Başımı kaldırdığımda bulunduğumuz odaya yaklaşan adım seslerini duydum. Kalkıp, kapıya doğru ilerlediğimde, babamda omuzlarını yükseltmiş annemse ablamın üzerini örtmüştü. Kapıyı açtığımda cadı Endor karşımdaydı. Kendisi vaftiz annem olurdu. Alexander ve Jasper odadan ayrıldıktan sonra Endor da bir kaç karışım yapmak için yanımızdan ayrılmıştı. Şimdi geldiğinde ise elinde ahşap bir kasa ve içinde bir sürü farklı boyutlarda şişeler vardı. Şişelerde bir sürü renkli sıvı bulunuyordu. Ayrıca tütsü ve mumlar da vardı. Endor gülümseyerek bana göz kırptı ve içeri girdi. Elindekileri masaya bırakarak, getirdiklerini karıştırmaya başladı.
“Onlarda nedir?” diye sorma zahmetine girdi babam. Endor ile muhatap olmak pek seçtiği bir şey değildi. “Mia için mi?”
Endor elleri belinde babama baktı. “Bir kaç tütsü ve meyve çayı. Ha birde uyarıcı.”
Annem kaşını kaldırdı. “Uyarıcı.”
“Meraklanma.” dedi Endor ellerini kaldırarak. “Mia’nın kan akışını düzenleyecek ve arttıracak. Üstelik rahat bir uyku çekmesine yardımcı olacak. Vücut ağrılarını da geçirecek.”
“Anladım.” diye mırıldandı annem yatağa çökerken. Endor işine döndü. Önce tütsüleri yaktı. Odanın köşelerine cılız kokulu dumanı yükselen tütsüleri yerleştirdi. Hemen vakit kaybetmeden koyu renkli mumları da yaktı ve tütsülerin yanlarına yerleştirdi. Akşam üzeri olduğu zaten hava kararmaya başlamıştı. Aldığım nefesler de artık tütsü tadı alabiliyordum. Babam istifini bozmadı. Sadece nefes almayı bırakmıştı. İhtiyacı da yoktu. Annem Endor onlara yaklaşırken Mia’nın elini sıkı sıkı tutmuştu. Cadı Mia’nın yanına yaklaştı ve oturup yüzüne eğildi. Elinde küçük bir şişe vardı. Mia’nın çenesinden nazikçe kavradı ve şişeyi dudaklarına yaklaştırdı. O anda beklenmedik bir şekilde ablamın gözleri aralanmıştı. Endor’un boğazını yakalayıp sıktığında şişe yere düşüp parçalandı. Endor’un boğazı Mia’nın eli arasındaydı.
Mia'nın ani tepkisi, odada şok etkisi yarattı. Endor'un boğazını sıkan el, sessizliği daha da yoğunlaştırdı. Annem, Endor'un yakınlarına doğru atılan şişenin kırık camlarına doğru bakarken, yüzünde endişe belirtileri vardı. Babamın ise ifadesi taş gibiydi, duygusuz ve soğuk. Endor'un boğuk çığlıkları odanın içinde yankılandı, ancak Mia'nın kararlı eli onun nefes almasını engelliyordu. Cadının gözleri korku ve çaresizlikle doluydu, ancak Mia'nın kararlılığı karşısında bir şey yapamıyordu. Babam sessizce izliyor, duruma müdahale etmek yerine bekliyordu. Annemse şaşkınlık içinde Endor'a bakıyor, ne yapacağını bilemiyordu. Aslında ben dahil herkes Mia’nın ne yapacağını bekliyorduk.
Endor'un nefesi giderek zayıflıyor, gözleri kan çanağına dönüyordu. Mia'nın kararlılıkla sıktığı el, cadının nefes borusunu tamamen tıkıyordu. Oda, gerginlik ve korkuyla dolmuştu.Bir an için herkes donup kaldı, sonra Mia'nın eli gevşedi ve Endor'un boğazı serbest kaldı. Cadı hızla geri çekildi, nefes almak için çırpınıyordu. O an, odadaki gerilim doruğa çıkmıştı.
Endor'un nefes alma çabasıyla birlikte Mia'nın eli titremeye başladı. Annem hızla Mia'nın yanına yaklaştı ve onun elini sıkarak geri çekti. Endor'un soluk almasıyla birlikte odanın havası rahatlamış gibi oldu, ancak gerginlik hala havada asılı kalmıştı.Babam sessizce ayağa kalktı ve Endor'un yanından geçerek Mia’nın yattığı yatağa yaklaştı. Mia parlayan mavi gözleriyle birlikte emdredici bir tonda konuştu. "Uzak durun benden...”
Endor, nefesini toplamaya çalışarak konuşmaya başladı. "Ben... Ben sadece... Myardım etmek istedim. İhtiyacı vardı... Ben sadece..." Ancak cümlesini tamamlayamadan hıçkırıklara boğuldu ve kan öksürdü.
Vaftiz annemin yanına giderek hizasına eğildim ve sırtını sıvazladım. “Üzgünüm Endor... İyi misin?”
Sorum havada asılı kaldı. Endor, sarsılmış bir şekilde nefes alıp verirken, yavaşça başını salladı. Mia sessizce duruyor, gözlerinde karmaşık bir ifadeyle babamı izliyordu. Babamın ifadesi ise hala taş gibi sertti, ancak bir şeyler düşünüyor gibi görünüyordu. Oda, sessizlik içinde gerilmiş bir şekilde beklemeye devam ediyordu. Mia'nın içindeki karmaşa gözlerinden belliydi. Babamız sessizlik içinde duruyor, düşünceli bir ifadeyle o da Mia’ya bakıyordu. İçsel bir çatışma içindeydiler Mia, onun ne düşündüğünü anlamaya çalışsa da babasının zihninin derinliklerine girmesi mümkün değildi. Şeytanların zihni insanlara göre daha karmaşık ve içeri sızması güçtü.
Babam elini avcundaki taşla birlikte ileri uzattığında Mia onu arkamızda ki duvara savurdu. Duvar derin ve köklü çatlaklarla kaplanırken babamı acıyla yüzü kasıldı. Mia babamı duvarda sabit tutmakla kararlıydı. Annemi ittirip ayağa kalktı. Taş babamın avcuna paslı bir çivi gömülüp kanını akıtırken babam dişlerini sıktı. Mia’nın her adımında taş biraz daha babamın eline gömüldü. Babam sonunda dayanamayıp inledi ama Mia’ya durması için yalvarmadı. Bunu yapan annem Rosalyn oldu.
“Mia dur!” diye haykırdı. “Yalvarırım durdur şunu!”
Mia omzunun üzerinden bize baktı. “Peki anneciğim.” Sonra babam yere düştü ve taş elinden çıkarak Mia’nın ayağına kadar yuvarlandı. Annem babamın yanına koşup, kolunun altına girip kalkmasına yardım ederken Mia bana baktı. “Maalesef ki yanlış zaman ve yanlış yerde tanıştık kardeşim.”
Mia'nın soğuk bakışları arasında, annem babama yardım ediyordı. Babamın yüzündeki acı ifade, hala etkileyiciydi. Onu kaldırmaya çalışırken, annemin yüzünde kararsızlık ve endişe vardı. Gözlerim Mia'ya doğru döndüğünde, kalbim hızla atmaya başladı.
“Abla... sen... neden?" diye sordum, sesim titriyordu.
Mia, yaklaştı ve yüzüme bakarak sakin bir şekilde konuştu. "Beni anlamaya çalışıyorsun, değil mi? Belki de anlamayacaksın. Bende sizi anlamaya çalışıyorum. Belki de bana yardımcı olursun Mira." Kafam karışmıştı. Ne demek istediğini anlamıyordum. Annem babamı ayağa kaldırmak için çabalarken, Mia'nın yüzündeki ifade karmaşıktı. Hem acımasız hem de bir tür hüzün vardı.
"Babamız ve Endor sana zarar vermedi.” dedim. ”Bunu onlara yapmak zorunda değildin.”
“Evet. Yapmak zorundaydım. Burada zoraki bir misafirden ziyade düşman olduğumu hatırlamanız için...” Kalbim hızlı atıyordu ve zihnim Mia'nın niyetlerini anlamaya çalışarak doluydu. Bu karmaşık olayların nedeni ve sonucu hakkında bir sürü sorum vardı, ama şu an için yapabileceğim tek şey öylece bakakalmak olmuştu. Annem babamı kaldırıp sandalyeye oturta bilmişti. Mia yeniden babama baktı ve gülümsedi. “Bak yaran nasılda çabuk iyileşti baba. Şeytan olmanın faydaları.”
Bu sözlerle, babamın gözlerinde öfke dalgası yükseldi. Mia'nın soğuk tavrı ve acımasız sözleri beni de derinden etkiliyordu. Ablamı hiç böyle hayal etmemiştim. Babamın ve annemin en kötü kombinasyonu olabilirdi. Onun niyetleri fazla belirsizdi. Beyninin Evergarden ve Blayke tarafından yıkanmış olabileceğini düşündüm bu uzak bir ihtimal değildi. Ancak o zihin taşının sahibiydi bu durum uzak bir olasılıktı. Annem, babamın yanında dururken, gözlerinde endişe vardı. Onun da Mia'nın niyetlerini anlamakta güçlük çektiğini biliyordum. Bu durum kalbimi sıkıştırdı. Onun ailesi bizdik. Diğerleri sadece... Sadece bir hiçti.
Mia'nın donuk bakışları ve acımasız sözleriyle dolu atmosfer, odada bir soğukluk yaratmıştı. Kalbim, endişe ve korkuyla dolup taşarken, ailemin yüzlerindeki ifadelerdeki acıyı görmek beni derinden etkiliyordu. Babamın öfkesi, annemin çaresizliği ve Mia'nın karanlık enerjisi, odayı boğucu bir atmosferle doldurmuştu. Mia'nın niyetlerinin ne olduğunu anlamaya çalışmak, bir labirentte kaybolmuştum. Onun yokluğu ailemizin içinde derin yaralar açmıştı. Şimdi varlığı da aynı hislere yol açıyordu. Benim için her şeyi daha da karmaşık hale getiriyordu. Aile bağlarımız, Mia'nın varlığıyla birlikte biraz daha paramparça olmuş gibi hissettiriyordu.
Babamın gözlerindeki öfke, onun içindeki ateşi dışa vuruyordu. Annemin ise gözlerindeki endişe, yüreğime saplanan bir hançer gibiydi. Mia'nın soğuk tavrı ve acımasız sözleri, odaya zehir gibi sinmişti. Ablamın bu kadar karanlık olabileceğini düşünmek bile beni korkutuyordu. Kanı olmasa da huyu şeytancıldı. Şeytancıl! Mia'nın zihninin karanlık güçler tarafından ele geçirilmiş olabileceği düşüncesi beni yerimden zıplattı. Belki de bu karmaşık durumun altında daha derindi.
Kendini tehlike de hissediyor olmalıydı. Onu kaçırmıştık. Sanırım bu durumda öfkeli olmasını iyi karşılayabilirdim. Ölü annesi birden dirilmişti ve babasının on sekiz yıl boyunca söylediği yalan fantastik gerçeklerle ifşa olmuştu. Sanırım ablama bu durumda biraz hak verebilirdim. Ablamın gözleri yeniden buldu ve bana elini uzattı. Anneme baktım ve ablamın elini tutabileceğim konusunda başını salladı. Ablamın elini tuttum. Beni zorlanmadan Endor’un yanından kaldırdı. “Beni neden diğer aile üyeleriyle tanıştırmıyorsun? Onlarla tanışmak isterim. Christian, Alexander, Jasper, Sophie, ve babaları Adrian Ruling ile. Ve birde en büyükleri Veronica Ruling.”
“Veronica... mı?”
“O ölmüştü değil mi? Benim hatam.” diye mırıldandı.
“Mira.” dedi babam annemin omzunda ki elinin üzerine elini koyarken. “Mia’yı biraz gezdir. Girmenin yasak olmadığı yerde. Örneğin bahçe de.”
“Peki baba.” dedim. Mia’nın elinden tutup çektim. “Gidelim. Takip et beni.”
Mia'nın sessizce peşimden gelmesini sağlayarak koridorda ,lerledim. Yürürken, içimdeki endişe ve korkuyla baş etmeye çalışıyordum. Mia'nın durumuyla ilgili belirsizlikler ve ailemin içinde bulunduğu karmaşa, beni rahatsız ediyordu. Üstüne üstlük babamın aklında ki planlardan bir haberdim. Ancak şu anda yapabileceğim tek şey, Mia'ya eşlik ederek onun yanında olmaktı. Belki de bu şekilde, onun da içinde bulunduğu bu karmaşadan bir nebze olsun uzaklaşabilirdik. Koridorun sonunda ki kapının önünden geçerken, kapı aniden açıldı. Jasper soluk soluğa, bize kan ter içinde kalmış yüzüyle bakıyordu. Ellerini kapı sövesine yaslamış, bedeni ileri geri gidip geliyordu. Mia ile göz göze geldiğinde nefesi boğazlanır gibi tıkandı.
“Jasper Ruling.” dedi Mia hafifçe gülümseyerek. Başıyla Jasper Ruling’i selamladı. “Seni yeniden görmek ne de hoş.”