“Hiçbir şey boşuna yaşanmaz ve kimseyle öylesine karşılaşılmaz!” Bağırdı ve sonra yeniden bağırdı. “Hiçbir şey boşuna yaşanmaz ve kimseyle öylesine karşılaşılmaz! Haklısın. Zihin taşına bağlanman, Beatrice’in yanında olması, kardeşlerin arasından sıyrılman, yalanlarla büyütülmen!” Bana bakan öfkeli mavi gözlerin içine baktım. “Hiçbiri boşuna değildi! Her birinin olmasını sen istedin. Tüm varlığın boyunca! En başından beri...”
Öfkeli bakışları bana doğrultulmuş suçlayıcı bir işaret parmağı takip etti. Ayağını yere çarparak yüzüme su sıçrattı. Su da ki farkı anlamam uzun sürmemişti. Bu suda kan vardı. Yüzüme ve ellerime sıçrayan kandan tiksinerek yüzümü buruşturdum. Okyanusun çekilmiş suyundan arda kalan ufku görünmeyen sınırsız kanlı bir su birikintisiydi. Ellerimi su birikintisinin içine daldırıp kuma dokunmak istedim ama elime değen deniz kabuğu sandığım sudan çıkardığımda ise gördüğüm insan kemiği parçalarını ileri doğru fırlattım.
Kahverengi uzun saçları, okyanus mavisi gözleri ve ince, zarif bir yapısı olan bir genç kadındı. Saçları, güneş ışığında altın gibi parlıyordu. Her bir dalgası hafif bir rüzgar esintisiyle dans ediyormuş gibi görünüyordu. Gözleri, okyanusun derinliklerindeki mavilikten esinlenmiş gibiydi; derinliklerinde gizem ve anlam dolu bir ifade barındırıyordu. Yüzünde donuk bir ifade ve okyanusun derinliğinden gelen karanlık bir bakış vardı. Sert duruşu ve zarafetiyle dikkat çekiyordu.
Ne çok uzun ne de çok kısa, tam da dengede duran bir silueti vardı. Birbirimize baktığımız andan beri sessiz ve düşünceliydik. Derinlerde bir yerlerde taşıdığı bir hüzün vardı, ancak yüzünde ki öfke her duydu zerresini gölgeliyordu. Ellerimin tersiyle ıslanmış saçlarını başımın gerisine attırdım. Kadının yüzüne daha ayrıntılı inceleyerek baktım. Benden net olarak on yaş büyük olduğunu söyleyebilirdim. Otuzlarındaydı. Siması annemin simasını hatırlatıyordu. Elbette kim olduğunu biliyordum.
“Sen bensin.” dedim düşünceli bir sesle. “Daha öfkeli halim...”
“Öfke. Bu kelime az kalır.” diye mırıldandı. Ses tonundaki derinlik, içinde taşıdığı karmaşık duyguları yansıtıyordu.
Benim sessizliğim, onun daha fazla konuşmasını teşvik etti. “Yazmış olduğun kaderin yazgısının yarısına ulaştık.” Bana baktı ve söyleyecek kelimeleri düşündü, ardından biraz sakinleşip yavaşça konuştu. “Olmaktan nefret ettiğin kişiye dönüşeceksin.”
“Nefret ettiğim birden fazla kişi var. Babam, Ruling ailesi ve annem...” Sesim de sorum da alaycıydı. “Hangisine dönüşeceğim?”
Gözlerinde bir anlık bir hüzün parıltısı belirdi, ama hemen bastırdı. “En beterine. Kendinden nefret edeceksin.”
Kaşlarımı çattım. “Sen küçük ben misin yoksa daha farklı bir zamandan mı....”
Bir an için sessizlik oldu.
Ardından, sesi gürleşti. “İstemeyeceğim hatta kendimden defalarca kez nefret edeceğim şeyler yapacak kadar yaşlıyım. Her şeyin başlamadan önce, son...”
Kelimeleri yutkunarak yarıda bıraktı, gözlerindeki hüzün artık gizlenemez hale gelmişti. Bir anlığına, acı dolu bir sessizlik doldurdu aramızı. Sonra, adım attı ve beni kucakladı. Beatrice’in şefkati ve merhametini hissettim. Ellerimi sırtına koydum. “Mia...” dediğinde sıcak kanlar avcumu doldurdu. Yükünü bana bıraktığında yaşlı halim kollarımın arasına yığıldı. Onu tutamadım sığ suyun içine düştü. Gözlerim dehşet içinde açıldı.
Kalbinin olması gereken yerinde kanların aktığı bir yarık vardı. Kan doğrudan suya akıyordu. Elime baktım. Kalbi... Sökülmüş kalbi benim elimdeydi. Koparılmış kalp, sanki zamanı durdurmuştu. Dış yüzeyi, kanın yoğunluğuyla parıldıyordu ve üzerindeki damarlar, kırmızı rengin çeşitli tonlarındaydı. Kan avcumda birikiyor ve parmaklarımın arasından taşarak damlıyordu. Bir kaç kez daha ritmik olarak kasılıp gevşeyen kalp sonunda durduğunda titreyen elimle kalbi sıktım.
Yerde yatan cansız bedene baktım. Kötü bir kabus değildi. Daha beteriydi. Suyun yüzeyine derinden gelen ceset parçaları çıkmaya başladığından her bir cesedin benim yüzüme sahip olduğunu gördüm. Hiçbirinin uzuvları tam değildi. Gövdeye sahip olanların göğüslerinin ortasında derin yarıklar vardı. Kalpleri alınmıştı. Her kimse bana nasıl işkence zihinsel edebileceğini biliyordu.
“
Yerde yatan bedenlerin her birinin ben olması korkutucuydu. Onların acı çeken yüzlerine baktıkça, içimde biriken daha da büyüdü. Kim ya da ne olursa olsun, bunu bana yapan kişiyi bulmalıydım. Daha fazla düşünmeye fırsatım olmadı çünkü aniden suyun altından bir figür yükseldi. Koyu karanlıkta insana ait bir siluet belirdi. Gözleri, bana karşı bir nefret ve ürpertiyle parlıyordu. Sözcüklerin dilsizliğinde, onun huzursuz edici varlığı beni dondurdu. Gözlerim bedenden ayrılan kendi ellerime kaydı. Elimdeki kalbi bir kez daha sıktım, umutsuzca gerçeğin acısını hissettim. Kanlar elimden taşıp suya akarken ileri bir adım attım.
Maskeliyi gözlerimle izlerken, kalbim hızla atmaya başladı. Bir yandan nefes almakta güçlük çekerken diğer yandan düşüncelerim karmakarışıktı. Bunlar, bu dehşet dolu manzara ne anlama geliyordu? Kim ya da ne bu kanlı sahneye sebep olmuştu Birdenbire, maskenin sakladığı yüzde bir değişim fark ettim. Önceki nefret dolu bakışlarını, bir tür acıma ve hatta pişmanlık ifadesiyle değiştirdi. Şaşkınlık içinde, bir adım geri çekildi ve kollarını bedeninin etrafına sardı.
Duraksayan canavarın arkasından, puslu bir şekilde beliren bir başka siluet dikkatimi çekti. Bu sefer, insan formundan daha tanıdık gelen bir siluetdi. Yavaşça yaklaşan bu figür, sakin ve kontrollü bir duruşa sahipti. Her şeyi bilen biri gibi. Gözlerim, bu yeni gelenin yüzüne odaklandı. O an, derin bir şokla tanıdığım bir yüzle karşılaştım. O, bendim. Buna şaşırmamam gerekirdi. Ancak, yüzünde bir çeşit karanlık bir maske vardı, yüzeyin altında gizli kalmıştı.
Gözlerimiz kilitlendi ve bir an için sessizlik hakim oldu. Sonra, dudaklarımdan dökülen sözler sessizliği parçaladı. “Dur tahmin edeyim sende bensin.”
Maskenin ardından duygusuz bir gülme sesi duydum. Sözlerime karşılık küçük bir alkış sesi tuttu.
"Yüzünü görmek istiyorum!" diye haykırdım, sesimdeki titremeyle savaşarak. Karşımdaki yansıyan yüz, kendi yüzümle çarpışırken, zihnimi büyük bir karmaşa kapladı. Bu nasıl mümkündü? Neler olduğunu anlayabiliyordum ama yine de karışık geliyordu. Bilinç altımın bir oyunu olduğunu varsayıyordum. Yüzdeki maskeli ifade, derinlerde bir yerde bir çırpınış gibi hissettim. Bu karanlık ben, içimdeki korkunç duyguları temsil ediyor olabilirdi. Belki de uzun zamandır bastırdığım öfke, pişmanlık ve korku, bu şekilde dışa vurulmuştu. Aklın süreal bir çalışma yapacağından şüpheliydim.
Yine de, karşımdaki canavarın hala varlığına bir anlam veremedim. O içimdeki karanlığı nasıl dışa vuruyordu ve neden bu kanlı sahneye sebep olmuştu? Sorular kafamı doldururken, içsel bir savaşın ortasında hissettim kendimi. Aniden, karşımdaki yansıma bana doğru bir adım attı ve benimle aynı olan sesiyle konuşmaya başladı. "Ben, senim.” dedi, sesinde derin bir yankı ve gizem vardı. Ellerini açarak çevremizde ki bize ait olan ceset yığınlarını gösterdi. “Ve diğerleri de.”
“Neden?!” diye bağırdım.
Karşımdaki karanlık kendimle göz göze geldiğimde, içimde bir öfke durdurulamaz hale geldi. Artık kaçış yoktu, yüzleşmeli ve bu labirentten bir an önce çıkmalıydım! Yavaşça, adımlarımı sertleştirerek, ona doğru ilerledim. Derin bir nefes alıp, zihnimdeki sakinliği toplayarak saldırdım. İşkence edebilecek tek kişi değildi. Benim dışımda.... Savunmasızlığımı hedef alarak bana hızla yaklaştı. Görünmez bir güçle dolu yumruğunu bana doğru salladı. Zihnimi odaklayarak, hızlı bir refleksle saldırıyı engelledim ve karşı saldırıya geçtim. Yumruğum hedefine ulaştığında, maske de bir çatlak belirdi ve kan damlaları süzüldü. Demek kanayabiliyordu.
Bu sadece başlangıçtı. Öfkeyle ve vahşilikle saldırmaya devam etti. Ancak ben, içimdeki sakinlik ve kararlılıkla karşılık verdim. Kıyasıya bir dövüş başlamıştı, her vuruşta daha fazla kan akıyordu. Kemik ve etle savaşıyorduk. Gözlerim kararlılıkla parladı ve içimdeki öfkeyi söndürmek için çabaladım. Sonuna kadar gidemezdim. İlla uyanacaktım. Her yumruk, her tekme, her darbe, içimdeki öfkeyi yavaş yavaş yok etmeye başlamıştı. Sanki yansımamla dövüşmek gibiydi. Kan, çıplak bedenlerde dökülüyordu ve su daha fazla kandan nasibini alıyordu.
Derin bir nefes alıp, son bir çaba ile karşı atakla büyük bir saldırı başlattım. Yumruğu yüzüne çarparken, son bir kavgaya girdim. Acı dolu çığlıklar ve kanlı sahneler arasında, sonunda kazanmaya yaklaştığımı hissettim. Zihnim ve bedenim birleşerek içimdeki öfke ve kararlılıkla dolup taştı. Adımlarım hızlandı, her biri bir saldırıyı taşıyordu. Derin bir nefes aldım ve içimdeki vahşi hissi serbest bıraktım. Zihnimde ki okyanus öfkemle birlikte ayaklandı. Dev dalgalar bize doğru geldi ve büyük surlar gibi etrafımızı çevrelediler.
O kükreme eşliğinde bana doğru hamle yaptı. Reflekslerimle ona karşı durdum, vücudumun her bir parçası dövüşe hazırdı. İlk darbeyle birlikte biraz daha kana bulandık. Saldırı ve savunma arasındaki ritimle dans ederken, içimdeki öfke dalgası her vuruşta daha da büyüdü. Her darbeyle, karanlık yaratığın bedeni kanla kaplanırken içimdeki vahşi enerjiyi hissettim. Dövüş, adeta bir ölüm dansı gibiydi, her bir hamle ölümle dans eder gibiydi. Ama o bendim. Bense o.
Tüm öfkesiyle bana son bir kez saldırdı. Yüreğimdeki ateşle dolup taşarak, tüm bilincim ve iradi direncimle bu saldırıya karşı koydum. Kararlılığım ve içimdeki vahşi enerji, darbelerimi güçlü kılıyordu. Her darbem maskeyi maske hedef alıyordu. Onu kırmak ve gerçek yüzünü görmek istiyordum. Öfke ve kararlılıkla, darbelerimi art arda salladım, her biri daha güçlüydü. Bir yumruk daha, bir tekmeyi takip etti. Maske paramparça olana kadar durmadım. Sonunda, bir çığlık eşliğinde kırılan maske yere düştü.
Gözlerim, gerçek yüzüyle karşılaştı. O an, derin bir şokla ve dehşetle tanıştım. Karşımdaki yüz, benim yüzümdü. Ancak, bu yüzdeki ifade, içimdeki karanlık ve vahşetin yansıması gibiydi. Kendi içimdeki karanlığın gerçek yüzüyle yüzleşmek, çarpıcı bir gerçeklikle doluydu. Gözlerimdeki şaşkınlıkla, içimdeki karanlıkla olan savaşımın daha da derinlere indiğini fark ettim. Bu savaş, sadece Sûr gibi bir düşmanla değil, aynı zamanda kendi içimdeki kötülükle de sürmekteydi.
Atak yapmak istediğine bileklerinden tutarak suya bastırdım. Dizlerimle bacaklarına bastırıyordum. Ikimizde bitik haldeydik. Nefes alıp verişimiz ve kalp atışlarımızın sesi duyuluyordu. Etrafımızda ki sur gibi dimdik duran dalgalar geri çekildi. Sessizce birbirimize bakıyorduk. “Kim olduğunu biliyorum. Ama neden?” Kaşlarım derince çatıldı. “Sûr dediğin şu yeni düşman adayı yaratığın oyunlarından mısın?”
Sessizlik suyun altında kalbimizin ritmiyle doldu. Karşımdaki, kendi içindeki savaşı düşünüyor gibi görünüyordu. Onun bakışları, derinlerde bir çeşit iç savaşın yankılarını taşıyordu. Bir bilinci olduğunu o an daha net bir şekilde anladım ve emin oldum.
Sonunda konuşmaya başladı, sesi suyun altında garip bir yankıyla doluydu. "Ben... senin tarafındayım. Kendimin." dedi, sesindeki titreşimlerle. "Sûr'un oyunu değilim. Onun kuklası da. Senin öfkenim. Bu anı onlarca kez yaşasak da kendime olan öfkeme engel olamıyorum. Yaptıklarımız için biz suçluyuz. Beni benim dışımda cezalandıracak kimse yok. Bu kimsenin savası değil Mia. Bu bilinçlerin savaşı ve doğru zaman kim olmaya karar verdiğin an ile ilgili.”
Sözlerini dinlerken, içimde bir şeyler koptu. Gözlerinden yaşlar akarken acıyla inledi. “İstemeyeceğimiz hatta kendimizden defalarca kez nefret edeceğimiz şeyler yaptık ve yapacağız. Her şey başlamadan sona ulaşmayacak.” Yüzümü kavrayıp başımı suyun üzerinde duran cesetlere çevirdi. “Onları sen öldürdün. Diğer dünyalarda ki kendi versiyonlarındı. Yaşıyor, hissediyorlardı. Aileleri vardı...”
“Neden?” diye sordum gözümden bir damla yaş süzülürken. “Neden böyle bir şey yapayım ki?” Bir an sessizlik hakimdi, sadece suyun altındaki kalbimizin ritmi duyuluyordu. Ardından, kırılganlıkla dolu bir çığlığım yankılandı etrafa. "Neden? Neden!? Neden böyle bir şey yapayım? NEDEN? Cevap ver bana.”
Onu ittirip kendimi üzerinden attım. Ellerimin ve dizlerimin üzerinde soluklanıyordum. Hak etmediğim o nefesi alırken bile nefesim kesiliyordu. Suyun üzerinde yaşadığımız bu anlardan derin bir öfkeyle titredim. Gözlerimden akan yaşlar kanlı suya düşerek arkalarında peşi sıra titreşik dairesel dalgalar bıraktılar. Gözyaşlarım, suyun içinde kaybolup giderken, anladım ki bu sadece İmperium ile ilgili değildi benimle de ilgiliydi. Ve belki de, bu derin suların altında kötü bir şey vardı. Buraya ait olmayan bir şey.
Gözlerim karardı, içimdeki çalkantı daha da derinleşti. Nefretim ve pişmanlığım birbirine karıştı, ruhum paramparça oldu. İçimdeki savaş, her nefes alışımda daha da yoğunlaştı. Artık kendime bile güvenemiyordum. Yaptıklarımın bedelini ödemek zorundaydım, ama nasıl? Bilmediğim daha yapmadığım şeylerin kefaretini nasıl öderdim ki? Bu öfke, bu pişmanlık beni sarmalarken, içimdeki karanlık daha da büyüdü. Yaptıklarımın ağırlığı, omuzlarımı eziyordu. İçimdeki çatlaklar her geçen saniye daha da derinleşiyordu. Sonunda, karanlık suların derinliklerine doğru bıraktım.
Kendimi, umutsuzca sürüklenirken içimdeki fırtınanın yankıları yankılanıyordu.
Suların derinliklerinde, öfkeyle dolu bir fırtına koptu içimde. Nefretim, her geçen saniye daha da alevlendi ve çılgın bir öfke dalgası gibi beni sardı. İçimdeki yangın, yüreğimi yakıp kavuruyordu. Gözlerimden akan yaşlar bile artık acıma sebep olmuyordu, sadece daha da kızgınlığımı körüklüyordu. Nedenini bilmediğim kızgınlık? Ne de gülünçtü?
İradesizce, suyun altındaki karanlıkta hareketsiz kaldım, içimdeki öfkeyle debelenerek. Her nefes alışımda, nefretim daha da derinlere işliyordu. Yapmak istediğim tek şey, bu öfkeyle çılgınca dövüşmekti. Düşmanlarımı, kendimi ve bu lanet olası dünyayı yok etmek istiyordum.
Gözlerimi açtığımda, etrafımda dans eden kanlı suyun kırmızı yansımalarıyla karşılaştım. Bu görüntü, içimdeki yangını daha da körükledi. Nefretim, beni sarmalayan bu karanlığı paramparça etmeye hazırdı. Neden ben olmak zorundaydım ki?
Birdenbire, içimdeki öfke dalgası, bir yıkım furyasına dönüştü. Su altındaki her şeyi parçalamak, her şeyi yok etmek istiyordum. Gözyaşlarım, suların içinde kırmızı bir iz bırakırken, öfkem zihnime zehir gibi yayıldı.
Ellerini göğe açarak kendini suyun içine bıraktı. “Nedeni çok açık değil mi?” Burukça gülümsedi. “O kadar çok dünyayı ve aileyi yok etti ki, sen kendi ailemizi korumak için her şeyi yapacak hale geldik. Bir katile, soykırımcıya ve yok ediciye.” Maskeden kalmış parçaları yüzüne oturttu. “Kendinden o kadar çok nefret ettin ki aynada ki yansımana bakamayacak hale geldin.”
“Nasıl durdururum?” diye sordum kızgınlıkla. “Daha kimseyi öldürmemişken durdurmanın bir yolu olmalı.”
“Sûr’u durdurmanın bir yolu olsaydı bunu yapmaz mıydım sence?” dedi gözlerini kapatarak. Yorgunca iç çekti. “Onu yıllarca zihninde hapseden zincirlerden kurtulduğunda asıl kıyamet başlayacak. Unutulmuş hatırladığında geçmiş anılardan o zaman kork.”
“Korkmuyorum.” Dişlerimi sıktım ve ayağa kalktım. “Daha başlamadan hiçbir şey bitmedi.”
“İnkar et, öfkelen, pazarlık yap, çıkmaza gir ve sonunda kabullenişin kaçınılmaz olacak.” diye mırıldandı. “Aynı şeyleri bende diyordum. Şu an buradayım seni uyarmak için. Geçmise gitmek için Zaman taşını ve bilincine girmek için Zihin taşını kullanmak kaç cana mal oldu haberin var mı? Kaç dünya yok etti ve ben yok olmadan kaç Mia’nın canını aldım?”
Sıktığım dişlerim arasından, “Ne kadar zamanım var?” diye sordum.
Sessizlik hakim oldu, suyun altındaki karanlıkta yankılanan sadece kalp atışlarımızın sesi duyuluyordu. Sonunda, sakin bir sesle cevapladı: “Zaman, sadece senin seçimlerine bağlı. Sonuna kadar gitmek çin ne kadar süre gerekiyorsa o kadar zamanın var. Ama unutma, her seçim bir bedel getirir ve sonunda, kendini kabullenmek ve kendi yüzleşmenle yüzleşmek zorunda kalacaksın.”
“Sonuna kadar gideceğim.” dedim hırsla. “Başlamadan bitireceğim.”
Sular dolmaya, bedenlerimizin üzerine taşmaya başladı.
“İlerle ilerleyebildiğin kadar...” diye soludu son kez sonra sonra gözlerini kapattı. “Kaç kaçabildiğin kadar. Sonunda nefret ettiğine dönüşeceksin ve kaçınılmaz olacaksın.”