Naz
Sabah gözlerimi açtığımda, odam hâlâ karanlıktı. Perdeler kapalıydı; sanki içimdeki karanlık dışarıya da taşmıştı. Uyanmak istemiyordum. Dün geceyi düşündükçe boğazım düğümleniyor, nefesim daralıyordu.
“Tamam” demiştim. Tek kelime. Belki de hayatımın en büyük vedasıydı.
Yatağımda doğrulup aynaya baktım. Gözlerimde ne bir yaş, ne de bir parıltı vardı. Sanki kalbimle beraber tüm ışığım sökülüp alınmıştı. Dudaklarım hâlâ onunkinin izini taşıyordu; hem zehir gibiydi hem de unutulmaz bir tat.
Telefonum masanın üzerinde sessizce duruyordu. Ekranda bir sürü arama ve mesaj vardı. Tek tek baktım, hepsine daha sonra dönerim dedim. Ama ondan, Poyraz’dan ne bir arama ne de bir mesaj… İçimdeki küçük umut kırıntısı da tamamen söndü. Onun için ben sadece “olamayan” bir ihtimaldim.
“Keşke…” dedim içimden. “Keşke hiç öpmeseydi beni. Keşke bana o sevgi dolu gözlerle bakmasaydı. O zaman bu acı da bu kadar büyük olmazdı.”
Yavaşça kalkıp odanın içinde dolaştım. Her adımda ayaklarım ağırlaşıyor, kalbim biraz daha eziliyordu. İçimden kendime fısıldadım:
“Naz, toparlanmalısın. Bu senin son yenilgin.”
Poyraz
İçkinin verdiği sersemlikle kanepeye yığılıp kalmışım. Gözlerimi açtığımda hava aydınlanmıştı. Başım zonkluyordu ama asıl ağrı göğsümdeydi.
Naz’ın gidişiyle ev bomboş kalmıştı. Onun kokusu hâlâ her yerdeydi, dudaklarının tadı dudaklarımdaydı. Kalktım, yukarı kata çıktım, banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkarken aynadaki hâlime baktım: gözlerim kan çanağı, sakallarım dağınık. İçimde bir öfke kabarıyordu kendime.
Bir süre sonra Selim’in numarasını çevirdim. Sonra hemen sildim. Ne diyecektim ki? “Ben senin emanetini sevdim, sonra da kırdım” mı? Her şey için çok geçti.
Naz
Günler birbirini kovaladı. Evdeyken odamdan çıkmamaya başladım. Annem fark etti.
“Yorgun görünüyorsun,” dedi.
“Okul yordu,” dedim yalan söyleyerek. Yoran okul değil, kalbimdi.
Her köşede Poyraz vardı. Karşı eve her baktığımda her şey onu hatırlatıyordu. Ne kadar kaçarsam kaçayım, zihnimden silemiyordum. Ama gururum buna izin vermeyecekti. O cesaretsizliğiyle benden çoktan vazgeçmişti; ben de sessizce ondan vazgeçecektim.
Gözyaşı dökmedim. Belki de en acısı buydu. İçimde koca bir boşluk vardı ama gözlerim kuruydu. Ağlamak belki biraz olsun hafifletirdi, ama ben yanarak susuyordum.
Okula yoğun bir şekilde devam ediyordum. Bu geceden sonra Tunç ve Esin’den de biraz uzaklaşmıştım. Bir süre kendimi dinlemek, kendi yaramı kendim sarmak istiyordum. Zaten tek taraflı sevmiş, acımı da tek taraflı yaşayacaktım.
Okul çıkışında Tunç yanıma geldi.
“Naz, güzelim… Konuşalım mı biraz?” dedi.
“Tunç, çok yorgunum, dersler çok yoğun. Daha sonra konuşuruz.”
“Naz, yeter artık! Bugün konuşacağız,” dedi kararlı bir sesle.
Kampüste hep gittiğimiz, sevdiğimiz bir yer vardı. Oraya gidip bir banka oturduk.
“Dinliyorum seni,” dedim.
“Neyin var? Ne bu hâlin? Benden ve Esin’den neden uzak duruyorsun? O gece ne oldu? Naz, abim seni incitecek bir şey mi yaptı?” diye ardı ardına sorularını sıraladı.
Bir süre sustum. Derin bir nefes alıp:
“Tunç… Hiçbir şey olmadı. Abin aramızda hiçbir şey olmayacağını bana çok güzel bir şekilde anlattı, sadece…” dedim ve günlerdir gözümden akmayan yaşlar akmaya başladı.
Tunç yanıma yaklaşıp kollarının arasına aldı. Günlerdir içime attığım ne varsa gözyaşlarımla ruhumdan akıp gidiyordu. Onun yanımda olması bana iyi gelmişti.
“Naz, aranızda tam olarak ne geçti bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var: abim in seni sevdiği,” dedi.
Gözyaşlarım akarken:
“Öyle bir şey yok, Tunç. Evet, ben seviyorum Poyraz’ı. Ama o beni sevmiyor,” dedim.
“Gözlerinde gördüm,” diye ısrar etti.
“Yanılmışsın. Bitti artık bu mevzu. Artık Poyraz diye biri benim için yok. Yolumu onsuz çizeceğim,” dedim.
“Naz, abim çok büyük bir yanlışın içinde ve galiba kendisi de bunun farkında değil. Onunla ne yaşarsan yaşa, bize mesafe koyma. Sana daha önce de söyledim, Esin benim için neyse sen de osun. Lütfen bunu kendine yapma, güzelim.”
“Özür dilerim Tunç. Amacım sizi üzmek değildi. Sadece bir süre herkesten uzak durup kafamı toplamak istemiştim,” dedim.
Tekrar sarıldı.
“Gel yanımızda topla o güzel kafanı. Ağlayacaksan gel omzumda ağla. Ama kendini yalnızlığa itme, tamam mı?” deyip kafamın üstünü öptü.
Poyraz
Aradan geçen her gün bana onun yokluğunu daha da hissettirdi. Dışarıdan güçlü görünüyordum, kimse fark etmiyordu. Ama geceleri yatağa uzandığımda tek düşündüğüm şey onun sesi, onun bakışları, onun “Tamam” deyişi oluyordu.
Ona bir şans bile verememiştim. Onu dinlememiş, hislerini sorma cesaretini gösterememiştim. Kendi doğrularımla, kendi korkularımla hareket edip en değerli olanı kaybetmiştim.
Bir adam sevdiği kadını elinden böyle mi bırakırdı? Ben bırakmıştım. Ve şimdi her gün, sessizce bunun azabını çekiyordum.
Neredeyse üç haftadır eve gitmiyordum. Annem sürekli şikâyet ediyordu, babam ise “Bir problemin mi var?” diye soruyordu. Kimseye gerçeği anlatamayacağım için sürekli bahaneler üretiyordum.
Ve Tunç… En son görüşmemizde küçük kardeşim büyümüş de beni uyarıyordu:
“Onu sevdiğini sanmıştım abi ama sen bulduğun ilk fırsatta onu üzdün.”
“Tunç, konuşmama fırsat verecek misin?” dedim.
“Hayır abi. Sadece şunu bil: senin için kıymetli olmayabilir ama Naz benim için çok kıymetli. Eğer onu bir daha üzersen karşında beni bulursun,” dedi ve bana resmen gözdağı verdi.
Bu durum ona kızmak yerine hoşuma gitmişti. Naz’ı bu kadar sahiplenmesi hoşuma gitti.
Askeriyeden çıkınca Selin aradı:
“Neredesin kaçak?”
“Buralardayım.”
“Bu gece bana gel.”
“Selin, çok yorgunum. Başka zaman görüşelim.”
“Lütfen Poyraz. Günlerdir görüşmedik, özledim.”
“Tamam. Bir saate sendeyim,” deyip kapattım.
Eve gittiğimde içimden içeri girmek gelmedi bir türlü. İstemeyerek çaldım kapısını. Kapı açılınca sevinçle sarıldı boynuma.
“Hoş geldin canım.”
“Hoş bulduk. Hadi gel, harika bir sofra hazırladım,” dedi elimden tutup yemek masasına doğru yürüdü.
Sofraya baktım, bir sürü şey hazırlamıştı.
“Sofra harika, ellerine sağlık şimdiden,” deyip masaya oturdum.
Birlikte yemek yedik. Yemek boyunca Selin sürekli konuştu, bir şeyler anlattı. Bendeki keyifsizliği fark edince:
“Neyin var Poyraz?”
“Bir şeyim yok, yorgunluk sadece.”
“O geceden sonra çok değiştin.”
“Hangi gece, Selin?”
“Naz’ı hastaneye götürdüğün geceden bahsediyorum.”
“Ne alakası var?”
“Ben de onu merak ediyorum,” dedi.
“Selin, ne demeye çalışıyorsun?” dedim öfkeyle.
“Ne demek istediğimi bence anladın. Ne var o kızla aranda?”
“Saçmalama. Ne olabilir? Ne geçiyor aklından?” deyip sesimi yükselttim.
“Bilmiyorum ama o kız sana bir şeyler hissediyor. Bu bariz ortada. Ve sen o geceden beri çok farklısın. Ben de düşündüm ki…”
“Ne düşündün? Naz’la aramda bir şey olduğunu mu? Delirdin galiba!”
“Üç haftadır her şey çok yoğun. İşimi biliyorsun, stresimi biliyorsun. Buna rağmen böyle saçma kurgular mı kuruyorsun kafanda?” deyip ayağa kalktım.
Selin yanıma gelip elimi tuttu:
“Ben sadece… Sen benden bu kadar uzak durunca ne düşüneceğimi bilemedim. Özür dilerim. O kız senin kan kardeşinin kardeşi sonuçta, senin kardeşin sayılır. Saçmaladım, affet,” dedi.
Söyledikleri canımı bir kez daha yaktı. Herkesin bize bakışı buydu. Ve bu asla değişmeyecekti.
“Tamam, önemli değil. Lütfen bir daha bu konuyu bana açma.”
“Tekrar özür dilerim,” deyip sarıldı.
“Hadisen, koltuklara geç. Geliyorum,” dedi.
Gidip koltuklara oturdum. Bir süre sonra Selin iki kadehle yanıma geldi.
“Poyraz.”
“Efendim.”
“Annenle konuştum bugün. Zaten arada sırada görüşüyoruz.”
Şaşırmıştım. “Görüştüğünüzü bilmiyordum.”
“Anneni çok sevdim ve o da beni. Bizim durumumuzu sordu.”
“Nasıl yani?”
“Bu iş ne zaman ciddiyete binecek diye. Gerçekten Poyraz, bu iş ne zaman ciddiyete binecek? Seni seviyorum, çok iyi anlaşıyoruz, çok uyumluyuz. Sence de artık bir adı olmasın mı?” dedi.
O kadar şaşkındım ki… Hiç beklemiyordum Selin’in bu ilişki konusunda benim gibi düşündüğünü sanıyordum. Meğerse yanılmıştım. Selin bu ilişkiyi fazlasıyla ciddiye almaya başlamıştı ve ben bunu fark edememiştim.
Naz
Tunç’la bir haftalığına Paris’e, tıp konferansına gidiyorduk. Okuldaki profesör hocalarımızın asistanı olarak. Bu süre bana çok iyi gelecekti; her şeyden uzaklaşacaktım.
Salona indiğimde annemle Gülay Teyze’yi keyifli keyifli konuşurken buldum.
“Hayırdır çifte kumrular?” deyip her ikisini de yanağından öptüm, yanlarına oturdum.
Gülay Teyze yüzüme sevinçle bakıp:
“Epey hayırlı bir haber,” dedi.
“Merak ettim. Bana da anlatsanıza,” diye ısrar ettim.
“Selin kızımla Poyraz ilişkilerini resmiyete döküyorlar,” dedi. “Yakın zamanda…”
Ve benim için dünya bir süreliğine durdu. Yüzümde şaşkınlık ve hayal kırıklığıyla Gülay Teyze’ye bakmaya devam ettim.
“Sen de şaşırdın değil mi kuzum? Bana da sürpriz oldu ama çok sevindim,” dedi sesindeki mutlulukla.
Kendimi toplayıp:
“Hayırlısı olsun,” deyip masadan kalktım. Dünyanın bütün yükü üstümdeymiş gibi omuzlarım çökmüştü.
“Ben çıkıyorum,” deyip kendimi dışarı attım. Nefes almaya ihtiyacım vardı.
İlk defa aldığım nefes yetmiyordu bana. Daha ne kadar canım yanacaktı?
İsyan ettim lanet kalbime. İsyan ettim onu sevdiğim güne. Bitsin istiyordum artık. Bitsin, silinsin yüreğimden. Tanrı’ya dua ettim:
“Onu kalbimden sil