İstanbul. Baharın son günleri.
Güneş, yeni uyanmış bir kentin üzerine temkinli adımlarla düşüyordu. Şehir yorgundu ama hâlâ inatla ayakta. Hâlâ mücadele doluydu. İnsanlar aceleyle koşturuyor, sokaklar yalanlarla doğrular arasında sıkışmış hikâyelere ev sahipliği yapıyordu. İşte bu karmaşanın tam ortasında, Beşiktaş’ta bir mimarlık ofisinde Zeynep, bir proje dosyasını kapatıp derin bir nefes aldı.
Sırtını sandalyesine yasladığında, gözleri bilgisayar ekranında beliren e-posta bildirimine takıldı.
Konu: "Saha Kontrol Talebi – Yeniköy Yalısı"
Gönderen: Ayrıcalıklı Yatırımlar A.Ş.
Kaşlarını çattı. Bu proje, dosyalarda durduğu hâliyle bile fazlasıyla gizemliydi. Sahibi görünürde yoktu. İletişim, yalnızca şirketin isimsiz vekilleri üzerinden yürüyordu. Bu sabah ise yerinde inceleme talep edilmişti. Saat 13.00. Konum eklenmişti: Boğaz’a bakan, yüksek duvarlarla çevrili bir yalı.
Zeynep kendi kendine mırıldandı:
> “Yine bir zengin oyunu işte... Bir ‘acil’ talep, bir bilinmez patron…”
Ama iş, işti. Üstelik yeni mezun stajyerleri projeye ortak edeceğini düşünen patronu, bunun bir fırsat olduğunu söylemişti. Zeynep yine de temkinliydi. Çünkü onun için güven, mimarlıkta ölçüm bandıyla başlar ama gözlemle tamamlanırdı.
Öğle saatinde arabasına bindi. Yol boyunca Boğaz’ın o dingin ama aldatıcı güzelliği eşlik etti ona. Yeniköy'e vardığında, navigasyon onu yüksek duvarlarla çevrili, neredeyse gözlerden saklanmış bir kapının önünde durdurdu. Kapıda bekleyen siyah takım elbiseli adam, onun geldiğini görür görmez ileri çıktı.
> “Zeynep Karaca?”
“Evet.”
“Buyurun. Bey sizi bekliyor.”
Zeynep’in adımlarını yavaşlattı bu cümle.
“Bey mi?” diye içinden geçirdi. Genelde saha kontrollerinde ustabaşı ya da yapı yöneticisi karşılar, “bey” olanlar projeyi ancak onaydan sonra görürlerdi.
Kapıdan içeri girdiğinde bambaşka bir dünya ile karşılaştı. İç bahçeye açılan taş döşeli yol, her adımda biraz daha içine çekiyordu onu. Yalının taş duvarları geçmişi fısıldıyor, gerginlik ise havaya sinmiş gibiydi. Birkaç güvenlik kamerası, çiçeklerle maskelenmiş şekilde köşelere yerleştirilmişti.
Ve sonra onu gördü.
Bahçedeki gölgelerin içinden bir adam çıktı. Uzun boylu, siyah gömlekli, yüzü keskin hatlarla çizilmiş, bakışları buz gibi…
Aras.
Hiçbir şey söylemeden Zeynep’in yanına geldi.
Sesi düşük ama keskin bir tonla:
> “Siz misiniz Zeynep Karaca?”
“Evet. Siz de bu yapının sahibi misiniz?”
“Öyle denebilir.”
“Proje hakkında bazı teknik detaylara ihtiyacım var.”
“Ben teknik biri değilim. Sizi içeri alacaklar. Ama bu yapı, çizimlerden ibaret değil. İçine girdiğinizde, başka şeylerle de karşılaşabilirsiniz.”
Zeynep’in gözleri büyüdü.
Bu nasıl bir uyarıydı? Şaka mıydı bu?
Aras geri çekildi ve eliyle işaret etti.
> “Buyurun. Ben sizi içeride bulacağım.”
Zeynep’in kalbi, hiçbir anlam veremediği bir tedirginlikle çarpmaya başladı.
Bu adamda bir şey vardı. Soğuk, karanlık ama bir şekilde… dikkat çekici.
Beyni alarm veriyordu ama adımları onu içeriye doğru sürüklüyordu.
Henüz bilmediği şey ise şuydu:
Bugün sadece bir projeye değil, kendi hayatının en derin çatlağına adım atmıştı.