AĞANIN ESİRİ- OYUN-7

2513 Words
Amcamla konaktan çıkmış büyük handaki dükkanları dolanmak gidiyorduk. Yolu daha yarılamamıştık bile bir mesaj bildirim sesiyle dikkatim telefonuma kaydı. Kaşlarım hafiften çatılırken konaktaki küçük köstebeğimden olduğunu gördüm. Mesajı açtığımda ise okuduklarım kanın beynime sıçramasına neden oldu. Zorluyorlardı. Ben sabredip bazı şeyleri ortaya çıkarmaya çalıştıkça inatla kısa yoldan ölüme gitmeyi istiyorlardı. “Ağam senden sonra Vildan Hanım ve yengeniz İnci hanımımı sıkıştırdı. Kardeşiniz üzerine yürüdü. Şimdi de Nilay Hanımla tartışıyorlar. İyi şeyler olmayacak gibi. Haberiniz olsun.” Burnumdan aldığım nefesi sertçe verirken şoföre “Konağa geri dönüyoruz. Bir şey almayı unutmuşum. Onu alacağız” dedim. Amcam bana şaşkınca bakarken “Ne lazımsa adamlar alsın oğlum” dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım. “Alacağım şey yatak odam da. Mahremime karımdan başkası girsin istemiyorum ve o da bulamaz. Dediğim gibi hemen konağa dönüyoruz.” Hemen önümüzdeki kavşaktan dönüp rotayı konağa çevirdiğimiz de burnumdan aldığım nefesi sertçe veriyordum. Kısa sürede geldiğimiz de ise hemen içeri girdik ama üst katta bağırış sesleri vardı. Kaşlarım çatıldı. Amcam “Hayır olsun yeğenim bir sorun var galiba” dese de benim bakışlarım odama çıkan merdivenlerin dibinde var olan çalışanlardı. Yanlarına çıktığımız da ise yerde yatan İnci başından akan kanla öylece duruyordu. Kenardaki sandalyeye oturan Nilay ise kolunu tutuyor ağlıyordu. “Neler oluyor lan burada?” Gür sesimle bağırdığımda yengem hemen atıldı. “Karın kızımı merdivenlerden itmiş sonra da kendini atmış acındırmak için. Şimdi de baygın numarası yapıyor.” Öfkeyle solurken yeniden Esma ve Fidan’ın başında olduğu kıza baktım. Yüzünün rengi solmuştu. Kan saçlarına bulaşmış öylece yatıyordu. Çalışan kadınlardan biri bana bakıp başını sağa sola salladığında mevzunun başka olduğunu anlatır gibiydi. Başını oynatacaklardı ki “Durun. Kıpırdatmayın. Hemen ambulansı arayın.” Dediğimde ona dokunmayı kestiler. Çok sürmeden siren sesleri konağın içine kadar dolarken kapılar açıldı ve sağlık ekipleri geldi. Önce yarasına bakıldı. Ardından boyunluk takılıp sedyeye alındı. Zaten kuş kadardı zorlanmamışlardı. Diğer sağlık ekibi Nilay’ı gördüğünde “Onun da yardıma ihtiyacı var” dediğinde bariton bir tonla “Hayır o iyi. Karımı hemen götürün” deyip adamı geri çevirdim. Onlara omuzumun üzerinden baktığımda yengem büyümüş gözlerle bana bakarken amcam kaşlarını çatmış karısı ve kızını izliyordu. Dakikalar içinde hastanedeydik. Hemen içeri alındı. Beklemek için koltuğa oturduğumda çoktan etrafımızı benim adamlarım fark ettirmeden sarmıştı. Bana haber veren küçük muhbirim de geldiği için ona dönmeden yanımdaki koltuğu işaret edip oturmasını ima ettim. Çekinerek koltuğun kıyısına ilişti. Gözlerim onun alındığı odanın kapısındayken “Anlat” dedim. “Ağam mesajda yazdığım gibi oldu. Önce Vildan Hanım yengeniz ve kuzeniniz ona saldırdı. Lafla canını yaktılar. Ardından kardeşiniz geldi ama tam olarak ne dediğini duyamadım. Sadece gelin ağam ona tokat attı. Tam üstüne yürüyordu ki araya girdim ve gelin ağamı mutfağa çağırdım. Biraz ağladı sonra da başım ağrıyor dedi ilaç verdim. Odaya çıkıyordu ama bağırış sesleri gelince çıkıp baktım. Onların dediği yalan ağam. Nilay Hanım ona saldırdı. Saçlarından çekiştirdi ve düşmelerini sağladı. Yengeniz ve diğerleri gelince de beni düşürdü dedi. Biz yetişene kadar ona sertçe vuran yine Mevlüde Hanımdı. Zaten o tokatla bilinci tamamen kapandı.” Duyduklarımdan sonra yapacağım tek şey o konağı onların başına yıkmaktı ama yapmayacaktım. Sadece sert bir uyarı ile kalacaktım çünkü fazla da korumacı durmamam gerekiyordu. On dakika kadar sonra İnci’yi önce tomografiye ardından da yoğun bakıma aldılar. Doktorun dediğinde göre sert çarpmıştı başını ve hem küçük bir kanama hem de ödem oluşmuştu. Ameliyatta gerekiyordu. Aldığım her nefes genzimi yakarken dişlerim sıkılmaktan ağrıyordu. Hemen bir adım ardımda duran adama “Savaş. Bu kapının önünden hiçbir yere ayrılmayacaksın. Sadece doktor ve hemşire girebilir. Onların da kimliklerini teyit ettikten sonra içeri yollayacaksın. Hata olursa canından olursun haberin olsun” dediğimde bakışlarımı odanın kapısından yine çekmemiştim. “Emrin olur abi.” Hastaneden ayrıldığımda gideceğim yer belliydi. Bizim arkamızdan amcam Nilay’ı da getirmiş onun da koluna alçı yapılmıştı. Onlar önden gitmiş konakta beni bekliyorlardı. Bakışlarımdaki ateşin de yüzümdeki donukluğun da farkındaydım. Yedi yıldır bu haldeydim. Yirmi üç yaşında o arabanın içinden sağ çıkmıştım belki ama sol yanım bende değil gibiydi. Onları delirten şey ise tüm aşiretin bu duruma rağmen hala beni ağa olarak istemesi ve babamdan sonra yerin bana ait olmasıydı. Her hamlelerini önceden görmeyi öğrenmiştim elbette ama hala karanlıkta olan yanları vardı. Konağın önüne geldiğimde elimdeki bastonu sıktım ve başımı dikleştirip indim. İçeri girdiğimde ise ortalıkta kimse yoktu. Üst kata büyük salona çıktığımda hepsi buradaydı. Beni görmeyi beklemiyorlardı büyük ihtimalle ki yüzlerindeki şaşkınlık hepsini ele veriyordu. Amcam ilgili bir tavırla sordu. “Oğlum, gelin kızımız nasıl? O da seninle mi geldi?” Sağ elimdeki bastonun ucunu sıkarken soğuk bir şekilde cevapladım. Gözlerim önce üvey kardeşim ve annemin sonra da yengemle kuzenimin üzerinde dolandı. “Gelmedi amca. Şu an yoğun bakımda. Durumu ciddi. Beyin kanaması geçiriyor ve ameliyat olması lazım.” Elini dizine vuran adam “Hay Allah görüyor musun olanları? Daha tazecik gelin hastanelere düştü.” Derken yengem atıldı. “Sen ona yanacağına kızına bak Sadık Bey. Kolu iki yerden kırılmış. Ya daha beteri olsaydı.” Nilay gözlerini doldurmuş sanki mağdurmuş gibi rol kesiyordu. Amacını biliyordum. Bir kez sertçe uyarmıştım ama anlaşılan yine benzer bir uyarıyı hak ediyordu. Amcam “Ne diyorsun Hanım sen? Senin kızın bak yanında. O kızcağızın kimsesi yok. Daha kaç günlük evli ki? Başına gelenlere bak. Anlamadığım sesi soluğu çıkmıyordu pek nasıl oldu da ondan daha kalıplı olan Nilay’ı itmeyi başardı. Hem de hiç tanışmadıkları birbirlerini bilmedikleri halde bunu niye yaptı?” derken gözlerini kızına dikmişti. Dudakları titreyen kız “Baba, bir de beni suçla istersen. Onunla sadece arkadaş olmak istemiştim. Cihangir’le konuşurken görünce uyarmak istedim. Yanlış anlaşılır yapma bir daha diyecektim. Hakaret etti. Sonra da saçımı çekip itekledi. Bilerek yaptı. Benim ne günahım var.” Deyip yanağındaki sahte göz yaşını sildi. Hepsi olay hakkında bir şey söylüyor ama hepsi de İnci’nin aleyhine oluyordu. O kızı resmen kurtlar sofrasına atmıştım ama bana lazımdı. Bu nedenle kaşlarımı çatarken “Yeter!” diye gürlediğimde hepsi sustu. Elimdeki bastonu sıkarken hepsine yeniden tek tek baktım. Amcam dahi sessizleşmişti. “Bana o kızı siz istediniz. Siz evlen diye sürekli konuştunuz ve bende kabul ettim. Şimdi neden sanki bir şeytanmış gibi lanse ediyorsunuz anlamadım. O kız benim karım. Şu an durumu ciddi ve kalkmış sizin tatavalarınızı dinliyorum. Ama şunu da unutmayın. Benim birçok şeyden haberim var. İnci uyandığında da neyin neden olduğunu neler yaşandığını soracağım. Öğrendiklerimden sonra da bu konakta kıyamet kopacak. Bu nedenle bence şu an doğruları anlatsanız iyi olur. Karımı kötülemeden tabi.” Nilay, hayal kırıklığı ile bana bakarken “Ben olanı söyledim ve sen o kızın dediklerine mi inanacaksın? Sana ne oldu Cevahir? Niye böyle davranıyorsun? O kız bir günde mi aklınla oynadı senin?” diyor bir yandan da ağlıyordu. Yalanları midemi bulandırıyordu. Sahte üzüntüleri, drama yaratmaları ve gerçekmiş gibi lanse etmeleri sinir kat sayıma sürekli ekleme yapıyordu. Ağzımı açtığımda kurduğum cümleler biliyorum ki hepsinin içinde küçük kurtçuklar oluşturacaktı. Umurumda değildi. Şu an elimden gelse hepsini sokağa atardım. “Abi. Cevahir abi diyeceksin Nilay. Göbeğimiz bir kesilmedi. Adımla hitap etmeyi kes.” “Ama, ama daha önce kızmazdın.” “Şimdi kızıyorum ve bunu düzeltmeni istiyorum. Yeterli bir açıklama diye düşünüyorum.” Vildan denen yılan “Cevahir, oğlum kuzenine karşı neden bu kadar katısın. O sana kötü bir şey demedi.” Dediği an ona döndüm. “Seni alakadar etmez Vildan.” Cihangir son cümleme kadar sessiz kalmışken annesine adıyla seslenmem canını sıkmış olacak ki “Annemle düzgün konuş” dedi. Ona alaycı bir bakış atarken karşılık vermedim. Aslında daha sert tepkiler vermem gerekiyordu ama kendimi frenliyordum. Öğrenmem gerekenler vardı ve bunlar içinde hepsinin bir arada kalması gerekiyordu. Vereceğim tepkiler sonucu olmayan gururlarını öne sürüp konaktan kaçabilirlerdi. Odama geçtiğimde yatak toplanmış ortalık temizlenmişti. Bastonu yatak ucundaki pufa bırakırken bedenimi esnettim. Kolum ve bacağımı sabit durmaya zorladığımdan uyuşuyor kasılıyordu. Üzerimi tamamen çıkardığımda sadece iç çamaşırım kalmıştı. Ayna karşısına geçtiğimde kendime şöyle bir baktım. Yer yer yara izlerim vardı. Kazadan öncesinde silahlı yaralanma ile omuzumda oluşan iz, kazadan sonra karnımda bacağımda ve omuzumda oluşan diğer ameliyat izleri ve tüm bunlara rağmen hala ayakta kalıyor oluşumun nedenleri vardı. Şimdi o nedenler için savunmasız bir piyonu hayatta tutmalı gözler onun üzerindeyken ben alttan alttan istediğimi almalıydım. Üzerime sinen hastane kokusu burnumu kırıştırmama neden olurken hemen duşa girdim. Kendi kokuma alışıktım ama banyoda benimkinden hariç incecik bir gül kokusu vardı. Onun şampuanından yayılıyordu. Dolabın kenarındaki askında yan yana iki bornoz vardı. Biri gül kurusu renginde diğeri ise siyah. Yerdeki banyo terlikleri bana kendi kendime gülme isteği vermişti. Benim kırk dört numara ayaklarımın yanında onun en fazla otuz altı numara olan ayaklarının terliği babasının yanında kızının ayakkabısının durması gibiydi. Burnumdan derin bir soluk alıp kabine girdim ve suyu açtım. Yıkandıktan sonra bornozumu giyip ayna karşısında saçlarımı kuruladım. Sakallarımı makine ile kısaltırken bıyığımın düzenini ince makasla hallettim. İşim bittiğimde odaya geri dönüp giyinmeye başladım. Normalde takım elbise vazgeçilmezim olsa da hastaneye gideceğim için keten bir kumaş pantolon üzerine beyaz tişört tercih ettim. Sporlarımı da giydiğimde hazırdım. Kendi kıyafetlerimin hemen yanındaki bölmede onun giysilerini gördüğümde ise anlık duraksadım. Onun için tercihlerim hep çiçekli ya da düz elbiselerden yanaydı. O kadar zayıf olacağını düşünmemiştim ama yine de giydiği şeyler yakışıyordu. Kumral saçları omuzlarından dökülüyor küçük yüzünde birer boncuk tanesi gibi olan gözleri etrafı tedirginlikle ve korkuyla süzüyordu. Bakışlarım bu kez evlendiğimiz gece sindiği duvar dibinde kaydı. Birileri ona bir şey yapmıştı ya da yeltenmişti. O kadar korkmuştu ki resmen küçük çaplı bir kriz geçirip bayılmıştı. Sol elim yumruk oldu. Gözlerimi kısarken bana anlatması için onu zorlamayı aklıma not ettim. Kim bilir belki de içirir ve ağzından laf alırdı. Öyle ya da böyle öğrenecekti. Artık bir şekilde karısı olduysa her şeyini bilmeliydi. Odadan çıktığımda avluya indim. Amcam beni bekliyordu. Düşünceliydi. Bastonumun sesini duyduğunda başını kaldırdı. Dudaklarının arasındaki sigarasını çektiğinde bir şey diyecek gibi oldu ama sonra vazgeçti. Onu anladığım için “Sorun değil amca ama o kız masumken böyle yapılması senin vicdanına merhametine doğru geliyor mu?” diye sordum. “Gelmiyor evladım gelmiyor da bilemiyorum işte. Onlar ailem. Anlayacağın birine bir şey desem benim huzurum kaçıyor.” Başka bir şey konuşmadık. Ben hastaneye geçtim. Savaş dediğim gibi sadece kapıda bekliyor giren çıkanı kontrol ediyordu. İnci için doktorların değimi ile saatlerle yarış başlamış ameliyata almışlardı. Sonuç mu? Zorlu geçen bir hafta ve o bir haftanın sonunda gözlerini açan küçük karım. Doktor odadan çıktığında “Eşiniz kendine geldi. Fazla yormamak şartıyla yanına girip görebilirsiniz. Geçmiş olsun” dedi. Bu benin için iyiydi çünkü kendine geldiyse kısa sürede buradan çıkabilirdi. Hastanelerden nefret eden biri olarak fazla bile kalmıştım. Odaya girdiğimde koca yatakta öylece yatan kadın sönük gözlerle tavanı izliyordu. Rengi her zamankinden solgun yüzü daha da çökmüştü. Zayıflığı konusunda doktor kontrolünde onu biraz kilo aldırmalıydım çünkü bu şekilde benim altımda kaybolurdu. Kaldı ki sağlıklı bir çocuk doğurması için sağlıklı olması gerekiyordu. Geldiğimi duymamıştı. Hafif bir öksürükle varlığımı belli ettiğimde gözle görülür şekilde irkildi. Solmuş mavileri bana döndüğünde dudakları aralandı ama bir şey demedi. Sadece gözleri dolmuştu. Yatağın baş ucuna kadar gidip “Geçmiş olsun. Kendini nasıl hissediyorsun?” dediğimde yutkundu. Kısık bir tonla “İyiyim. Sadece başım ağrıyor bir de kemiklerim.” Dedi. Kaşlarım çatılırken seruma baktım. Ağrı kesici vermiş olmaları gerekiyordu. Buna rağmen ağrı hissediyorsa demek ki düştüğünde gerçekten de sert bir darbe almıştı. “Hemşireye söylerim ağrı kesici yaparlar.” Sadece anladığını belli edercesine başını salladı. Arka tarafımdaki bekleme koltuğunu çekip oturduğumda hareketlerimi göz ucuyla takip ediyordu. Bakışlarımı ona diktiğimde bir an tedirgin oldu. Ardından “Neden bana öyle bakıyorsun?” diye sorduğunda sesindeki tını bir şeylerden korktuğunun resmiydi. “Karımsın. Bakamaz mıyım?” Yine bir şey demedi. Onun bu sessiz hali bana çok zayıf geliyordu. Zayıf kişilikler her daim ezilmeye mahkumdu. Kimse onların suskunluklarından bir şeyler anlamazdı. Konuşmazsa kendini savunup dişli olmazsa ezilirdi. Burnumdan aldığım derin nefesi bırakırken “Neler oldu? Bu hala nasıl geldin?” diye sordum. Dudaklarını birbirine bastırdı. Gözleri daha fazla dolarken kaşlarım olabildiğince çatılmıştı. Beş dakika kadar cevap gelmesini bekledim. Baktım olacak gibi değil “İnci, sana bir şey sordum. Nasıl bu hale geldin?” diyerek daha sert bir şekilde sorumu yineledim. Önce bana baktı. Ardından “Sanki anlatsam inanacaksın” derken sesinde bezginlik vardı. Burun kemiğimi sıkarken aldığım soluklar katılığını belli ediyordu. “Sen anlat ben inanıp inanmayacağıma karar veririm.” Olduğu yerde biraz kımıldandı. Yüzü acıyla kasılsa da bir şey demedi. Sonunda konuşmaya niyet etmiş olacak ki “Sen gittikten sonra başım ağrıyor diye ilaç aldım odaya çıkacaktım. Zaten kimse benim ortalarda olmamı pek istemiyordu. Merdivenlerde Nilay ile karşılaştım. Elinde çarşaf vardı çünkü odaya girmiş. Bana bakire olmadığımdan seni bu şekilde kendime bağladığımdan ve namussuz olduğumdan bahsetti. Üstüme yürüdü. Çarşafı herkese göstereceğini söyledi. Kızdım. İtiş kakış başladı ama son hatırladığım saçlarımdan tutup beni merdivenlerden düşmeye zorladığı. Sonrası yok zaten bayılmışım.” Dediğinde farkında değildim belki ama sağ elim yumruk olmuştu. Aklıma Fidan’ın anlattıkları gelince “Başka bir şey oldu mu? Yani ben gittikten sonra” değince gözleri büyüdü. Nefesini anlık tutarken “Hayır başka bir şey olmadı” dedi. “İnci, hakkımda bilmen gereken en önemli şeylerden biri asla yalanı sevmediğim. O yüzden bana ben gittikten sonrasını anlatsan iyi olur.” Dudakları titredi. Susuz kalmış gibi hafif çatlamış dudaklarını diliyle ıslatırken ben sadece izliyordum. Üstü kapalı da olsa olanı anlattığında fazlası olduğuna emin olsam da üstelemedim. Tahmin ettiğim şeyler olmuştu biraz da o yüzden şaşırmadım. Ayağa kalktığımda refleks olarak serum iğnesi olmayan kolu yüzüne kapadı ve “Vurma bana” derken ağlamaya başlamıştı. O an kendimi sanki aynada bir canavara bakıyormuş gibi hissettim. Yaklaşıp elini yüzünden çektiğimde gözlerini sımsıkı kapamıştı. “Gözlerini aç.” “Açmam. Kızarsın.” “İnci. Son kez söylüyorum gözlerini aç.” Yine açmadı. Başımı omuzuna yatırıp ona bakarken şaşkınlıktan değil gözünü açmak dilini yutacağı bir şey yaptım ve eğilip tek hamlede titrek dudaklarını kendi ağzıma hapsettim. Küçüktü. Yumuşaktı. Biraz da sanki ilaç tadı alıyordum ama garip biçimde güzeldi. Benim gözlerim açık şekilde inatla alt dudağını dudaklarımın arasına kıstırmış öperken tepki vermesini bekledim. Kasıldı. Sonrasında bedeni benim bile hissedeceğim şekilde titredi. Kirpikleri titreyerek açıldığında mavileri az önceki ağlamasından dolayı parlamıştı. Bana öyle bir ifadeyle bakıyordu ki nefes alışları bile durmuştu. İstediğimi almanın verdiği özgüvenle dilimle dudaklarımın arasındaki alt dudağını ıslattım ve geri çekildim. Bir soluk kadar uzağındaydım ve kısık ama erotik bir tonla “Nefes al İnci” dedim. Benim komutumu bekliyor gibi öyle büyük bir soluk aldı ki göğsü şişti. Geri verirken ılık nefesi yüzüme vurdu. Mavilerine dikkatle bakarken “Ben sana el kaldırmam İnci. Sakın bunu bile daha dile getirme veya düşünme. Anladın mı?” deyip onaylamasını bekledim. Öylece dudakları aralık gözleri olduğundan daha da büyük açılmış şekilde duruyordu. Onayı geçtim şu an beni anladığından bile şüpheliydim. Lanet olsun karşımda daha öpüşmeyi bile bilmeyen bir bakire vardı. Basit bir öpücükle bu kadar etki altında kalıyorsa seviştiğimiz de aklını kaçırabilirdi. Anlaşılan bir süre onu eğitmem gerekecekti. Onay alamayınca yeniden öptüm. Bu defa iki dudağını da ağzıma almıştım ve emmiştim. Dilimle küçük bir oyun yaparken zayıf inleyişi içimdeki tatminkâr hayvanı resmen kamçılıyordu. Yine aynı pozisyona gelip “Beni duydun değil mi? Sana el kaldırmayacağımı anladın?” dedim sorar gibi. Dudağımın ucu çok hafif sola kıvrıldığında sadece “Hıhı” dedi. Bu bile yeterdi. Geri çekildim ve bastona ağırlığımı verip “Gidip hemşireye ağrın olduğunu söyleyeyim. Sonra da konaktan sana giyecek bir şeyler isteyeceğim. Fidan getirsin, giyinmene de yardımı olur.” Dediğimde odadan çıktım. Geride nasıl bir şaşkın kedi yavrusu bıraktığımı biliyordum ve siktir bu çok hoşuma gitmişti. Benim ellerimde şekillenecek bir seks oyuncağı kulağa hiç fena gelmiyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD