⚫️ SUSTUKLARIN SANA NELER ÖĞRETİR

2290 Words
4. BÖLÜM – SUSTUKLARIN SANA NELER ÖĞRETİR Hayat, insana en büyük dersleri çoğu zaman ses çıkaramadığı anlarda verir. İnsan, sustuğu yerde büyür, sessiz kaldığı yerde gerçekleri daha net görür. Çünkü konuşurken kelimeler birbirine çarpar, ama susunca zihnin berraklaşır. Benim de bir dönemim vardı; konuşmadım, anlatmadım, açıklamadım. Sadece izledim, dinledim, öğrendim. Ve anladım ki: İnsan en çok susarken değişir. Bazen bir sözün boğazımda düğümlendiğini hatırlıyorum. İçimde kopan fırtınaları kimse görmesin diye kendimi geri çektiğim günler… Dillendirmediğim kırgınlıklar, cevap vermediğim haksızlıklar, içime attığım öfkeler… Hepsi birikti, ağırlaştı, sonra da beni ben yapan tecrübeye dönüştü. Sustuğum her şey bir süre sonra beni eğitti. Sustuğum insanlar, sustuğum olaylar, sustuğum anılar… Hepsi sırayla ders verdi bana. Ve şunu fark ettim: İnsan bazen içinden bir şeyleri söküp atmak yerine saklar, sakladığını ise zamanla anlar. Zaman öğretir. Bir gün, kendimi yine aynı döngünün içinde bulduğumda, kafamın içinde yankılanan cümle şuydu: “Sen sustun diye kaybettim sananlar, aslında suskunluğunu anlamaktan aciz olanlardı.” Sessizlik, sanıldığı gibi güçsüzlük değilmiş. Sessizlik, fırsatmış. İnsan sustuğunda karşısındakini daha net görüyormuş. Kimin yüzü sahte, kimin gülüşü delik deşik, kimin sarılması çıkar kokuyor… Hepsi sessizlikte belli oluyormuş. Ben sustukça insanların gerçek yüzleri ortaya çıkıyordu. Dün dostum olan, bugün yüzü değişenler… Bugün iyi görünen, yarın sırtını dönenler… Yalnız kaldığımda bile beni yalnızlığa bırakanlar… Sustuğumda hepsini daha net tanıdım. Söylemek istediklerimi dile getirmediğim günlerde kalbim konuştu aslında. İçimdeki dayanma gücü, dışımdaki koca dünyaya inatla ayakta duruyordu. Bazen düşündüm; acaba fazla mı sustum, fazla mı içine attım? Ama sonra anladım ki, bazı suskunluklar kendini korumanın tek yoluydu. İnsan bazen konuşursa kırılır, konuşursa kaybeder, konuşursa yanlış anlaşılır. Ama sustuğunda hiçbir şey kaybetmez. En fazla içinde birikir, ama biriken her şey bir gün olgunluğa dönüşür. Hayatımda bir dönem vardı; herkes konuşuyor, ben susuyordum. Konuşmama kızanlar oldu, beni yanlış anlayanlar, beni yok sayanlar… Oysa ben sessizce kendi savaşımı veriyordum. Kimse bilmeden, kimseye anlatmadan, kimsenin görmediği bir köşede kendimi yeniden kuruyordum. O dönem öğrendiğim en önemli şey şuydu: İnsan kendi içini iyileştirmeden dışarıdaki hiçbir şeyi düzeltemezmiş. Sustuğum günlerde zihnim sürekli çalıştı. Kendimi yokladım; kimdim, neydim, nereye gidiyordum? Hangi insan bana iyi geliyordu, hangisi içimi daraltıyordu? Kim yanımdaymış gibi görünüp aslında en uzağımdaydı? Kim sessizliğimi anlayacak kadar gerçekti? Kim sadece gürültümü seviyordu? Sadece gözlemledim. Ve gözlemlemek, konuşmaktan çok daha güçlüymüş. Çünkü konuşurken insan kendini kanıtlamaya çalışır, susarken ise karşısındakini çözmeye başlar. Bir süre sonra sustuğum şeyler bana birer yol gösterici oldu. Ne zaman canımı yakan biri olsa, hemen kendi kendime derdim ki: “Bunu da öğren, buna da tecrübe de.” Ve gerçekten öyle oldu. Yediğim darbelerin hepsi ‒o an acı verse bile‒ bana ileride güç verdi. Bazen geceleri kendi kendime hesap sordum. Neden bu kadar sustum? Neden bir şeyleri söylemedim? Neden karşılık vermedim? Cevap hep aynıydı: Çünkü artık kavga etmek istemiyordum. Kırmak istemiyordum. Zaman kaybetmek istemiyordum. Yaşadığım her şey beni olgunlaştırdı. Konuşmayı değil, dinlemeyi seçtim. Bağırmayı değil, anlamayı seçtim. Kırılmayı değil, kabullenip yoluma devam etmeyi seçtim. Sustukça fark ettim ki, insan sessizken kendini daha iyi duyuyor. Hayatın gürültüsü azalınca kalbin sesi yükseliyor. Kalbimin söylediği şeyse çok netti: “Doğru yoldasın. Yeter ki sabırlı ol.” Sabır… Öğrenmesi en zor olan ders buydu. Acıya sabretmek, haksızlığa sabretmek, yanlış anlaşılmaya sabretmek… Ama sabır, insanı öyle bir noktaya getiriyor ki; bir gün dönüp ardına baktığında yaşadığın her şeyin seni bir yere hazırladığını görüyorsun. Ben de gördüm. Zamanla… Acılarım, hayal kırıklıklarım, sessizliklerim, yalnızlıklarım… Hepsi beni bir noktaya taşıdı. Bugün ayakta durabiliyorsam, sustuğum için duruyorum. Bugün kendime güvenebiliyorsam, sessizlikle büyüdüğüm için güveniyorum. İnsan sustuğu zaman insanları daha net seçebiliyor. Kim kalmak istiyor, kim gitmek istiyor, kim gerçekten yanında, kim çıkarı var diye duruyor… Hepsi sessizlikte ortaya çıkıyor. Ben de böyle ayıkladım hayatımdaki insanları. Bir gün aynaya baktığımda kendime çok net bir cümle söyledim: “Sen artık sustuğun için güçlü olan birisin.” Çünkü konuşmayı herkes yapar. Bağırmayı herkes yapar. Kavga etmeyi herkes yapar. Ama susup yürümek, susup sabretmek, susup olgunlaşmak herkesin yapabileceği bir şey değildir. Suskunluğumun bana öğrettiği en büyük derslerden biri de şuydu: İnsan her şeyi kalbine yükleyip yürümeye devam etse bile, yük zamanla hafifliyor. Çünkü tecrübe ağır olanı alıyor, hafif olanı bırakıyor. Bir gün fark ettim ki; artık kırılmıyordum. Aynı sözlere, aynı davranışlara, aynı insanlara kırılmıyordum. Çünkü daha önce yaşamıştım. Daha önce o acıyı tatmıştım. Ve insan bir acıyı ikinci kez yaşadığında daha kolay kabulleniyor. Sustukça olgunlaştım. Olgunlaştıkça güçlendim. Güçlendikçe bakışım değişti. Her şey daha net görünmeye başladı. Tecrübe işte böyle bir şeydi. İnsana bir gecede gelmiyordu. Sessizliklerde, bekleyişlerde, hayal kırıklıklarında, sabır sınavlarında büyüyordu. Geriye dönüp baktığımda gördüğüm tek şey vardı: Sustuğum her an, bugün olduğum kişiye bir tuğla eklemişti. Yürüdüğüm yol, konuşarak değil susarak şekillenmişti. Herkes hayatı anlatırken ben hayatı anlamaya çalışmıştım. Ve anladım ki: Sustukların seni önce yorar, sonra olgunlaştırır, en sonda da güçlendirir. Sustuğun için kaybettiğini düşünürsün ama aslında en çok sustuğun anlarda kazanmaya başlarsın. Çünkü tecrübe dediğin şey sessizliğin içinden doğar. Sustuğum dönemlerde fark ettiğim bir başka gerçek daha vardı: İnsan susunca, çevresindeki gürültülerin rengi değişiyor. Eskiden beni rahatsız eden şeyler artık önemini yitiriyor, sesini yükseltenler artık gözümde küçülüyordu. Çünkü ben sessizliğimle büyürken, bağıranlar aynı yerde kalıyordu. Sadece dışarıdaki insanları değil, kendimi de tanımaya başladım. Hangi sözü içimde sakladığımı, hangi acıyı taşıdığımı, hangi kırgınlığın beni yavaş yavaş değiştirdiğini… Bazen yıllardır içimde tuttuğum bir cümlenin aslında söylemeye değmeyecek kadar küçük olduğunu fark ettim. Bazen de bir bakışın, bir sözden çok daha ağır olabileceğini öğrendim. İnsan sustukça içindeki aynaya bakıyor. O aynada gördüğüm şey, geçmişte tanıdığım o kırılgan kişi değildi. Artık daha sağlam, daha temkinli, daha dikkatliydim. Kime güvendiğimi, kimin beni yaraladığını, kimin hayatımda iz bıraktığını net bir şekilde hatırlıyordum. Bana zarar verenlerin adını unutsam bile hissettirdiklerini unutamıyordum. Suskunluğum, unutmam için değil anlamam için vardı. Çünkü anlamak, affetmekten çok daha zor bir yoldu. Affetmek bazen kolay gelir insana, ama anlamak sabır ister, emek ister, yüzleşme ister. Ben hepsini yaşadım. Bir gün, yıllar önce yaşadığım bir olayı durduk yere hatırladım. O zamanlar çok kırılmıştım, çok üzülmüştüm. Şimdi aynı olayı düşündüğümde fark ettim ki, beni kıran insanlar o gün olduğu yerde kalmıştı. Ben ise o kırılmadan sonra yüzlerce adım yol almıştım. Bazen susmak, geride kalana değil, ilerleyene yarıyormuş. Kendimi ifade etmeyi yıllarca konuşarak sanmıştım. Ama aslında beni en çok anlatan şey, sustuğum anlardı. Çünkü susarken içim konuşuyordu. Kelimelerin açıklayamadığı duygularım vardı. Onları ancak sessizlik büyütebilirdi. Zaman geçtikçe sessizliğimin bana bir şey daha öğrettiğini fark ettim: İnsan kimseye hesap vermek zorunda değil. Kırıldığını anlatmak zorunda değil. Neden uzaklaştığını, neden vazgeçtiğini, neden susmayı seçtiğini açıklamak zorunda değil. Her şeyin cevabı davranışlarında saklı. Giden, kendini korumak için gider. SUSAN, kendini tüketmemek için susar. İnsanların “neden konuşmadın?” sorusuna artık tek bir cevabım vardı: “Çünkü anlamayacak birine kendimi harcamak istemedim.” Zamanla öğrendim ki, bazı insanlara derdini anlatmak suya yazı yazmak gibi. Silinir gider. Ama bazı insanlar vardır; bir bakışıyla söylemediğin her şeyi anlar. Fark ettim ki, benim çevremde hep suya yazanlar vardı. Bu yüzden yıllarca içimde biriktirdim. Biriktirdiklerim bir gün beni taşıyamaz hale geldiğinde ise, onlarla yüzleşmeyi seçtim. Geçmişimle, hatalarımla, kırgınlıklarımla, sustuklarımla… Hepsi karşıma tek tek çıktı. Bu yüzleşme kolay olmadı; geceler boyu düşündüğüm oldu, bazen uykularım kaçtı, bazen dakikalarca tavana baktım. Ama sonunda anladım ki: En büyük savaş insanın kendi içindedir. Ve ben bu savaşın ortasında ayakta kalmayı öğrendim. Suskunluk, bana sadece sabrı değil, çözümleri de getirdi. Artık sorunları bağırarak çözmeye çalışmıyordum. Sakin bir zihinle, ağır ağır ama doğru adımlarla çözüyordum. Eğer biri beni yanlış anlamışsa açıklamıyordum. Çünkü doğru insan zaten benim sessizliğimden bile ne hissettiğimi anlardı. Bir noktadan sonra sessizliğim benim karakterim oldu. Yeni tanıştığım insanlar, “Çok sakinsin, çok dinginsin” derdi. Kimse bilmezdi ki, bu dinginliğin altında bir sürü kırılma, bir sürü yorgunluk, bir sürü mücadele vardı. Ama aynı zamanda bir sürü tecrübe, bir sürü güç, bir sürü olgunluk da vardı. Sustuğum her şey beni önce içime kapattı. Sonra içimden yeni bir ben çıkardı. Kırılgan olan gitmişti. Yerine daha dikkatli, daha gerçekçi, daha güçlü biri gelmişti. Ve şunu fark ettim: İnsan değişirken çevresi değişmiyor. Sadece gözleri açılıyor. Eskiden görmediğin şeyleri görmeye başlıyorsun. Eskiden tahammül ettiğin sözlere artık tahammül edemiyorsun. Eskiden alıştığın davranışların aslında sana zarar verdiğini anlıyorsun. Sustuğum için kaybettiğimi zannettiğim çok oldu. Ama bugün görüyorum ki, kazandığım bir sürü şey var. Öncelikle kendimi kazandım. Kendimi, ne istediğimi, neye tahammül edemediğimi, neyin beni tükettiğini öğrendim. Susarak öğrendim. Sustuğumda anladığım bir şey daha vardı: Hayat kimseyi hak etmediği bir acıyla sınamaz. Her acının içinde bir ders, her dersin içinde bir yolculuk, her yolculuğun sonunda bir değişim vardır. Ben de o değişimin içinden geçtim. Bu bölümün sonunda kendime dönüp baktığımda şunu çok net söyleyebiliyorum: Eğer bugün olduğum kişiyle gurur duyuyorsam, bu konuşarak değil sustuğum için oldu. Sükûnetimde büyüdüm, sessizliğimde ayakta kaldım, tecrübemde olgunlaştım. Sustuklarım beni tüketmedi; beni ben yaptı. Bugün hangi adımı eminlikle atıyorsam, hangi insanı gönül rahatlığıyla hayatımdan çıkarıyorsam, hangi kapıyı cesaretle kapatıyorsam… Hepsi sustuklarımın bana verdiği güç sayesinde. Çünkü artık biliyorum: Sessizlik bazen bir bitiş değil, bir başlangıçtır. Ve ben o başlangıcı çoktan yaptım. Sustuğum her günün bana başka bir şey öğrettiğini anladığım bir dönem oldu. Sabah uyandığımda bile artık eskisi gibi hissetmiyordum. Sanki içimde, her sabah biraz daha büyüyen bir farkındalık vardı. Bu farkındalık, bana istemediğim hiçbir şeyi hayatımda tutmak zorunda olmadığımı fısıldıyordu. Zamanla, insanlar için kendimi yormamayı öğrendim. Kalbimi kıran bir sözü duyar duymaz eskisi gibi hemen toparlanmaya çalışmıyordum. Bırakıyordum… Acı içimde dolaşsın, beni yoklasın, bana ne anlatmak istiyorsa anlatsın. Sonra da çıktığı gibi sessizce akıp gitsin. Çünkü artık biliyordum ki, bazı acılar hayatında tahribat bırakmaz; tam tersine seni yeniden inşa eder. Sustuğum yerlerde paramparça olduğumu sandığım günler vardı. Ama bugün dönüp bakınca, o kırıkların arasında kendimi bulduğumu fark ediyorum. Bir insanın en çok ne zaman değiştiğini merak ettim uzun süre. Sonra cevabını çok net anladım: İnsan, kendini kimsenin anlamadığı gün değişiyor. O gün susuyor, o gün uzaklaşıyor, o gün kendine dönüyor. Ben de öyle oldum. Kimsenin anlamaya çalışmadığı bir dönemde içime döndüm. Konuşmayı bıraktım, anlatmayı bıraktım, açıklamayı bıraktım. Bıraktıkça hafifledim. Hafifledikçe güçlendim. Çevremdeki insanların yüzlerine daha dikkatli bakmaya başladım. Kim gerçekten beni merak ediyor, kim sadece konuşacak bir şey arıyordu? Kim beni anlıyormuş gibi davranıyor, kim gerçekten dinliyordu? Hepsi sessizliğimde belli oldu. Bir süre sonra, suskunluğumun insanları rahatsız ettiğini fark ettim. Çünkü insanlar, kontrol edemediklerinden korkar. Ben sustukça gözlerimin arkasındaki düşünceleri merak eder oldular. Anlatmadığım için beni çözemediler. Çözemeyince de ya uzaklaştılar ya hayal ettikleri şekli bana yapıştırmaya çalıştılar. Ama ben artık başkalarının hayal ettiği kişi olmayı çoktan bırakmıştım. Kendime yeni bir yol çiziyordum. Bu yol sessizdi, sakindi ama emin adımlarla ilerliyordu. Her insanın hayatında bir dönüm noktası vardır. Benimki de o sessizlik dönemiydi. Bir sabah uyandım ve dedim ki: “Bugün kimsenin enerjisini üzerime almıyorum.” İşte o gün ilk kez gerçekten özgür hissettim. İnsanların ne düşündüğünü umursamadan, kimin ne söylediğine aldırmadan, başkalarının yorumu olmadan yürüdüm. Belki dışarıdan hiçbir şey değişmemiş gibi görünüyordu ama içimde koca bir dünya yerinden oynamıştı. Sustukça kendime daha çok tutundum. Bazen yalnız kaldım, bazen kalabalığın içinde bile yapayalnız hissettim. Ama hiçbir yalnızlık bana kendimi keşfetme gücü kadar zarar vermedi. Aksine, her yalnızlık beni daha dirençli birine dönüştürdü. İnsan susunca sadece dış sesi kısmıyor; içindeki ses yükseliyor. Ve o ses bazen öyle güçlü konuşuyor ki, bugüne kadar duyduğun hiçbir sesle kıyaslanmıyor. İçimde yükselen o sesi takip ettim. O ses bana hangi kapıyı kapatmam gerektiğini, hangi insandan uzak durmam gerektiğini, hangi duygunun beni tükettiğini bir bir gösterdi. Sustuğum her gün, kendi gerçeğime biraz daha yaklaştım. Artık kimseyi suçlamıyordum. Kimseye kızmıyordum. Kimseyi değiştirmeye çalışmıyordum. Çünkü öğrendim ki: İnsan ancak kendini değiştirebiliyor. Bir gün, uzun zamandır konuşmadığım birine rastladım. Yüzüme baktı ve “Eskisi gibi değilsin” dedi. Haklıydı, değildim. Artık konuşarak değil, yaşayarak anlatıyordum her şeyi. Artık tepkilerim değil, mesafem anlatıyordu beni. Artık sözlerim değil, seçimlerim gösteriyordu ne hissettiğimi. Sustukça hayatın bana en değerli hediyesini verdiğini fark ettim: Kimin yanımda kalması gerektiğini, kimin gidişinin bana iyi geleceğini öğretti. Gidişlere kızmamayı öğrendim. Bazı insanların gitmesi gerekiyormuş. Yer açmak için, nefes vermek için, kalbimi hafifletmek için… Bazı insanların ise kalması gerekiyormuş. Ama kim olduğunu anlamak için önce sessiz kalmam gerekiyormuş. Çünkü sessizlik gerçek yüzleri ortaya çıkarır. Artık suskunluğumu bir savunma mekanizması olarak değil, bir yaşam biçimi olarak görüyordum. Konuşmam gerektiğinde konuşuyor, susmam gerektiğinde sessizliği bir duvar gibi örüyordum. O duvar beni koruyor, beni dinlendiriyor, beni iyileştiriyordu. Bir süre sonra şunu fark ettim: Hayatımda hiçbir şey tesadüf değildi. Sustuğum insanlar, sustuğum olaylar, sustuğum günler… Hepsi beni bir yere hazırlamıştı. Bugün hala değişiyorum. Hala öğreniyorum. Hala bazen susuyorum, bazen konuşuyorum. Ama artık hangisini ne zaman yapacağımı biliyorum. Çünkü hayat bana en büyük dersi verdi: Sustuğunda, önce seni yok sayanlar olur. Sonra seni merak edenler… Ama en sonunda seni anlamaya başlayanlar çıkar. Ve işte o son grup gerçek insanlardır. Ben de gerçek insanlarla, gerçek yaralarla, gerçek tecrübelerle yürümeyi seçtim. Sustuklarım beni eksiltmedi; tamamladı. Öğretti. Olgunlaştırdı. Ve en önemlisi beni ben yaptı. Bir noktadan sonra şunu da öğrendim: Bazı insanların seni anlamasını beklemek yoruyormuş. Herkesin seni senin gibi görmesi, senin gibi hissetmesi mümkün değilmiş. Bu yüzden artık beklentilerimi yüksek tutmuyorum. Kimseden beni anlamasını istemiyorum. Sadece saygı duyması yeterli. Çünkü insanı en çok yoran, anlaşılmamak değil; yanlış anlaşılmaya sürekli kendini açıklamaya çalışmakmış. O yüzden susmayı seçtiğim gün aslında kendimi korumayı da seçmişim. Her kelimenin bir bedeli varmış, bazı insanlara harcanacak kelimen yoksa bu da bir tecrübe demekmiş. Zaman geçtikçe şunu fark ettim: Sessizlik sadece uzaklaşmak değil, bazen toparlanmakmış. Kendini dinlemek, kendine dönmek, içindeki yaraları onarmakmış. Dışarıdan bakıldığında belli olmasa da, insan en büyük tamirini kendi sessizliğinde yapıyormuş. Artık biliyorum ki; susmak zayıflık değil, kontrol etmeyi öğrenmektir. Bazen geri çekilmek yenilmek değil, kendini harcamamaktır. Bazı cevaplar sözle değil, mesafeyle verilir. Ve hayat bana bir şey daha öğretti: Her susuşun bir dönüşü vardır. Ya kendine, ya hayata, ya da daha iyi bir insana… Ben kendi dönüşümü sessizliğimde buldum. Bugün neyi konuşmam gerektiğini, neyi susmam gerektiğini, kimle yol yürüyüp kimden uzak durmam gerektiğini çok daha net biliyorum. Çünkü sustuklarım beni olgunlaştırdı. Konuştuklarım değil, konuşmadıklarım beni büyüttü. Ve şimdi geriye dönüp baktığımda sadece şunu söyleyebiliyorum: İyi ki susmuşum. İyi ki beklemişim. İyi ki acele etmemişim. Çünkü bugün olduğum yer, o sessiz günlerin bir armağanı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD