“Çünkü dudaklarının tadına bakmak istemiştim,” dedim
Sinsi bir gülümsemeyle yüzüne bakarak. O an gözlerindeki öfke adeta yüzüme çarpıyordu. İçimde bir yerlerde garip bir tatmin hissi vardı, bunu inkar edemem.
Arkamı dönüp uzaklaştığımda, sanki o öfke bakışları arkamdan bile beni takip ediyordu. Haha; bu his beni rahatsız etmekten çok mutlu etmişti. Bay kasıntının kontrolünü kaybettiğini görmek, hele ki onu bu kadar çileden çıkardığımı bilmek, bana tuhaf bir zafer hissi veriyordu.
Sonrasında ne mi oldu? Tabii ki çocuk okuldan atıldı. Bu durum beni şaşırtmadı. Victor’un gücünü ve hırsını biliyordum. Ama üzgünüm diyebilir miyim? Hayır. O çocuğun korkak bakışları hâlâ aklımda. Victor’un karşısında küçüldükçe küçülmüştü. Sünepe herif!
Gerçi asıl merak ettiğim, Victor’un beni neden ifşa etmediğiydi. Neticede o dudakları öpmek isteyen bendim. Bunu inkâr etmenin bir anlamı yok. Belki de babalarımız arasındaki ilişkileri bozmak istemedi. Bilmiyorum.
Sonraki yıllar ise tam anlamıyla bir savaş alanıydı. Victor’un bana karşı gıcıklığı hiç bitmedi. Her karşılaşmamızda o kibirli, soğuk tavrını sürdürdü. Zaman zaman beni küçümsemeye çalıştı, bazen de doğrudan sinirlerimi zıplatacak şeyler yaptı. Ama işin komik yanı, beni rahatsız etmeye çalıştıkça daha da komikleşiyordu. Çünkü artık onu umursamıyordum. Onun tüm bu çabaları benim için eğlenceden başka bir şey değildi. Tüm bu kin o güne mi aitti, yoksa başka birşey yapmış olabilir miydim. Ama o günden önce tek bir konuşmamız bile yoktu ki.
Şimdi buradayız. Bir ay sonra bay kasıntı ile evleniyoruz. Son konuşmamızda yüzünde o alaycı gülümsemeyle, “Eğlenceli olacak,” demişti. Eminim beni köşeye sıkıştırıp sinirlerimi alt üst edeceğini düşünüyordur. Ama ne yazık ki yanılıyor.
Artık onun sinir oyunları benim için hiçbir anlam ifade etmiyor. Hatta itiraf etmeliyim ki, onu sinirlendirmek benim için de oldukça keyifli hale geldi.
Açıkcası sarayda geçireceğim günlerin keyfini çıkaracağım. Victor ise ister kendi köşesine çekilsin, ister beni sinir etmeye çalışsın. Hiç fark etmez. Çünkü bu oyun artık benim kurallarımla oynanacak.
- - -
Günaydınnn, Tatlış okuyucum;
Güne güzel bir sese uyandım. Annemin sesiydi. O alışıldık, otoriter tonuyla hizmetlilere talimatlar yağdırıyordu. Sabahın bu erken saatlerinde bile evdeki koşturmacanın bir numaralı sebebi tabi ki veliaht prens ve tebasıydı. Resmi bir dünür kaynaşması ya da buna benzer bir şey… Çok da umursamıyordum aslında. Bay kasıntının burada olacağını düşündükçe, bu ziyaretin benim için tüm anlamını kaybettiğini hissediyordum. Poff sıkıcı herif adını anmak bile ruhuma sinir getiriyor.
Büyük camlardan yüzüme vuran güneş, altımda ki bembeyaz çarşafların fresh kokusu eşliğinde, Esneyerek doğruldum ve kısa bir an, hayatımı düşündüm. Evet, ne kadar karmaşık olursa olsun, hayatımı seviyordum.
Bugün Kılıç talimi vardı ve bu, günün en heyecan verici kısmıydı. Çocukluğumdan beri kılıç kullanmayı hep sevmiştim.
Annem , “Hanımefendiler kılıç değil, zarafetle konuşur,” dese de, ben zarafeti kılıcın ucunda bulduğuma emindim.
Gözüm gardıroba takıldı. Basit ama rahat bir kıyafet seçtim. Sonuçta kılıç dersinde süslenmenin hiçbir anlamı yoktu. Üzerime, hareket etmemi kolaylaştıracak ince bir gömlek seçtim. Beyaz, sade ama duruşu itibarıyla oldukça zarifti. Kollarını dirseğime kadar sıyırdım; kılıç talimi için fazlalık her zaman gereksizdir. Altıma ise vücuduma tam oturan koyu gri bir pantolon geçirdim. Ne çok sıkı ne de boldu, ama tam da olması gerektiği gibiydi. Belimdeki ince deri kemer ise kıyafeti tamamlıyordu.
Ayaklarıma, bileklerimi sararak destekleyen kısa topuklu deri çizmelerimi giydim. Onları her zaman rahat ve kullanışlı bulmuşumdur. Ellerime ince deri eldivenlerimi geçirdim. Parmaklarımı kavrayan yumuşak dokusu sayesinde kılıcı tutarken rahat ediyordum. Aynada kendime son bir kez baktım. Fazla süs yoktu ama duruşum her zamanki gibi güçlü ve dikkat çekiciydi. Hazırdım.
Koridorlarda yürürken, evin atmosferi neredeyse elle tutulur bir gerginlikteydi. Herkes en iyi şekilde görünmek için çaba harcıyordu. Ama ben tüm bunların dışında kalmayı başarmıştım.
İçimde, "Belki böylelikle bay kasıntıyı da görmeden günü atlatırım," diye bir umut vardı. Ama tabii ki hayat, hiçbir zaman planladığınız gibi gitmez, değil mi?
Yavaşça malikâneden çıktım. Arabacı, yıllardır bizimle çalışan ve her zaman sakin tavırlarıyla bilinen Charles’dı. İyi bir adamdır, sözünde durur, gülerken bile güven verir. Bugün de beni akademiye götürmek için tam dakikasında hazırdı.
"Günaydın Charles" dedim. Gülümsedi boynunu hafifçe eğerek selamladı.
"Günaydın, bayan Eleanor. Yine ışık saçıyorsunuz." dedi.
Ahh bu adam her zaman ne diyeceğini bilirdi, erkekler şu kadar nezaket sahibi olmak çok mu zor? Hele ki bizim bay kasıntı, iflah olmaz boşuna hayal kurmayalım.
Güneş, sabahın erken saatlerinde sarı tonlarını salıyor, arabamız yol alırken manzara da değişiyordu.
Kraliyet Akademisi’nden içeri girdiğimde, ortam her zaman ki, o gergin ve egolu tiplerle doluydu. Sınıf arkadaşlarım, genelde karşılaştığım o gıcık tipler, ilk sırada duruyorlardı.
“Merhaba, Bayan Beaumont,” dedi biri, tüm sınıf yaklaşan adımlarımı duyup kıpırdanmaya başlamıştı.
Diğer bir Lord'un egoist oğlu ise “Yine mi idmana geldiniz ? Bakalım bu kez kimleri devireceksin?” dedi
Gülümsedim. “Sizi de devireceğim, bir zahmet sıranızı bekleyin,” dedim, alaycı bir şekilde, sonra kısa bir bakışma yapıp kılıcıma doğru yöneldim.
Tek bir hamlede, her biri sırayla yere düşmeye başladı. Kılıcımla savurduğum her darbe, rakiplerimi sersemletiyor, dengeyi kaybettiriyordu. Birinciyi yere serdim. Ardından hızlıca diğerine yöneldim, darbeyi yapıp yere ittim. Sonuncusu, bütün gücünü göstererek bana yöneldi ama o da kısa süre sonra yere düştü. Haha, Bence yapıyorum bu sporu.!
Hocamın sesi o sırada arka planda duyuluyordu.
“Eleanor, her defasında yeni bir hamle yapıyorsun. Ancak bu işin sırrı biraz daha sabırda yatıyor."
Göz kırptım, “Sabır mı? Bunu size her zaman gösteriyorum hocam.”
Birden, herkesin dikkatini çeken bir ses duyuldu. Arkama döndüm. Veliat Prens, görevlileriyle birlikte alanda ilerliyordu.
Kumral saçları, iri ve yüksek omuzları, gömleğinin içinde kademeli uzanan karın hatlarıyla göz alıcıydı. Boyu oldukça uzun ve adaleleri her hareketinde ortaya seriliyordu. Sanki bilerek seçtiği beyaz gömleğiyle, kasları daha da belirginleşiyordu.
Ahh, Ağız sulandıran bir görüntüydü, normal şartlar altında tadına bakmayı kesinlikle isterdim ama bu şartlarda kasıntı bir uyuz olduğun gerçeğini değiştirmiyordu.
Gözlerim, Prens’in sinsi gülümsemesiyle buluştuğunda, hemen yüzümü çevirdim.
Terimi sildim ve saçlarımı öne atarak göğüslerime düşmesini izledim. Şişeyi kaptım ve kafama diktim. O sırada belimde bir el hissettim. Hızla başımı döndürüp baktım, Veliat Prens, ellerini belime dolamıştı. Beni kendine doğru çekti, burnuma kadar yaklaşıp, “Selam müstakbel karıcım, beni beklemeden idmana gelmişsin, çok kırıldım,” dedi.
Bu şaka mıydı? Ne yapıyordu bu? Mimikleri ve sinsi gülüşü, beni sinirlendirmek içindi, kabul ama, bu kadar açıktan şov yapmaya ne gerek vardı? Ne oluyordu?
Beni cidden karısı olarak mı istiyordu, bakın bu kadın benim adlı güç gösterisi miydi bu , yoksa beni millete rezil etmeye mi çalışıyordu? Yakında öğrenirim, ama şu an, beni tuş edeceğini sanıyorsa yanıldığını göstereceğim.!
Şişemin kapağını kapatıp yere fırlattım. Vücudumu ona doğru döndürdüm, kollarımı boynuna sardım ve bedenimi tamamen ona yasladım. Göğüslerim karın kaslarına yapışmıştı. Artık yüzündeki o sinsi gülüş, zorlanma ifadesine dönüşmüştü ve bu durum fazlasıyla keyifliydi.
Beyefendi benden uzun olduğu için, ayak parmaklarımın üzerine kalkıp, yüzüne iyice yaklaştım ve dudaklarına ufak bir öpücük kondurdum. Ardından hiç istifimi bozmadan,
“Hoş geldin sevgilim, kusura bakma, gelip gelmeyeceğinden emin değildim, çok kızmadın değil mi?” dedim ve dudaklarımı büzdüm.
Haha, Alnından terler süzüldü, şok içindeydi. Yüzü kızarmaya başlamıştı. Kulağına yaklaşıp,
“Tehlikeli sulardasın, bu oyunun kötü karakteri benim. Bana ne verirsen, ön katını alırsın. Yani bana yaptığın bu hamlelere devam edersen, farkına bile varmadan bekaretini bana teslim edebilirsin. Sonra üzülmeni istemem,” dedim.
Zevkten çıldırıyordum. Tanrım, bu mükemmeldi.!