Yarım Yüzyıl Sonra:
Dayanne zorlukla yutkundu. Kalbi küt küt atıyordu. Kimse korktuğu için onu suçlayamazdı. Sonuç olarak çoğu kişi o ölüm yuvasına girmeye bile cesaret edemiyordu. Ancak Dayanne, bizzat Lord Michael’ in kendinden bir emir almıştı.
Ona bakması gerekiyordu…
Kendinden önceki bakıcılara neler olduğunu biliyordu. En uzun bir hafta hayatta kalabilmişlerdi. Ondan sonraysa belki can sıkıntısından belki de kızdığından kimse nedenini bilmiyordu ama ölüyorlardı işte.
Onları öldürüyordu acımadan…
Dayanne derin bir nefes daha aldı ve zarif yürüyüşüyle duman bulutunun içine girdi. Hiçbir şey göremiyordu. Hatta zorlukla nefes alıyordu. Ancak nereden gideceğini biliyordu. Lord Michael’ in ona verdiği ufak tılsım bunun için yararlıydı.
Genç kadın yavaşça ve ses çıkarmamaya çalışarak yürümeye devam etti. Merdivenler sanki sonsuza kadar devam ediyor gibiydi. Hiç durmadı. Çünkü eper durursa geri kaçar ve Michael’ a kendisini bu görevden alması için yalvarmaya başlardı.
Derin nefesler almaya çalıştı ama soluduğu tek şey bu ağır dumandı. O yüzden kendini sakinleştirmeye çalıştı. Elini ileri uzattı. Kör bir şekilde yürümek ne kadar da zordu.
Elleri ağır metale değene kadar yürümeye devam etti. Metale dayanınca durdu. Kendini sakinleşmek için zorladı. En sonunda kapının kulpunu tuttu ve kendine verilen anahtarı yerleştirdi içine.
Odanın da dışarıdan bir farkı yoktu. İçerisi zifiri karanlıktı ve hiçbir şey görülmüyordu. Hiçbir şey duyulmuyordu. Lord Michael’ in verdiği tılsım işlevini burada kaybetmişti. Dayanne elleri ileride duvarı buldu ve bir süre durdu. İzlendiğine dair bir his vardı içinde ve bu çok rahatsız ediciydi. “Merhaba” diye seslendi odaya doğru. “Kimse var mı?”
“Olabilir de olmayabilir de” dedi içeriden gelen kalın bir ses.
Bu onun sesiydi! Dayanne zorlukla yutkundu. O buradaydı! Lanet olsun tabi ki buradaydı. Daha önce buradan hiç çıkmamıştı ki. “Beni sizinle ilgilenmem için gönderdiler” dedi. “Sizin için geldim”
“Biliyorum” dedi ses tekrar. Bu çok normal bir şeymiş gibi sakin bir şekilde söylenmişti. Hatta biraz daha sıkkın çıkmıştı sesi. “Seni Michael denen melek gönderdi” dedi. “Şu başmelek dedikleri”
“Ah, evet” dedi Dayanne. “Beni o gönderdi” dedi. Biraz utanarak. Sonuç olarak kendine anlatıldığı gibi görünmüyordu. Kendisini her ne kadar göremiyor olsa da sesi oldukça normal bir insana ait çıkıyordu. “Şey, ben sizin yardımcınızım da denebilir” dedi. “Ancak şuan hiçbir şey göremiyorum. Göremediğim zaman yardımcı olamam da acaba bu karanlığı biraz hafifletemez misiniz?”
Ufak bir sessizlik oldu. Bir süre hiç sesini çıkarmadı erkek. Dayanne tedirgin bir şekilde kıpırdandı. Acaba yanlış bir şey mi söylemişti?
“Bunu yapamam” derken erkeğin sesi tuhaf bir şekilde hüzünlü gibiydi. Ya da biraz boğuk çıktığı için Dayanne’ ye öyle gelmişti. “Bu karanlık dışında bir şey bilmiyorum. Bu yüzden bilmediğim bir şeyi ortaya çıkaramam”
Dayanne nefesini verdi. Cesaretini topladı biraz. Ellerinin yardımıyla yürümeye başladı. Daire şeklindeki duvarda ilerledi. Ancak nereye gitmesi gerektiğini bilemiyordu. Ayağı metal bir şeye çarpınca durdu. Kendi nefesi dışında bir şey duyamıyordu.
Dayanne eğildi ve el yordamıyla zincirleri buldu. Ardından zinciri takip ederek alanın ortasına doğru emekleyerek ilerledi. Dairenin ortasına doğru yürüdü ve en sonunda eli kelepçelere değdi. Erkeğin ayak bileğindeki kelepçelere…
Genç kadın yavaşça doğruldu. Şimdi karşı karşıya duruyorlardı. Kadın dizleri üzerinde duruyordu. Bir süre erkeğin ne yapacağını bilemeyerek öylece durdu. Sonra ileri uzandı. Erkeğin yüzünü elleri arasına aldı ve gülümsedi. “İşte buldum sizi” dedi sakin bir sesle.
Eğer erkeğe dokunuyor olmasaydı onun hemen karşısında durduğunu fark edemezdi. Ne bir hareket ne de bir ses hatta en ufak bir kıpırtı bile yoktu. Dayanne’ nin gülümsemesi yavaşça soldu. “Lütfen” dedi. “Tedirginim. Bana yardımcı olun biraz”
“Ölümden bu kadar korkan birini neden bana gönderdiklerini anlamaya çalışıyorum” dedi erkek tıpkı onun gibi dobra dobra bir şekilde.
Dayanne, utandı. Yanakları kızardı ve ellerini çekti kucağına koydu. “Bana verilen ceza bu” dedi. Ancak hemen sonra başını iki yana salladı. “Sizinle olmaktan çekindiğim doğru. Daha önce yaptıklarınızı biliyorum. Benden önceki yardımcılarınızın nasıl öldüğünü de. Ancak elimden bir şey gelmez. Sadece sizi memnun ederek buradan sağ çıkmayı dileyebilirim.”
“Adın ne?” derken erkeğin sesi daha normaldi. Biraz meraklanmış gibiydi sanki.
“Dayanne” dedi genç kadın.
“Ürkek Dayanne” diye mırıldandı adam.
Dayanne bir an olduğu yerde kaldı ama sanki yalnız kalmıştı. Derin nefeslerle soludu ve ileri uzandı ama erkek orada yoktu. Gitmişti! Ne zincirlerin sesi ne de bir hareket hissetmişti. Ürkek bir şekilde başını iki yana salladı. Gözlerini kırpıştırdı ama hiçbir şey göremiyordu. “Orada mısınız?”
“Adımı biliyor musun?”
Ses hemen arkasından gelmişti ve erkeğin nefesi kulağına çarpmıştı. Dayanne yerinden sıçradı ve arkasını döndü. Onu ne görebiliyor ne de hissedebiliyordu. Sanki bir hayaletle konuşuyordu. Ancak orada olduğuna emindi. Uzansa yine ona dokunabilirdi.
Bedeninin zayıfladığını hissedebiliyordu. Bu kara duman onun gücünü emiyordu. Kendini tutamadı ve ileri düştü. Kollarından deste alarak doğrulmaya çalıştı. Burnu onun boynuna süründü. Erkeğin kokusunu o zaman hissetti. Varlığını fark etti.
Gözlerini kaldırdı ve ilk defa bilinçli olarak onun gözlerine baktı. Şimdi görüyordu. Sadece gözlerini görebiliyordu. Hayatında gördüğü en keskin ve en parlak gözlerdi onlar.
“Satan” diye fısıldadı Dayanne. “Adın Satan. Karanlıktan doğan”