3-Gece ve Poyraz

1211 Words
Yol boyunca sadece onu düşündüm… Kalbimde yankılanan tek şey, verdiği o sözün ağırlığıydı. “Geleceğim,” demişti.Yeşilim Nazım, 18 yaşına bastığında yanında olacağım.Kurduğu cümleler kulağımda çınladı durdu. Hem tıp fakültesini kazanmanı hem de doğum gününü birlikte kutlayacağız, sana harika bir de hediyem olacak demişti. Oysa bilmiyordu… Bu hayattaki en büyük hediye zaten kendisiydi benim için. Gecenin ışıltısında kulübün kapısından içeri adım attığımızda, Tunç çocuk gibi sevinçle, “Bu harika!” diye bağırdı. Abim, başına bir şaplak indirip uyardı onu. “Uslu dur biraz.” “Ama abi, ben artık on sekizim!” diyerek kafa tuttu Tunç. Esinle göz göze gelip kahkahaya boğulduk. Neşesi bulaşıcıydı. Kulüp kalabalıktı. Okuldan, spor kulübünden, oturduğumuz siteden… Herkes oradaydı. İçeri girdiğimiz anda, bizden önce gelen arkadaşlarımız mekanı süslemiş, doğum günü için her şeyi hazırlamıştı. Herkesle tek tek selamlaşıp kucaklaştık bu gece gönlümüzce eğlenecektik. Ama içim de ta derinlerde eksikliğini hissediyordum Kalabalığın arasında, ne kadar gülsem de içimde bir boşluk vardı ve yalnız hissediyordum kendimi. Müzik başlamış, eğlence tüm hızıyla sürüyordu. Kızlarla dans ediyor, şarkılara eşlik ediyorduk. Herkes çok keyifliydi. Abim, ciddi düşündüğü kız arkadaşını davet etmişti. Bir köşede gizli gizli öpüşüp koklaşıyorlardı. Esinle göz göze geldik, ardından aynı anda iç çektik. “Bu yıl biz de böyle oluruz inşallah,” dedi Esin. Ben sadece içimden “Amin,” dedim. Sonra gülümseyip yanıt verdim: “Yavaş ol Esin, biri duyar... Adımız ‘abaza’ya çıkar!” Sonra eğlenmeye devam ettik.Taner yanıma geldiğinde onunla dans etmeye başladık. Spor kulübünden arkadaşım, benden üç yaş büyük uzun boylu, kumral ve yakışıklı bir çocuktu. Zamanında duygularından söz etmişti bana ama benim küçük bulduğumu ve bunun için biraz bekleyeceğini söylemişti. O zamanlar onu pek ciddiye almamıştım.Ama bu gece farklıydı; davranışları daha netti. Ben, arkadaşlığımız bozulmasın diye onun yaptığı küçük flört oyunlarını görmezden geliyordum. Dans ettik, güldük, eğlendik. Ve beklenen an geldi. Doğum günü pastalarımız… Üç farklı pasta hazırlanmıştı: Esinin pembeli, fiyonklu pastası; Tunç’un bol meyveli pastası ve tabii benim gibi bir çikolata delisi için bol bol çikolatalı o nefis pasta. Her şey kusursuzdu. Mumları üflemek için herkesin toplandığı sırada, kulübün girişinde bir hareketlilik oldu. Gözler ister istemez o yöne döndü. Kalabalığın arasından bir figür belirince... Zaman durdu. Oradaydı. Poyraz. Boyu 1.90’ı geçiyor, kaslı gövdesi, uzun bacakları, siyah dalgalı saçları ve çenesindeki o kendisine has gamzesiyle göz kamaştırıyordu. Ama en çok… o dipsiz karanlık gibi siyah gözleri ile tam karşımdaydı .Göz göze geldik. O an nefes almayı unuttum. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Dudaklarının kenarı kıvrılmış, şaşkınlığımı izlerken gülümsüyordu. Deli fırtınam… Poyrazım… Arkasından, Umut Timi de girmişti içeri: Berk, Semih, Fatih, Can ve Serkan… Hepsi oradaydı. Ve ben… en güzel doğum günü hediyemle yüz yüzeydim. Esinin dirseğiyle dürtmesiyle kendime geldim. Hemen yanımda Taner vardı. Poyraz önce abimle sımsıkı sarıldı, ardından timdeki diğer arkadaşları da sırayla abimle kucaklaştılar hepsi arkadaştı.. Sonra yavaşça bize yaklaştı. Tunç’un doğum gününü kutladı, Esinin saçlarını bozup onu koltuğunun altına alarak öptü. Esin her zamanki gibi homurdanıyordu. Sonra tüm yakışıklılığıyla gözlerini bana dikti. Yaklaştı. Hafifçe gülümsedi. Kollarını açtı. Ve ben, yıllardır yaptığım gibi koşa koşa o güvenli limana, kollarına atıldım. Kokusunu içime çektim nasıl özlemişim onu gözümden bir damla yaş süzüldü. Başımı boynuna gömdüm. Bu an... bizim için o kadar doğal ve ait bir andı ki, kimse yadırgamadı bile.Ne kadar öyle kaldık bilmiyorum ama ben bir ömürde böyle kalabilirdim onun kollarında. Sonra kulağıma eğildi: “İyi ki doğdun, Yeşilim.” Yanağıma ıslak bir öpücük kondurup uzaklaştı. Timin diğer üyeleriyle de tek tek selamlaştık. Hepsi saygılı, eğlenceli çocuklardı. Ta ki Can’a kadar… Can bana sarılıp, “Doğum günün kutlu olsun, Yeşil,” deyince, o an poyrazla göz göze geldik Poyraz bir adım ileri çıktı. Beni kolunun altına aldı, Cana dönerek, “Naz onun adı… O sadece benim Yeşilim,” deyip şakayla karışık azarladı. Herkes kahkahaya boğulmuştu. Ama en çok da ben… Şuan keyfim o kadar yerindeydi ki. Serkan’la Esinin bakışmaları da gözümden kaçmadı birbirlerine kaçamak bakışlar atıyorlardı.. Yan yana çok güzel görünüyorlardı. Esine göz kırpıp öpücük attım. Sonra hediye faslı başladı .Hediyeler birbiri ardına geldi. Arkadaşlarımız ve tim bizi resmen hediyelere boğmuştu .Ama biri dışında... Poyraz. Bana bir hediye vermemişti. Doğum günümü kutlamıştı ama ne yanıma gelmiş, ne benimle dans etmişti. içimdeki burukluğu saklayarak herkese mutlu görünmeye devam ettim ama kendimi kırgın hissediyordum ve bu gece çok yorucu olamaya başlamıştı herkes eğlenirken terasa kaçıp hava almak için oradan uzaklaştım. Serin gece, gökyüzünde kocaman bir dolunay. Gökyüzüne bakıp dua ettim yine. Son iki yıldır olduğu gibi bu yıl da Poyrazı diledim. Düşüncelerimden, omzumda beliren bir el çıkardı beni. Arkamı döndüm. Ve... Gözleri. Geceye meydan okuyan o gözlerle karşılaştım. “Yoruldun mu, Yeşil?” dedi o melodik sesiyle. “Evet,” dedim sessizce. “Uzun bir gündü.” “Büyümüşsün,” dedi tebessümle. “Çok güzel bir genç kız olmuşsun.” Yanaklarımın alevlendiğini hissettim. “Teşekkür ederim,” dedim utangaçça. Sonra cebinden bir şey çıkardı. Arkama geçti. Saçlarımı bir omzuma topladı. Boynuma narin bir kolye taktı. Ve boynumdan öperek tekrar fısıldadı: “İyi ki doğdun, Yeşilim…” Nefesim kesildi. Konuşamadım. Yaşam bile durmuştu sanki. Kendime geldiğimde kolyeye baktım: yeşil zümrüt bir göz figürü. Zarif, anlamlı ve ondan gelen en özel hediye… “seni unuttuğumu mu sandın?” dedi gözlerimin içine bakarak. “Hayır…” dedim, fısıltıyla. Gülümsedi. Öyle bir gülümsedi ki, yasaklanmalıydı bu kadar güzel gülümsemek. “Benimle dans eder misin, Yeşilim?” dedi ve elimden tuttu. Direnmedim. Ateşe giden bir pervane gibi çekildim ona. Sımsıkı sarıldık. Kolları… evim gibiydi. Ne kadar sürdü bilmiyorum, ama ben hiç bitmesin istedim. Sonra eğildi, kulağıma fısıldadı: “Buradayım… Uzun ve yorucu bir görevden çıktım. Bir süre buralardayım.” Gülümsedim. Birden beni çevirdi ve elbiseme baktı. “Bu elbise biraz kısa değil mi?” “Hayır,” dedim. “Gayet uygun.” Ama bu defa bakışlarında başka bir şey vardı. Sahiplenici, korumacı ve… adını koyamadığım bir şey daha. Biz birbirimizin bakışlarında kaybolmuşken.Taner’in sesiyle irkildim. “Nerede kaldın güzelim? Seni bekliyoruz aşağıda,” dedi gülümseyerek. Poyrazın yüzündeki o yumuşak tebessüm… bir anda silindi. Gözlerinde bir gölge belirdi. Eski tanıdığım o ciddi, ketum yüz ifadesine büründü.Sonra ben gerçek dünyaya adım atım. Birlikte aşağıya indik. Kalabalığın içine karıştık tekrar. Müzik hâlâ coşkuluydu, herkes dans ediyor, kahkahalar yükseliyordu. Ama ben... içimde bir boşlukla oradaydım. Bir şeyler eksilmişti. Poyrazın suskunluğu, o anlık bakış, bir şeylerin değiştiğinin habercisiydi sanki. Çıkışa yakın, kalabalığın içinden bir kadın yaklaştı ona. Orta boylu, sarışın ve oldukça dikkat çekici biriydi. Gözleri çekik, gülüşü sahte bir zarafet taşıyordu. Yanına sokulurken, ben istemsizce onları izlemeye başladım. İçimde kıskançlık mıydı, yoksa sadece kırgınlık mı… ayırt edemiyordum. Konuştular. Yakındılar. Sonra kadın poyrazın elini tuttu. Evet, yanlış görmedim tuttu, Poyraz da ona karşılık verdi belki sahiplenici sıkı bir tutuş değildi ama kadının elleri ellerindeydi. İçimden bir şey koptu o anda. Gözlerim doldu ama düşmemeleri için dişlerimi sıktım. Gözleri bizim tarafa kaydı. Kalabalığın içinde beni aradı… ve buldu. Birkaç saniye… gözleri gözlerime takıldı. Anlamlandıramadığım bir hüzün, bir tereddüt vardı bakışlarında. Ama sonra… başını çevirdi. “Yarın görüşürüz,” dedi, sesi o bildiğim tok tonda ama uzak bir vurguyla. Ve sarışın kadının elini tutarak kulüpten birlikte çıktılar. El ele… Ardından kapı kapandı. Ve ben... öylece kaldım. Donmuş gibi. Zaman durmuş gibiydi ama etrafım kahkahalarla çınlıyordu hâlâ. İnsanlar dans ediyor, eğleniyor, gülüyordu. Ve ben, herkesin ortasında… kimsesiz kalmış gibiydim. Ellimde... kocaman bir hayal kırıklığı vardı. Kalbimden iki el gibi tutmuş, sımsıkı bastırıyordu. Doğum günümde… En çok onu beklemişken… En büyük hediyem onu saymışken… O, başkasının elini tutup çıkıp gitmişti…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD