2-2 ☯

2239 Words
☯ Oyuncakçı dükkânının önünde hiç kavuşamayacağı oyuncakları hüzünle seyreden parasız bir çocuk gibi özgürlüğümü aramıştım yıllarca. Büyümüştüm artık, kanayan yaralarımı kapatmayı da bırakmıştım. Ve ne yazık ki en değer verdiğim insan sırf artık o insan olmak istemediğim için bana öfkeleniyordu. Bu görevi duyduğumuz andan başlayan ve uçaktan ineceğimiz saniyeye dek geçen süre boyunca dalgalı ilişkimiz daha da kötüye gitmeye başlamıştı çünkü zaman geçtikçe yolun sonu görünüyordu ve Korkut’un hırçınlığı da bununla artıyordu. Şehirler ve ülkeler aşmıştık. İzmir’den çıktığımız yola bir noktadan sonra yolculuğu katlanılmaz kılan Gözde ile devam etmemiz gerekmişti. Nihayet Brezilya’ya oldukça yaklaşmıştık ve saatlerdir tahammül seviyemin sınırlarında geziniyordum. Hatta yakalanmayı dâhi dilemiştim. Bu kadın kurtulmayı hak etmiyordu bana göre. Ufacık bir vicdan taşıdığını bile sanmıyordum. Birkaç kez elim silahımı aramış ya da içimden onu boğmak geçmişti ancak onu öldürmemek için kendimi tutmayı başarmıştım. Korkut’un soğukluğu ve kızgınlığı da hiç yardımcı olmuyordu. Kendimi çok sıkışmış, bunalmış hissediyordum. Bir gökyüzünün orta yerinde insanın dört duvar arasındaymış gibi hissetmesi de garipti. Bütün bunlar dışında uyuyamıyordum da. Çok ölüm görmüştüm, yakınlarımı kaybettiğim de olmuştu fakat Aylin’in can verişi kâbuslarımdan çıkmıyordu. Her daldığımda uykularıma gelip onu kurtarmadığım, bunu denemediğim için beni suçluyordu. Topraklarım öfke, acı, çaresizlik ve pişmanlık kokuyordu ancak sessiz kalıyordum çünkü kime açsam içimi, o kadar yalnızlaşıyordum. Bitmeyen yolları yürümekten ayaklarımın altı parçalanmış da yürümeye devam etmek zorundaymışım gibi geliyordu. Çünkü ne kadar ihtiyaç duysam da yavaş yavaş Korkut’un bana sırt çevirdiğini görebiliyordum. Zaten böyle olmasını istemiştim fakat yine de gönlümden kopan bir isyanı susturamıyordum. ‘Hani seni sevmiyor olsam da sevginden zerre eksilmezdi’ diye haykırmamak öyle zordu ki… “Yani sen…” dedi Gözde yine üstüne vazife olmayan bir cümleye başlarken. “Bu adamı sevdiğin halde ardında bırakıp gitmeye karar verdin ve şimdi sana sevecen davranmıyor diye mi bozuluyorsun? Dengesiz birisin.” Onunla ilgili katlanması en güç şeylerden ikincisi buydu. Sürekli birlikte olduğumuzdan şahit olduğu her duruma yorum yapabileceğini zannediyordu. Korkut’un umurunda değildi, tek derdi bendim ama benim umurumdaydı çünkü sinirlerim bozuluyordu. “Patavatsızlığının bir sınırı var mı? Sadece çeneni kapayıp oturamıyor musun?” Pişkin bir sırıtış yayıldı yüzüne. “Burada yapacak başka bir şeyim yok. Uyuz ilişkinize yorum yaparak eğleniyorum ben de.” Onu uçaktan okyanusa atsam ve siktir olup gitsem ne güzel olurdu. “Ama endişelenme, benden kurtulmana az kaldı.” Umduğumdan da az olabilirdi böylece. “İnan sabırsızlanıyorum.” Gayet eğleniyordu, saatlerdir bu aptal kadının oyuncağı olmuştum. Gözlerine yansıyan o neşeyi çekip almak isteyen canilik kafamda o kadar baskındı ki kendimden korkuyordum. “O yüzden şansını zorlamasan daha iyi olur.” “Ne yapacaksın, beni vuracak mısın?” Ona daha İstanbul yolundayken bir kez silah çekmiştim. Zaaflarımı yokladığını bildiğim halde istediği malzemeyi vermeyecek kadar dirayetli davranamamış ve sonunda Korkut’un araya girmesiyle ateş etmekten vazgeçmiştim. Sanırım o da bunu asla onu vuramayacağıma yormuştu. Her konuşmamızda yüzüme vurup duruyordu. Mücadelem kendimleydi ve asla farkında değildi. Omuz silktim. “Belki.” Fakat ölümü elimden olmayacaktı. O benim bile elimi bir kez daha kirletmek istemeyeceğim kadar aşağılıktı gözümde. “Ama bu senin için fazla onurlu bir ölüm olur.” Neden Orkun Balkan için bu kadının önemli olduğunu araştırmalarıma ve onu gördüğümden beri geçen zamana rağmen anlayamamıştım. Doğru dürüst silah kullanmaktan anlamayan, bağlantıları olmayan, öylesine bir mahkûmdu. Bunca zahmete ne diye girdiğimizi merak ediyordum. “Niye?” Gerçekten cevaba dair bir fikri yokmuşçasına bir ilgiyle yüzüme bakıyordu. Şuursuzluğu korkunçtu. Birinin kötü olmasından daha berbat bir şey varsa o da kötü olduğunu düşünmemesiydi bana göre. “Bunu cidden soruyor musun?” Cevabını beklemedim. Nasıl olsa etrafta bizi dinleyen kimse yoktu. Bir canavarın kendini insan zannetmesi beni hayrete düşürse de daha önce de gördüğüm bir durumdu. "Sen bir çocuk katilisin." Artık dayanamıyordum. Ne kadar sinirime dokunsa da bunu o ana kadar dillendirmemiştim çünkü ben de bir çocuk katilini özgür yaşasın diye yurtdışına kaçırmanın utancını yaşıyordum. Zaten şu sıra bu kendimden utanmalarım öyle artmıştı ki bu yükle baş edemiyordum. O ise hiç rahatsız olmuş gibi değildi. Aynı lakayt tavırla "eee" dedi. Gözlerini kayıtsızlık bürümüştü. "Ne olmuş yani?" Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı fakat buna ne karşılık verilir bulamadım. "Senin öldürdüklerin de bir zamanlar çocuktu." Ona ne söylersem söyleyeyim kendini haklı bulacağını artık öğrenmiştim ve bu da üstüne tuz biber olmuştu. Kendimi iyi ya da masum görmüyordum ancak bazı kötülükler bana göre bile yapılmaması gereken şeylerdi. Sustum, zaten o gece dörde doğru Brezilya sınırlarına ulaşabilmiştik. Gözde’yi Juan Mario Sigrist’e teslim ettikten sonra dönüş rotamız çok daha rahat olacaktı ve açıkçası onsuz yapacağımız yolculuğu dört gözle bekliyordum. Juan’ı iki kez görmüştüm, birinde Kıbrıs’ta bir kumarhanede babamla buluşmuşlardı, diğerinde ise bir anlaşma için Brezilya’ya gelmiştik. Korkunç bir adamdı ama prensiplerine bağlıydı. Sahte pasaportlarımızla yakalanmadan ve zarar görmeden aştığımız rota uzun ve yorucuydu. Sonuna ulaştığımıza şükretmek istesem de geri dönüşümüz üç gün sonraydı ve tabii Juan’ı da görmemiz gerekiyordu. Üstelik dönüş yolunda bir kaçakla polise yakalanma riskimiz ya da Gözde’nin peşindekiler her kimse onlara yakalanma korkumuz olmayacaktı fakat sahte pasaportla yakalanma riskini atlatmamıştık. Havaalanında bizi alacak araçları beklerken ne Korkut'un agresif tavırlarına ne de Gözde'nin ukalalıklarına katlanamayacağımdan biraz hava almak istedim. Korkut'a sigaraya çıkacağımı gösterip hızla kendimi dışarı attım. Dudaklarımın arasına sıkıştırdığım sigarayı yakmak için el yordamıyla çantamda çakmak ararken bir yandan da isteyebileceğim biri var mı diye etrafa bakıyordum. Bir köşeye sıkıştırdığım, İlyas'ın verdiği zippo elime gelince çekiştirerek çıkardım. Sigarayı yakmak için yaklaştırdığımda ateş çıkmamasıyla bütün tadım iyice kaçtı. Bir işim yolunca gitse şaşırırdım zaten. Biraz pot duran çakmağı çekip yerinden çıkardım. Elime düşen kâğıt parçasıyla kaşlarımı çattım. Arkamda kalan kapıyı hızlıca kontrol edip ardından etrafa bakındım. İzleniyor gibi hissetmiyordum. Temkinle kâğıdı açtığımda içinde siyah bir tükenmez kalemle yazılmış notu gördüm. "Yaşamak istiyorsan Korkut'la evlenmeyi kabul et, görevi bırakmana izin vermeyecekler. - İ" Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Orkun Balkan'dan beklemediğim bir hamle olmazdı ama İlyas beni ne kadar sevse de böyle bir risk almasına şaşırmıştım. Dahası bunu Korkut biliyor muydu ya da bir oyun mu çeviriyorlardı? İlyas beni korumak istemiş olabilirdi ama emirlere de sorgusuz uyardı. Canını ortaya koyması beklenmedikti. Ben yapamazdım. Yapamamıştım. Aylin ölüp gitmişti ve ben günlerce başında nöbet tutmuştum. Paniğimi bastırıp notu yok ettim. Çakmağı toparlayıp yeniden çantaya atarken hiç içmediğim sigarayı da çöpe bıraktım. Bir süre sonra Korkut ve Gözde de dışarı çıkmıştı. Ben bu sıcakta içten içe üşüyordum. Dişlerimi sıkıca bastırıyor, nefeslerimi düzenli tutmak için savaşıyordum. Her zaman her şeyimi fark eden Korkut'un odağı neyse ki benden çok uzaktaydı. Dört siyah Jeep bizi almaya geldiğinde hâlâ çok gergindim ama buz gibi duruyordum. İfadesizlik maskemi takmıştım. Zihnimin içinde yüzlerce çark dönüyordu. Arabadan inen adamlardan ikisi önümüzde durdu. Gözde daha arkadaydı ve Korkut da yanımda olsa da bana mesafeli duruyordu. Adamlarla iletişimi o kurdu. Juan’ın bizi beklediğini, eve kadar eşlik edeceklerini söylediler. Güvenlik için hepimizin ayrı araçlara bindirileceğini de belirtti ama Korkut bunu kabul etmedi. Gözde ve benim ayrı araçlara binemeyeceğimizi Juan’ı görene kadar benim ondan sorumlu olduğumu belirtti. Adamlar kabul etmeyince “başka anlaşma yok, Juan parayı almak istiyorsa kızı ona kendim teslim edeceğim” diye araya girdim. Babamın ona yüklü bir ödeme yapacağından emindim ve böyle adamlarla anlaşabilme noktasına varmak için para meselesini açmak gerekiyordu. “Siz bilirsiniz.” Bu kısım tamamen blöftü. Yine de biraz aralarında tartışmadan sonra oynadığım kumarı kazanmanın rahatlığıyla Gözde ile aynı arabanın arka koltuğuna oturduk. Korkut ayrı bir araçtaydı. Korunaklı, büyük bir eve kadar berbat yollardan geçtik. Eski, köhne yapıların arasında geçip böyle lüks bir eve varacağımızı düşünmek pek mümkün değildi. “Seviniyor olmalısın benden kurtulacağına.” Üzüldüğüm söylenemezdi. “Bana veda konuşması mı hazırladın? Ne dokunaklı.” Ya gergindi ya da canı sıkılıyordu fakat ben ona dayanabilecek takatim çok sınırlıydı ve o sınırlara da fazla yakındık. “Yo, sana niye veda edeyim? Türkiye’ye döndüğümde tekrar karşılaşacağız sonuçta.” Göz devirdim ve bir yorum yapmadım. Onu bir daha asla görmeyecektim ve umarım Türkiye’ye değil cehenneme defolurdu. Başımı cama çevirdim. Sokaklarda yerlere serdikleri garip paçavralar üstündeki insanlar, çöpler fazlasıyla rahatsız edici olsa da Gözde ile konuşmak kadar değildi. Onun için benim konuşmama isteğimin bir önemi olmadığından araba durana kadar sürekli bir şeyler anlatmaya ya da sormaya devam etti. Şüphe yeniden içimi kemirmeye başladığında yollar, insanlar, sesler soyutlaşmıştı. Korkut'a söylemeli miydim? Söylersem beni korurdu ama ya İlyas? Onu daha fazla riske atamazdım. Hedefe ulaştığımızda derin bir nefes aldım. 'Ne yapacağım, ne yapacağım' diye tekrar edip durduğum soruyla arama perde çektim. Önce halletmem gereken bir iş vardı. Bahçeden, evin içindeki koridorlara kadar bizi bir an yalnız bırakmamaları bir yana takip eden kişi sayısı da çok fazlaydı. Juan’ın bizi beklediği odaya girdiğimizde arkasında iki adamı daha duruyordu. İçlerinden birini anımsayabiliyordum. O da en az Juan kadar korkutucu görünüyordu. Gerçi adamlarının çoğu öyleydi ama Juan’da ve bu adamda onları hatırlamamı sağlayacak bir bakış vardı ve bunu tanımlayamıyordum. Bizi görünce ayağa kalkıp kollarını iki yana açtı. Sırıtıyordu. “Hoş geldiniz dostlarım.” Coşkulu selamının ardından beni kendine çekip sarıldı. “Ah güzel kız, seni tekrar görebilmek ne hoş.” Geri çıkıp kollarından kurtuldum. Korkut anında beni kendine çekti. Oradan oraya çekiştirilmekten hoşlanmasam da sesimi çıkarmam için mantıklı bir yerde değildik. “Selam Juan, sana Orkun Balkan’dan bir emanet getirdim.” Benim İngilizcem onunki kadar temiz değildi ama anlaşılabilir durumdaydı. Bir adım arkamda duran Gözde’nin öne çıkabilmesi için kenara çekildim. Juan onu süzerken sakallarını kaşıdı. “Elbette, ben de sizleri bekliyordum. Neden size bir şeyler ikram etmiyorum?” “Vaktimiz yok. Teslimat gerçekleşti ve iş bitti. Gerisini Orkun Balkan’la konuşursunuz.” “Bunca yolu geldiniz ve hemen dönüyor musunuz yani? Gerçek bir görev aşkı… Peki, siz bilirsiniz. Öyleyse sizi istediğiniz yere bıraksınlar ve ben de şu paketi bir inceleyeyim.” Korkut araya girdi. “Onu koruman için sana bırakıyoruz. Anlaşmanın dışına çıkma.” Juan bu durumla eğleniyor gibiydi. Sırıtışı büyüdü. “Hadi ama dostum, biliyorum. Endişelenme. Hanımefendilere nasıl davranılması gerektiğini biliyoruz burada, değil mi?” Birkaç adamı onu onayladı ama hiç güven vermiyordu. Yine de bu noktadan sonrası beni ilgilendirmiyordu. Bizi bir arabayla Korkut’un söylediği meydana bıraktılar ama meydan bile hem çok kalabalıktı hem de garip şekilde etrafa çadırlar kurulmuştu. Hatta madde etkisinde olduğuna şüphe edilmeyecek birilerini gördük. Arabadan indiğimiz anda Korkut’a döndüm. “Nerede kalacağız?” “Bir ev kiralandı.” Çocuk misali bir küsüp bir barışmıyormuş gibi elimi tuttu. Bir ihtimal alışkanlıktan refleksle de yapmış olabilirdi şayet ellerimize bakıp bir süre duraksadı ama sanırım bırakırsa ne kadar kırılacağımın farkına varıp elimi tutarak yürümeye devam etti. “Planladın mı?” Sürekli istemsizce takip edilip edilmediğimizi kontrol ediyordum. Her an birileri çıkıp beni öldürecekmiş gibi paranoyaklaşmıştım. İnsanların arasından geçiyorduk ve yönlendirme tamamen ondaydı. “Neyi?” O bana kızgın olsa da, ondan başka herkese karşı duyduğum şüphe beni yiyip bitirse de hiç bilmediğim bir ülkede, görevlerden ve bir sürü korumadan uzakta, öylesine bir sokakta ya da meydanda onunla el ele gezmek hayatımda yaptığım en güzel şeylerden biriydi. Kalbim heyecandan çok hızlı atıyordu. O anın içinde kalsak her şey ne güzel olurdu. Birilerine çarpmayayım diye bazen beni önüne alıyor sonra yine yanıma geçiyordu. Özgür bir aşktan başım dönüyordu. İşte diyordum içimden… Yaşamak böyle bir şey… “Ne yapacağını… Nereye gideceksin, nasıl yaşayacaksın? Sen…” Derin bir nefes aldı. “Bundan sonraki hayatını planladın mı?” Son ana kadar bir aksilik çıkacağına ihtimal vererek bir şey düşünmemiştim fakat her şeye karar vermiş olsaydım da Korkut'a bunu söyleyemezdim. Dürüstçe "bilmiyorum" dedim. En azından yalan söylemek zorunda kalmadığıma seviniyordum çünkü ona yalan söylemek bile kendimi kötü hissettiriyordu ve ben hali hazırda pek çok duygunun altında eziliyordum. "Çok uzun zamandır bugünün gelmesini istesem de gelebileceğine o kadar inanmamışım." Aslında hayaller kurma imkânım olan bir gelecekten ya da öyle gelişigüzel bir hayattan bahsetmek çok keyifliydi, içinde o da olsa son günüme kadar başka bir şey istemezdim. Ancak ne o bu hayatın bir parçası olabilirdi ne de bu konuda konuşmak onun için keyifli bir aktivite olurdu. "Yapmış olman gerekirdi. Aklında bir şeyler olmalıydı." Sinirlenmişti. Ya yalan söylediğimi düşünüyordu ya gideceğimi düşündükçe geriliyordu ya da programsızca ortada kalmamın güvenlik zafiyeti olduğu gerekçesiyle bu şekilde davranmam onu öfkelendiriyordu. "Belki de Türkiye'ye girmemelisin. Bu bölgede bile kalabilirsin." Girdiğimiz sokaktaki eski evlere bakıp yüzümü buruşturdum. Ayrıca iğrenç kokuyordu. "Burada mı yaşayayım?" Hiç sanmıyordum. Muhtemelen sevebileceğim bir yerler bulabilirdim bu bölgede de ama Güney Amerika'da yaşama gibi bir fikrim yoktu. "Hayır, sadece Türkiye'ye dönmene gerek yok demeye çalışıyorum." Kaşlarımı çattım, gitmemem için o kadar dil döken Korkut şimdi de dönmememi istiyordu. "Ne fark eder ki? Yani dönüşü tek kişilik ayarladıysanız ben başımın çaresine bakarım tabii ama... Anlamıyorum." Gerçekten Orkun Balkan beni öldürmeyi düşünüyor ve o da biliyor muydu? Öyleyse gerçeği itiraf etmeliydi. Böyle bir şeyi benden saklayamazdı. Çünkü gerçekse zaten o hain olmasın diye ölmeyi göze alırdım. Bağlantılarımın tamamı Orkun Balkan üzerinden olduğundan buradan kendi başıma dönmem çok zor olurdu, Türkiye'de en azından yardım alabilecek birilerini bulabilirdim fakat bu yola çıkarken işlerin tamamen lehime ilerlemeyeceğini ve bir noktada Orkun Balkan'ın bana zorluk çıkararak ders vereceğini tahmin edebiliyordum. O zaman geldiyse Korkut'un eveleyip gevelemesindense doğrudan söylemesini istiyordum. "İzini buradan kaybettirmen daha kolay olur sadece." Yüzüne baktım. Birbirimizi yalan konusunda test etmemiz gereken pek fazla zaman olmamıştı. Şimdiyse her cümlenin ve sessizliğin ardında bir şey gizliyorduk. "İzimi kaybettireceğime emin olabilirsin. Kimsenin elinde koz olmak gibi bir niyetim yok." Yüzü düştü. Koyu gözleri bana olan sevgisini dâhi yutan dehlizler gibi görünüyordu şimdi. İlk defa ona bakarken sıcacık hissetmedim. Bir ürperti sırtımdan enseme tırmandı. Korkuyordum. Ve sonra gözlerimi kaçırdı... Göğsümün orta yerinde hissettiğim bu acı da neydi? Omuzlarımı dikleştirdim. Biliyordu. "Aslında..." Ellerini sıkıca kavradım. Buz kesmişti. Hayatımda oynadığım en zor roldü bu. Dimdik durdum. Sevgiyle baktım ona. "Belki de haklısın." "Ne?" Sesi pürüzlüydü. "Yani..." Boş yola baktı. "Gidecek misin şimdi?" Beni süzdü. "Öylece?" "Hayır." Parmak uçlarımda yükseldim. Dudaklarımı dudaklarına bastırdım. "Gidemeyeceğim." Fısıltım aramızda asılı kaldı. Yalanım da bir ihanetti ama onunki kadar ağır olamazdı. "Seni arkamda bırakıp gidemeyeceğim. Benim evim sensin..."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD