1

4809 Words
Her sabah o binaya girmek hâlâ içimde bir huzursuzluk yaratıyor. Belki de sebebi çok basit: O binaya ilk adım attığımda, yalnızca stajyerdim. Ve sonra... Eray vardı. Beni toplantı odasında ilk fark edişi, dosyaları karıştırırken elimi tuttuğu an, hâlâ aklımda. Zenginliğin ve zarafetin iç içe geçtiği bir adamdı. Nazik, korumacı ve benimle ilgilenmeyi seviyordu. Henüz çok yeniydik. Tam olarak “birlikteyiz” demek için erken ama... adı konmamış şeyler bazen daha fazla bağlayıcıdır, değil mi? O sabah telefonum titrediğinde, kahvemi daha yeni almıştım. Ekranda onun adı belirdi: Eray. “Bu akşam bir yemek ayarladım. Çok özel bir misafirim var. Sen de gelmelisin.” "Özel misafir mi?" diye mırıldandım kendi kendime. Kısa süreliğine mideme bir yumruk oturdu ama hemen ardından düşüncelerimi susturdum. Kıskançlık etmek için çok erkendi. Daha fazla yakınlaşırsak, belki o da beni hayatına dahil etmeye başlardı. Belki bu yemek, bir adım daha yakındı. Akşam, onu söylediği restorana gittiğimde loş ışıklar ve ağır bir caz müziği karşılamıştı beni. İçerideki masa hâlâ boştu. Üzerime dökümlü siyah bir elbise giymiştim; fazla açık sayılmazdı ama omuzlarım serbestti ve sırtımın büyük bir kısmı görünüyordu. Aynada kendime bakarken, “fazla mı seksi oldum?” diye sormuştum. Şimdi bakınca... cevabı masada oturan gözlerden okuyabiliyordum. Aras. Ona baktığımda... başka bir şey görüyordum. Keskin hatlara sahip yüzü, koyu renk takımının içinde sert duruyordu. O an Eray’ın söylediği “eski okul arkadaşı” lafı zihnimde uçuştu. Ama Aras, o masa başında otururken... bir üniversite hatırası gibi değil, tehlikenin kendisi gibi görünüyordu. Gözlerini üzerimden hiç çekmedi. Ne bir selam verdi, ne de başka yöne baktı. Sadece bana... dik dik baktı. Sanki zihnimdeki her karanlık köşeye hâkimmiş gibi. Eray gülümseyerek yerime yöneltti beni. “Yasmin, bu Aras. Üniversiteden en yakın arkadaşım.” “Memnun oldum.” dedim kısaca. Ama Aras konuşmadı. Sadece başını eğdi, sonra da gözlerini dudaklarıma indirdi. Boğazımdan yutkunma sesi çıkmasın diye dudağımı ısırdım. Onun gözleri... hem çok fazla şey söylüyordu, hem de hiçbir şey. Ve o bakışlarda, Eray’a ait olan benliğimden bir şeylerin çekilip alındığını hissettim. Eray mutlu mutlu anlatıyordu: “Aras şimdi kendi işini kurdu. Biraz daha sert sektörlerde... öyle değil mi dostum?” Aras ilk kez konuştuğunda sesi neredeyse fısıltı kadar derindi. “Sertlik, bazen gerekliliktir. Özellikle... bazı şeylere sahip olmak istiyorsan.” O anda gözleri tekrar bana döndü. Yutkundum. Bu sefer anlamıştım: Sahip olmak istediği şey bendim. Ve bunu saklama niyeti yoktu. Eray gülerek başka bir şey anlatmaya geçti ama ben Aras’ın gözlerini üzerimde hissetmeye devam ettim. Yemek boyunca omzumun her santimi, sırtımdaki her açıklık, dudaklarımın kıvrımı... Aras’ın o keskin bakışları tarafından yavaşça soyuluyordu sanki. Ve ben, hiç istemediğim halde bu bakışların altında titriyordum. Bir ara Eray lavaboya gittiğinde... Aras aniden konuştu. “Senin gibi birini o ciddiyetle anlatmadı. Dürüst olmak gerekirse... daha fazlası var sende.” Gözlerime bakarken sesi alaycıydı ama tonunda cinsel bir ağırlık vardı. “Ve evet, bunu hemen anladım.” “Beni tanımıyorsun,” dedim. Sözlerim sert çıkmıştı ama sesim ince titredi. “Henüz.” Aras o tek kelimeyi öyle bir söyledi ki... sanki zamanın kendisi o cümlede durdu. “Henüz.” Eray masaya döndüğünde Aras yeniden rolünü oynadı. Güler yüz, dost tavırlar... Ama o ilk anı unutmam mümkün değildi. Aras’ı görmüştüm. Gerçek halini. Ve asıl tehlike onun gülümsemesinde değil, bana “henüz” derken sakladığı arzudaydı. Babamın tamirhanesinden gelen yağ kokusu hâlâ zihnimdeydi. Ellerime sinen o ince siyah lekeler yıllar önce geçmişti belki ama içime işleyen o mücadele hâlâ benimleydi. Orta gelirli bir ailede büyümek, hiçbir zaman zayıflık değil, sadece “fazla düş kurmamayı” öğretmişti. Ama şimdi... bu binada, yüksek topuk sesleriyle yankılanan koridorlarda yürürken, düşlerime en çok yaklaştığım yerdeydim. Belki de tam bu yüzden... düşmekten bu kadar korkuyordum. Ve o gün... düşeceğimi biliyordum. Asansör kapısı açıldığında, içeriden çıkan kişiyle göz göze geldim. Gözlerim irkildi, nefesim boğazıma takıldı. Aras. Simsiyah takım elbisesi içinde, siyah gözleriyle bana baktı. Ama bu bir "merhaba" bakışı değildi. Bu, avını çoktan seçmiş bir yırtıcının gözleriydi. “Sürpriz,” dedi dudaklarının kenarından alayla. “Burada çalıştığını öğrenince... sabredemedim.” Kelimeleri soğuk bir cilayla dökülüyordu ama tonundaki ısı fazlaydı. Asansörden çıkarken istemsizce bir adım geriye çekildim. "Ziyaret mi?" dedim. Sesim titrekti. Saklamaya çalıştım. Başaramadım. "Görülebilir." Adımlarını bana doğru atarken gözleri üstüme yapışmıştı. “Elbette seni görmek... tesadüf değil.” Koridorda başka kimse yoktu. Bu, ona cesaret veriyor gibiydi. Kulağıma doğru biraz daha eğildi. “Dün gece... elbisenin sırtı hâlâ gözümün önünde.” İçimde bir şey gerildi. Hem utanç... hem öfke. “Yersiz konuşuyorsun,” dedim keskin bir sesle. Ama gözlerim hâlâ onun dudaklarında geziniyordu. Onun farkında olmadan mıydı bu, yoksa… kontrolü mü yitiriyordum? "Yersiz mi?" Gülümsedi. Bir adım daha attı. Artık o kadar yakındı ki... nefesi tenime değdi. “Eray’a zarar verecek bir şey yapmam. Merak etme,” dedi. “Ama bana bakan gözlerini o bile engelleyemez.” “Sen kendini ne sanıyorsun?” dedim. Geri çekildim. Adımlarım hızlıydı ama o arkamdan yavaşça yürümeye devam etti. Şirketteki diğer çalışanların arasına karışınca derin bir nefes aldım. Ama kalbim hâlâ çarpıyordu. Korkudan mı? Yoksa... bastırdığım bir arzudan mı, emin değildim. O gün öğle arasında çatı katındaki terasa çıktım. Kimsenin gelmediği sessiz bir yerdi. Hava biraz serindi. Gözlerimi şehir manzarasına dikmişken, birden... Kapı açıldı. Aras. “Seni bulmak zor olmadı.” “Lütfen,” dedim. “Yapma. Eray’la birlikteyim.” Sözlerim keskin görünüyordu ama sesim çatallıydı. “Henüz,” dedi yine. Bu kelime artık zihnimde yankılanıyordu. O tek kelimeyle her savunmamı çökertebilecek bir gücü vardı. “Beni istemediğini söyle,” dedi yavaşça yanıma gelip bana eğilerek. “O gözlerin... dudakların... bu ellerin bana ait değilmiş gibi söyle.” Ellerimi sıktım. Başımı çevirdim. “Ait değilim,” dedim. Ama içimde bir şey... yalan söylediğimi biliyordu. Ayak seslerini duydum. Kalbim o an panikle göğsüme tırmandı sanki. Kütüphanenin boş koridoruna adım attığımda yalnız olduğumu sanmıştım. Ama değildim. Aras. İçgüdülerim yanılmamıştı. Onun bana bakarken sergilediği o karanlık, yakıcı bakışlar artık sadece bakışlarla sınırlı kalmıyordu. Tıpkı bir avcı gibi yavaşça, hiçbir ses çıkarmadan arkamda belirmişti. "Yine mi sen?" dedim, sesim gergin çıkmasın diye uğraşarak. Kitap raflarının arasında elimdeki dosyayı sıkı sıkıya tutuyordum. Onun varlığı, bedenimin her noktasında alarm zillerini çaldırıyordu. "Beni gördüğüne sevindin mi?" diye sordu, sesi kısık ve tizdi. Yavaşça bir adım daha yaklaştı. Geri çekildim. Omzum kitap rafına çarptı. Yolun sonuna gelmiştim. "Aras… Lütfen," dedim, gözlerimi kaçırarak. "Ne? Ne lütfen?" diyerek dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümsemeyle eğildi bana doğru. Parmakları çeneme dokundu. O an vücudumun istemsizce tepki verdiğini hissettim. Kalbim çılgınca atıyordu ama hissettiğim şey sadece korku değildi. O lanet olası karışımdan yine vardı işin içinde: korku, merak, ve… arzu. "Seninle oyun oynamıyorum Yasmin. Seni gördüğüm andan beri seni istiyorum." Sesi karanlıktı, ama samimiydi. Belki de tehlikenin en güzel yanı da buydu. Doğruyu söylüyor gibi yaparken, seni kandırması. "Sen benim sevgilimin arkadaşısın," dedim, hiddetle gözlerine bakarak. Bu doğruydu. Ve aynı zamanda tamamen işe yaramaz bir hatırlatmaydı. Aras’ın umursadığı tek şey arzularıydı. "Eray bu dünyanın adamı değil," dedi sakince. "Sen de değilsin. Ama bana karşı boş değilsin. Nefes alışın bile değişiyor yakınımdayken… neden kendine yalan söylüyorsun?" Yutkundum. Tüm vücudum gerilmişti. Gözlerim onun gözlerine kilitlenmişti. Dudakları tehlikeli bir şekilde yaklaşıyordu. Bir an öylece kaldık, nefes nefeseydik. "Çekil yolumdan Aras," dedim, sesim bu kez kararlıydı. Ama o, tam tersine daha da yaklaştı. Parmak uçları belime değdi, sonra yavaşça kalçama indi. Bedenim irkildi. Sınırlarını zorluyordu. "Beni gerçekten istemiyorsan, sadece bir kelime söyle," dedi. Dudakları boynumun hemen yanındaydı. "Ama söyleyemezsin, değil mi Yasmin?" Gözlerimi kapadım. O an kelimeler yoktu. Sadece kalp atışlarımın sesi vardı kulaklarımda yankılanan. Tam o an, telefonum çaldı. Yükselen zil sesi beni kendime getirdi. Aras geri çekilmedi ama ben aradan sıyrılmayı başardım. Hızla uzaklaştım oradan, kalbim deli gibi çarpıyordu. Ne yapmaya çalışıyordu? Neden beni her yerde takip ediyordu? Ama asıl tehlikeli soru buydu: Ben neden ondan uzaklaştıkça daha çok onu düşünüyordum? Parlak ışıklar, gökyüzüne yükselen elektronik ritimler, kalabalığın gürültüsü... Hepsi içimdeki gerginliği bastırmaya yetmiyordu. Eray elimden tuttuğunda ona gülümsedim ama ruhumun derinliklerinde başka bir şey çırpınıyordu. Aras burada olabilirdi. İçimde, boğazımda sıkışan o baskı, gözlerimi kalabalığın içinde onu aramaya zorladı. Ve buldum. Loş köşede, kırmızı ışıkların altında bir kadına sarılmıştı. Kadın zarifti. Siyah mini elbisesi bacaklarının üzerinde kıvrılıyordu. Aras’ın elleri kadının belindeydi. Ona fısıldadığı her kelimede kadın gülümsüyordu. Ama Aras’ın gözleri... yalnızca benim üzerimdeydi. Nefesim sıklaştı. Eray’ın kolunda ilerlemeye çalıştım ama adımlarım Aras’ın bakışlarına saplanıp kalmıştı. Sanki gözbebekleriyle tenimi sıyırıyordu. Yanındaki kadına daha da yaklaştı. Dudakları kadının boynuna kayarken, parmakları sırt çizgisine dokundu. Ama gözlerini hiç benden çekmedi. Ve o an… Bedenim delicesine bir ısıyla yanmaya başladı. Kalabalığın ortasında, Eray’ın yanında olmama rağmen Aras’ın o dokunuşlarını kendi üzerimde hissettim. Sanki parmakları belime, kalçama, göğüslerime dokunuyormuş gibi... Sanki o kadına değil, bana sahip oluyormuş gibi... Titredim. “İyi misin?” diye sordu Eray, başını bana eğerek. “Ateşin mi çıktı?” “Hayır,” dedim boğuk bir sesle. “Sadece biraz başım döndü.” Kafamı çevirdiğimde Aras çoktan o kadını öpmeye başlamıştı. Ama o öpücükte bile gözleri hâlâ bendeydi. Ben de onu izliyordum. Kendimden tiksinerek. Aras’la aramızda adını koyamadığım bir elektrik vardı. Tehlikeli. Yasak. Delirtici. Kulaklarımda çalan müziğe rağmen kalbimin sesi daha yüksekti. Eray’la bir kenara geçip bir şeyler içmeye başladığımızda, yanımdan geçen bir adam bana çarptı. Tam bardağın içeriği elbisema dökülmeden tutabildim ama o sırada kolumdan bir el tuttu. Aras. Beni çektiği yön kalabalığın içiydi. Eray bir şeyler anlatırken anlamamıştı bile. Göz göze geldiğimizde Aras’ın yüzü öfke ve arzu arasında gidip geliyordu. “Ne yapıyorsun?” diye fısıldadım. Ama sesim bir haykırış gibi çıktığına yemin edebilirim. “Sen onu istemiyorsun,” dedi dudaklarını kulağıma yaklaştırarak. “Benim dokunuşlarımı istiyorsun.” Nefesim kesildi. “Elimi bırak Aras.” “Elini değil... seni istiyorum, Yasmin.” Ve sonra... beni yavaşça bıraktı. Kalabalığın arasında kayboldu. Ama parmak izleri tenimdeydi. Ve ben... tüm gece onun dokunuşlarını silmeye çalıştım. Ama daha fenası, istemeden tahrik olmuştum. O gece Aras bana hiç dokunmadı. Ama beni sahiplenmiş gibiydi. Ve ben... bundan kaçamıyordum. Romantik bir akşam geçirmek istiyordum. Eray’la… her şey normal olabilirdi. Güvenli. Sakin. Huzurlu belki… Ama kalbim, huzuru hiç istememişti zaten. O akşam göğsümde çırpınan kalbin tek bir sebebi vardı: Aras. Eray beni güzel bir restorana götürdü. Mum ışığında masamıza kırmızı şaraplar servis edildiğinde, onun bana olan ilgisini gözlerinden okuyabiliyordum. Her kelimesi düşünceliydi. Ama ben… Ben hâlâ o adamın siluetini gözlerimin ucunda hissediyordum. “Yasmin, beni dinliyor musun?” Gülümsedim. Kısa bir baş salladım. Ama gözlerim, restoranın arka köşesinde oturan adamı fark ettiğinde içime saplanan sarsıntıyı saklayamadım. Aras’tı. Simsiyah bir takım elbise giymişti. Ceketinin içinden hafifçe görünen silah kabzası, tenime değil ama ruhuma değiyordu. Yalnız değildi. Yanında başka bir kadın vardı. Uzun bacaklı, iddialı giyinmiş… ama onun gözleri bir saniye bile benimkilerden sapmadı. “Burada ne işi var? Beni mi izliyor?” Eray bir şeyler anlatıyordu, ama ben onu duyamıyordum. Bedenim burada, zihnim Aras’ın bakışlarının esiriydi. Sonra o kadın Aras’ın boynuna eğildi. Elini ceketinin içine sokup göğsüne dokundu. Ama onun gözleri hâlâ bendeydi. Her dokunuşunda sanki bana dokunuyordu. Sanki o kadının elinin yerine kendi bedenimi hayal ettim. Nefesim hızlandı. Bir şeyler ters gidiyordu. Ben neden böyle hissediyordum? Bu adamdan kaçarken neden onun gözleriyle kendimi bu kadar çıplak hissediyordum? Eray beni dans pistine çıkardı. Omzuma dokunduğunda ürperdim, ama bu his onunla ilgili değildi. Aras’tan kurtulamıyordum. Dans ederken bile o karanlık enerjiyi arkamda hissediyordum. İçgüdülerim, onun gözlerini sırtımda yakalıyordu. Tam dönerken, pistin kenarında bana doğru yaklaşan gölgeyi gördüm. Aras. Yavaş, kararlı, keskin adımlarla geliyordu. Ve ben… Tüm vücudum diken diken olmuştu. “Beni izliyorsun.” diye fısıldadım içimden. Yaklaştı. Kalabalığın içinde sadece biz vardık sanki. Eray’la aramızdan geçerken koluma çarptı. Bilerek. Tenim alev aldı. Yanımdan geçerken kulağıma doğru eğilip fısıldadı: “Onunla kendini kandırma Yasmin. Bedenin bana ait.” Sanki o cümle, içimdeki tüm duvarları yıkmaya başlamıştı. Nefesim kesildi. Kalbim çırpındı. Ama ben hâlâ Eray’ın elini tutuyordum. Hâlâ onunla dans ediyordum. Oysa beynim çığlık atıyordu. “O buradayken kimseye ait değilim…” Eray’la baş başa geçireceğimiz o küçük hafta sonu kaçamağını aylardır hayal ediyordum. Sıradan bir otel değil, deniz kenarında küçük ama romantik bir butik otel seçmişti. Sessizlik, sadece ikimizin olduğu bir dünya… Öyle düşünmüştüm en azından. Otele ilk vardığımızda gerçekten de hayallerimdeki gibiydi. Elimde Eray’ın tuttuğu kırmızı gül, içimde ise huzurun verdiği hafif bir çarpıntı vardı. Odanın camından denizi izlerken, Eray yanıma geldi. Saçlarımı arkaya atıp boynuma küçük bir öpücük kondurduğunda gülümsedim. Bu adamla zaman geçirmek istiyordum. Sonsuza dek. Ama sonra… Rüzgar gibi bir kapı sesi, lobiye indiğimiz anda tanıdık bir kahkahayla birleşti. Sesin sahibini görmeden bile tanımıştım. Aras. Eray onunla sarılırken içim buz gibi oldu. "Bu tesadüf mü?" diye geçirdim içimden. Oysa cevap içimde çoktan çınlıyordu. Hayır, tesadüf değildi. O beni bilerek bulmuştu. Yine. Gözlerini üzerimden ayırmadan konuşmaya başladı: “Ne güzel tesadüf değil mi Yasmin? Sizi burada görmek…” Sesindeki o iğneleyici ton, içime işledi. Eray her şeyden habersiz bir şekilde gülümserken, ben olduğum yerde donakalmıştım. Gecenin ilerleyen saatlerinde otelin küçük barında bir şeyler içiyorduk. Eray lavaboya gitmek için kalktığında, Aras hemen yanıma yaklaştı. Bardağımın kenarına parmak uçlarıyla dokunurken fısıldadı: “Ne kadar denersen dene Yasmin… Benden kaçamayacaksın. Çünkü sen artık bende kaldın.” Tüylerim diken diken oldu. Gözlerine bakmamaya çalıştım ama başaramadım. O kadar yakındı ki… Nefesi tenime değiyordu. Geriye çekilmek istedim ama sandalye arkamda duvara dayanmıştı. Bir adım bile atamıyordum. “Eray’a anlatırım her şeyi…” dedi sessizce. “Beni nasıl reddedip sonra nasıl bana dokunur gibi baktığını…” Kalbim hızlandı. “Aras… Lütfen artık bitsin bu!” dedim boğuk bir sesle. “Bitmeyecek. Çünkü bu senin başlattığın bir yangın Yasmin. Ben sadece içine düşüyorum.” Eray geri döndüğünde Aras çoktan uzaklaşmıştı. Ama onun kokusu hâlâ üzerimdeydi. Aras her yerdeydi. Ve ben ne kadar kaçarsam kaçayım, gölgem gibi beni izliyordu. O an anladım. Ben Aras’tan değil, içimde onunla var olan tehlikeli arzudan korkuyordum. Eray'ın şirketinde bir gün daha… Ama bu sabah diğerlerinden çok daha farklıydı. İçim kıpır kıpırdı. Bunun Eray’la ilgili olduğunu düşünmek istiyordum. Ama hayır… Bu sabah tenime değmeden içimi saran o bakışların nedeni başkaydı. Aras. O ismi düşündüğümde bile bedenimde bir ürperti dolaşıyordu. Eray sayesinde tanıdığım, yurtdışından yeni dönmüş, küstah bakışlı, kendine fazlasıyla güvenen, karizmatik adam… İlk karşılaştığımız gece beni saniyeler içinde çözmüş gibiydi. Adımı söylerken bile dudaklarının kıvrımı başka türlüydü. Şimdi ise… Aynı şirkette, aynı koridorlarda… Ve onun adımları artık her yerde. Sabah toplantısı bitmiş, koridorda odama doğru yürürken telefonuma gömülmüştüm. Bir anda önüme çıkan gölgeyle irkildim. Başımı kaldırdım. O. Koyu lacivert takımı, gevşetilmiş kravatı ve umursamaz duruşuyla kapımı kapatmıştı. "Yine aceleyle kaçıyorsun," dedi. Sesi o kadar sakindi ki, altında başka şeyler gizliydi. "Geç kaldım," dedim. Cevabımın kısa ve keskin olmasını ummuştum ama dudaklarım titredi. “Biliyorum. Ama ben gelmeden gününün başladığını görmek istemiyorum,” dedi ve bir adım daha yaklaştı. Aramızda artık bir nefeslik mesafe kalmıştı. Sırtımı kapıya yasladım. Gözleri dudaklarıma kaydı. Elini kaldırdı, başparmağıyla çenemi yukarı doğru kaldırdı. “Eray’ın sevgilisi olman ilgimi azaltmıyor, Yasmin. Bilakis…” Ona bakmamalıydım. Ama gözleriyle beni öyle bir kilitliyordu ki, göz kapaklarım bile söz dinlemiyordu. Elini yanağımdan boynuma indirdiğinde tüm vücudum kasıldı. Kaçmalıydım. Ama hareket edemiyordum. “Sen buna ‘kaçmak’ diyorsun, ama ben bunu oyuna çevirmeye hazırım.” Titreyerek kolunu ittim. “Bana dokunma!” “Çoktan dokundum,” diye fısıldadı. “Sen her sabah uyanırken beni düşünüyorsun.” Kaçtım. Evet, bu kez gerçekten kaçtım. Koşarak odama girdim. Kapıyı kilitledim. Aynaya baktığımda yüzüm alev alev yanıyordu. Kalbim deli gibi atıyordu. Teni bana değmemiş gibiydi, ama sanki bedenim onun parmak izleriyle doluydu. O an bir şey fark ettim: Aras’ın dokunuşu fiziksel değil, zihinseldi. Beni zihnimden esir alıyordu. Ve ben… o esaretin içinde kendimi kaybediyordum. Aras’tan kaçmanın bir yolu yoktu. Bunu artık kabullenmeliydim. Nereye gitsem, ne yapsam… O bir şekilde beni bulmayı başarıyordu. Önce tesadüf sandım. Sonra kader… Ama artık eminim: Aras bilinçli bir şekilde hayatımın her köşesine sızıyor. Ofisteki haftalık toplantımızdan çıkmış, sakin bir nefes almak için terasa çıkmıştım. Rüzgâr saçlarımı savuruyor, şehrin gürültüsünden uzakta kısa bir mola almanın keyfini yaşıyordum ki… O tanıdık ses arkamdan bir fısıltı gibi geldi: “Yasmin…” Donakaldım. Gözlerimi kapatıp içimden saydım. Bir. İki. Üç. Gitmeyecek. Dört. Beş. Dönmek zorundayım. Yavaşça arkamı döndüğümde Aras, gri takım elbisesinin içinde tüm soğukkanlılığıyla bana bakıyordu. Dudaklarının kenarında sinsice yükselen o ifade yine yüzündeydi. O bakış… Beni tutsak etmek isteyen, sınırlarımı zorlayan, içime işleyen o karanlık bakış… "Yalnız olduğunu görünce dayanamadım," dedi. "Kendimce bir fırsat olarak gördüm." "Yanlış görmüşsün," dedim soğukça. Adım atmamla birlikte o da bir adım attı bana doğru. Terasın kenarına doğru gerilediğimi fark edince daha da yaklaştı. O kadar yakındı ki nefesini boynumda hissedebiliyordum. “Sen kaçtıkça bu daha heyecanlı oluyor,” dedi kulağıma eğilerek. “Tıpkı bir kedinin fareyle oynadığı gibi. Kaçmaya çalışman hoşuma gidiyor, Yasmin.” Gözlerimi kısmaya çalıştım, sinirimi bastırmaya… ama vücudumun ona verdiği tepkileri durduramıyordum. Her ne kadar onu istemediğimi, bu yakınlığın beni rahatsız ettiğini dile getirsem de… bedenim başka bir gerçekliğe tutunuyordu. "Ben senin oyuncağın değilim, Aras!" dedim öfkeyle. Parmaklarını çeneme dokundurarak başımı hafifçe yukarı kaldırdı. "Ama sen bunun ne kadar yalan olduğunu biliyorsun. Beni gördüğünde göz bebeklerin büyüyor. Nefesin değişiyor. Ve senin için bu bir oyun değil mi? Kaçmak, yakalanmak, tekrar kaçmak... Bunu sen başlattın, Yasmin. Ben sadece tadını çıkarıyorum." Titredim. Hem öfkeden, hem de içimde kıvılcım gibi çakan o yasak arzu yüzünden. O an elini belime doladı. Sert ama kontrollü. Beni duvara sıkıştırdı. Geri çekilmek istesem de yerimden kıpırdayamıyordum. Yüzüme eğildiğinde dudakları neredeyse alnıma değecekti. Ama dokunmadı. Sadece nefesini yüzümde hissettirdi. "Eray sana dokunduğunda aklından geçenleri merak ediyorum,” dedi alçak bir sesle. “Onu hayal ederken aslında beni mi düşünüyorsun, Yasmin?” “Tiksiniyorum senden,” dedim dişlerimin arasından. Güldü. Soğuk, içimi titreten o alaycı gülüşüyle. “Elin titriyor,” dedi parmaklarını bileğimde gezdirerek. “Kalbinin hızını duyabiliyorum. Tiksinme böyle hissettirmez Yasmin. Bu başka bir şey.” Bedenimin ona verdiği tepkilerden nefret ediyordum. Güçlüydü. Benden daha deneyimli. Ve ben onun oyununun bir parçası olmak istemesem de… kurallarını o koyuyordu. "Yasmin?" diye bir ses geldi içeriden. Eray’dı. Aras gözlerini yüzümden çekmeden, dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Onu aldatmıyorsun. Çünkü beni asla seçmedin. Ama seçsen… kendini nasıl kaybedeceğini sen bile bilmiyorsun." Ve birden geri çekildi. Yüzünde o kendinden emin ifadeyle terastan çıkıp gitti. Beni yalnız, kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarparken orada bırakıp. Eray geldiğinde hâlâ nefesimi kontrol etmeye çalışıyordum. "Biri mi vardı?" diye sordu. “Hayır,” dedim hızlıca. “Sadece biraz… başım döndü.” Gerçekti. Başım dönüyordu. Ama sebeplerini asla anlatamazdım. Çünkü Aras, sadece bedenime değil… zihnime de sızıyordu. Her geçen gün daha fazla. Ve ben onunla savaşırken… kendimle de savaşıyordum. Ofisin odaya bakan camına sırtımı yasladığımda, kalbim öfkeyle değil, başka bir şeyle çarpıyordu. Ne olduğunu söylemek istemezdim. Söyleyemezdim. Korkuyordum. Ama bu, kaç kez yaşandığını bilmediğim bir oyunun yeni perdesiydi. Kapı kapandı. Ayak sesleri... Sessiz ama kendini belli eden türden. O buradaydı. Aras. Eray’ın adı hâlâ dudaklarımdayken, onun gözlerinde başka bir şey vardı. Tüm dünyaya meydan okuyan o ukala bakışı yine üzerimdeydi. Ve ben, dizlerimin titremesine engel olmaya çalışıyordum. “Yine kaçmaya mı çalışıyorsun, Yasmin?” diye sordu. Sesinde bir sırıtış saklıydı. Yaklaşmıyordu ama yaklaşmadığı hâlde bile tenimi yakıyordu. “Ama sen hâlâ tatmadın beni.” Yutkundum. Boğazıma düğümlenen kelimeleri midemde bastırdım. “Sana daha ne kadar söylemem gerek? Ben Eray’ı seviyorum.” Kahkaha atmadı, ama güldü. Sessizce. Dudaklarının kıyısı kalktı. “Sevdiğini sandığın şey, alışkanlık Yasmin. Ona dokunurken gözlerini kapattığında kimi hayal ettiğini henüz bilmiyorsun. Ama biliyor musun? Bir gün bileğinden tuttuğumda, titremenden anlayacağım. Senin içinde gizli kalan o taraf... Henüz ortaya çıkmadı.” “Sen... sen gerçekten hasta mısın!” dedim dişlerimin arasından. Çıkmaya yeltendim. Ama Aras’ın sesi beni durdurdu. “Altımda adımı inleyene kadar, bana hastasın diyeceksin. Sonra... ne hissettiğini kendine bile itiraf edemeyeceksin. Eray mı dedin az önce?” Adımı söyler gibi söyledi onun adını. “Senin bana geleceğini o da biliyor. Bir gün kendi ayaklarınla geleceksin Yasmin. O narin bedeninle bana teslim olacaksın. Senin teninin altında bir yan var. Henüz kimse dokunmadı. Ama ben... seni ezberleyeceğim.” Adımlarını duydum. Hemen önümde durdu. Ama dokunmadı. Sadece nefesini hissettim. Yakınlaştı, çok yakın... Aramızdaki mesafe, yalnızca bir düşünceydi artık. Gözleri gözlerimdeydi. Dudakları o cümleyi mırıldandığında tüm vücudum buz kesti: “Benim zevklerimi bilmiyorsun henüz. Bilseydin... çoktan vazgeçerdin ondan.” Gözlerimi kapadım. Hayır... Bu, ben değildim. Bu tepki bana ait olamazdı. Vücudumun bir yerlerinde esneyen, kıvranan o duygu... Benim parçam değildi. Ama Aras... O çoktan fark etmişti. “Elbet bir gün,” dedi çıkarken. “Tadımı alacaksın. O gün... senin sonun olacak.” Kapı kapandı. Ve ben... hâlâ camın önünde, nefes nefese, yere çökmeden önceki son saniyemi yaşıyordum. Annemin mutfakta kızartma yaptığı sesi uzaktan duyuluyordu. Tül perde açık pencereden hafifçe dalgalanıyor, içerideki sıcak havayı dağıtmaya çalışıyordu. Ben odamda, günün yorgunluğunu üzerimden atamadan yatağa yayılmıştım. Aras'ın sözleri kulağımda yankılanıyordu. “Sen daha benim zevkimi tatmadın Yasmin. Altımda inlemediğin bir gerçek. Ama bir gün… bir gün kendi ayaklarınla bana geleceksin.” Sanki o an yanımdaydı. Nefesim kesildi. Elimi boğazıma götürdüm. Onun sesi, bedenime dokunmadan bile içime sızıyordu. Ertesi sabah işe gitmek için evden çıktığımda, otobüste bile kendimi huzursuz hissediyordum. Aras’ın gözleri aklımdaydı. Dün asansörde bana neredeyse dokunacaktı. Göz göze geldiğimizde bir anlığına kendimi unuttum. O kadar yakın durdu ki nefesim göğsüme takıldı. Ofise girdiğimde Eray beni sıcak bir gülümsemeyle karşıladı. Onun varlığı huzur vericiydi. Güvenliydi. Sevgi doluydu. Ama içimdeki o karanlık kıpırtı… Aras’a dair olan her şey… bastırmak ne kadar zorsa, kaçmak da bir o kadar zordu. Günün ortasında Aras şirkete geldi. Koyu lacivert takımı, biraz geriye taranmış saçları ve bakışlarındaki özgüven… Etrafındaki tüm kadınlar onu izliyordu. Ama onun gözleri sadece bende duruyordu. Sanki başka kimse yokmuş gibi. Eray’la odasına geçtiler. O sırada ben fotokopi çekerken Aras dışarı çıktı, beni görünce yanımda durdu. Sanki kazara olmuş gibi eğildi, elimdeki evraka yardım etti. Parmak uçları elime dokundu. Titredim. “Hâlâ kaçıyorsun benden…” dedi, sesi kadifemsi bir alayla karışıktı. “Ama ben sabırlıyım Yasmin. Seninle oynamak hoşuma gidiyor. Fare kaçtıkça kedi daha çok heveslenir bilirsin.” Sözleri mideme bir yumruk gibi oturdu. Çekildim. Geriye bir adım attım ama o yaklaştı. “Bir gün gözlerin benim adımı inleyerek kapandığında… anlayacaksın. Zevk, benimle başlar.” O an başımı çevirdim. Kafamda bir alarm çalıyordu. Kaçmalıydım. Ama nereye? Ertesi gün, şirketin otoparkına indiğimde arkamdan gelen ayak seslerini duydum. Dönmeden bile kim olduğunu anladım. Aras’tı. Duvara yaslandım, hızlıca telefonumu cebime attım. Onun kolu yanı başımdaki duvara dayandı. “Eray hâlâ saf… Hâlâ senin o ürkek bakışlarına kandığını sanıyor. Ama sen değişiyorsun Yasmin. Sen bana ait olmaya başlıyorsun.” Gözlerimi kaçırdım. Konuşamadım. Çünkü bir yanım onun haklı olmasından korkuyordu. O an öne eğildi, sadece kulağıma fısıldadı: “Ben senin tenini ezberlemedim henüz. Ama merak etme, zamanımız çok. Seni parça parça çözeceğim. En zayıf anında… sen beni isteyeceksin.” Ardından çekildi. Giderken her adımında içimdeki sınırlar biraz daha çatladı. Yatağıma uzandığımda gözümden bir damla yaş süzüldü. Ne Eray’a ihanet etmek istiyordum… ne de Aras’a teslim olmak. Ama bedenim… ihanetin eşiğinde, kalbimin önüne geçmeye çalışıyordu. Hayat, bir süreliğine bile olsa düzene girmiş gibiydi. Sabahları işe gidiyor, akşamları annemle sessiz yemekler yiyordum. Eray’la olan ilişkim ise... durgundu. Duygularım, geçmişteki gibi coşkulu değildi. Aslında ne zaman içimi yoklasam, içimde bir yerin hâlâ Aras’a ait olduğunu hissediyordum. Bu beni çıldırtıyordu. Ona takılmamak için kendime yeni bir plan yaptım. Öğle yemeklerimi ofiste geçiriyor, Eray’la da mümkün olduğunca kalabalık yerlerde görüşüyordum. Ama ne yaparsam yapayım, Aras’ı hayatımdan kazıyamıyordum. Bugün öğle arasında telefonuma bir bildirim düştü: "Eray Holding Bahar Koleksiyonu Lansmanı - Basına Açık Etkinlik." İçim sıkıldı. Bu tür etkinliklerde Aras’ın görünme olasılığı fazlaydı. Ama stajyer olarak görevim, fotoğraf çekmek ve sosyal medya içeriklerini hazırlamaktı. Kaçamazdım. Gitmeliydim. Etkinlik alanına adım attığım an içim buz kesti. Gri takım elbisesi içinde Aras, kalabalığın ortasında duruyordu. Ama bu kez yalnız değildi. Yanında uzun boylu, sarışın bir kadın vardı. Kadın, Aras’ın koluna yapışmıştı. Kahkaha atarken başını Aras’ın omzuna yaslamaktan da çekinmiyordu. Boğazıma kadar yükselen öfkeyi ve utancı bastırmaya çalıştım. İçimden, "Güzel. Harika. Tam da istediğim bu. Ne güzel olmuşlar, birbirlerine de çok yakışmışlar," dedim ama kalbim başka bir şey fısıldıyordu: Sahte. Bu kadın, Aras’ın değil. Gözleri hâlâ seni arıyor. Yanlarından geçerken, Aras’ın sesi kulağımda çınladı: > “Yasmin, bu da yeni PR direktörümüz, Sofia. Senin kadar becerikli mi, göreceğiz.” Sözlerinin altındaki imayı anlamamak aptallık olurdu. Gözlerini gözlerime kilitlediğinde, zaman durdu. Sonra, Sofia’nın beline doladığı koluyla beni delip geçerek yürüdü. O an karar verdim. Bu savaşı ben kazanacaktım. Ertesi gün Eray’la birlikte kahve içmeye karar verdik. Binanın altındaki kafeye indiğimde, bir gölge gibi Aras’ı gördüm. Yalnızdı. Ama bakışları yalnız değildi. Gözlerini hiç benden çekmedi. Eray’ın koluma dokunuşu bile, Aras’ın bakışlarının yakıcılığını azaltamıyordu. Masaya oturduğumuzda, telefonuma bir mesaj geldi. Gönderen isimsizdi ama kelimeler yeterince tanıdıktı: > "Beni kıskanmanı istiyorum. Çünkü ben seni hâlâ istiyorum. Altıma gelip adımı fısıldayana kadar da durmayacağım." Titredim. Masanın altında ellerimi sıktım, yumruklarımı gizledim. > “İyi misin?” diye sordu Eray, endişeyle. Başımı salladım. “Evet. Sadece biraz başım döndü.” Ama bu yalandı. Çünkü asıl başımı döndüren... Aras’tı. O an anladım. Kaçmak, saklanmak, plan yapmak… nafileydi. O nereye gitsem peşimdeydi. Ve onu kıskanmamı sağlamak için her yolu deneyecekti. Oyunu başlatmıştı. Ama ben bu kez onun kurbanı değil, rakibi olacaktım. Kahvemi karıştırırken elim titredi. Bu saçmalığa bir son vermeliydim. Ama nasıl? Aras artık her yerdeydi. Sanki nefes aldığım her yere sızmış, tenimin her hücresine kazınmış gibiydi. Şimdi de şirketteydi. Üstelik yanında yeni sevgilisiyle… ya da öyleymiş gibi yapan o kadınla. Kalbim sızladı, gözlerimi kaçırdım. "Yasmin, iyi misin?" diye fısıldadı Eray, kahvemi önüme koyarken. "İyiyim," dedim, yalan söyledim. Değildim. Çünkü o an Aras içeri girdi. Koyu gri takımı, gevşek kravatı ve yüzünde umursamaz bir sırıtmayla... Yanında da o kadın: uzun boylu, sarışın, sanki Aras’ın koluna aksesuar olarak takılmış gibiydi. Gözüm ikisine kayarken göz göze geldik. Aras’ın dudak kenarı alayla kıvrıldı. İçimi yakan bir bakış attı. Ve ben, mahvolmuştum. "Bu senin yüzünden Yasmin." dedim içimden. “Sana geldi, seni istedi. Sen kaçtın.” Ama iç sesimin beni suçlaması daha da beterdi. Bir sonraki an, Aras bana doğru yaklaştı. Kadın geride kaldı. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Ofis çok kalabalıktı. Ama sanki herkes sessizleşmişti. Bir tek o vardı. Bir tek ben... Yanıma eğildi. “Güzel görünüyorsun,” diye fısıldadı kulağıma. Sesi tenime temas etti. Geri çekildim. “Sevgilin var artık. Uzak dur,” dedim. Sesim her zamanki gibi net çıkmadı. Tizleşmişti. Aras, elini cebine sokup bir adım geri attı. Gülümsemesi sinsiceydi. “Sevgilim mi? Hm… Hadi canım. O sadece vitrin süsü.” Boğazımda bir düğüm oluştu. “Ne istiyorsun?” dedim, dişlerimi sıkarak. Gözlerini üzerime dikti. Sanki soyuyordu. Bedenim, o bakışlarla baştan aşağı yanıyordu. “Daha tadıma varmadın,” dedi. “Altımda inlemedin. Benim zevklerimi bilmiyorsun Yasmin. Bilseydin… Eray’ı unutur, dizlerimin dibine gelirdin.” İçimden bir çığlık kopmak üzereydi. “Hiçbir zaman!” dedim, yüzüne bile bakmadan uzaklaştım. Ama o kahkahayla arkamdan seslendi: “Bana geleceksin Yasmin. Bir gün kendi ayaklarınla bana geleceksin. Altımda adımı inleye inleye zevkten dört köşe olacaksın.” Saniyeler dondu. Tüm ofisin kulakları sağır olmuştu belki ama ben duymuştum. O sesi, o sözcükleri, o tehdit gibi vaatleri. Ve her kelimesi derimi deldi. Kaçmaya çalıştım. Ama Aras her yerdeydi. Yanımda, ardımda, gölgemde. Eray’ın varlığı bile siper olamıyordu artık. Aras oyununu büyütüyordu. Sevgili rolü, bakışlar, temaslar… Ve şimdi, beni kıskanıyordu da. Bir stajyer çocuğa selam verdim diye bile gözleri büyümüştü. Ardından o çocuğun bölüm değiştiğini duydum. Aras mıydı? Kesinlikle oydu. Beni istiyordu. Ama oyunla. Yılan gibi sızıyordu hayatıma. Ve ben, her kıpırtısında daha çok titriyordum. Aras'ın yeni sevgili oyununu duyduğumdan beri içimde bir yerler zonkluyordu. Gözümün önüne, onunla yan yana yürürken gülümseyen o kadın geliyordu sürekli. Parfüm kokusu gibi sinmişti zihnime, kaçsam da silinmiyordu. Üstelik onu şirkette de görmeye başlamıştım artık. Sanki bilerek, inadına Aras’ın kolunda dolaşıyordu. Gözlerimin içine baka baka dudaklarına yapışıyor, sonra bana küçümseyici bir bakış fırlatıyordu. İçimden bağırmak, "Bu sadece bir oyun!" demek geliyordu ama ağzımı açamıyordum. Çünkü bu oyunun beni nasıl etkilediğini, içimi nasıl yakıp geçtiğini biliyordum. Aras her zamanki gibi baştan çıkarıcıydı. Gözleriyle beni süzüyor, bakışlarında gizli bir tehdit, gizli bir vaat taşıyordu. Bugün şirket çıkışında otoparkta bekliyordu beni. Gölgelerin içine saklanmış gibi. Göz göze geldiğimizde kalbim güm güm atmaya başladı. "Yasmin," dedi yavaşça, sesi buğulu bir fısıltı gibiydi. "Onu kıskandın mı?" Donakaldım. Dudaklarım titredi ama cevap veremedim. O ise adım adım yaklaştı. Aramızdaki mesafeyi neredeyse sıfıra indirene kadar. "Bilmeni isterim," diye devam etti. "Onun adı neydi, ben bile hatırlamıyorum. Senin için seçtim. Senin gözlerinin içine baka baka onu öptüm. Çünkü sende kıskançlık nasıl duruyor, görmek istedim." Nefesim kesildi. Oyun büyüyordu. Sınırlar bulanıklaşıyordu. "Eğer sen de biraz cesaretli olsaydın... belki bu gece dudakların hâlâ benim olurdu." Yutkundum. Kalbim göğsümden dışarı fırlayacak gibiydi. "Ne istiyorsun benden, Aras?" Gülümsedi, ama bu gülümsemede masumiyet yoktu. Sanki bir kurdun avını izlerkenki bakışı gibiydi. "Ben mi ne istiyorum?" dedi. "Senin altımda kıvranmanı, adımı fısıldamanı... Eray'ın nasıl bir çocuk olduğunu fark etmeni istiyorum. Çünkü bir kadının nasıl zevk alacağını ben bilirim, o değil." İçimi bir ürperti kapladı. Bu sözler çok fazlaydı. Ama bir yanım... o karanlık, bastıramadığım tarafım... Aras’ın söylediklerine teslim olmak istiyordu. Onun kollarında kaybolmak, gerçekleri unutmak, sadece hissederek yaşamak... Ama kendime hakim olmam gerekiyordu. "Ben Eray'ı seviyorum," dedim. "Seni gerçekten sevseydin, gözlerin şimdi böyle titremezdi." Bunu derken elleriyle çenemden tuttu. Beni öpmeye yeltenmedi. Ama dudaklarıma öyle yakındı ki... sadece nefesimizi duydum. Isıtıcı, baştan çıkarıcı ve karanlık bir temas gibiydi bu. Ruhumu kavuruyordu. Ve sonra geri çekildi. "Kaçmaya devam et Yasmin," dedi. "Ama unutma... sonunda herkes bana gelir. Sen de öyle olacaksın." Arkasını dönüp gittiğinde dizlerimin bağı çözülmüştü. Yıkılmamak için duvara yaslandım. Gözlerim dolmuştu. Bu nasıl bir oyundu böyle? Nereye kadar sürecekti? Ama en çok korktuğum şey neydi biliyor musun? Bunun gerçekten hoşuma gitmesiydi...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD