⚜ MİA ⚜
Gözler maviydi. Masmavi. Kumral saçları tek sırayla örülmüş ve gözleri renginde mavi bir kurdele ile bağlanmıştı. Yüzünü çevreleyen perçemleri vardı. Yanakları kırmızıya yatkın pembe rengindeydi ve dudakları da. Kirpikleri uzun ve kıvrıktı. Teni inci sedefler kadar beyazdı. Sevimli bir yüze sahipti. Mavi gözleri iri ve badem şeklindeydi. Bakışları benim onu kim olduğu gibi sorguladığımdan ziyade onun bakışları her şeyi bilen biri gibiydi. Mavi gözleri tıpkısı olan mavi gözlere baktı ve gülümsedi.
Küçüklüğüm karşımdaydı.
“Anna Maria Mia Valentina.” dedi sevimli sesiyle. “Bu bize verilen isim.”
Sessiz kalmayı tercih ettim. Sessiz kalmak benim tercihimdi. Değil mi? Ya da konuşmaya karar vermek...
“Biliyorum. Aklın karışık. Aslında son bir yıldır aklın fazlasıyla karışık.” Hafifçe güldü. “Ancak hiç bu kadar karışık olmamıştı. Değil mi?”
“Evet ya da hayır.”
“Belirsiz bir cevap.” dedi düşünür bir sesle. “Senin gibi. Yani bizim gibi.”
“Belki.” Omuz silktim ve kayıtsızca etrafıma bakındım. Okyanus etrafımızı girdap gibi dönerken bir fanus gibi çevrelemişti. Ayaklarımın altında ise okyanusun yumuşak kumu uzanıyordu. “Cevaplar her zaman vardır. Sorularda.” Parmağımla küçük beni işaret ettim ve kim olduğunu bildiğim halde sordum. “İlk soru. Kimsin sen?”
“Ben senim.” Bana bir adım yaklaştı. “Anna Maria Mia Valentina.”
“ Peki... İkinci soru.” Başımı sağa yatırdım. “Neden buradayız?”
“Doğru zamanda olduğumuz için.” dedi yere eğilerek. “Doğru zaman. Bilirsin bu Kretase-Tersiyer KT. de olabilir ya da üçüncü trimester de olabilir. Yani Dinozorların son devri ve hamileliğin son evresi. Doğru zamanın sonunda ne olacağını bilemeyiz. Yok oluş ve yeniden doğuş. Yani burada olma nedenimiz doğru zaman.”
Cevaplar burada olmak kadar mantıksız geliyordu. Bir o kadar da mantıklı. Sorularımı imgelerle cevaplıyordu. Eskiden olsa bilmece gibi konuşma derdim ama şimdi kısa bir an düşünmem yetiyordu. Taşların hepsini aynı anda kullanmak bedenimin ve kendimin sınırlarına çıkmama sebep olmuştu. Bu sonum olmuş olabilirdi. Olanlara rağmen ölmediğimi biliyordum. Düşünüyorsam vardım. Yaşıyor olmalıydım.
Küçük Mia düşüncelerimi dinlermiş gibi bana manidar bakışlarla baktı. Gülümsedi ve anlamsızca başını salladı. Eğildiği yerden okyanus kumunu avcuna aldı ve yeniden ait olduğu yere ince bir çizgi olarak dökülmesine izin verdi. “Başka soru sormayacaksın. Zihin taşına bağlandığın ilk günler de Sky’ı sorularınla usandırmıştın.” Eski bir anıyı hatırlamış gibi gülümsedi. “Merak huyumuzdur.”
Kollarımı göğsümün altında birleştirdim. “Burası benim zihnim ve sen bensin.” Çevremizi saran okyanusu yaklaştım. Yakından incelediğimde içinde ilk kez çırpındığım sonrasında ise yüzdüğüm sudan farkı yoktu. Okyanusa eşlik ederek küçüklüğümün çevresinde dönmeye başladım. “Geçmişte ki bensen bildiğini bilebilirim. Şayet gelecekte ki bensen yaşadıklarını zaten yaşayıp öğreneceğim. Soruların ve cevapların bu koşullar da pek manası yok.”
“Sor.” dedi. “Son bir soru sor.”
Durdum. Önüne kadar geldim ve göz hizasına gelecek kadar eğildim. “Doğru zaman derken ne kastettin?”
Elimden tuttu ve ayağa kalktı. “Sana göstereceğim.” Başımı olumluca salladım ve ayağa kalktım. Önümden ilerlerken sordu. “Bana güveniyor musun?”
“Kendim dışımda güvenebileceğim kimsem yok.”
“Var.” dedi. “Sadece yaşamadın...”
“Geleceği.” dedim sözlerini tamamlarcasına. “Sen gelecekte ki bensin.”
“Kelimelerimi cımbızlamakta eskiden de iyiydim.” diye kendi kendine homurdandı. Yolumuzu belirledi ve okyanus bize yol gösterdi. Su ikiye yarılarak derin damarlı bir yol oluşturdu. “Birilerine çabuk güvenmek konusunda hala acemisin.” diye bir yorumda bulundu. “Bu huyundan vazgeçmelisin.”
“Sadece kendime güvenirim. Unutma.”
Elimi daha sıkı tuttu. Mavi su duvarlar kararmaya başladığında bir şeylerin yolunda gitmediğini fark ettim. Burası bilincimin, aklımın karanlık noktasıydı. Tabi bu sadece bir tahmindi. Aptalca bir tahmin. Küçük benin elinden bende sıkı tuttum. Sular bu nokta da önümüzden çekilmeyi reddetti. Bende denedim ama aklımda var olan bilincime bir direnç vardı. Sular önümüze bir set çektiğinde küçük Mia’yı kucağıma aldım. Kollarını omzuma doladı. Yardımlaşacaktık.
“Artık yol yok.” diye mırıldandım. “İlerlemek için...”
“Okyanusa dalmalısın.” diye tamamladı sözlerimi. “İlerlemek için.”
Küçük Mia’yı sırtıma aldım. Bacaklarını ve kollarını bana sıkıca sardı. Bana güveniyordu. Kendine. İki adım geriye attım ve üç hızlı adım da ellerimi önce geri sonra ileriye uzatarak okyanusa daldım. Üçüncü ve son adımım beni okyanusla buluşturmuştu. Bilinmezliğe giden yolda korku yoktu. İlerle. Sadece ilerle. Küçük Mia’nın sesi zihnimdeydi. Dediğine uydum. Yüzdüm. Derinlere yüzdüm.
Beyaz uzun saçları okyanusun dibinde dalgalanılan, elleri, kolları ve ayakları zincirli başı eğik duran adamı görene dek yüzdüm. Karanlık gölgelerin çevrelediği beden dehşet bir manzara sunuyordu. Dizlerinin üzerinde her an kalkmak ister gibi bir pozisyonda duruyordu. Dizleri kumlara gömülmüştü. Okyanusa mahkum edilmişti. Kayıp Şehir Atlantis’den geriye kalmış, antik bir heykelden farksızca okyanusa gömülüydü. Bir zamanlar coşkuyla tapılmış sonraysa yok olmak kaçınılmaz gibi unutulmuş bir Tanrı’nın heykeline benziyordu.
Nefese aklımın içindeyken ihtiyaç duymazken şu an nefesim kesilmişti. Zincirlerle okyanusuma hapsedilmiş bu yabancıya bakarken aklımda bir soru belirmişti. “O Sûr. Düşmüşler arasında unutulmuş olan.” Küçük Mia’nın sesi zihnimde yankı buldu. “Şu an uyuyor. Ancak yakında uyanacak. Senin zihninde.”
Onu duydum. Ancak başka bir şeyle ilgileniyordum. Derine, Sûr’a doğru yüzmekten kendimi alıkoyamadım. Kendi bilincimi kontrol edemiyordum. Mavi suda dalgalanan siyah gölgeler çevremi sarmaya başladığında küçük Mia beni yukarı çekmeye çalıştı. Ama ben durmadım. Belime sardığı bacaklarından tutup, tutuşunun düğümünü çözdüm. Sonra kollarından tutarak son temasını üzerimden çektim. Küçük Mia güvenle yukarı yükselirken, ben daha derine yüzdüm.
Gölgeli beyaz ışıklardan arınıp yabancı varlığa ulaştığımda ellerimi yüzüne yaklaştırdım. Kim zihnimi işgal etme cüretini gösterirdi? Yüzünü görmeliydim. Ellerim yüzünü kavradı ve çenesinin altına kaydı. Yüzünü kaldırdım. Hayatımda gördüğüm en koyu gözlere sahipti. Aslında orada gözler yoktu. O kördü. Gözleri olması gereken iki oyuk vardı. Buna rağmen yüzü meleklere adanmış kadar güzeldi. Uyuyordu.
“Sûr.” diye fısıldadım. “Kim ya da ne olduğunu bilmiyorum ama öğreneceğim. Hiçbir şey boşuna yaşanmaz ve kimseyle öylesine karşılaşılmaz...”
Bilincim tutulup çekilirken geriye doğru savruldum.