Salondan çıktığımda çalışma odasına girdim. Kendimi koltuğa attığımda ofladım çünkü çok sıkılmaya başlamıştım. Bunca zamandır kurduğum oyunun sonuna az kalmışken daha sabırlı olmam gerektiğini kendime hatırlatırken annemin resmi ile bakıştım. İç çektiğimde yüreğimde yine aynı kaybın acısı vardı. Benim annem bir çiçekti ve günden güne solduğunu izlemiştim. Hem de babamın uçkurunun yüzünden. Yine de ona olanların da peşine düşmüştüm çünkü babamdı ve annemden sonra nasıl yıkıldığına şahittim. Yapmadan önce düşünmek gerekiyordu işte.
İstanbul’daki şirketin müdürü ve aynı zaman da asker arkadaşım olan Tunç’u aradığımda telefonu “Sesini duyan cennetlik kardeşim” diyerek açtı. Yüzümde serseri bir gülüş belirmişti. Onun enerjik havasına karşın benim ketumluğum başına bela olmuş gibiydi.
“Nasılsın kardeşim?”
“Ben iyiyim beni geç. Sen nasılsın? Bir şeyler duyuyorum ve inanamıyorum. Aslı astarı nedir?”
Sırtımı geri yaslamış sol kolumu esnetiyorum. Sabit tutunca omuz kısmından itibaren sızlıyor kasılıyordu. Ona cevap verirken kolumu sabit tuttum çünkü kapıyı çalan kişi Esma’ydı. Gel dediğimde içeri girip bir şey isteyip istemediğimi sordu. Türk kahvesi istedim ve çıktığında yeniden arkadaşıma döndüm.
“Ne duydun tam olarak?”
“Valla şimdi sıralayayım. Kardeşim evlenmiş haberim yok. Kızı konağa getirmişler düğün olmuş haberim yok. Üstüne kız hastanelik olmuş yine başkasından öğreniyorum. Sence de bunları ilk ağızdan duymam gerekmez miydi?”
Yüzünü tek eliyle sıvazlayan Cevahir homurdandı.
“Sana haber uçuran o kuşların gagalarını sikeyim.”
“Sakin ol şampiyon kuşların bir suçu yok. Boşa sikip durma da olanı anlat bakalım.”
Olan biteni özet geçerken gözüm kapıdaydı. Daha sonrasında Esma gelip kahveyi bıraktığında gitmesini bekledim ve kapıyı kilitledim. Yerime oturduğumda Tunç bana “Vay amına koyim ya neler olmuş. Oğlum sen niye bana haber vermiyorsun anlamıyorum ki.” Hayıflandı.
“Lan bir dur karı gibi trip atma sende. Her şey zaten aniden gelişti.”
“Ne diyeyim kardeşim. Allah bir yastıkta kocatsın da sen yengeye düzeldiğini aslında felçli olmadığını söyledin mi?”
Yeniden kapıya baktım. Bakışlarım donuklaşmıştı. Bunu İnci’ye söylemek için zamanım vardı. Acele etmeyecektim çünkü ona güvenmem gerekiyordu. İlk zorlukta beni satıp satmayacağından emin değildim.
“Daha söylemedim. O güveni bana vermesi lazım.”
“Peki, nasıl devam edecek? Yani yenge hep yanında mı kalacak? Sonradan fikrin değişmesin?”
Yine bakışlarımı tahta kapıya ve yanındaki duvara sabitledim. İnci bir nevi bu aşirete varis doğurmak için gelmişti. Kimsesiz olması, köklerinin buraya ait olması ve dedesinin babamla olan bağı onu seçmem de büyük etkendi. Gidecek yerinin olmaması da ayrı bir seçim nedenimdi. Tek seçeneği ben olursam bana bağlı olur asla ihaneti aklından geçirmezdi.
Bu nedenle “Ben istediğim sürece yanımda kalacak. Vereceği varisle hem hayatını hem de konumunu sabitleyecek. Onun haricinde şimdilik konaktakiler için beni oyalayan dikkatimi dağıtan biri gibi kullanılıyor. Bilmedikleri de benim onları kullandığım.” Deyip kahvemden içtim. Sıkıntılı soluklarını işitebiliyordum.
“Buradaki işler için bir planın var mı? Şirketin gölge patronu sensin çünkü ve bu ara biraz sıkıntılı durumlar içindeyiz.”
Kaşlarım çatıldığında sırtım dikleşti.
“Neler oluyor?”
“İmalat firmasından bazı malzemeler kayıp. Kimi eksik çıkıyor. Bazı firmalar bizim girdiğimiz ihalelere girip fesat karıştırarak almaya çalışıyor.”
Kahvemden son yudumu içtiğimde “Koduğumun piçleri. Bel altı çalışıyorlar desene.” Deyip sinirle masaya bir yumruk indirdim.
“Biraz öyle oluyor. Belli ama birilerinin arkada kukla oynatıcısı olduğu, yoksa kafası çalışıp iş yapacak tipler değiller.”
İçimdeki o karanlık yan yine ben buradayım derken “Yarın akşam gelmiş olurum. Sen bana son işlerde bizim tekelimize çomak sokmak isteyenlerden bir iki kişiyi kaldır. Bakalım dertleri ya da oynatıcıları kimmiş neymiş.” Diyerek telefonu kapadım.
Savaş’ı kızların başına koymuştum. O konuda rahattım. Konaktakiler de son olaylardan sonra bir adım atamazdı. O sırada hazır buralar süt limanken İstanbul’daki işlerimi halledebilirdim.
Bir süre buradaki işlerle ilgilendim ve odama çıktım. Yıkanıp yatağa girdiğimde aklım ikiye bölünmüş gibiydi. Bir yanı işleri ve İstanbul’u düşünürken diğer yanı hastanedeydi. İnci’yi öpmem, onun tadını az da olsa almam kafamın içinde bir yerlerde dolanıp durmasına neden olmuştu. Saf kız nasıl da deli gibi heyecanlanmıştı. Hele verdiği tepkiler akıl alır cinstendi. Aynı şeyi bu odada yapmış olsaydım ve tepkileri görseydim büyük ihtimalle yarım saat kadar sonra altımda deli gibi inliyor olurdu.
Yine de bir süre daha sabredip iyileşmesini ve kilo almasını beklemeliydim. İki bacağımı yan yana koysam ondan daha ağır olabilirdi. Öylesine zayıf birinin içine girdiğimde bir yerlerinin kırılması ya da yırtılması muhtemeldi.
Başımı sağa sola salladım. Onu becerdiğimi düşünmek bile erkekliğimi kaldırmıştı. Siktir. Bu iş fazlası ile beni zorlayacak gibiydi. Umuyordum ki bana bir erkek çocuk verip bu konaktaki yerini sağlamlaştırırdı yoksa kimsenin ağzını kapatamazdım ve kuma lakırdıları ortalığa yayılırdı. İnci’yi zor kabul etmişken başka bir kadınla olmak bana eziyet olurdu.
Uykuya zorla dalsam da ertesi gün yine hastaneye gittim ve çıkışta kimsenin haberi olmadan İstanbul’a uçtum. Alana indiğimde beni karşılayan Tunç’tu. Çıkışta geçtiğimiz Vip araç şehir içine değil de daha çok şehir dışına doğru yol aldı. Küçük eski evlerden birine gidiyorduk. Ara ara Savaş’tan durumları öğreniyor, konaktaki adamlardan bilgi alıyordum.
Sonunda eve geldiğimiz de etrafta bizim adamlarımız vardı. Başları önlerinde elleri arkalarında bekliyorlardı. Hiçbirine bakmadan içeri girdik. Elimdeki baston sadece görüntü için vardı. Kapıdan girdiğimiz de içerinin rutubet kokusu yüzüme yüzüme vururken genişçe bir koltukta elleri ayakları bağlı üç adam bize bakıyordu. Tunç elini cebine sokarken ben çoktan çikolatalı puromdan yakmış içiyordum. O da sigarasını yaktı.
Adamlar bize birer temiz sandalye getirdiğinde oturduk. Bağlı olanlar ise öylece bakıyordu. Tunç işaret verince bizim adamlardan biri ağızlarını açtı. Adam hemen konuşmaya başladı. Çenesi düşük bir tipe benziyordu.
“Siz aklınızı mı kaçırdınız? Adam kaldırmak da neyin nesi Tunç Bey? Kaybedince nereye saldıracağınızı mı şaşırdınız? Vandallık bu eşkıyalık.”
Ben göz devirdim. Tunç ise işi alaya alıyordu. Önce yapay bir şaşkınlıkla adama baktı. Ardından bana dönüp kendini işaret ederek “Duydun değil mi? Bana neler dedi. Eşkıya, vandal. Daha neler canım hiç öyle şeyler yapar mıyım ben sen söyle? Nasıl elit nasıl kaliteli olduğumu sen biliyorsun.” Değince dudaklarım iki yana kıvrıldı. Ona uydum. Manyak bazen beni de kendine benzetiyordu. Üstelik bunu yaparken yalan yok bende keyif alıyordum. Her dakika ağır abi modu yorucu olabiliyordu.
“Hiç ya. Benim kardeşim oldukça sakin insancıl elittir. Nasıl böyle kötü şeyleri ona söylersiniz aklım almıyor. Ayrıca adam kaldırmak nedir ya? Biz sizin engin bilgi dağarcığınızdan yararlanmak istiyoruz hepsi bu.”
Bakışlarım sertleştiğinde ve gözlerine delip geçerken devam ettim. İşte şimdi gerçekten de işin farklı boyutunu anlamaya başlamıştı.
“Mesela, sizi kim tuttu? Kim oynatıyor? Arkanızdaki o güvendiğiniz dağ kim?”
Adam deyim yerindeyse bön bön suratıma bakarken onu gözlerinden geçen duygular fazla ele veriyordu.
“Ne? Ne demek istiyorsunuz? Biz iş insanlarıyız. Kimseye de güvenmiyoruz.”
Bacak bacak üzerine attığımda puromdan bir soluk daha çektim. Dumanı üflerken tek kaşımı kaldırıp “Emin misin peki?” diye yeni bir soru yönelttim. Kendinden emin olmaya çalışarak daha doğrusu bu oyunu sürdürmeye çalışarak “Eminim. Kimsenin maşası değiliz.” diyerek bağırdı.
Tunç yüzünü buruştururken “Bağırma lan kulağımı siktin” deyip kalktığında ben hala sabit şekilde duruyordum. Yanına gittiği adamın çenesinden tutarken kendine bakmaya zorladı.
“Ulan puşt. Korkudan altına sıçan adamsın sen, nasıl oluyor da bir anda ihalelere girip üstüne fesat karıştırarak alıyorsun. Yetmiyor bizim parça tedarikçilerimizle görüşüp düşük teklifle piyasadan parça topluyorsun. Sonra da karşıma geçmiş ben iş adamıyım kimseye sırtımı dayamam diyorsun. Ama sende haklısın. Senin gibi adamlar sırtını dayamaz direkt kucağa oturur. Hadi söyle bakalım hangi sivri zeka seni kucağına oturttu da sikiyle keyif verirken emriyle üstümüze salıyor.”
Diğer ikisi sanki kurtulmaları mümkün gibi çırpınsa da beceremiyor tuhaf sesler çıkarıyorlardı. Bense hala Tunç’un adamı öttürmesini izliyordum.
Adam artık kimden korkuyorsa “Yok öyle bir şey lütfen bizi bırakın gidelim. Söz polise gitmeyeceğiz.” diyor arkadaşımı daha da zorluyordu. Gözlerini kapayıp açan Tunç dişlerini sıkarken yumruk yaptığı elini adamın suratına indirip koltuktan düşmesine neden oldu.
“Sikerim lan senin olmayan şerefini. Koduğumun ibnesine bak. Bir de polise şikayet edecekmiş. Ah be yavrum keşke bunu aldığınız jantların içinde uyuşturucu taşımadan önce deseydin de bir işe yarasaydı. Malum elli kilodan fazla mal şu an benim elimde. Senin efendinin mamasına birazcık el koymuş olabilirim. Ha illa polis diyorsan hemen gidelim. İnan bana daha sen beni kaçırdılar demeden tüm mekanlarını ararlar ve bir o kadar daha malı bulurlar. Sonuç mu? Hapse girersin. Orada da seni seven abilerin olur ve sen mefta olarak dışarı çıkarsın. Off şimdi sen içeri girince kızınla kim ilgilenir bir düşün isterim. Ya da karınla.”
Bildiğim bir şey varsa Tunç deli dolu fırlama bir adam olsa da tersi çok pisti. Kadın erkek fark etmez hak ettiği neyse verirdi. Onu kandırmaya çalışan kadını kolundan tutup kapıya atarken çıplak olmasını umursamamıştı. Ya da hayalarını ezdiği yaşlı bunağın babası olmasını.
Purom bittiğinde ayağa kalktım. Tunç çoktan su dolu varili istemişti. Diğer adamların yanına vardığında birinin ağzını açtım ve gözlerine bakarken sakin ama tok bir sesle sordum.
“Arkanızdaki adam kim? Bana inan onun kadar sakin ve sabırlı değilim. Üstelik işkence yöntemlerim oldukça iyidir. Sadece sen değil ailen de çeker bu acıyı. Öyle karın çocukların falan da değil he anne baban kardeşlerin akrabaların. Sülaleni siker atarım da sana naklen yayınla izletirim. Anladın mı?”
Ciddiyetim, duruşum ve sözlerim onda öyle bir etki bıraktı ki anından bakışları diğer adamlara döndü. Sanki söyleyecekti de onların da çözülmesini bekliyordu. Burnumdan aldığım soluğu verirken alt dudağımı hafifçe dişledim.
Son adamın da ağzını açıp “Az önce duydukların senin için de geçerli. Ona göre kendini ayarla. Konuşursanız benden size söz kılınıza zarar gelmeden buradan çıkıp gideceksiniz. Ailelerinize de dokunulmayacak. Ama konuşmazsanız sülalenizi dahi toplu bir mezarda çürütürüm kimsenin ruhu duymaz. Bence yeterince açığım. Sizce?” dediğimde su dolu varil çoktan gelmiş Tunç adamın saçlarından tuttuğu gibi içine sokup çıkarmıştı.
Adamlara dönüp “Seçim sizin. İster eziyet çeke çeke sülalenizle ölün ister isim verin siktir olun gidin bir daha karşımıza çıkmayın.” dedim ve Tunç’u izledim.
Adam boğuldukça daha panikledi. En kötü ölüm şekillerinden biri boğularak ölmekti. Üstelik direkt ölmüyor geri çekildiğinde ve ciğerlerine hava dolduğunda yaşamak için şansı olduğuna inanıyordu.
Yeniden suya daldırılınca ise tüm o umut boşa çıkıyor ve ölümle yüzleşiyordu. Beş dakika kadar devam etti. O sırada benim yanında durduğum adamlardan biri “Tamam. Konuşacağım" değince Tunç kaşları çatık biçimde kafasını suda tuttuğu adamı öylece tutmaya devam edip “Bu kadar çabuk mu? Amına koyim az daha stres atsam ne olurdu? Lan piçler sizin yüzünüzden kaç gündür yaşadığım sinir harbinden haberiniz var mı? Sokarım ben böyle işe” derken adam çırpınıyordu.
Öfkeyle solurken elinin altında çırpınan bedene dönüp “Sende dur lan iki dakika bir şey konuşuyoruz şurada” dese de saçlarından dışarı çıkmasına adına çekti. Öksürükten mosmor kesilen adam kendine gelmeye çalışırken yeniden oturduk ve arkadaşım sigara ben puro yakarken dinlemeye başladık.
“Kim olduğunu tam bilmiyoruz. Yurt dışında yaşıyormuş. Bize adamları ulaştı. Özellikle sizin şirketin girdiği ihaleleri bize bildirdi. İhale heyetinde onun belirlediği adamlar vardı ve bu sayede hile karıştırsak bile biz aldık. Sizin hiç şansınız olmayacaktı. Olmadı da. Piyasadan, sizin iş yaptığınız kim varsa adresleri bilgileri bize ulaştırıldı. Alacak sermayeyi bile hesaplarımıza yatırdılar.”
“Kim bu adamlar peki? İsim lazım bize.”
“Lakabı var. Adını çok kullanmıyor. Diğerleri de ona patron diyor. Kulaksız diye biliyoruz biz ve gerçekten de bir kulağı yok.”
Tunç kaşlarını kaldırıp “Kulaksız?” derken bende zihnimi zorluyordum. Çevremizde ya da bildiğim böyle biri var mı diye ama yoktu.
“Nerede buluruz bu kulaksızı?”
Sorun netti. Adamlar birbirlerine baktılar. Daha sonrasında “Şu an Tahran da. Birkaç gün önce gitti. Ne zaman döneceği ile ilgili konuşmadı ama yeni emir geldiğinde bize ulaşacağını söyledi.” dedi. Tunç ile birbirimize baktık. Bir şeyler dönüyordu. Hem de oldukça büyük ama neydi ancak ve ancak kulaksızı ele geçirince öğrenecektik.
Adamları çözdüğümüz de yüzlerine tek tek bakıp “Bundan sonra bizim adamımızsınız. Tabi kulaksız elimize geçene kadar. O ne derse yapmaya devam edeceksiniz ama size ulaştığı her an bizim de bilgimiz olacak. Bizim dediklerimizi sanki siz bulmuş duymuş gibi ona anlatacaksınız. Yapmazsanız ya da bir ihanet içinde olursanız işte o zaman diri diri derilerinizi yüzer size geri yediririm.” dedim ve ekledim.
“Aynı şeyleri aileniz ve tüm sülaleniz yaşar.”
Gözlerinden geçen korku resmen elle tutulur cinstendi. Adamlardan ikisi bunları alıp gittiğinde biz de dışarı çıktık. Arabaya geçtiğimiz de istikamet Tunç’un eviydi. Geri dönüşüme saatler vardı ve biraz olsun dinlenmek istiyordum. Hem şirketle ilgili incelemem gereken dosya ve atmam lazım olan imzalar vardı.
Bahçe içinde iki katlı müstakil evin önüne geldiğimiz de indik. Eve girerken Tunç “Ne dersin birkaç arkadaş çağıralım mı?” dediğinde ona baktım. Arkadaştan kastı kadınlardı. Dinlenmek istesem de biraz efor sarfetmek de iyi olabilirdi. Evlensem de karıma yaklaşamıyordum. Erkektim ve ihtiyaçlarım vardı.
Ona dönüp “Çağır” dediğimde gözleri büyüdü.
“Tamam ama yenge kızmasın?”
“Yenge kendi derdine yansın önce.”
Yarım saat sonra salonda yayılmış otururken ceketi çıkarmış gömleğin de ön düğmelerini açmıştım. Elimde içki kadehi öylece içiyordum. Kapı çaldığında Tunç açtı ve içeri dört tane ilik gibi kadın girdi. Giydikleri kıyafetten makyajlarına saçlarından bakışlarına kadar escort oldukları çok belliydi. Önce tanışmak istediler ama pek o kafada değildim. Kendimi rahatlatma peşindeydim. Sarışın olanlardan birini aldım ve üst kattaki odaya çıktım. Ara ara buraya geldiğimde kaldığım yerdi.
Kadın, gömleğimi çıkarmak için yanaştığında sert bir tonla “Soyun yatağa gir ve kendini okşayıp zevk suyunu akıt.” dedim. Sesim buyurgandı. Başta anlık duraksama yaşasa da dediğimi yaptı. Önce soyundu ardından yatağa çıkıp bedenini bana sergiledi. Bacaklarını iki yana açıp elini kadınlığına uzattı ve klitorisini okşamaya başladı. Sevişmek benlik değildi. Amacım sadece kendimi rahatlatmak olurdu. İzle, sik, boşal, yatağındaki kadını siktir et ve dinlen. Sıralamam buydu. Pantolonumla iç çamaşırımı çıkarıp erkekliğimle yatağın ayak ucunda dikilirken kendi kendini zevke getiren kadını izliyordum.
Memeleri iriydi. Bedeni kalın ve dolgun. Kadınlığı çok fazla erkekle birlikte olduğu için olsa gerek okşadıkça deliği genişçe görünüyordu. Seksi olduğunu düşündüğü hallere girerken ben de sol elimle aletimi sıvazlıyor zevk almaya keyfe gelmeye çalışıyordum. Olmuyordu. Sanki beni tutan bir şeyler vardı. Sinirlendim. Dişlerimi sıkarken kadın çoktan benim de halimi görerek parmaklarını içeri sokup çıkarırken boşalmış titriyordu.
Tüm bedenim gerilirken “Buraya gel” dediğim de anlamadı.
“Sana buraya gel dedim.”
Önümü işaret ettiğimde yataktan kalkıp geldi. Önümde durduğunda göğsüme elini koyacaktı ki kaşlarım çatık vaziyette “Diz çök” dedim.
Dudağının ucu kıvrılırken “Sakso istiyorsun anladım.” demesiyle diz çöküp benim serbest bıraktığım erkekliği avucu içine aldı. Dudaklarını yalarken önce başında dilini gezdirdi. Ardından gövdesinde aynı işlemi yaptı. Dili erkekliğime her değdiğinde bir yanım zevk almaya başlarken diğer yanım buz gibiydi.
Ellerini kalçama koyup erkekliğimin tamamını ağzına almaya çalışırken gözlerimi kapadım ve zevke gelmek için kendimi hazırlamaya uğraştım. Bir dakika kadar sonra gözlerimi açtığımda dişlerimin arasından küfrettim. Olmuyordu. Başımı aşağıya eğdiğimde gördüğüm şeyle öyle bir kasıldım ki göz bebeklerim yuvalarından çıkacak gibiydi. Ağzında erkekliğim olan kişi escort kadın değil İnci’nin ta kendisiydi. Bana öyle bir bakıyordu ki mavilerinde resmen kızıl kıvılcımlar dans ediyordu. Küçük bedeni önümdeydi ve dizleri üzerine yükseldiğinde erkekliğime anca uzanabilmişti.
Ne yaşıyordum bilmiyordum ama onun mavilerini gördükçe erkekliğim sertleşiyor bedenimi küçük karınca sürüleri istila ediyordu. Bir elimi saçlarına götürdüğümde avucumda topladım ve kendimi onun ağzına itip çekerken resmen ağzını düzüyordum. Hiç itiraz etmiyor aksine zevk alıyormuş gibi inliyordu.
Küçük göğüsleri ben ağzını düzdükçe hafifçe hareket ediyor beyaz teni resmen ay gibi önümde parlıyordu. Birer değer taş gibi parlayan gözleri bir an olsun benden ayrılmazken yaşadığım savaşın içinde milyonlarca kez kendime küfrediyordum. Bu ne sikim işti böyle.
Hızlandım. Boğazının derinlerine kadar indiğimi hissederken hırsla “Siktir lanet olsun İnci” diye bağırmaya başladım. Saniyeler sonra sanki bir ergenin ilk boşalması gibi boşalmaya başladığımda bedenimdeki çıkan ateşin hesabını yapamıyordum. Yanıyordum. Patlıyordum ve bu iyi hissettiriyordu. Hissettirmemeliydi. Sikeyim ben daha birkaç haftalık karımın ağzına boşaldığımı hayal etmemeliydim. Üstelik onunla yatmamışken bunu yapmak ruh hastası bir davranıştı.
Sonunda geri çekildiğimde o kayboldu. Maviler beni terk etti ve yerini lens olduğunu avaz avaz bağıran yeşiller aldı. Çakma sar saçlar dağılmış dudaklarının kıyısından benim sıvım akıyordu. Soluk soluğa kızarmış bir yüzle bitik halde duran kadına bakarken iç sesim “Ağzına sıçayım senin ben Cevahir” diyordu.
Birkaç adım geri çekildim. Duşa girmeden önce pantolonumun cebinden bir tomar para çıkarıp yatağın üzerine atarken kadının yüzüne bile bakmadım. Sadece “Çıktığımda bu odada olma. İşin bitti. Al paranı ve siktir ol git” dedim.
Banyoya girdiğimde kendimi direkt hiç uğraşmadan soğuk suyun altına atarken az önce olanları yeniden düşündüm. Bir kez daha kendime sövdüm. Onlarca kez siktir çektim. Bacak kadar bir kızın bana yaptıklarını hazmedemiyordum. Onu hayal ederek başka bir kadının ağzını düzmemi ise kendime yakıştıramıyordum. Bir yerde bir yanlış yapmıştım. Belki de hatam İnci’yi öpmekti. Onun kokusunu almak ya da tadını damağımda hissetmekti. Belki de bir karım varken piçler gibi escort sikmeye çalışmamdı.
Başımı banyo duvarına yasladığımda elimi yumruk yapıp birkaç kez duvara vurdum. Boka dönmüştüm resmen ve bu beni aşırı rahatsız etmişti. Suyun altında uzun süre kalınca artık çıkmam gerektiğini anladım ve suyu kapayıp çıktım. Belime havlu sarıp saçlarımı da baş havlusu ile kurularken Tunç’un ne yaptığını umursamıyordum. Kadın ortalarda yoktu. Parayı alıp gitmiş olmalıydı. Umursamadım. Aslında kabul etmem bile hataydı. Sikik herifler gibi davranmıştım. Babamdan bir farkım kalmamıştı. Kendimden bir an midem bulandı.
Sıkkınca soluğumu bırakıp kurulandığımda üzerimi giyinip odadan çıktım. Olduğum katın sonundaki odadan sesler gelirken fırlama Tunç’un iş üstünde olduğunu anladım. Alt kata indiğimde ortalık biraz dağılmıştı. Yüzüm buruşurken duvar dibindeki masanın üzerinden dosyaları aldım ve mutfağa geçtim. Kendime kahve yapmadan önce küçük bir sandviç hazırladım. Onu hızlıca yiyip kahveyi yaptım ve mutfak masasının sandalyesine oturup evrakları incelemeye başladım. Arada saati kontrol ediyordum.
Savaş’a “Durumlar nasıl?” diye mesaj attığımda bana her şeyin yolunca olduğunu söyledi. Bu az da olsa rahatlamama neden oluyordu çünkü o küçük kızın başıma biraz daha iş açmasını istemiyordum. En azından hastanede sorunsuz kalmalıydı.