📖 BÖLÜM 1 – TECRÜBENİN SESSİZ YÜZÜ
Bazı sabahlar vardır…
İnsan uyanır ama gece boyunca içinden geçenleri uyandıktan sonra bile tam olarak anlayamaz. Sanki rüyalar bile mesaj taşır gibi olur. Yatak soğuktur, oda sessizdir, perde hafifçe dalgalanır…
Ama insanın kalbinde bir fısıltı dolaşır:
“Bugün farklı olacak.”
Bu sensizliğin adı aslında tecrübedir.
İnsan yıllarca nelerden geçtiyse, neyi atlattıysa, neye direndiyse o fısıltı ona ait bir sestir.
Bazen geçmişten, bazen korkulardan, bazen de “artık değişmeliyim” duygusundan doğar.
Hayatta herkesin kendine ait bir hikâyesi vardır.
Kimi hiç konuşmaz, kimi anlatır ama kimse anlamaz, kimi de sustuğu her şeyle büyür.
Çünkü insanı büyüten şey yaş aldıkça değil, yaşadıkça değişmesidir.
Ve tecrübe, insanın ruhunda iz bırakan her olayın toplamıdır.
Kimse doğduğunda güçlü değildir.
Kimse cesur, suskun, sabırlı ya da zeki doğmaz.
İnsan bunların hepsini zamanla öğrenir.
Bazen bir kayıpla, bazen bir zaferle, bazen de bir gecede büyümek zorunda kalarak…
Tecrübe, insanın fark etmeden taşıdığı görünmez bir defter gibidir.
Her acı bir sayfaya yazılır.
Her hata bir satıra kazınır.
Her karar bir başlık olur.
Ve insan okudukça kendini tanımaya başlar.
Hayat hiç kimseyi boşuna sınamaz.
Her karşılaşma, her yol ayrımı, her sessizlik bir şey öğretmek için vardır.
Düşmek bile çoğu zaman yükselmek içindir.
Ama bunu insan, yıllar geçip de geriye baktığında anlar.
Büyük bir acı yaşadığında dünyanın durduğunu sanırsın…
Oysa dünya hiç durmaz.
Ama sen durursun.
İçinde bir şey kırılır.
Bir daha eskisi gibi olamayacağını hissedersin.
İşte o his, tecrübenin ilk imzasıdır.
Kimse acıyı isteyerek kucaklamaz;
ama herkes acının ardından biraz daha sessiz, biraz daha temkinli, biraz daha olgun olur.
Tecrübe böyle bir şeydir:
Sana hiçbir şeyi bedava öğretmez.
Bir insan ne zaman güvenmeyi bırakır?
Ne zaman aldanmayı öğrenir?
Ne zaman gülerken bile içi titrer?
Ne zaman susmanın konuşmaktan daha güçlü olduğunu anlar?
Cevap bellidir:
Yaşayınca.
Ne kadar konuşursan konuş, hiç kimse senin yaşadığını senin kadar anlayamaz.
O yüzden tecrübe, kelimelerle değil; içten içe yankılanan hislerle konuşur.
Bazen bir yolculukta, bazen bir masada tek başına otururken, bazen bir kalabalığın arasında kaybolmuşken fark edersin:
Artık aynı insan değilsindir.
Eskiden kıran şeyler artık kırmaz.
Eskiden inciten sözler artık sadece gürültü olur.
Eskiden seni yıkan olaylar artık seni güçlendirir.
Bu dönüşüm sessizdir.
Ama çok büyüktür.
Tecrübe, insanı önce yalnızlaştırır…
Sonra kendine yaklaştırır.
Ve insan bir gün aynaya bakıp kendine şöyle der:
“Ben değiştim.
Ben büyüdüm.
Ben artık tecrübenin bana öğrettiği kadınım.”
Ama bu fark ediş bir anda olmaz.
Bu fark ediş, yıllar boyunca biriken, sabırla işlenen bir motiftir.
Kimi zaman gözyaşlarıyla çizilir, kimi zaman alın teriyle, kimi zaman hiçbir şey söylemeden, sadece bakarak…
İnsan, bir gün bir sorunun cevabını bulur:
“Ben ne yaşadım da bu kadar değiştim?”
Ve cevap tektir:
“Tecrübe.”
Tecrübe insanın yüzünde iz bırakır ama insanlar o izi anlamaz.
Gülüşünde derinlik bırakır ama kimse nedenini bilmez.
Adımlarında kararlılık bırakır ama kimse onun nasıl öğrenildiğini göremez.
İnsan kendini sessizce büyütür.
Kimsenin bilmediği savaşlar verir.
Kimsenin duymadığı dualar eder.
Kimsenin görmediği gözyaşları döker.
Kimsenin sahip çıkmadığı yanlarını kendi korur.
İşte o yüzden tecrübe, insanı en çok kendi içine yaklaştırır.
Çünkü sonunda insan şunu öğrenir:
Gerçek güç, kimsenin bilmediği bir acıdan doğar.
Ve bir gün…
İçinde bir ışık yanar.
Hani yıllarca bekleyen, susan, korkan, suskun kalan o ışık…
Bir anda parlar.
O an tecrübe sana der ki:
“Artık hazırsın.
Artık dersini aldın.
Artık yürüyebilirsin.”
İşte tecrübe böyle konuşur.
Sessizce.
Yargılamadan.
Bağırmadan.
Sadece içinden bir fısıltı yükselerek:
“Seni yıkan şey, seni sen yaptı.”
Hayat bazen insanı aynı noktaya defalarca getirir.
Sanki “Öğrenene kadar tekrar edeceksin” der gibi…
Aynı tuzak, aynı insan tipi, aynı kırılma, aynı hayal kırıklığı…
İnsan şaşırır, “Neden hep ben?” diye sorar.
Oysa cevabı yine tecrübede saklıdır:
Dersi öğrenmeyen öğrenciyi sınıf geçirmeyen tek öğretmen hayattır.
Bazı insanlar vardır, dersini ilk seferde alır.
Bazıları, ikinci seferde anlar.
Bazılarıysa defalarca düşer, defalarca kırılır ama yine de kendini aynı yağmurun altında bulur.
Ta ki bir gün…
Islanmaktan yorulana kadar.
O gün insan anlar.
Artık aynı fırtınaya koşmaz.
Artık aynı kapıyı çalmaz.
Artık aynı sözlere kanmaz.
Artık aynı gülüşe inanmaz.
Bu fark ediş, yaşamın en büyük kazanımıdır.
Çünkü tecrübe;
acıdan şekillenmiş, sabırla yoğrulmuş, yılların içinden süzülmüş bir bilgeliktir.
Ve insana “kendini” öğretir.
Bazı günler vardır, insan sebepsiz yere yorulur.
Hiç kavga etmemiştir, hiç yürümemiştir, kimseyle konuşmamıştır ama yine de tükenmiş gibi hisseder.
Bu yorgunluğun adı:
Tecrübenin ağırlığıdır.
Hiçbir acı, yaşandığı gün en ağır hâliyle kalmaz.
Zaman geçer, insan alışır.
Ama o acının bıraktığı iz, insanın bakışının bir köşesine yerleşir.
Gülüşler değişir.
Adımlar değişir.
Düşünceler değişir.
Sessizlikler değişir.
Ve insan bir gün fark eder ki,
eskiden sustuğu şeylerle artık konuşabilir hâle gelmiştir.
Eskiden korktuğu şeylerle artık yüzleşebilir.
Eskiden kaçtığı yerlerde artık yürüyebilir.
Bu dönüşüm kolay olmaz…
Çünkü insan önce parçalanır.
Sonra parçalarını tek tek toplar.
Sonra kendini yeniden kurar.
İşte tecrübe tam bu noktada konuşur:
“Bak gördün mü? Sen sandığından daha güçlüymüşsün.”
İnsan bazı dersleri kitaplardan öğrenir;
ama en önemli dersler kalpte açılan yaralardan gelir.
Birinin kırdığı güven…
Birinin hiçe saydığı değer…
Birinin anlamadığı iyilik…
Birinin yüzüne bile bakmadan gidişi…
İnsan böyle şeylerden sonra büyür.
Kırılan yer iyileşince daha sert olur.
İnsan, incindiği yerden güç alır.
Sustuğu yerden ses bulur.
Tutunamadığı yerden kendine tutunur.
Şöyle der içten içe:
“Ben bunları yaşadım ama yenilmedim.”
Ve yenilmemek bile başlı başına tecrübedir.
İnsanların çoğu, görünüşüyle hayatını tahmin eder.
Kimse içerde yaşanan sessiz çığlıkları bilmez.
Kimse gecelerin ne kadar uzun sürdüğünü, sabahların nasıl ağır geldiğini anlamaz.
Birinin güçlü durması, acı çekmediği anlamına gelmez.
Sadece acısının yanında dik durmayı öğrendiği anlamına gelir.
İşte tecrübe bunu öğretir:
Düşmek zayıflık değildir.
Kalkmayı bilmektir güç olan.
Bazen insan, hayatta karşılaştığı her zorluğa rağmen hâlâ iyi kalmaya çalışır.
Ve bunu yaparken de çok yorulur.
Çünkü iyi bir kalp, çok kez incinir.
Ama tecrübe bir gün ona öğretir:
“İyi olmak, herkes için değil.
İyi olmak SENİN için.”
Bu cümleyi anlayan birinin gülüşü değişir.
Artık kimseyi memnun etmeye çalışmaz.
Kimseyi hayatının merkezine koymaz.
Kendini ihmal etmenin en büyük hata olduğunu anlar.
İnsan önce kendine yürümeyi öğrenir.
Kendinin yanında durmayı…
Kendine sahip çıkmayı…
Bu da tecrübenin en büyük lütfudur.
İnsan hayatında bazı kapılar kapanır.
Ve kapı kapanınca dünya biter sanır.
Ama aslında biten dünya değil; sadece eski benliğidir.
Yeni bir ben, yeni bir yol, yeni bir düşünce şekli bekliyordur.
Tecrübe bazen insanın elinden her şeyi alır…
ama sadece ona ait olanı geri verir.
Güvenini alır, ama yerine güç verir.
Masumiyetini alır, ama yerine görgü koyar.
Hayallerini kırar, ama yerine gerçekleri verir.
İnsanları öğretir, ama yalnızlığı sevdirir.
Ve insan bir gün oturup şöyle der:
“Hayat benden aldıklarının yerine daha iyilerini koydu.”
İşte bu fark ediş bir mucize gibidir.
Sessizce olur.
Kimse anlamaz.
Ama insanın içinde büyük bir kapı açar.
O kapıdan içeri giren kişi artık başkası değildir.
Tecrübeli bir kadındır.
Olgun bir ruhtur.
Gördüğü, öğrendiği, yaşadığı her şeyin toplamıdır.
Ve hayatta en değerli şey, insanın kendini tanımasıdır.
Tecrübe seni kendine götürür.
Seni sana anlatır.
Ve sonunda şöyle dersin:
“Ben artık hiçbir yere sığmıyorum…
Çünkü artık kendimi biliyorum.”
İnsan bir yaştan sonra şunu fark eder:
Hayatta kimse kimseyi tam anlamıyla anlayamaz.
Çünkü herkes kendi tecrübesinden konuşur.
Aynı olayı iki kişi yaşar ama ikisinin içinden geçen bambaşkadır.
Aynı söz iki kişiye söylenir ama birini kırar, diğerini güçlendirir.
Aynı yol iki kişiyi yürütür ama birini yıpratır, diğerini olgunlaştırır.
Tecrübe, insanın kalbine kendi rengini veren tek şeydir.
Bir gün otobüste yanına oturan biri vardır; hiç konuşmazsın ama gözlerinin derinliğinde bir şey görürsün.
Yılların ağırlığı, yaşanmışlıkların gölgesi…
Bir yabancının bile taşıdığı tecrübe ruhuna dokunur.
İnsan o an anlar:
“Sadece ben zorlanmamışım.
Sadece ben savaşmamışım.
Sadece benim kalbimde yara yok.”
Herkesin içinde küçük bir mezarlık vardır.
Koyamadığı insanlar, konuşamadığı sözler, dökemediği gözyaşları, söyleyemediği veda cümleleri…
Ve bu mezarlığı kimseye göstermez.
Tecrübe işte o gizlenen yerlerde büyür.
Sessizce.
Kimse fark etmeden.
Bir gün birine güvenirsin…
Her şeyini anlatırsın, içini açarsın, kalbini bırakırsın.
Sonra bir gün bir bakarsın, güvenin kırılmış.
İnsan işte o anda büyür.
O kırılma anı, yılların biriktirdiği bütün saflığı söker alır içinden.
Ama aynı zamanda başka bir şey verir:
Kendine güvenmeyi.
Tecrübe şunu öğretir:
“Kimseye yaslanma.
Kendini taşı.”
Bu cümle bile bir ömürlük derstir.
Bazı insanlar hayatımıza öğretmen olarak girer ama bunu bilerek yapmazlar.
Kimi sabrı öğretir, kimi susmayı, kimi gitmeyi, kimi kalmayı, kimi de sevilmeyi…
Bazıları da tamamen acıyı öğretmek için gelir.
Ve giderler.
Çünkü görevleri bitmiştir.
Sonra insan dönüp geriye baktığında şöyle der:
“Ben o olayı yaşamasaydım bugün böyle olmazdım.”
Hayat kimseyi boşuna incitmez.
Her acının içinde bir tohum vardır:
Bir gün çiçek açacak bir bilgelik tohumu.
İnsanlar her zaman güçlü olanı alkışlar…
Ama kimse güçlü olana nasıl güçlü olduğunu sormaz.
Kimse geceleri kaç kere ağladığını bilmez.
Kaç kere pes etmeyi düşündüğünü, kaç kere kendini topladığını, kaç kere her şeye rağmen devam ettiğini bilmez.
İşte tecrübe, insanın kimseye anlatmadığı yerlerde saklıdır.
Bir sabah insan uyanır ve fark eder:
Artık daha sessizdir.
Artık daha seçicidir.
Artık daha temkinlidir.
Artık herkesi hayatına alamıyordur.
Çünkü tecrübe şöyle der:
“Herkese kapı açılmaz.”