2. BÖLÜM

2105 Words
---------------- Gözlerimi araladığımda sinir bozucu bir adam konuşuyordu. Etrafıma bakındığımda kimsenin olmadığını gördüm. Sonra ise siren sesleri geldi ama bu kısık geliyordu. Başımı televizyona çevirdiğimde televizyonun açık olduğunun farkına vardım. Burada uyuyakalmıştım. En azından rahat koltuklarım sayesinde bir yerim ağrımamıştı. Saate baktığımda sadece yarım saatimin kaldığını fark ettim. Hızla yerimden kalktığımda başım döndü ama birkaç saniye içerisinde kendime geldim. Duşa girip suyun sıcaklığını ayarlamaya çalıştım ve sonunda başarınca hızla duşumu alıp çıktım. Normalde olsa bir saatten aşağı çıkmazdım ama okulum vardı ve beni okula bırakacak bir arabam da yoktu. Hızla üzerime siyah şortumu geçirdim. Üzerine de siyah baskılı bol tişörtümü giyip içerisine soktum. Gri kazağımı üzerime geçirdiğimde sadece çantam kalmıştı. Hızla dolabımı açtım ve zar zor sığan kıyafetlerime baktım. Çantalarımı nereye atmıştım ben? Yırtık işlemeli olan siyah çantamı da alıp gerekli kitaplarımı içerisine doldurdum. Kapıya doğru koşturduğumda kenarda dizdiğim ama sığmayan ayakkabılarıma baktım. Bunun altına normal ayakkabı gitmezdi ki. Sinirle derin bir nefes alıp ayakkabı ve giysi ile dolu olan odama gittim. Biraz garip görünümlü olan bağcıklı ayakkabımı elime aldığımda artık hazırdım. Ayağıma hızla geçirirken bir taraftan da kapıyı kilitlemeye çalışıyordum. Elime almayı unutmadığım şapkamı kafama taktım ve koşarak sokaklardan geçmeye başladım. Koşarak ve nefessiz kalarak okuluma geldiğimde sonunda durabilmiştim. Saatime baktığımda zilin çalmasına daha üç dakika olduğunun farkına vardım. Hızlı yürümeme gerek kalmadığı için dinlenmeye çalışır gibi yürüyordum. Dün okula girdiğimde ilgi çektiğimi fark etmiştim ama bugün daha fazla göz üzerimdeydi. Tarzımdan dolayı olduğunu düşündüm. Başımı öne eğdim ve homurdanmadan edemedim. Ne vardı bu kadar bakacak, anlamamıştım. İçeriye girerken tam karşımda olan banklara gözüm takıldı. Boynunda ve ellerinde dövmeleri olan çocuk gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Okulda dövme yasak değil miydi ve o çocuk bana neden dimdik bakıyordu? Gözlerimi zor da olsa kaçırıp hızla merdivenlerden çıktım ve son kez ondan tarafa baktım. Dün o serseri tipli dediğim çocukların yanında oturuyordu ama onu önceden görmediğime emindim. Görseydim fark ederdim çünkü dövmeleri ilgi çekiyordu. Eminim ki dövmeleri sadece ellerinde ve boynunda değildi. En azından öyle olduğunu tahmin ediyordum. İçeri girdiğimdeyse herkes kantinde toplanmış sesli bir şekilde konuşuyordu ya da kalabalık olduğu için çok ses çıkıyordu. "Cosmos, hey!" Bu okulda benim ismimden bir tane daha olmadığına adım gibi emindim bu yüzden tereddüt etmeden sesin geldiği yöne doğru döndüm. Orkun bana doğru hızlı adımlarla geliyordu. Gelirken birkaç kişiye çarpmıştı ama umursamıyordu. Bugün kafasında farklı bir şapka vardı. İstemsizce onun neşesine gülümsedim ama ne yaptığımın farkına vardığımda hemen yüzümden sildim. "Günaydın." dediğinde nefes nefese kalmıştı. Sırtında yine çantası vardı ama bu sefer başkaydı. Kot tarzında ama onun çantasının üzerinde de yırtık işlemeler vardı. Pişti olmamıştık. En azından benim çantam elimdeydi onunsa sırtında. Bu farklıydı! "Günaydın." dedim ve onunla birlikte merdivenleri çıkmaya başladım. Yerdeki beyaz fayanslar eskilerden kalma taş işlemeliydi. Duvarda resim hocasının çizdiği bazı resimler vardı. Emindim ki çok önceden buradan ayrılan bir öğretmen o resimleri çizmişti. "Cosmos?" Orkun'un bana seslendiğini duyduğumda ona döndüm. "Sana diyorum." dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Onu dinlemiyordum. Ben sabahları kendimde olmazdım. "Sabah ilk saatler dışında benimle konuşman çok daha etkili olur Orkun." dediğimde bir şey demesini beklemeden sınıfa girdim. Hazal, saçlarını beni gördüğünde geriye attı ve meydan okuyucu gözlerle beni süzdü. Gözleri yine gözlerimle birleştiğindeyse öfke gördüğüme emindim. Umursamadan yanından geçtim ve en arka sıraya çantamı fırlattım. Kendimi sırama attığımda direkt başımı geri atıp şapkamı gözlerimi kapatacak şekilde yüzüme örttüm ve uyumaya başladım. En azından derse başlayana kadar Orkun beni rahatsız etmezdi. Öyle planlıyordum ama planladığım gibi olmadı. Orkun geldiği gibi şapkamı yüzümden çekti ve kendi şapkasıyla değiştirdi. Ani refleksle gözlerimi açtığım için şapkasını çıkartırken saçlarını görebilmiştim. Kıvırcık saçları vardı. Bu çok güzeldi çünkü derste bile çıkarttığını görmediğim şapkasının altından saçlarını gizliyordu. "Saçlarını neden gizliyorsun?" diye sorduğumda onun şapkasını kafama daha rahat geçiriyordum. Orkun yerine yerleştiğinde bir ayağını erkeksi bir şekilde diğer bacağının üzerine attı. "Gizlemiyorum. Sadece şapka takmayı seviyorum." dediğinde önüme döndüm. Ben de şapka takmayı severdim. Camdan dışarıya baktığımda yine o erkek grubunu gördüm. Yanlarında sarıdan çok beyaza dönük saçları ile kahkaha atan bir kız vardı. Beyaz teninden fark ettiğim siyah göz makyajı ve piercingi buradan bile gözüküyordu. Kaşlarımı çatmadan edemedim. O gruba bir kızın giremeyeceğini sanıyordum. Orkun aracılığıyla birkaç kızla tanışmıştım ama kızlar hiçbir zaman o kadar da yakın arkadaşım olmamışlardı. Orkun'un hareketlerinden de ve açıkça söyleyişinden de beni paylaşmak istemediği belliydi. Çıkışta kendime bir iş aramaya karar vermiştim. Sonuçta on beş sene yetecek kadar param olabilirdi ama birikim demek gelecek demekti. Ana yolda ilerlerken daha önce fark etmediğim çoğu şeyi fark ettim. Yanımdan geçen bazı insanlar vardı ki gerçekten giyim tarzları mükemmeldi. Bazı insanlara göreydi o da. Bana göre olmadığı kesindi çünkü o bazı insanlar, zengin giyimlere kafayı takmış kimselerdi. Bazıları da sıradan giyinmişlerdi. Burası normal kesim yeriydi ama ilgi çekiciydi. Ben de normal olduğumu hissediyor ve daha önce incelemediğim yerleri inceliyordum. En azından çarçur edeceğim bir param yoktu. Birkaç restoranta eleman arayıp aramadıklarını sormuştum. Sonunda dayanamadım ve kahve içmek için bir restoranta girdim. Yerime oturduğumda alışkanlıktan mıdır bilmem, kendimi yine lüks bir kafede bulmuştum. Bu alışkanlıklardan kurtulmam gerekiyordu ama bir kere girmişken geri çıkılmazdı. Yanıma gelen garsona baktım. Siyah kot ve üzerinde beyaz tül bir gömlek vardı. Yakasında ise ismi yazıyordu. Bu kaşlarımı çatmama sebep oldu. Bu nasıl bir garson kıyafetiydi böyle? Gömleğin bir tarafını içerisine sokmuşken diğer tarafını da dışarıda bırakmıştı. Siparişimi verdikten sonra etrafımı izledim. Etraf siyah pantolon ve tül gömlekli kızlarla doluydu. Bütün garsonların böyle giyinmesi ne kadar güzel ve zarifti. Çikolatalı pastam ve kahvem geldiğinde büyük bir iştahla pastamı yedim. Sadece kahvem kaldığında etrafımı izlemeye devam ettim. Sevgilisi olan insanlardan nefret ederdim. Amacım kıskanmak değildi. Sevgili ilişkileri bana göre değildi. En azından bu yaşta sevgili işleri yerine özgür olmak daha cazip geliyordu bana. Kahvemi bitirmeden masadan ani bir kararla kalktım ve patron odası olduğunu düşündüğüm yere doğru ilerledim. Buğulu camdan dolayı içeride ne olduğu belli olmuyordu. Derin bir nefes aldım ve kapıyı çaldım. Girmem için komutu duyduğumda tekrar derin bir nefes aldım ama bu sefer aldığım nefesimi tutmak zorunda kaldım. İçeri girdiğimde karşımda genç bir kadın duruyordu. En fazla yirmi beş yaşında olduğuna emindim. "Merhaba." dediğimde kadın sevecenlikle gülümsedi. Kendimi gülümsemeye zorladım ama yine de yapamadım. "Merhaba. Buyurun geçin." dediğinde önündeki deri koltuklardan birisini gösterdiğinin farkına vardım. Yavaşça oraya doğru gittim ve ellerimi önümde birleştirip oturdum. Hanım hanımcık bir kız izlenimi vermeye çalışmıyordum. Hırkam düzgün durmuyordu. Bu yüzden ellerimi önümde birleştirmek zorunda kalmıştım. "Ben eleman arayıp aramadığınızı merak ediyordum." dediğimde kadının gözlerine dikkatle baktım. Kadın isteğim üzerine kaşlarını çattı ve beni dikkatle süzdü. Anlaşılan kıyafetlerimle hiç de iş arayan bir kız imajı vermiyordum. Belki de bugün bu yüzden çoğu yer beni geri çevirmişti. "Neden çalışmak istiyorsunuz?" dediğinde ciddiyetini takındığının farkına vardım. Kadının bu zırhına ben de dikleştim ve "Çünkü öğrenciyim ve tek başıma geçinebilmem için çalışmam gerekiyor." dediğimde kadını ilgisini daha da çektiğimin farkına vardım. "Kaç yaşındasın sen?" dediğinde "On yedi." diyebildim. Teorik olarak on altı sayılırdım ama olsun. Her genç insan kendi yaşını büyük göstermeyi severdi. "Tek başına mı yaşıyorsun?" dediğinde yerimde kıvranmadan edemedim. Sonuçta bir ailem yoktu ama Ahmet abi sağ olsun, bu işi hâlletmişti. "Evet, annem ve babam ben yedi yaşındayken vefat ettiler." dediğimde kadın bana daha da dikkatli bakıyordu. Bana acıyor muydu ya da beni göndermek için çıkar yolu mu arıyordu, anlayamamıştım. O genç gözüken kadın yok olmuş yerine ciddi bir iş kadını gelmiş gibiydi. Haklıydı. Burası kalabalık olmasına bakılırsa ünlü bir yere benziyordu ve üç katlı bir yerdi, denize bakıyordu. Kolay bir kirası olmadığı da aşikârdı. "Neden yetiştirme yurdunda değilsin?" dediğinde, benden şüphelendiği açık bir şekilde ortadaydı. Ne demem gerekiyordu? "Aslında bu iş biraz karışık. Bir ay önce yanında kaldığım adam vefat etti ve bana biraz para bıraktı. Aslında kendisi zengin bir iş adamıydı ama öldükten sonra mirasları dağıtıldı. Beni küçük yaşta bulduğu için bana da gereken miktarda biraz yardımda bulundu. Aslında daha fazla da bırakabilirdi ama kendi ayaklarımın üzerinde durmam gerektiğini söylerdi. Yaklaşık on beş sene geçinebilmem için rahat param var ama ben şimdiden ayaklarımın üzerinde durmak ve o birikimimi yok yere harcamak istemiyorum." dediğimde rahatlamak istercesine bir nefes aldım. Daha önce böyle bir duruma hiç düşmemiştim. Gereğinden fazla uzun bir cümle kurmuş ve hayatımın kısacık hatta özetinin de özetini tanımadığım bir kadına anlatmıştım. Kadın bana dikkatle baktı ve geri yaslanıp önündeki ince laptopuna bir şeyler yazdı. Merakla kadını izlerken şaşırmadan edemedim. Neden bir şey demiyordu ki bu kadın? Ellerim neden terlemişti benim? "İşe alındın. Yarın okuldan sonra seni burada görmek istiyorum. İstersen kıyafetlerini kendin alırsın istersen biz verebiliriz. Geldiğinde şef sana yapman gerekenleri anlatacaktır." dediğinde sevinemedim bile. İşe alınmış olmama sevinmiştim ama bir tepki veremedim. Sonuçta ben Cosmos Fahren'dim, duygularını dışarı vurmayı başaramayan bir genç kız... "Teşekkürler." dedim ve cep telefon, ev adresi gibi birkaç işlemi hâllettikten sonra oturduğum masadan çantamı alıp çıktım. Bugün işimi hâlletmem iyi olmuştu. Caddede gezerken tren yolundan geçen birkaç kız, geçtiğini görmedikleri trenin altında kalacaklardı neredeyse. Aslında o küçük trende frene basmak kolaydı ama bu dikkatsiz kızların biraz derse ihtiyacı vardı. Tren onlara ucundan birazcık deyse bu şekilde kahkaha atabilecekler miydi acaba? Karşıdan karşıya geçecekken yayalara kırmızı ışık yandı ve beklemeye başladım. Otoban gibi hızlı geçen arabalar sinir bozucuydu. Zaten yeşil ışık yanıyordu ve yanında da kocaman saniyeler yazıyordu. Neden bu kadar hızlı sürüyorlardı ki? O sırada arkamdan gelen bir ses duydum. Arkamı döndüğümde sarı saçlı küçük bir kız bozulmaya yüz tutmuş örgülü saçlarını sallayarak arabaların arasından koşarak geçiyordu. "Abim beni yakalayamaz ki." diye bağırdığında zorla frene basan hatta bazen hızla yanından geçen arabalar kornalarını çalmayı eksik etmiyorlardı. Birkaç insan neyin ne olduğunu farkına varmadan önce kız bizim olduğumuz kaldırıma çıktı ve hâlâ hızla geçen arabaların arasına koşmaya başladı. Gözlerim kocaman açıldığında nefesimi tuttum. Kulaklarım uğulduyorken kalp atışlarımı beynimi zonklatırcasına duyuyordum. Kız çimlerin üzerine çıktı ve bizim kalabalığımızın arasından geçmeyi reddedip koşmaya devam etti. *** Elimdeki Barbie bebeğim ne kadar da güzeldi öyle. Ben neden onun gibi güzel değildim? Neden bembeyaz tenim ve sapsarı saçlarım vardı ki? Üst dudağım ise bebeklerimin aksine inceydi. Beyazdan nefret ediyordum. "Hadi Cosmos." Ahmet abime baktım. Bu adamı çok seviyordum. Hafif çıkmaya başlamış beyaz saçları ve kalıplı vücudu ile çok güzeldi. Ona kaç kez, "Benimle evlenir misin?" demiştim ama kabul etmemişti. Güzel değildim işte. Benden daha büyük insanlar bile benimle evlenmek istemiyorlardı. Ahmet abimin elini tuttuğumda bana o sıcak gülümsemelerinden birisini gönderdi. Önümüzden her geçen araba ince saç tellerimin uçuşmasını sağlıyordu. "Geçerken ne yapman gerek Cosmos?" dediğinde elimdeki Barbie bebeğime bakmayı kesip Ahmet abime gülümseyerek baktım. "İlk önce sağa sonra sola sonra tekrar sağa bakmam gerekli." dediğime Ahmet abim güldü ve benim bilerek yanlış söylediğim cevaba tam doğrusunu söyleyecekti ki o sırada büyük bir ses duydum. Korkutucu derecede kulak tırmalayıcıydı. Sonra bir vurma sesi ve sessizlik. Ardından bir kadının bağırmaları... Telaşla etrafıma bakındığımda tam da önümde bir arabanın durduğunun ve yerde kanlar içerisinde yatan pembe kıyafetli beş yaşlarındaki bir kızın yattığını gördüm. Korkum içimi bir volkanmışçasına ayaklandırırken arkamdan bağıran kadına döndüm. Kadının ellerinden alışveriş poşetleri kurtulmuş ve koşarak yerde yatan kıza doğru gidiyordu. Her taraf o kadar sessizdi ki sadece kadının çığlıklarını duyabiliyordum. "Yavrum, kızım, Gizem'im uyan! Bak annen geldi, uyan. Yalvarırım, uyan anneciğim! Bak ben buradayım." dediğinde gözlerimden yaşlar ne zaman akmaya başladı farkında değildim. Ayaklarım yerden havalandığında elimdeki Barbie bebeğim yere düşmüştü. Siyah bir bedene sarıldığımı hissettiğimde Ahmet abinin kokusu her yerimi sarmaladı. O zaman üzüldüğüm ne kızdı ne de annesi... Ben öldüğümde arkamdan böyle üzülecek bir annem olmaması yıkmıştı beni. Kırmıştı kalbimi. Parçalara ayırıp o Barbie bebeğimle yere sermişti. ***** Kız, çelimsiz ayaklarıyla yeri ezerken öylece bakıyordum. Abisi vardı. Kızın arkasından üzülecek bir yakını bir akrabası vardı. Belki annesi ve babası da vardı ama abisinden kaçıyordu. Ölürse abisi ne kadar da vicdan azabı çekerdi... Ne olduğunu anlamadan elimdeki çantamı yere attığımı ve ayaklarımı hızla yere vurduğumu hissettim. Etrafım hızla arkamda kalırken kızı izliyordum. Kız yola benden daha yakındı ve onu kurtarmam büyük bir şans eseri olurdu. Ayaklarım çimene değerken umursamadan toprağı deşercesine koşuyordum. "Dur!" Bağırdığımda bile kız koşmaya devam ediyordu. Kaldırımdan atladığı sırada gri bir araba kıza hızla yaklaşıyordu. Adam kornaya deli gibi basarken kız korkmuş ve olduğu yerde dikilip arabaya bakıyordu. Ne olduğunu anlamadım ama düşünecek vakit bulamadan kızın üzerine atlamayı es geçip sadece üzerindeki ince tişörtünden tutup büyük bir güç uygulayarak kendime çektim. Kızın o küçük ve çelimsiz bedeni yerinden hareket ederken sırtım yüksek kaldırıma çarpmış ve canım acımıştı. Sanki dikenler bir yere toplanmış ve canımı yakmak istercesine deli gibi her saniye batıyordu. Üzerime bedenim harici bir ağırlık çöktüğünde kendi acımı es geçip küçük kıza sarıldım. Kollarımın arasında titreyen beden o kadar güzel ve korumasızdı ki onu sımsıkı kucaklarken öldürmekten korktum. Titreyişi o kadar fazlaydı ki kıza bir şey olduğunu sandım ama midem bulanıyordu, kendimi garip hissediyordum. Ne oluyordu bana böyle? Gözlerimi açmaya çalıştığımda açılmadılar. Zoraki bir şekilde gözlerimi bir kez daha açmaya çalıştım. Görüş alanımda sadece bir kişi vardı. Dövmeli çocuğun burada işi neydi ve neden telaşla bana bakıyordu? Küçük kızın ağırlığıyla birlikte gözlerim daha fazla dayanamayıp kapanmasıyla kendimi acı dolu bir yolda buldum...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD