balkonda oturmuş dışarıyı izliyordum. hayat o kadar boş gelmeye başlamıştı ki ailemin ölümü ile. on sekiz yaşına kadar yurtda aile sevgisi görmeden okuyup büyüdüm. şu an yirmi dört yaşında da olsam içimde ki çocuk hâlâ bana kırgın. bir şeyler yerine oturmamış gibi. çocukluğumdan ailemle ilgili o kadar az şey var ki... babamın peşinden koşturduğum, annemle yaptığım kekler... hepsi içimde büyük bir boşluk bırakıyor. hayat tam iyi giderken bir engeli öne koyduğunda insanda tehamül edebilecek güç kalmıyor. her gecem balkonumda soğuk kahvemi yudumlarken bitiyor.
(...)
alarma küfür ederek uyandım. her zaman ki gibi sabahın beşinde kalkıp, altısında işe gidip, cenk müdürün saçma sapan azarlarını yiyip, dünyada ki tüm gündemi takip etmek... Allah yardım etmese çoktan akıl hastanesine alınmıştım. banyoda rutin işlerimi yapıp ufak bir sandiviç hazırlayıp yedim. arabama geçip yol boyu en sevdiğim şarkıyı dinledim. ve sanırım bana huzur veren en iyi şeylerden biride müzik dinlemek. şu istanbul trafiği de insanı çıldırtmıyor değil. cenk beye çıkıpda 'trafik vardı. desem, alacağım cevap 'hep aynı bahaneler alev!' olur.
sonunda şirkete gelmiştim, "alev neredesin!?" Allahım başladı yine bu adam sen bana sabır ver.
"dur ben söyliyeyim hemen" dedi. "trafikteydim cenk bey!" diye bağırdı. bu adamın aslında müdür değilde canavar olması gerekiyormuş. daha çok para kazanırdı en azından.
"toplantı odasına geç bekle alev."
başımı olumlu anlamda salladım cenk bey ise, arkadan "ekibini de topla!" diye bağırdı. bir ekibim eksikti.
önümde ki sekretere seslendim, "benim ekibe söyle toplantı odasına gelsinler canım."
toplantı odasına geçip beklemeye başladım. tüm kadrom yerine yerleşirken cenk beyimizde öfke ile içeriye girdi. aptal adam sonra tansiyonu düşünce bize yakınır.
"bakın çocuklar burada toplanmamızın acil bir sebebi var." ilk defa cenk'i bu kadar panikle görüyordum.
"nedir bu?" diyerek araya selin girdi.
"çevik holdingin içerisine sızmamız gerekiyor." diyerek cevapladı cenk.
"ne zamandan beri amerikan filmlerine özenip ajancılık yapmaya başladık?" diye söylendi duygu.
"ben size ajan olun demiyorum, yarın iş çıkışı tüm muhabirler çevik şirketinin önünde olacak. sizde orada olun ve alabildiğiniz kadar bilgi alın."
"bence bunu sadece alevde yapabilirdi." diye bu sefer söze kameraman arkadaşım, fatih girdi.
cenk sinirle fatihe döndü. "alev ve sen yapacaksın." kesin bir dilde cevap vermişti.
"bakın çocuklar, bu iş bizim için önemli anladınız mı? biz gazeteci, magazincileriz. bizim insanlara acıma gibi bir şansımız yok! elimizden gelenin en iyisini yapıp tüm rakip habercileri geçmemiz lazım."
ekibimiz benimle birlikte toplamda yedi kişiydi. cenk toplantı odasından çıkarken bizde birbirimizle tartışmaya başladık.
"ne var yani bir iflasa giriyorsa adam! bizene bundan!" diye sinirle konuştu sinem.
"katılıyorum sineme adam hem sinirli iflas etmek üzere, hemde biz adamın üzerine gideceğiz. tam bir saçmalık! hatta fiyasko!" sinirle konuştu cemal.
bu sefer ben söze girdim, "hepimiz burada ekmeğimizin peşindeyiz. bu gün ya da yarın haber yapabileceğimiz delillerimiz olmalı. kim olursa olsun makamı ne olursa olsun basın her zaman özgürdür! eğer bize bir haber gerekiyorsa o haberi almak zorundayız!"
herkes suskunlaşmıştı sözlerime devam ettim, "kendimi kimseye acındırmıyorum! sadece zorluklarla tırmandığım dağdan sırf dengemi kaybettiğim için, düşerek başa dönmek istemiyorum. ben bu yolda kimler, neyleri kaybedeceğimi bilmiyorum! ama burada köpek gibi çalışıp parayı kazanmam lazım çünkü aç kalırım! anladınız mı beni!? sizin burada mızmızlanmanız bizi herhangi bir sona bir milim bile yaklaştırmıyor. yapacağımız tek şey gidip ropörtajını almak."
"anlamadığım bir şey var?" diye söze girdi tuğrul, "benim anlamadığım şey, onca ekip varken neden bizi tercih ettiği?" ve sözünü tamamladı.
"bende anlayamadım, aptallık yarışmasına girmiş olsaydı çoktan birinci olmuştu."
aslında komikti ama, babam bana her zaman bir büyüğe, bir kadına nasıl davranacağımı öğretmişti. o yüzden herhangi bir saygısızlık yapamazdım.
"şimdi ne yapacağımızı planlamamız gerekiyor, kendi özel odamıza geçelim."
hepimiz kendi özel şirket odamıza geçtik. hepimizin ayrı ayrı odaları vardı. üzerinde akın ekibi özel odası yazan kapıdan girdik. burası benim ve ekibimin odasıydı. herkes yerine yerleşip beni dinlemeye başladı.
"adamlar aptal değil, muhtemelen şirkette bu işin basına sızdığının farkında. o yüzden anlaşmalı ve planlı bir şekilde basına haber verecekler. verdikleri bilgiler gerçek olmayabilir. biz bu riski alıp da birde 'yalan haber yapıyorlar' diye şirketlerin gözünde düşümeyiz." diyerek sözlü tartışmayı başlattım.
"anlamıyorum, neden herkesin peşinden koştuğu bir haberi kovalıyoruz? sonuçta sıradanlaşacak bir haber. bize kimsenin bulamayacağı haberler lazım." dedi duygu.
"belki de şirkettin tüm insanlardan sakladığı bir şeyler vardır." diyerek duyguya cevap verdi tuğrul.
"tuğrula katılıyorum, sonuçta kocaman şirket neden bir anda büyük bir iflasla karşı karşıya geldi? devletten gizli vergi kaçırma, bahis oyunu, şirketin parasının çalınması, yeteri kadar ticaret yapılamaması. bunlar olası şeyler ve hiç bir şirket bunu basına çıplak bir şekilde söylemez." diyerek tuğrula hak verdi cemal.
"bende duyguya katılıyorum, sonuçta herkesin peşinden koşabileceği bir haber. neden bizde herkesleşip bir şirketin iflasını gündeme getirelim?" diyerek bu sefer selin konuştu.
"ben de duyguya hak veriyorum sıradanlaşmış bir haber sonuçta belki bir iki ay sonra tüm yeniliklerini kaybedecek. ve hiç bir şekilde gidip dinlediğimiz yalan röportaja da değmiyecek." bu sefer konşan sinem olmuştu.
"o zaman bizler farklı bir yol alalım. hiç bir basın şirketinin yapamayacağı kadar büyük bir risk alıp, gerçek bir haber yapalım." dedi fatih.
"nasıl?" diyerek fatihe döndüm.
"şöyle ki, eğer çevik şirketinin içine sızabilirsek delil toplama şansımız olur. ayrıca hiç bir basın şirketinde ki ekipler bizim alabileceğimiz riski alamaz. böylece onlardan her zaman bir adım önde olmuş oluruz." fatihin söyledikleri kafama olumlu geliyordu.
"nasıl yapabiliriz ki bunu? hepimizin cvlerinde basın mensubu olduğumuz belli." dedi selin.
"bu iş bende." dedim anlık bir cesaretle.
hepsinin bakışları bana dönmüştü. "nasıl?" dedi fatih.
"sahte bir cv çıkararak. öz geçmişi tamamı ile fake yaparak... bunun için cenk başkandan izin almam gerekiyor. ama, eğer gerçekçi bir haber istiyorsak bunun için fatihin belirttiği fikri göz ardı edemeyiz. farklı türlü tüm basınla eşit oluruz. bizim amacımız eşit olmak değil her zaman bir adım önde olmak."
"bu işin sonunda yakalanırsak, hepimizin mesleki kariyeri biter. içeriye basın kimliği ile girmek bizim hakkımız ama, yabancı gibi girer ve bilgi sızdırırsak, bu bizi yıllardır verdiğimiz emek dolu mesleğimizden ve kariyerimizden eder." tedirgince konuşmuştu cemal.
"biz bu mesleğe başlarken her zaman bir risk olduğunu biliyorduk. insanların özellerini toplayıp dünyaya duyurmak bizim için yeterince büyük bir risk zaten. tam dibe de batabiliriz... ama eğer insanları aldatırsak yalan haber verirsek, aldığımız paranın bize bir hayrı olmaz." son sözlerimi de ortaya döküp hepsinden cevap bekledim.
"ben varım." dedi duygu. ardından sırayla sinem, selin, cemal, turgut, fatihte "bende varım!" dedi.
işte şimdi gururla her şeyi başarabilirdik. geriye cenk beyle konuşmak kalmıştı. ekibimi arkamda bırakıp cenk'in odasına doğru yürüdüm. yıllardır babam için başladığım bu mesleği bu gün sırf gerçekler için riske atıyordum. babamda olsaydı böyle yapmamı isterdi.
kapıyı çalıp içeriye girdiğimde, cenk çoktan evraklara başını gömmüştü.
"müdürüm..." dedim ama sözlerimi tamamlamama izin vermedi.
"çabuk söyle alev çok işim var. umarım bu sana ve ekibine verdiğim görevle ilgilidir?"
"evet müdürüm. biz bir karar aldık, ben çevik şirketine sızıp içeriden kanıt toplamak istiyorum."
"ha kafayı iyice sıyırdın yani! sen aptal mısın alev! basın kimliğim tüm sicil bilgilerinde kayıt bilgilerinde geçiyor!"
"biliyorum zate..."
"biliyorum mu!? bu yüzden mi yıllardır emek verdiğin mesleği riske atıyorsun!?"
"riske falan atmıyorum beni bir dinleseniz anlarsınız zaten!" sinirimle oynuyordu resmen.
"konuş dinliyorum."
"ben sahte bir öz geçmişle bu işi halledebileceğimi düşünüyorum. sizde sistemlere beni istifa etti diye gösterirseniz, hiç bir şüphe benim üzerimde kalmaz."
"bu işler öyle kolay değil mi? istifa etsen bile şirket sahipleri gerizekalı değil. istifa etmiş bir muhabiri, magazinciyi şirketlerine almazlar."
"bakın denemek zorundayız, bir şansımız varsa oda böyle olur."
"neden gidip diğer basıncılar gibi yollarını kesip bilgi almaya çalışmıyorsun?" sen bu kafa bu mantık ile nasıl oldu da müdür oldun?
"bakın ben yakamda ki basın kartımla elimde ki mikrofonla istediğim kadar önlerini kesip soru yağmuruna tutayım hepsi sadece ezbere konuşacaklar. başka hiç bir şey olmayacak. ama içerden bilgi sızdırırsak, neden iflas etmek üzere olduklarını onca milyonların nereye gittiğini bulup çözüp doğru bir haber yapabiliriz."
"peki... ama bu konu da ekibinin sorumluluğunu da sen alıyorsun. ve sana sadece bir ay zaman veriyorum. seni bir ay boyunca istifa etti diye göstereceğim ama, çalışma kazancını diğer ay misli ile alacaksın."
"tamamdır müdürüm. bu gün hazırlıklara başlıyorum o zaman?"
"başla alev akın."
cenkte de ilk defa bir gurur vardı.
kendi ismimin yazdığı odaya geçip uzun uzun baktım, babamın bana emanet ettiği hayalini yaşıyordum. bir ay boyunca evim olarak gördüğüm bu odadan uzakta kalacaktım. bilgisayarımın başına geçmiş sahte öz geçmişimi yazmaya başladım. tek sahte tarafı istifa etmem olacaktı.
'ad - soyad; alev- akın
yaş; 24
geçmiş mesleki kariyeri; gazeteci
işten ayrılma sebebi; istifa
yetenekli olduğu alanlar; yazı yazma, dosya toplama, tecrubanlık
bildiği dil sayısı - diller; 3- ingilizce, rusça, italyanca
mezuniyet bilgisi; üniversite lisans mezunu'
artık avuçlarımın içine alacaktım hepsini. artık insanları kandıramayacaklar. odama duygu girdi.
"alev, biz ne yapacağız ya?"
"anlamadım duygu?"
"büyük bir risk alıyorsun. hali ile büyük oynarsak büyük kayıplarımız olur."
"biliyorum..."
"ne yapmayı düşünüyorsun?"
"bana inanmalarını istiyorum."
(ateşin anlatımıyla)
"oğlum sen nasıl böyle bir hata yapabilirsin?"
babamın boş sözlerine göz devirdim.
"tüm sorumluluğu bana yüklemeniz başlıca bir sorun değil mi?"
"tüm basın uyandı, bu gün çıkışta üzerine gelecekler."
"biliyorum baba."
"ezbere konuşacaksın, kimse neden iflas ettiğimizi bilmeyecek. herkes bizim de bu olayın üzerine düştüğümüzü düşünecek!"
harika bir de yalanımız eksikti bir bu eksikti.
"anladın mı ateş!? ben sana bu şirketi teslim ederken, kardeşlerinin hakkını da sana verdim!"
"vermeseydin baba! bana böyle bir sorumluluk yüklemeseydin! ben mi istedim!?"
"nankörsün!"
"değilim nankör falan değilim, ben sizin istediğiniz bir hayatı yaşamak istemiyorum!"
"zorundasın!"
"neden zorundayım!? söylesene baba ben sürekli sizin direttiğiniz hayatı yaşamak zorundayım!?
"ben yıllardır sana, aileme bakmak için, dişimi etime taktım sırf sen bana böyle karşı gel diye mi bunları yaptım!?"
artık babamın cümleleri canıma tak etmişti. ben kendi hayatımı kendi düzeni mi kurmak istiyorum! bu kadar basit olan bir şeyi benim için bu kadar zorlaştırmaları iyi bir şeymiş gibi yüzüme vurmaları daha acı.
"bak evlat, bu gün senin önünü basın mensupları kesecek ve sende ezbere konuşacaksın. bunu anlamak zor olmasa gerek öyle değil mi oğlum?"
harika! ortanca kardeşim alp'in yediği bokların bedelini bizim şirket ödüyordu! sadece bir gecede, bir gece de milyonlarca parayı kumara yatırdı. babam diyebileceğim çok şey vardı aslında. ama susmayı tercih ettim yıllardır bizim için emek veren adama bu kadar kötü davranamazdım. kardeşimin yaptığı hatayı biz ödemek zorundaydık.
iş çıkışına doğru babamın dediği gibi bir çok basın kapıya yığılmıştı. şimdi bir de ailemizin şerefi için yalan söylemem gerekiyordu. hayatta en istediğim şey dürüst olabilmekti ama bunu kardeşim yüzünden yapamazdım.
özel güvenlikle birlikte dışarıya çıktım herkes başlamıştı bir bir soru sormaya.
"ateş bey, şirketinizde bir gecede milyonlarca para kaybedildiği iddiaları var bu konuda ne söyleyeceksiniz?"
"ateş bey, iddialar doğru mu?"
"lütfen basına bir şeyler söyleyin."
başıma şimdiden ağrılar girmişti ama eğer, açıklama yapmazsam iş daha fazla karışacaktı.
"yapılan giderle ilgili bizimde basınla birlikte haberimiz oldu. bunun için araştırmalar yapıyoruz ve en kısa zamanda basını da bilgilendireceğiz. lütfen sadece izin verin."
bulunduğum yerde farklı bir enerji vardı. sanki bir çift göz beni uzaktan izliyordu bunu hissedebiliyordum. gözlerim etrafı aradı ama şüpheli hiç bir şey yoktu.
(alevin anlatımıyla)
bir arabanın arkasında sadece verilen cevapları dinlemeye çalışıyordum. yanımda fatih konuştu.
"dediğin gibi sadece ezbere konuşuyor."
"biliyorum..."
hissettiğim farklı bir enerji vardı. enerjinin yanında bir karamsarlık da vardı içimde. sanki bu milyonların yanı sıra başka bir karanlık sır daha varmış gibi... ve bu sırrı ne pahasına olursa olsun, mesleki kariyerimi bile kaybedecek olsam bulup ortaya koyacağım. çünkü bu yola ben başkoydum, kendi ekip arkadaşlarımı bile bu iş için feda ettim. bir şeyleri başarmaktan ve kazanmaktan başka çarem yok. gözleri iki saniyeliğine çevrede gezindi. korku ile kendimi arbaya yasladım. kalbim heyecanla atıyordu. ya beni fark ettiyse? fatih yanımda telaşla bana baktı,
"fark etmişmidir sence?"
"ne olursa olsun sakın kıpırdama." diyerek fısıldadım beni başı ile onayladı. daha başındaydım... şimdi bu şekilde yakalanamazdım... bu benim için haksızlık olur bu olamaz... göğsüm heyecan ve panikle kalkıp iniyordu.
"kesin gördü ikimizide."
"bu gün olmaz fatih... yolun başındayken kaybedemeyiz."
"ne yapacağız?"
"bilmiyorum ama gördüğünü de sanmıyorum."
"yıpranmışa benziyor." dedi fatih. haklıydı...
"bence fark etmedi basın çok kalabalık. o kalabalık arasından bizi fark etmesi çok zor."
"senin planı uygulayacağız sanırım. senin dediğin gibi arasına sızman gerekiyor."
"evet öyle yapacağız. ama o gün bu gün değil. saat neredeyse dokuz buçuk. bu saatte gitsem bile değişen bir şey olmaz. hem yarına kadar istifa ettiğim sistemde de geçmiş olur. işim daha rahat olur."
"bence de öyle yapalım..."
"başkana sen haber verirsin ben yarından itibaren daha ofise gelemem. herhangi ofise gelmem bile beni hemen ele verir. sizinle dışarıda buluşuruz yada benim evimde."
yavaşça oradan uzaklaştık. eve geçtim eve geçtiğimde, saat on buçuktu.