•3• ZİNCİRİN KANLI HALKALARI 4/4

2168 Words
“Veronica.” Alexander yanı başımda yürürken, ablasının ismimi duyunca bana dik dik baktı. “Ona tam olarak ne oldu?” “Öldü.” “Nasıl öldü?” diye sordum. Kemerli büyük bir pencerenin önünden geçerken koridorda ki yolum aydınlanıyordu. Her adımımızda Alexander perdeleri güçleriyle açarak, koridorun aydınlanmasını sağlıyordu. Yüzünün ifadesi ve bedeninin duruşu bu konuyu konuşmayı ret ediyordu. Ancak ben cevabı almakla kararlıydım. Zihinlere girip anıları karıştırmak düşünceleri okumak kadar kolay değildi. Anılara girmek demek milyarlarca balığın olduğu okyanusta istediğin balığı bulmaya çalışmak demekti. Üstelik bu beni zorluyordu ve boğazımdan kan yükseliyor gibi hissediyordum. Koridorda sessizlik hakimdi ve her adımda, aydınlık ve gölgeler arasında dans eden perdelerin arasından ilerlerken, atmosfer gerginliğin arttığını hissettiriyordu. Alexander'ın yüz ifadesi, sorgulamam karşısında bir kararlılık ve direniş sergiliyordu, ancak benim sabrımın da bir sınırı vardı. Veronica, bu ismi ilk Jasper’ın aklında okumuştum. Olağan bir düşünceydi. Ayna karşısında saç renginin ablasının saç rengine ne kadar çok benzediği konusunda anlık, senaryoya bağlı olmayan bir düşünceydi. Ama bir çok şeyi öğrenmemin ilk basamağı oldu. Jasper’ın zaaflarının başında kız kardeşi Sophie vardı. Şimdi ise Alexander’ın bir zaafını öğreniyordum. Geçmişe dayalı travmaları bulunuyordu. Bu travmalar Veronica Ruling’in ölümü ile ilgiliydi. Alexander inatla aklında bağıra çağıra bir İngiliz halk türküsü söylüyordu; Ey sevgilim, ne yazık ki beni yanıltıyorsun. Beni kibarca reddederek Çünkü seni uzun süre sevdim Seninle birlikte olmaktan keyif alarak Yeşil kollu bir zırhım vardı Yeşil kollu bir zırh benim zevkimdi Yeşil kollu bir zırh kalbimdi Elveda, sevgilim, şimdi sana veda ediyorum Tanrıya dua ederim ki sen ölebilirsin Ben acı içinde yaşayabilirim Yeşil kollu, en karanlık gecem Yeşil kollu, altın kalbim Yeşil kollu, ışığımın gözleri Gözlerimi devirerek elbisenin eteğini ellerimin tersiyle silkeledim. Üzerinde hala toz var gibi hissettiriyordu. Bu evdeki her şey tarihiydi. İnsanlarına kadar. Önümde uzanan koridora daha dikkatle baktım. Koridorun taş duvarları, yüzyıllar boyunca taşınan ağırlığı hissettirircesine sağlamdı. Duvarlar geçmişin izlerini gözlerim önüne serer gibiydi. Koridor boyunca sıralanmış olan eski taş sütunlar, tavana kadar uzanıyor e koridorun muhteşemliğini vurgularlardı. Sütunların yüzeyindeki oyulmuş detaylar ve kabartmalar, ustaların elinden çıkmış sanat eserlerini andırıyordu. Koridorun tavanı yüksekti ve ahşap kirişlerle desteklenmişti. Bu kirişler, zamana karşı meydan okuyordu. Hala gücünü koruyor ve koridorun atmosferine rustik bir dokunuş katıyorlardı. Bu kadar eski bir yapı olmasına rağmen temiz ve ferahtı. Gözlerimi adımlarıma odakladım. Zemin, eski dökme demir parçaları veya taş plakalarla döşenmişti. Zeminin üzerindeki izler, yıllar boyunca binlerce ayak izini taşıyordu. Hainlere ait olan binlerce ayal izi. İhanetin geçmişini hatırlatıyordu. Rulingler ihanet etmeseydi belki her birimiz aynı çatının altında ailelerin torunları olacaktık. Kim bilir. “Güzel bir halk türküsü.” diye mırıldandım Alexander’ı düşüncelerinden sıyırırken. Neredeyse eski zamanlarda ki çapkınlıklarını düşünüyordu. Bunu bilmeme gerek yoktu. “Bir zamanlar annenin sesinden dinlemeyi sevdiğine eminim.” “Seni ilgilendirmeyen konular hakkında konuşmayı kes Mia.” diye çıkıştı bana. Onu sinirlendirmiştim. Ellerini yumruk yapmıştı. Koridorda ki son perdeyi de açtıktan sonra bana bakıp sordu. “Bu sana zevk veriyor değil mi, insanları sinir etmek.” Gülümsedim ve mırıldandım. “Sadece öldürmek istediğim ya da nefret ettiğim insanlar.” Alexander'ın sinirlenmesi ve benim sivri dilli cevabım arasındaki gerilim, koridorda asılı kalmış gibi duruyordu. Ancak içimdeki huzursuzluk, koridorda ki yıkıcı izlerin ötesine taşınıyordu. Koridor boyunca yürürken, geçmişin hayaletlerinin izlerini takip ettiğimi hissediyordum. Aslında hayaletlerin beni izlediğini biliyordum. Farklı bir histi. Her bir adım, yüzlerce yılın hikayesini anlatıyordu. Zemindeki ayak izleri, ihanetin, kayıpların ve geçmişin derin yaralarının izlerini taşıyordu. Alexander'ın sessizliği, düşüncelerime yeniden odaklanmamı sağladı. "Seni öldürmek bana bir şey kazandırmaz," başladım, ancak cümlemi tamamlayamadan, koridordaki sessizlik bir kez daha bozuldu. Bir çatırtı sesi, duvarlardan yankılanarak bizi sarsıyordu. Gözlerim hızla etrafa kaydı ve koridorun sonunda beliren silueti fark ettim. Birisinin bize doğru yaklaştığını hissediyordum. Alexander da fark etti ve anında duraksadı. Gözleri uyanık ve tetikteydi. Koridorda ilerleyen kişinin kim olduğunu görmek için adım seslerinin geldiği o noktaya baktık. Adrian, koridorda yürürken etrafına kendinden emin bir hava yayıyordu. Sarı saçları, başının gerisine doğru taranmıştı. Sabah güneşinin ışığı altında parıldıyorlardı. Doğal bir asaleti vardı. Ancak gerçeği bilirken nazikçe gülümseyen yüzüne bakmak midemi bulandırıyordu. Koyu yeşil gözleri, derinliklerinde gizemli bir sır barındırıyormuşçasına parlıyordu. İğrenç bir sır. Yüzünde, akıl manipülasyonları hakkında deneyim ve hedefleri konusunda kararlılık izleri okunuyordu. Kasvetli çizgileri, kötü yaşanmışlıkların izlerini taşırken, gülümsemesinde beni rahatsız eden bir duygu vardı. Adrian Ruling’in giyimi, zarif ve şıktı. Üzerindeki beyaz renkli takım elbise, adamı asil gösteriyordu. Her bir detay, dikkatlice seçilmiş ve özenle yerleştirilmişti. Bunlara görünüşe rağmen suyun yüzeyi de derinlikler de ne olduğunu saklardı. Görüntüsü aldatıcıydı. Koridor boyunca ilerlerken, adımları sakindi. Bakışları, ise düşünceli ve bir konuya odaklanmış olduğunu gösteriyordu. Aydınlık görünüşü altında karanlık aurasını görebiliyordum. Adrian'ın varlığı, koridorda ilerleyip bize yaklaşırken Alexander durdu. Bende durdum. Alexander, "Baba." diye seslendiğinde, Adrian'ın dikkati hemen oğluna yöneldi. Gözleri, derin belirsiz bir duyguyla parladı. Yüzündeki ciddi ifade, bir an için yumuşadı ve yerini sahte bir gülümseme aldı< "Alexander," diye karşılık verdi Adrian, sesinde otorite vardı "Mia’ya malikaneyi mi gezdiriyorsun?" “Hayır.” diye yanıt verdi Alexander. “Biz kahvaltı salonuna gidiyorduk.” “Hım, günaydın Mia.” Elleriyle omuzlarımı okşadığında donup kaldım. Gözlerim büyüdü. Bu ellerle... büyükbabamı öldürmüştü. “Bugün daha iyi ve şık görünüyorsun.” Sessiz kaldım. “Diğer Valentinalar nerede?” diye sordu Alexander aramıza girerken. Beni babasının temasından kurtarmıştı. “Ya da Christian?” “Rosalyn ve Peter ikisi konuşuyorlar. Tartışıyorlar desem daha doğru olur.” Ceketinin yakalarını beyaz eldivenli elleriyle silkti. “Mira ise onu görmedim.” Sonra neşesi bir anda yerine geldi. “Ama Sophie ve Jasper kahvaltı salonundaydı. Onlara katılabilirsiniz. Birazdan ben ve Christian da size katılmış oluruz.” Alexander bileğimden yakaladı. “Tamam baba.” Ardından beni arkasından sürükleyerek koridorun köşesini dönene kadar bileğimi tutmuş sonra bırakmıştı. ”Aferin. Uslu durdun ve çeneni tuttun.” “Ona söyleyebileceğim hiçbir şey yok.” dedim buz gibi bir sesle. “Ama onun anlatacağı çok şey varmış gibi. Alexander işaret parmağını ileri doğru uzattı ve başıyla yürümemi işaret etti. Göz devirdim. Sessizce yürümeye devam ettik. Alexander büyük çift kanatlı bir kapının önüne geldiğinde durdu. Kapı kollarını indirip her iki kapıyı da sonuna kadar açtı ve içeri önce girdi. Onu takip ettim. Ahşap kapıdan içeriye adım attığımda beni eski çağlara götüren başka bir odaya daha adım attım. Taş duvarlar, yıllara meydan okuyan ahşap mobilyalar ve özenle seçilmiş antika eşyalarla döşenmiş bir salondu. Duvarları süsleyen eski tablolar geçmişin yağlı boya izleriydi. Geniş pencerelerden içeriye dolan doğal ışık, mekânın her köşesine yayılırken, çiçek desenli perdelerle yumuşatılarak rahat bir hava yaratıyordu< Tavanı süsleyen eski döküm avizeler, odanın her köşesindeydi. Ahşap zeminler açık tonlardaydı. Salonun ortasında bulunan büyük ahşap masaya rengârenk çiçek desenli örtüler örtülmüştü. Vitrinde ki porselen tabaklar ve çay fincanları genç bir kızın çeyizi gibiydi. Bir sehpanın üzerinde eski bir gramofon duruyordu. Hafif bir müzik, çalsa ortamda ki soğuk havayı ısıtabilirdi. Ancak bunu yapan nefesime karışan lezzetli sıcak kokulardı. Taze pişmiş ekmekler, reçeller, peynir çeşitleri ve organik lezzetler Her tabak, özenle hazırlanmıştı. Kahvaltı masası, sıcak ve davetkar bir atmosfere sahipti. Ortada, beyaz çiçekli bir örtüyle kaplı masanın üzerinde yer alan geleneksel İngiliz kahvaltısı, göz alıcı bir görüntü oluşturuyordu. İncelikle dilimlenmiş ve kızartılmış pastırma, altın rengi bir görünümle masanın ortasında yer alıyordu. Pastırmanın yanında, kıvamında kızarmış sosisler ve haşlanmış yumurtalar dikkat çekiyordu. Yumurtaların sarısı, mükemmel bir şekilde pişmişti ve bir dokunuşla dökülen yumurta akı, lezzetin tamamlayıcısıydı. Masanın bir köşesinde, sıcacık ve hafifçe kavrulmuş kızartılmış ekmekler kümesi bulunuyordu. Ekmeklerin üzerinde hafifçe eriyen tereyağı, onlara iştah açıcı bir görünüm veriyordu. Diğer bir köşede, çekici bir şekilde sunulan kızartılmış domates ve mantarlar, rengarenk ve taze görünümleriyle dikkat çekiyordu. Masanın yanında ise, sıcak ve lezzetli bir aroma yayılan fırınlanmış fasulye dolu bir kase yer alıyordu. Kahvaltı masasının merkezinde, çeşitli boyutlarda ve desenlerde fincanlar ve bardaklar yer alıyordu. İncelikle süslenmiş porselen çay fincanları vardı. Yanlarında ise, mis kokulu çayın yanı sıra, kahve severler için özenle hazırlanmış kahve fincanları da vardı. Masanın kenarlarında, taze sıkılmış portakal suyunun servis edildiği geniş bardaklar bile vardı. Rulingler gösterişli nizamdan kendilerini sakınmıyorlardı. Masa da oturan Sophie ile göz göze geldik. Beni gördüğünde yüzünün rengi soldu. Elinde ki çay fincanını düşüreceği sırada, fincanı havadayken tuttum. Jasper ise ayakta sırtı bize dönük bir şekilde pencereden dışarı izliyordu. Ancak Sophie’de ki durağanlığı fark edince arkasını döndü. İlk ağabeyine sonra bana baktı. Anlaşılan sohbet ediyorlardı ve kötü bir etken sohbetlerini bölmüştü. Alexander benim için bir sandalye çekip, “Otur.” dedi. Oturdum sonra benim yanıma oturdu. “Eğer bir şey diyecek olursanız, herhangi bir şey ağzınıza sıçarım. Çok ciddiyim.” Jasper soğukça güldü. “İngiliz asaletin nerede ağabey?” “Kıçıma kaçtı kardeşim.” Jasper abisinin şakasıyla hafifçe gülümsedi ama ciddiyetini korudu. Alexander, Jasper'a tebessümle karşılık verdi, ancak o da ciddiydi. O an, Ruling ailesinin içindeki bu samimi dinamik, odadaki gerginliği biraz olsun hafifletti. Ancank Alexander'ın ifadesindeki yoğunluk, asıl konunun ciddiyetini ve önemini gösteriyordu. Konu benim buradaki varlığımdı. Jasper kardeşinin yanında ki sandalyeyi çekip sessizce oturdu. Sophie havada asılı kalan fincanı tuttu. Gözlerinde hafif bir titreme vardı. Gözlerinde bana karşı nedensiz bir nefret vardı. Sophie'nin beklenmedik düşmanca bakışlarına karşılık benim bakışlarım duygusuzdu. Gözlerindeki hafif titreme, onun duygusal olarak karmaşık bir durum içinde olduğunu anlayabiliyordum. Bu nefretten ziyade benim varlığımla ilgili çelişki yaşamasıydı. Dost mu, düşman mı olduğumu anlamaya çalışıyordu. Göz teması kısa sürdü ve sonra Sophie, fincanı masaya indirdi ve derin bir nefes aldı. Ancak o sırada bile, yüz ifadesinde hâlâ bir tür gerginlik ve düşmanlık izi vardı. Sophie hızlıca gözlerini benden Alexandera çevirdi, merak ve endişeyle bakıyordu. Alexander devam etti: "Kaba olmak istemezdim leydim.” Leydimden kast etti Sophie idi. “Ama en ufak yüksek sesi kaldıracak sabrım yok.” Sophie'nin yüz ifadesi bir an dağınıklaştı, gözlerindeki rahatsızlık daha da belirginleşti. “Ruling erkeklerinin lanet olası hırsı yüzünden bende de pek sabır kalmadı abi. Kızı istediniz ve kız şimdi elimizde.” Alexander, hafifçe soluyarak devam etti: "Derdini babama anlat. Ne olacağını bize o anlatacak ya da ikinci muhtemel seçenek Chris. Aramızda planlarının hepsini bilen tek çocuğu Christian olur. Soruların varsa ona sor Soph.” “Favori çocuk.” Jasper sandalyesine yaygın bir şekilde otururken kendi kendine mırıldanıyordu. “Ebeveynlerine en çok benzeyen çocuk diğer çocuklardan her daim bir adım öndedir.” Sophie'nin yüzünde aniden bir canlılık belirdi. “Yanılıyorsun Jas. Babamın favorisi her zaman ben olacağım.” Alexander, sırıtarak sessizce elini masaya uzattı ve kız kardeşinin elini sıktı. “O ne şüphe. Sen hepimizin favori kaçığısın.” Sonra bir kahkaha attı. “Babasının deli kızı.” “Senin için ufak bir şok olmuş olmalı.” Adrian Ruling’in sesi neşeyle yankılanmıştı. “Evergarden kim bilir bizim hakkımızda sana neler anlatmıştır.” Adrian Ruling baş köşede ki sandalyeyi çekerek oturdu. Hemen ardından babamda masanın en ucunda ki sandalyeye oturdu. Yüzü soğuk bir betondan farksızdı. Christian Ruling ve Mira da içeri konuşarak girmişlerdi. Annemi görememiştim. Babam kahvaltısına bana kısa bir bakış attıktan sonra başlamıştı. Mira sol yanımda ki boş sandalyeyi sessizce çekip oturdu. Christian ayakta hepimize çay servisi yaptı. Bir uşak kadar özenli davranıyordu. “Hayır.” dedim Adrian Ruling’e mavi ışıkla parlayan gözlerimle bakarken. Alexander masanın altından elini bacağıma koyduğumda irkildim ama tepki vermedim. Herhangi bir şey yapmamam için bacağı sıkı sıkı tutuyordu. “Büyükannem Beatrice Evergarden bana büyükbabam Valery Ruling’den bahsederdi. Onların yasak sayılsa da büyük olan aşkı duyulmaya değer bir hikaye. Ne kadar hikaye mutsuz bir sonla, küllerin altında bitse de.” Adrian Ruling’in yüzü buz kesti. “Evet... Duymuştum.” Ellerini sıkı sıkı yumruk yaptı. Bir gözü seyirdi ama sonra eski neşeli haline geri döndü. “Aramızda ki düşmanlığa rağmen kuzenim Valery için üzülmüştüm. O ne kadar bir hain olsa da öldüğünde arkasında kızı Rosalyn ve dul eşi Beatrice’i bırakmıştı.” “Biliyorum.” dedim, sessizce. Gerçeği yüzüne bağırmak istedim ama gülümsemekle yetindim. Her şeyin bir zamanı olduğu gibi bununda bir zamanı vardı. “Ve büyükbabam bir hain sayılmazdı zaten ihanet eden hain bir aileden geliyordu. Bu Rulingler de aile geleneği sayılır. İhanet ve hainlik.” Mira gülmesini tutamadan coşkulu bir kıkırtı kaçırdı. “Affedersiniz.” Sonra yeniden güldü ve ağzına reçelli ekmek tıkıştırıp sustu. Christian, “Asıl konuya gelsek baba.” dedi omuz silkerek. “Evliliğe.” Alexander tek kaşını kaldırdı. “Evlilik?” “Ah, evet oğullarım arasından Mia ile evlenebilecek biri.” derken Adrian Ruling, Sophie çayını püskürttü. Ama bu göz ardı edildi. “Christian’ın cinsel yönelimi ve Jasper’ın toyluğu söz konusu olduğunda en uygun aday sensin. Üstelik Mia da evlilik çağında-” “Siktir git oradan.” dedim gözlerim seğirirken, burnumdan soludum. “Biz oğlunla kuzeniz. Ve sen evlenmek istediğimi nereden çıkardın kaçık herif! Planlarım arasında yakın zamanda evlenmek yer almıyor. Ben soyunuzu kurutmayı planlıyorum. Gelininiz olmayı değil.” “O haklı.” dedi Alexander. Bacağımı tuttuğunu unutmuştu anlaşılan çünkü öyle bir sıkıyordu ki iz bırakacaktı. “Tanrı aşkına evlenmek bir yana dursun bu kızla dört duvar arası durmak bile beni boğuyor. Mecaz değil.” “Bu moron ile aynı fikirdeyim.” Öfkeden dişlerimi sıkıyordum. Babama baktım. “Sadece iki oldu. Ve sen evliliğimi mi planlıyorsun?” “Cevap hakkını sana bırakmıştım.” dedi çenesi kaldırırken, gözlerini kıstı. “Kimse seni istemediğin bir şeye zorlayamaz. Benim dışımda.” “Öyleyse,” Topuzumu yaptığım şapka iğnesini çıkardım ve iğneyi Alexander’ın eline sapladım. Bağırarak acıyla küfür etti. “,almayayım.” Ayağa kalktığımda Adrian Ruling’e baktım. “Ruling soy adını alacağıma işkence görmeyi tercih ederim.” Güldü. “Senin seçimin saygı duyarım... Mia Valentina.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD