Yalının içine adım attığında Zeynep, mimarlıkta öğrendiği tüm simetrileri, oranları ve kuralları unuttuğunu fark etti.
Tavana kadar uzanan pencereler, geçmişin ihtişamını ve bugünün gölgelerini aynı anda taşıyordu. Mobilyalar pahalı ama zamansızdı; her parça, hem hikâye anlatıyor hem de sanki hiçbir şey anlatmıyordu.
Burası, sır saklayan bir yerdi.
Tıpkı o adam gibi.
Tıpkı Aras gibi.
Ayak sesleri taş zeminde yankılandıkça kendi iç sesi de büyüyordu:
> “Bu işte bir gariplik var Zeynep. Normal değil burası.”
Ama işine sadıktı. Duygularla değil, verilerle çalışırdı. İç mimariyi not alırken defterine birkaç eskiz karaladı. Antika bir konsolun üzerindeki eski bir pusulaya göz takıldı. Kimin evi olursa olsun, burada zaman durmuş gibiydi.
O sırada içeriden gelen ayak sesleriyle irkildi.
Kapının eşiğinde Aras belirdi.
Simsiyah gömleği omuzlarına dökülen bir gölge gibi, bakışlarıysa keskin ve ölçülüydü.
Zeynep’in elindeki deftere baktı, sonra göz göze geldiler.
> “Merak ettim,” dedi Aras. “Bir taş duvarın nesi bu kadar ilgini çekiyor?”
Zeynep ciddiyetini bozmadan cevapladı:
> “Bu yalı, tahmin ettiğimden daha eski. Dış cephe onarılmış ama iç kurguda çatlaklar var. Ayrıca… her şey fazlasıyla kontrollü.”
“Kontrollü mü?”
“Evet. Yaşanmışlık var ama sanki biri hepsini silmek istemiş gibi. Evde ‘anılar’ yok. Sanki... ev değil de bir sahneymiş gibi.”
Aras’ın dudakları hafifçe kıvrıldı. Ne alaycı, ne dostça.
> “İlginç gözlem.”
“İşim bu.”
O an sustular.
Sessizlik, yeni bir savaş gibi aralarına girdi. Zeynep, kalemini cebine koyarken bakışlarını kaçırdı. Onun yanındayken içinden geçen hiçbir duyguyu tam olarak adlandıramıyordu.
Aras, yaklaştı.
Yavaş, hesaplı adımlarla…
> “Yalının alt katında eski bir mahzen var. Planlara dahil etmemişsiniz.”
“Çünkü planlarda görünmüyordu.”
“Gösteririm. Ama dikkatli ol. Orası... geçmişin sustuğu yerlerden biri.”
Zeynep bu cümleyi duyunca duraksadı.
"Geçmişin sustuğu yer mi?"
Onunla inmek istemedi ama bunu dile getirmek zayıflık olurdu. Ve o zayıf görünmeyi sevmezdi.
Omzunu dikleştirdi.
> “Peki. Gidelim.”
Mahzen kapısı, ağır bir demirle örtülmüş gibiydi. Aras anahtarı çevirirken Zeynep’in nefesi daraldı. İçeride rutubet vardı. Fakat onu asıl rahatsız eden şey kokudan çok, atmosferdi.
Soğuk.
Karanlık.
Ve… geçmişin izleri.
Bir duvar boyunca dizilmiş tahta raflarda eski kayıt defterleri, haritalar, siyah-beyaz fotoğraflar vardı.
Zeynep yavaşça birine uzandı.
Tozlu kapağın içinden çıkan belgeye göz gezdirdiğinde, üstünde şu yazıyordu:
“1923 – Kaçış Planı / Kuzeydoğu Rotası”
> “Bunlar ne?” diye sordu.
Aras cevaplamadı.
Sadece gözlerini kısmış, onu inceliyordu.
Zeynep belgeleri bırakıp geri çekildi.
> “Bu evin sırları var. Ve siz bana bunları anlatmayacaksanız, bu projeyi sağlıklı bir şekilde yürütemem.”
“Anlatsam, burada kalır mısın?”
“Kalmak mı?”
“Çünkü bazı işler, güven istemez. Cesaret ister. Ve bazen... kimseye anlatamayacağın bir hayata adım atmanı gerektirir.”
Zeynep’in kalbi bir an için durdu.
Ne demekti bu şimdi?
Bu iş bir proje miydi, yoksa başka bir şey mi?
Aras onun gözlerinin içine baktı.
İlk kez gözleri çatışmayı değil, bir gölgeyi saklıyordu. Belki geçmişten, belki içindeki o tanımsız karanlıktan gelen bir şeydi bu.
Zeynep sessiz kaldı.
Bu adama güvenmiyordu. Ama neden gözlerini ondan alamıyordu?
O akşam, eve dönerken arabasının direksiyonuna sıkıca tutundu.
Kafasında tek bir cümle yankılanıyordu:
> “Bazı projeler sadece bir yapıyı değil, seni de inşa eder Zeynep. Ya da... yıkıp geçer.”