4. Bölüm İlk Karşılaşma
Samira, havaalanındaki işlerini tamamlamıştı. Para, Merkez Bankası’na doğru yola çıkmış, hazineye devredilme aşamasına gelmişti. Bundan sonrası yatırımları yönlendirmek ve kazancı büyütmekti. Biraz soluklanmak, aynı zamanda misafirlerini ağırlamak için evinin yolunu tutmuştu.
Ferit, yolda Aleda’ya kısa bir mesaj gönderdi:
“Yoldayız. Her şey hazır olsun.”
Aleda, telefonu görünce homurdandı:
“Bu Ferit Bey de sanki felaket tellalı… Anladık hazırız! Ama yok, illa gerilim yaratacak.”
Yine de heyecanına engel olamıyordu. Ara sıra banka hesabına bakıyor, içindeki sevinç patlamak üzereydi. Kendi kendine söyleniyordu:
“Şimdi kalkıp sokaklarda koşsam, ‘Ben zenginim!’ diye bağırsam… Yok yok, delirmiş derler. Akıllı ol Aleda, akıllı. Parayı katla, yerine koy, sahibine iade et. Ama ufak bir kuralım var: Birazını kendime ödül olarak alırım. Hakkım bu!”
Tam o sırada kapının sesiyle sıçradı. Kalbi hızla çarpmaya başlamıştı. Hemen saçlarını düzeltti, üstünü başını kontrol etti. Ferit önde, arkasında beş kişiyle birlikte içeri girdi.
“Hoş geldiniz,” dedi Aleda, hafif bir tebessümle. Ellerindekileri alıp itinayla portmantoya yerleştirdi. Ama aklında tek soru vardı: Hangisi patron?
Salon kısa sürede kalabalıklaştı. Takım elbiseli, ciddi ama ara ara gülümseyen yüzler koltuklara yayıldı. Sohbet sakindi.
Aleda kibarca eğildi:
“Ne içersiniz efendim?”
Ferit yanıtladı:
“Yemek yedik, bize kahve getir.”
Ardından kahvelerin nasıl olacağını tek tek tarif etti. Aleda hızla mutfağa geçti. İçinden söylendi:
“Amerikan usulü açık mutfak olsaydı, hem kahveyi yapar hem dedikoduları dinlerdim. Ama yok, beni bu eve kapatıp dedikodu hakkımı bile elimden aldılar!”
Kahveleri hazırladı, tepsiyi alıp misafirlere servis etmeye başladı. İkisi Afrikalıydı, tenlerinden anlamıştı. İki kişinin kulağında kulaklık vardı. Kesinlikle koruma bunlar.
Son fincanı uzattığı anda göz göze geldiği adamın yanında oturanlar ona “Sam” diyordu. Demek ki patron buydu.
Sam kahvesini alırken gözlerini Aleda’ya dikti. O bakış… Sanki insanın içini gören, ağır ama büyüleyici bir bakıştı.
Aleda, tepsiyi düşürmemek için kendini zor tuttu. Tamam, belli ki bu adam karizmatik… Ama neden bana bakıyor ki? Gözlerimin içine böyle bakılır mı? Ben hizmetçiyim, padişahın kızı değilim ki! İçinden geçen bu cümleye rağmen yüzüne istemsiz bir kızarıklık yayıldı.
Sam yanındaki Philip ve Fernand’a dönerek konuşmaya başladı:
“Bizim ülkede şeker pancarı yetişir. Topraklarımız çok verimlidir. İç Anadolu’da, özellikle Kırşehir ve Konya’da şeker fabrikaları var.”
Aleda kahveyi bırakırken aklından geçirdi:
“Demek şeker… O zaman ben de paramı şeker fabrikasına yatırayım. Tatlı para, tatlı hayat!”
Tam hayallere dalmışken Samira tebessüm ederek ona döndü:
“Keşke o şekerlerden biz de faydalansak.”
Aleda’nın beyninden şimşekler çaktı.
“Dur bir dakika! Yoksa param olduğunu anladı da bana imada mı bulunuyor? Aman Allah’ım, belli mi oluyor yoksa? Benim fakir suratım milyoner suratına mı döndü?”
Ferit’in sesiyle irkildi:
“Aleda, patron şekeri unuttuğunu söylüyor. Şeker istiyor.”
O an salondan kahkahalar yükseldi. Aleda’nın yüzü kıpkırmızı kesildi.
“Allah’ım, ben de neler sandım… Meğer bildiğin şeker istiyormuş!”
Kendini toparladı, hızlıca eğildi:
“Tabii efendim.”
Mutfağa koştu, şekeri getirip servis etti. Ancak tepsiyi bırakırken Sam yine gözlerini ondan ayırmadı.
Bu defa Aleda, tepsiyi indirirken içinden fısıldadı:
“Yok yok… Bu bakışın içinde başka bir şey var. Bir şey başladı… Hem de bende.”
Aleda, şekeri masaya bırakıp geri çekildi. Salondaki sohbet yeniden akmaya başlamıştı. O sırada Sam, kahvesinden küçük bir yudum aldı ve gözünü ondan ayırmadan konuştu.
“Teşekkür ederim. Şimdi bu kahveye bir emek katılmış oldu. Böyle özenle hazırlanmış bir kahveyi uzun zamandır içmemiştim. El lezzetin belli oluyor.”
Salondaki diğerleri için bu söz sıradan bir teşekkürdü. Ama Aleda’nın kulaklarında çınlayan bir iltifat gibiydi. İçinde bir sıcaklık yükseldi.
“Ne dedi az önce? El lezzetin mi? Aman Tanrım… Bu adam sadece kahveden mi bahsediyor, yoksa benden mi?”
Elini eteğine gizlice bastırdı, titrediğini fark etmesinler diye. Başını eğdi, ama yüzündeki kızarıklığı gizleyemedi.
Sam kahvesini sakince yudumlarken gülümsemesini sürdürdü. Masadaki diğerleri sohbeti sürdürürken o, tek bir kişiye odaklanmıştı: Aleda.
Aleda ise içinden geçirdi:
“Tamamdır. Bu iş bende. Ama dikkatli ol Aleda, sakın kaptırma… Yoksa bu adam seni şeker gibi eritir.”
Aleda kusursuz bir şekilde hizmetine devam ediyordu. Özenle hazırlanmış ikramlıkları itinayla servis ediyor, en ufak ayrıntıyı bile atlamıyordu. Fincanların kulplarını bile aynı hizaya getirip sunması, Samira’nın gözünden kaçmamıştı.
“Kim bilir,” diye geçirdi Samira içinden. “Belki de bu kadını para bile bozmaz.”
Servis bitince Ferit, başıyla Aleda’ya çekilmesini işaret etti. Aleda hemen mutfağa geçti. Fakat içinde bir burukluk vardı. Tam yatırım planlarının konuşulduğu sırada dışarıya yollanmıştı. İçinden söylenmeden edemedi:
“Resmen oyunun en heyecanlı yerinde sahneden atıldım. Kahve yaptık, servis ettik ama konuşmalar yok… Ne adalet ama!”
Mutfağa geçip masaya yaslandı, gerginliğini bastırmak için tırnaklarını yemeye başladı. Duvarda asılı büyük tabloya bakarken, salondan gelen kahkahalar ve Samira’nın derin sesi kulaklarına çarptı. İçinden fısıldadı:
“Offf patron neler anlatıyor? Şimdi dikkatle dinlemek vardı salonda… Aman Allah’ım, her şeyden bihaberim.” Sesiz adımlarla koridora çıkıp bakmak istedi.
Aleda, salona doğru kısa bir bakış attığında Samira ile göz göze geldi. Samira’nın bakışı, ciddi ama bir o kadar da meraklıydı. Kalbi hızla çarptı, boğazında düğümlenmiş bir nefes hissetti. Hızlıca geri çekilip mutfağa döndü, utanmıştı.
Çok geçmeden Ferit mutfağa girdi.
“Ne o, gergin misin sen?” dedi, kaşlarını kaldırarak.
Aleda birden toparlandı.
“Hayır efendim, bir sorun yok. Bir şey mi istiyorsunuz? Hemen hazırlayıp getireyim,” dedi telaşla. Aslında tek isteği bir an önce tekrar salona dönmekti.
Ferit onun halini anlamıştı ama bozuntuya vermedi.
“Bak Aleda,” dedi alçak bir sesle. “Sen birkaç gün yatılı kalacaksın bu rezidansa en yakın olan başka bir yer kiraladım. Orada kalacaksın. Çocuğun ya da eşin var mı? Bu duruma engel olacak biri?”
Aleda şaşkınlıkla başını salladı.
“Hayır efendim.”
Ferit devam etti:
“Peki annen, baban… Bu duruma kızacak kimse var mı? Eğer sorun olacaksa aileden biri gelip seninle kalabilir. Ama bu daireye giremez. Anladın mı? Yalnız olacaksın.”
Aleda kısa bir duraklamadan sonra konuştu:
“Kız kardeşim var. Eğer izin olursa onu yanıma almak isterim.”
Ferit başını onaylarcasına salladı.
“Söyle hazırlansın, aldırırım onu.”
Aleda çekinerek, “Bu gece değil de yarın gelse… Belki uyumuştur şimdi,” dedi.
“Nasıl istersen. Ama koridora yakın ol, gözümün görebileceğim bir yerde. Bir şey istersem konuşmadan işaretle anlaşalım, tamam mı?”
Aleda’nın gözleri parladı. İçinden, “Demek ki konuşulanları duyabileceğim. Süper!” diye geçirdi. Yüzüne ciddi bir ifade takınıp,
“Peki efendim,” dedi.
Ferit bir adım yaklaştı. Sesi daha da ciddileşmişti.
“Unutma Aleda… Bu dairede konuşulanlar buradan dışarı çıkmayacak. Tamam mı?”
Aleda hiç düşünmeden, gözlerini yere indirerek yanıtladı:
“Kesinlikle anladım efendim.”
Mutfağın sessizliğinde derin bir nefes aldı. İçinden mırıldandı:
“Tamam Aleda, şimdi biraz şanslısın. Samira’nın bakışlarını da fark ettin… Aman Tanrım, kalbim delirmiş gibi atıyor. Hem dikkatli ol, hem de unutma sen zengin birisin, parayı en doğru şekilde çoğaltman gerekiyor. Renk vermemelisin. Yoksa burada herkes fark eder.”
Kısa bir anlığına mutfaktaki ışık Samira’nın bakışlarını aklında canlandırdı. Dudaklarının kenarında beliren hafif gülümseme, Aleda’nın içini ısıttı. Bir yandan gerilmişti, bir yandan bu ilk kıvılcımı saklamak için kendini zor tutuyordu.