:
“Sikeyim böyle işi. Etrafın köpek balıklarıyla dolu resmen!”
Donup kaldım. Poyraz, yanımda asla küfür etmezdi. Erkek erkeğe ortamlarında ağzı bozuk olduğunu bilirdim ama bana karşı hep dikkatliydi. Bir anlık öfkesine yenilmişti.
“Poyraz!” dedim, sert bir sesle.
Yaptığını fark etti. Gözleri utançla yere kaydı.
“Kusura bakma...”
“Taner’le de bir şey yok. Ona da söyledim. Olmayacağını… Sadece arkadaşız. Daha ne yapayım? Bu konuyu bir daha açmamasını ondan rica ettim ? Bana karşı bir şeyler hissetmelerinin suçlusu ben miyim?”
Gözlerini kaçırmadan baktı bana.
“Seni suçlamıyorum Naz… Ama bu durum canımı sıkıyor. Bu kadar güzel ve dikkat çekici olmak zorunda mıydın?”
Yutkundum. Hem iltifat hem sitem… Her sözü kalbime saplanıyordu.
“Şimdi de o puşt doktor peşine takılacak,” dedi aniden.
Ben şuan tam olarak ne yaşıyordum acaba
Bunu da nerden çıkardın yok öyle bir şey
Yüzüme bakıp gülümsedi. “Biz erkekler birbirimizi tanırız. O çocuk sana içi giderek bakıyordu, Yeşilim.”
Gözlerini yakaladım.
“Bunlar önemli değil, Poyraz. Önemli olan benim ne hissettiğim.”
Gülümsedi.
“Peki... Senin özel şeyler hissettiğin biri var mı?”
Yüzüm bir anda düştü. O kadar açık değil miydim ona? Anlamamış mıydı hâlâ?
Bir an sustum. Gözlerime bakan gözlerinden kaçtım. Sonra dudaklarımdan döküldü:
“Hayır… Kimseye bir şey hissetmiyorum. Ben böyle gayet iyiyim. Aşkla uğraşacak hâlim yok.”
Gözlerini kaçırarak başını salladı.
“En iyisini yaparsın. Daha küçüksün…”
“Off Poyraz! Küçük değilim ben.”
“Benim küçüğümsün. Oldu mu?”
Omzumu silkip döndüm. Manzarayı seyretmeye devam ettim. Ne yapmaya çalışıyordu? Sözleri ve davranışları birbirine zıttı. Bu kadar gelgit, bu kadar belirsizlik… Artık beni yormaya başlamıştı.
Ama yine de… Bugün bana harika bir gün yaşatmıştı. Onunla olmak… Kendim olabilmekti. Onun yanında hayat daha kolay, daha gerçekti. Şımarabiliyor, susabiliyor, gülebiliyordum. Bu adam… her koşulda beni mutlu edebilen tek kişiydi.
Eve dönüş yolunda sessizlik vardı. Poyraz arka arkaya sigara içiyordu. Aklında bir şeyler olduğu belliydi. Eve yaklaşırken arabayı yolun kenarına çekti. Motor sustu. Bana döndü.
“Yeşilim… Sen benim için çok kıymetlisin. Bunu bil. Seni asla üzmek istemem. Ama… eğer bir gün benim yüzümden üzülürsen… bil ki bunu senin iyiliğin için yapıyorumdur.”
Ellerimi tuttu, avuç içlerime eğilip öptü.
O an… Kalbim, bir kez daha sessizce kırıldı. Bu güzel günü, tek bir cümlesiyle gölgelemeyi yine başarmıştı.
Sonra arabayı tekrar çalıştırdı. Hızlıca yola koyulduk. Gözümden düşen bir damla yaş, yanaklarımdan süzülürken yüzümü tamamen cama dönüp ondan gizledim kalbim sadece bir şeyi fısıldıyordu:
"Anlamadığın tek şey… iyiliğim seninle olmak."