Zeynep, o gece uyuyamadı. Gözlerini tavana dikmiş halde saatlerce düşündü. Kafasında aynı kelime yankılanıp duruyordu: “Uzak dur ondan.” Bu üç kelime, bütün gece zihnini kemirdi. Bu bir tehdit miydi, bir uyarı mı, yoksa sadece basit bir kıskançlık mı? Ama bildiği bir şey vardı: O kağıt parçası, kelimeleriyle değil, taşıdığı gölgeyle konuşmuştu. Ve o gölge, Zeynep’in hayatına ilk kez gerçekten nüfuz etmişti.
Sabah erkenden uyandı. Uyumasa da yataktan çıkmak zorundaydı. Kendini ne kadar güçlü hissetmeye çalışsa da aynadaki yüzü onu yalanlıyordu. Göz altları morarmış, yüzü solgun, gözleri yorgun. Makyaj yapmakla uğraşmadı. Çantasını aldı, dağınık saçlarını alelacele topladı ve dışarı çıktı. İstanbul’un sabah sisi, Boğaz’ın üzerinden ağır ağır yükselirken Zeynep, Aras’la yeniden yüzleşmeye hazırlanıyordu. Bugün oraya bir mimar olarak değil, cevap arayan bir kadın olarak gidecekti.
Yalıya geldiğinde kapı bu kez kapalıydı. Zile bastı. Açan olmadı. Birkaç adım geri çekildi, merdivenlere oturup beklemeye başladı. Dakikalar geçtikçe kalbindeki baskı arttı. Nihayet kapı ağır ağır açıldı. Aras değil, uzun boylu ve sert bakışlı bir adam karşıladı onu. Siyah takım elbisesiyle askeri bir havası vardı. “Aras Bey sizi kabul etmiyor,” dedi kısaca. Zeynep bir an dondu. “Ne demek kabul etmiyor? Dün gece beni uyarıyordu. Beni izleyenleri biliyordu. Bu sabah ne değişti?”
Adam cevap vermedi. Kapıyı kapatmak üzereyken içeriden Aras’ın sesi duyuldu: “Bırak gelsin.” Kapı yeniden açıldı. Zeynep içeri girdiğinde Aras salonun ortasında ayakta duruyordu. Üzerinde koyu gri bir ceket, beyaz gömlek vardı. Yüzü her zamanki gibi donuktu ama gözlerinin içi başka bir şey söylüyordu. Yorgun, gergin, sanki içeriden parçalanmış ama hala dimdik ayakta duran biri gibi. “Beni niye görmek istemedin?” diye sordu Zeynep, doğrudan. Aras bakışlarını kaçırmadı. “Çünkü artık senin bu evde olman riskli,” dedi. “Dışarıdan gelen biri gözaltına alınmış. Benimle bağlantılı olduğunu düşündüler. Ve seni de izliyorlar.”
Zeynep’in içinden bir ürperti geçti. “Kim izliyor?” Aras başını eğdi. “Devlet. Polis. Belki birileri daha. Tam bilmiyorum. Ama senin ismin artık dosyalarda var.” Zeynep geri çekildi. “Ben sadece bir mimarım. Bu... bu benim işim değil. Ne hakla beni bu bataklığa çekiyorsun?” Aras ona yaklaştı. “Çekmedim. Sen yürüdün. Her defasında geri döndün. Ben seni zorlamadım.” Zeynep gözyaşlarını tutamadı. Bu kadar savunmasız hissettiği bir an olmamıştı. “Ben... sadece yardım etmek istedim. Belki seni... belki seni değiştirebilirim sandım.”
Aras’ın gözleri kısacık bir an yumuşadı. “Belki değiştirdin de. Ama bazen değişmek, insanın çevresindeki duvarları yıkmasına yetmez. Çünkü bazı duvarlar, içimize örülür.” Bir an sustular. Zaman durmuş gibiydi. Aras Zeynep’e döndü. “Sana güveniyorum,” dedi. “Ama artık senin güvenliğin benim kontrolümde değil. Buradan bir süre uzaklaşmalısın. Seni koruyamam.” Zeynep başını iki yana salladı. “Hayır. Gitmeyeceğim. Eğer bu işin içindeysem, sonuna kadar buradayım.”
Aras yaklaştı. Aralarında neredeyse nefes alacak mesafe kalmamıştı. Elini Zeynep’in yanağına koydu. “Bunu söyleme. Çünkü bir kadının bu dünyada kalması demek, kalbinin ateşe atılması demek. Seni o ateşe veremem Zeynep.” Zeynep gözlerini kapattı. Gözlerinden yaş süzüldü. Ama ağlamadı. Sadece kalbinin içindeki o koca boşluk, bir anlığına dolmuş gibiydi. “Zaten çoktan yandım,” dedi.
O anda ilk kez, ne kelimeler konuştu, ne mantık. Sadece iki insan kaldı ortada. Duvarları kırılmış, sırları dökülmüş iki insan. Aras eğildi, alnını Zeynep’in alnına dayadı. Öpmekle dokunmak arasındaki o ince çizgide durdu. “Keşke başka biri olsaydım,” dedi. “Keşke senin dünyana ait olsaydım.” Zeynep fısıldadı. “Sen zaten artık oradasın. Ama benim dünyam da hiç temiz değildi.”
Akşam çökerken Zeynep, yalıdan bu kez bir şey taşıyarak çıktı. Elindeki dosya, Aras’ın geçmişine ve ona ulaşmaya çalışanlara ait bilgilerle doluydu. Aras onu bu kadar derine sokmuştu çünkü artık birlikte düşmeleri gerekiyordu. Arabasına binmeden önce son kez yalının önüne baktı. Gözleri doluydu. Ama geri dönmek gibi bir düşüncesi yoktu. Gidecekti. Ama bir süreliğine. Çünkü biliyordu: Bazı aşkların yolu kaçmak değil, göğüslemekti. Zeynep artık kaçmayacaktı.