AĞANIN ESİRİ - OYUN - 12

2941 Words
ÇOCUK NE ZAMAN 1 AY SONRA Zaman tuhaf bir kavramdır. Göz açıp kapayana kadar geçer. Nasıl geçtiğini anlamazsın bile. Kandemir konağı için de zaman hızlı akıyordu. Cevahir ile İnci evleneli bir buçuk ay olmuştu. Bu geçen sürede adam kadını kendine daha da alıştırırken aynı zamanda işlerini yürütüyor planlarını ilerletiyordu. Ağustos ortasıydı. Cevahir Nilay konusundaki kararında kesindi. Damat adayı olan ve resmen piç dediği Serkan Çamaşlıoğlu ile evlendirecekti. Aileler tanışırken de isteme olduğunda da Cevahir karısını yanından asla ayırmıyordu. Çünkü Serkan denen adamın bakışları hoşuna gitmemişti. İnci ise sokulan laflara rağmen iyileşmiş tamamen ayaklanmıştı. Takmamaya çalışıyordu. Cevahir hep yanında arkasındaydı. Araları da iyiydi yalan yoktu. Adam onu resmen ellerinde büyütüyordu. İsteme sonrası şerbet ikramında İnci de yardım ederken Serkan denen adamın bakışlarından rahatsız olan Cevahir sert bir tonla “İnci bırak sen odaya çık” dediğinde sözleri netti. Elinde tepsi öylece kalan kızsa mahcup olmuştu. Körü bir şey yaptığını düşünmüştü. Aza işitecek bir şey de yapmamıştı ama kocası durduk yere neden salondan kovmuştu anlayamıyordu. Odaya çıkana kadar kendini tuttu ama sonrasında yatağın kıyısında oturup ağlamaya başladığında morali bozulmuştu. Sanki oraya ait değilmiş gibi hissetmişti. Cevahir ise misafirler sonunda gittiğinde hemen odaya çıktı. Kapıyı açtığında yatağın kıyısında oturan kızı ağlarken bulunca diline küfretti. Aslında o herifin gözünü oymalıydı ama daha fazla bakmasına razı gelememişti. İç çekip “Ağlama” dediğinde ona bakan kız yutkundu. “Ben kötü bir şey yapmamıştım. Neden bağırdın ki?” Artık biraz daha rahatlardı. İnci konuşuyordu. En azından bu odanın içinde Cevahir ile daha fazla iletişim halindeydi. “Kötü bir şey yaptın diye bağırmadım zaten.” “Neden bağırdın? Orada olmayı hak etmiyor muydum? Yakıştıramadın mı yanına?” Yanına kadar gidip oturduğunda uzanıp çenesini tuttu ve başını kendine çevirdi. Yağmurda kalmış kedi yavrusu gibiydi. “Beni iyi dinle. Sen bu konağın en ücra köşelerinde, olan her merasim de ya da durumda orada olmaya en çok hakkı olan kişisin. Çünkü benim karımsın. Hanım ağasın. Aşağıda sana git dedim çünkü Serkan piçi sürekli sana bakıyordu. Katil olmaktansa seni yolladım. Yoksa bilirdim ben ona yapacağımı.” Yutkundu. Gözlerinden korku geçerken “Öldürür müydün?” dediğinde sesi titredi. O an anlamadı adam ama “Buraya ilk geldiğimde avluda birini öldürdün” değince mevzu belli oldu. Kaşları çatılırken sinirle soludu. “O herif ölmeyi hak etmişti.” “Ne yaptı ki? Yani bir insan neden ölmeyi hak eder ki. Sonuçta yasalar var değil mi?” Ona gözlerini kısıp bakarken “Namussuz bir piçse yasalara bırakmam ben hallederim. Kimsesiz bir sokak çocuğuna kötü yaklaşımı oldu. Ben de yakaladım ve hallettim. Üstelik benden para çalışıyordu.” Deyip dişlerini sıktı. Gözleri doldu yeniden ve başını eğdi. Dudaklarından sadece “Anladım” sözü çıkarken uysal oluşu adamın işine gelmiyor değildi. *** Ağustos ayı da bitmiş eylüle girilmişti. İnci ile tamı tamına iki aylık evliydiler ve hala sevişmemişlerdi. Cevahir sadece ona dokunuyor boşalmasına yardımcı oluyor bazı pozisyonlarda rahatlamasını sağlıyordu ama ileri gidemiyorlardı. İnci hala korkuyor ya da çekiniyor gibiydi. Eylülün onu sabahı uyandığında burnundan derin bir soluk aldı. Genzine dolan kokuyu seviyordu artık çünkü diğer tüm parfüm ya da duş jeli kokularına rağmen koynundaki karısı yasemin çiçeği kokuyordu. Bunu sevmeye başlamıştı. Başını hafifçe aşağıya eğdiğinde kedi gibi göğsüne sığınmış İnci ile iç çekti. Akşamki halini anımsayınca dudaklarında bir tebessüm oluştu. Genç kız aralarındaki bu bağa güvenerek ona masaj yapmıştı. Sözde felçli olan kolunu ve bacağını güzelce ovmuş ve “Eğer işe yararsa sürekli yaparım. Belki düzelir.” Diye umutla konuşmuştu. İçinden ise “Ah benim küçük incim” diyen Cevahir ise omzu silkip “Belki de” diyerek onu desteklemişti. Ona yavaş yavaş güveniyordu. Çünkü odanın içinde olan biten hiçbir şeyi dışarı yansıtmıyor bazen Tunç ile onun yanında konuşsa da sorgulamıyor “Senin işin, bilinmesini isteseydin onlara söylerdin” diyerek gülümsüyordu. Fazla uzatmadan aslında felçli olmadığını çok daha önceden düzeldiğini ona söyleyebilirdi. İnci onun sırrını saklardı. Biraz kendini geri çekip yüzlerini hizaladığında küçük öpücüklerini karısına armağan etti. İnci ise dudaklarındaki baskı ile gözlerini aralarken uyku mahmuru sesiyle “Günaydın” diye mırıldandı. “Günaydın.” Tembelce gülümseyen kız “Senden önce uyanabilecek miyim bilmiyorum. Yine çok erken kalkmışsın.” Değince adam da tek kaşını kaldırdı. Onunla sabahları erken kalkıp eğlenmeyi sevmeye başlamıştı. Her defasında sınırları biraz daha aşıyorlardı ve bu ikisini de memnun ediyordu. Uzanıp yine öptü. “Evet erken uyandık.” Kaşları hafif çatılır gibi olan İnci “Uyandık?” dediğinde dudağını yalayan adam “Hıhım uyandık. Ben ve küçük arkadaş.” Derken üzerindeki şortu çoktan indirmeye başladı. Gözleri büyüyen İnci “Ya Cevahir” dedikten sonra kıkırdayıp ellerini yüzüne kapadı. “Şşşt aç yüzünü yavrum. Beni tadından mahrum bırakamazsın.” İçi bir garip olan İnci heyecandan kalbinin delirdiğinde yemin edebilirdi. Mavileri çakmak gibi parlarken “Yine mi?” dedi. Sesi dahi titriyordu. Dudağının ucunu yukarı kıvıran adam yeniden dudağını yaladı ama yavaşça yaptı bunu çünkü karısı sanki çok mühim bir şeymiş gibi dikkatle onu izliyor ve bedeni tepki veriyordu. “Yine. Yoksa hoşuna gitmiyor mu?” “Şey, hoşuma gidiyor elbette ama ben garip oluyorum sen öyle yapınca.” “Olma. Hatta bu sabah sevgili karım bana küçük avuçlarıyla zevk verecek. Hazır mısın?” “Nasıl yani?” Cevahir anlatmak yerine onun elini tuttu ve kendi kasıklarına kadar indirip erkekliğini avuçlamasını sağladı. İnci’nin gözleri yeniden ve yine kocaman olurken adam elini nasıl hareket ettireceğini gösterdi. Kendi iri avucunun içindeki küçük avuç erkekliğine dokundukça onu okşadıkça daha da sertleşmesini normal buluyordu. Birkaç dakika sonra “Devam et” diye buyurdu ve elini çekti. İnci titrese de onu okşuyor sıvazlıyordu. Cevahir bu defa iri elini karısının çamaşırından içeri soktu ve hep yaptığı şeyleri yapmaya devam etti. Onu son çıkışa kadar getirecek ve kalanını dudakları ve dili ile hakkedecekti. Dakikalarca yavaş yavaş onunla oynadı. Kıvrandırdı. Kıvrandıkça elinde tuttuğu erkekliği ara ara sıkıyor daha hızlı okşuyor ve patlama noktasına getiriyordu. Sonunda kadının tamamen çıplak kalmasını sağlayıp başını iki bacağının arasına kadınlığına gömdü. Farkında olmadan resmen çığlık atarak inleyen İnci alt dudağına dişlerini geçirmiş sessiz olmaya çalışıyordu. Başını kaldıran Cevahir “Kendini frenleme. İstediğin gibi inle” derken belki de bugün onu alabileceğini düşünüyordu. Lakin yine olmadı. Üzerinde uzandığında kasılan benden sonrası sadece onu diliyle boşaltırken kendi de küçük ellerinde akıttı her şeyini. Duşa girdiklerinde biraz da orada elleşseler de sonuç değişmemişti. Kahvaltıya indiklerinde herkes onları bekliyordu. Amcası tavırlı bir şekilde “Bugün hana gitmemiz lazım yeğenim. Bazı dükkân sahipleri sorun çıkarıyor.” Dediğinde Cevahir tek kaşını kaldırsa da ağzına bir çatal peynir attı ve başını salladı. Kalktıklarında kapıya kadar kocasının arkasından giden İnci geride kaldığında vereceği savaşı düşünüyordu. İki hafta sonra Nilay’ın düğünü olacaktı. Onlar anne kız alışverişe giderdi de Vildan cadısı tepesinden ayrılmazdı. Erkekler gittiğinde hiç yukarı gitmeden mutfağa giren İnci Fidan’ın kahve yaptığını gördü. “Yardım edilecek bir şey var mı?” Fidan’ın annesi “Yok gelin ağam olur mu öyle şey biz hallediyoruz.” Dese de “Canım yaprak sarma çekti de saralım mı?” demesiyle sessiz kaldı. “Ben hemen yaprak çıkarayım suya hanımım.” İnci hemen önüne bir tepsi aldı ve pirinç döküp taş ayıklamaya başladı. O sırada kapıda beliren Nilay “Yengem kahveleri gelininden istedi. O getirecekmiş. Kesin emri” deyip gözden kaybolurken yüzündeki tiksinti resmen elle tutulur cinstendi. Fidan, İnci’ye baktığında omuz silken kız “Benim mesai başlıyor desene. Neyse götüreyim de üzerime daha fazla sıçramasın.” Dediğinde ayaklandı. Fincanlara kahveyi dolduran genç kız ona hazır ettiğinde tepsiye yerleştirdi ve gitmesini izledi. Geride kaldıklarında annesine “Kesin yılan diliyle yine bir şeyler diyecek canını sıkacak.” Dese de yaşlı kadın kaşlarını çatıp “Sus sen” dedi. İnci ise salona girdiğinde yenge Mevlüde kızı Nilay ve Vildan Hanım oradaydı. Önce kaynanasına verdi. Yengeye döndüğünde “Kaç ay oldu. Hala bebek haberi yok mu?” diyen kaynanası ile elleri tepside buz kesti. Bebek mi? Bebeğin olması için önce onların gerçekten karı koca olması lazımdı ve olmamışlardı. Hala bakireydi. Cevap vermedi. Yengesi Mevlüde “Sen bir de bundan çocuk mu bekliyorsun? Kısır bu ayol” derken Nilay ekledi. “Elbette kısır. Erkek adamın illaki çocuğu olur. Kusur genelde kadındadır. Cevahir bunu savunuyor koruyor ama ne mal olduğu ortada. Bence kuma olayını Cevahir ile görüşmek lazım. Koca ağa dölsüz kalacak değil ya.” Genç kızın kanı bedeninde yakıcı bir hisle akarken gözleri büyüdü. Dönüp konuşurken sesi titremesin diye çok çaba sarf etti. “Daha üç ay bile olmadı. Evladı veren Allah kadını erkeği mi var bu işin.” Vildan kaşlarını çattı. “Sen kusurunu bilmeyip bir de kaynanana laf mı yetiştiriyorsun? Ne edepsiz ne ahlaksız bir şeysin sen ya. Hiç mi bir şey öğretmediler.” Nilay yengesine destek verdi. “Aman yenge. Hata sizde ama bula bula bunu bulursanız olacaklardan kaçamazsınız. Anası babası belli olmayan bir piçi konağa gelin alırsanız sonuç bu olur.” Kaşları çatılan İnci dişlerini sıktı. Yine de sakin kalmaya çalışarak “Benim annem de babam da belli ama siz nasıl konuşmanız gerektiğini kendinize belletememişsiniz. Benimle böyle konuşamazsınız.” Dediğinde ayağa kalkan genç kız sinirle önüne kadar geldi ve “Kes sesini aşüfte.” Deyip tokat attı. Ardından saçlarından tutup “Senin yüzünden bilmediğim tanımadığım bir herifle evlenmek zorundayım ben. Burada parçalamadığıma dua et. Haspama bak bir de kafa tutmaya çalışıyor. Öldürürüm kızım seni.” Derken yine vurdu. Vildan Hanım “Bırak Nilay. Kocasına şikayet eder şimdi ağlaya ağlaya çocuk gibi. Onun yüzünden bu yaşımda elin eksiğinden azar işitecek değilim.” Deyip kızın geri çekilmesini sağladı. İnci yanağını tutuyordu. Lakin bir şeyden emindi ki onun canını acıtan kendine atılan tokat değil Cevahir’e söylenen eksik yakıştırmasıydı. Ayağa kalktığında sinirle “O eksik değil tamam mı? Hepiniz ona muhtaçsınız. Onun konağında yaşıyorsunuz ve arkasından konuşuyorsunuz. Utanmalısınız.” Diye bağırdı. Ayağa kalkan Vildan adım adım kıza yanaşıp önünde durdu. Çenesini sıkıca tuttuğunda yeni ojelediği tırnaklarını resmen etine geçirmeye niyetliydi. “Bu konak da mallar da onun oturduğu ağalık minderi de benim. Sadece benim. Anladın mı? Zamanı geldiğinde anası gibi o da geberip gittiğinde istediğimi alacağım. Hem de son kuruşuna karışına kadar. Sen de yok olup gideceksin. Benim sayemde geldiğin gelin olduğun gerçeğini çabuk unutmuşa benziyorsun. Hatırlatırım. Bana saygılı olsan iyi olur yoksa bu konaktaki günlerini sayılı hale getiririm. Şimdi esas olman gereken yere çalışanların yanına mutfağa defol git.” Gitmedi. Başını dikleştirdi ve “Haklısınız. Beni yalanla dolanla siz getirdiniz. Cevahir’e eş diye siz aldınız. Lakin bu bana böyle davranabileceğiniz anlamına gelmez. Kocam hakkında ileri geri konuşmanızı da normal göstermez. Saygı da hak edilir. Siz saygılı olursanız ben de saygılı olurum.” Dedi. Arkasını dönüp giderken Vildan “Öyle büyük büyük laflar edip kıçını dönüp giderken şunu unutma. Burada konuşulanlar Cevahir’in kulağına giderse esas cehennemi o zaman görürsün. Çeneni tut sesini kes.” Dediğinde İnci bir şey demeden çıktı. Merdivenleri inerken sinirden titriyordu. Bebek diyorlardı. Bebek yoksa kuma olur diye laf ediyorlardı. Kalbi kasıldı. Korku içinde çok saçma bir nedenden ötürü sızsa da kovmaya çalıştı. Cevahir kuma olmasına asla izin vermezdi. Durdu ve basamağa çöküp öylece önüne bakarken kendi kendine “Vermez değil mi?” diye mırıldandı. Sonuçta kendine de defalarca kez bir erkek çocuk doğur bu konakta yerin daha da pekişsin diye. Ya çocuk olmuyor diyerek başka kadını konağa getirirse. Ruhu göğsünde toplanıp onu daraltmaya başladı. Sertçe yutkunurken içindeki korkak kız çocuğuna lanet etti. Resmen üç yılanın zehri ile olduğu yerde kıvranıyordu. Baş ucundaki adamı ve gölgesini başını kaldırmadan fark edemediği için irkildi. Hemen kalktığında ise ona elleri ceplerinde bakan Cihangir alaycı bir gülüşle baktı. “Ne o, gelin ağamız artık beslemeler gibi merdiven basamaklarında mı oturuyor. Hayırdır? Ağa kocanla işler yolunda gitmiyor mu?” Kaşları çatılan İnci bir şey demedi ve gitmek için arkasını döndüğünde ona yetişen Cihangir kolunu tuttu. Sıkarken “Hadi ama küçük yılan. Odanızın önünden geçerken sabahki çığlığını duydum. Oldukça zevk alıyor gibiydin. O sakat haliyle nasıl beceriyor seni bana bir anlatsana.” Deyip dişleri arasından sert soluklar aldı. Birinin duymasından korkan İnci kolunu kurtarmaya çalışırken “Bırak beni. Geçen sefer dediklerini söylemedim Cevahir’in başı belaya girmesin diye ama bu defa söylerim. Öldürür seni.” Diyerek tehdit etmeye çalıştı. Sahte bir korkuyla dudak büzen adam yüzüne doğru eğilip iç çekti. “Ovv çok korktum. Küçük yılan sahibinin kulağına tıslayacak o da gelecek beni öldürecek öyle mi? Yarım bir adamken üstelik.” Alay ederek güldü. Ardından acımasız bir tonla “Onu gözünde fazla büyütüyorsun yılancık. En fazla bir mermilik işi var ve inan bana bunu yapacak çok kişi tanıyorum. Yerinde olsam ona fazla bel bağlamazdım. Kim bilir belki bir yerde kim vurduya gider.” Dedi. Büyükçe bir soluk alırken “Imm yasemin çiçeği kokusu. Bayılırım. Fena azdırır beni.” Deyip kolunu iter gibi bıraktı. Bedenini şöyle bir süzerken arsız ve namussuz bakışları resmen İnci’nin tenini yakıyordu. Genç kız ne dese bilmiyordu. Hangi birine karşı gelebilirdi ki. Yanından geçip giden adamın kendine dokunmaması için resmen duvara yapıştığında nefesi kursağında takılı kalıyordu. Cihangir büyük kapıdan çıktığında bacaklarının titremesinden ötürü yeniden basamağa oturdu. Aldığı nefesler ciğerinde asit etkisi yaratırken dudaklarını dişledi. Resmen kocaman bir kaosun ortasında kalmıştı. Üstelik hiçbir şeyden de haberi yoktu. Neden bunca düşmanlık bilmiyordu. Ne yapmıştı onu da bilmiyordu. Köyde kendi halinde ezilen kullanılan sonunda da köpek yatağı gibi olan yatağında kıvrılıp uyuyan biriydi. Şimdi koca bir konağın aşiretin ağası ile evliydi ve herkes farklı şekillerde üzerine geliyordu. Cihangir’in bu tavrı travmasını tetikliyordu. Ona Dinçer’i hatırlatıyordu ve bu tüm kanının çekilmesine yetiyordu. Bir de bu adam kaynıydı. Kocasının aynı babadan kardeşiydi. Midesi bulandı. Sanki onlar öyle söyleyince bedeninin ruhunun pisliğe battığını hissediyor teni arıların iğnesine maruz kalması gibi şişip kabarıyordu. Birinin omuzunu tutup hafifçe sarsması ile daldığı o derin kuyudan çıkarken irkildi. Elinde tuttuğu ve sıkmaktan parmaklarının beyazladığı tepsi kalan birkaç basamaktan düşerken nefesi kesildi. Fidan “Benim korkma” dese de mavilerdeki o dalgayı kaosu ve korkuyu görebilmişti. Yanına oturduğunda “Çok mu sıktılar canını?” diyen kız iç çekti. İnci bu defa sustu. “Boşver” değip ayaklandığında basamakları indi ama durup geri döndüğünde “Çocuk olmazsa kuma getirilir mi buralarda?” diye sormadan da edemedi. Sonuçta aşiret vardı ve bu istenebilirdi değil mi? Kaşları çatılan Fidan “Bu da nereden çıktı?” dese de “Sen bana olanı söyle nereden çıktığına takılma” değip konuyu kapadı. Bakışlarını kaçıran kız ise “Şey, genel de aşiret ağaları ya da paralı beyler çocuğu olmadığında kuma alır. O kadar yaygın değil ama yapan yapıyor.” demekle yetindi. Dudaklarını birbirine bastıran İnci başını anladığını belli edercesine salladı. Sonra da mutfağa geri döndü. Peşinden gelen Fidan “Neden sorduğunu söylemeyecek misin?” diye inatla üstüne gittiğinde “Sadece aklıma takıldı o kadar” diyerek geçiştirdi. Tüm gün mutfakta yemek yaptı. Kafasını dağıtması gerekiyordu ama sadece daha fazla düşünmesine yaradı. Cevahir ise handaki sorun çıkaranlarla görüştü. Bazıları onlardan haraç alındığını dile getiriyordu. Bunu duyan adam sinirle kim olduğunu sorduğunda içlerinden biri oldukça öfkeli bir biçimde “Kulaksız diye birinin adamlarıymış ağam. Sürekli gelip tehdit ediyorlar. Geçen gün kızımın bile yolunu kesmişler” derken ailesine gelen zarardan ötürü delirmek üzereydi. Kaşları derinden çatılan Cevahir “Kulaksız mı? Bu ismi mi verdiler size?” diye sorun emin olmak istedi. Hepsi onayladı. Adamlarına dükkan içlerinde koruma amaçlı beklemelerini gelecek olan haraççıların da bu sayede yakalanıp ayağına getirilmesini emrettiğinde orada bulunan ofisine girdi. Amcası diğer dükkan sahipleri ile kalmıştı. Hemen Tunç’u aradı. Altıncı çalışta açıldığında nefes nefese olan adamla “Ne bok yiyordun lan sen soluk soluğa kalmışsın” değince Tunç ofladı. “Tuvaletteydim amk. Telefonu duyunca çıkacağım diye işimi yarım bıraktım.” “Sus tamam sus. Sormadım say.” “Kardeşim sen uzun uzun çaldırmazsın bir sorun mu var?” İç çeken Cevahir sırtını koltuğa yaslarken alnını ovdu. “Bu kulaksız denen piç bu defa da burada baş gösterdi başını siktiğim.” “Oha amına koyim. Nasıl lan?” “Bizim hana musallat olmuş. Bazı dükkanlardan adamları haraç almaya başlamış. Alamadıklarının da ailesine bulaşmış. Dükkân sahipleri delirmiş durumda.” “Siktir. Buradaki puştlardan da hala bir haber yok. Sürekli takipteyiz ama götlekler sadece kendi işlerini yapıyor. Diğer türlü daha bizim işlere girmediler. Bu şerefsiz ya adamları aldığımızı biliyor ya da başkaları haber verdi.” “Tunç, adamını da haber verenini de siktirme bana şimdi. Bu piçin benle bir derdi var. Onu bulmak lazım.” Telefondaki adam bir an sustu. Ardından “Kardeşim bu adam senin şu kaza ile alakalı olmasın? En fazla paranın peşindedir yani ne olabilir ki başka.” Dediğinde soluğunu bırakan Cevahir “Bilmiyorum amına koyim bilmiyorum” dedi. Biraz daha konuştuktan sonra “İki hafta sonra olan düğüne geliyorum biliyorsun değil mi? Yenge hanımla da tanışırım. Özledim oraları.” Diyen arkadaşı ile “Gel kardeş gel. Hem şu piçin buradaki kollarını araştırırız” deyip telefonu kapadı. Midesi bulanmaya başlamıştı bu işten çünkü o kaza olayının konak içinden kaynaklandığını biliyordu. Sadece delil lazımdı. Hem babasının hastalığı ve ölümü de ona göre şaibeliydi. Ayağa kalktığından beri hepsini el altından araştırsa da önünde olan tek şey üvey annenin ağalık için oğlunu fişeklemesi ve onun da buna uyup saygısızca davranmasıydı. Akşama doğru konağa döndüklerinde İnci hala mutfaktaydı. Yapıp dolapta soğuttuğu revaninin üzerine nar taneleri koyarak süsleme yaparken resmen sıcaktan kan ter içinde kalmıştı. Fidan mutfağa girip de “Ağam geldi” değince işi biten kadın önlüğünü çıkarıp kenara koydu. Mutfaktan çıktığında merdivenleri çıkan adamı takip etti. Direkt odaya girdiklerinde sakin bir şekilde ceketini çıkarmasına yardım etti. “Hoş geldin” dediğinde Cevahir kendi kafasının karmaşasından onun durgunluğunu anlamamıştı. “Hoş buldum. Nasıl geçti günün?” Bu iki cümle rutin hale gelmişti. İnci bunu bildiğinden klasik cevap verdi. “İyi geçti. Yemek yaptım tüm gün mutfaktaydım.” Yatağa kendini bırakan adam gözlerini kaparken biraz dinlenmek istedi. Bu nedenle “Masa hazır olunca beni çağırırsın” dediğinde kız onu onayladı. Eşyalarını alıp duşa giren İnci yemek ve terden arındı. Çıktığında Cevahir uyumuştu. Dolabı açtığında hemen köşede asılı duran kısa kollu uzun etekli elbise gözüne çarptı. Dudakları istemsiz gülümserken onu aldı. Bu gece güzel olmak istiyordu. En azından Cevahir onu beğensin gün içinde yaşadıklarını aklından silecek bir gece yaşatsın diye hayaller kuruyordu. Kafasına koymuştu. Bu adam onun kocasıydı. Korkunun hiçbir şeye faydası olmuyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD