📖 13. BÖLÜM – TECRÜBENİN KADINDAN DUYULAN EN DERİN SÖZLERİ
Hayat bazen sessizce konuşur…
Ve en çok da susan kadınları büyütür.
Ben büyüdüm.
Acıyla, yalnızlıkla, yanlışlarla, kendi içimin karanlığıyla…
Ama en çok da sessizliklerimle.
Bugün kendime dönüp baktığımda fark ettim ki; yaşadığım hiçbir şey boşa değmemiş.
Her kırık, her yara, her terk ediş, her hayal kırıklığı beni bugünkü hâlime çevirmiş.
Düşünmek bile tuhaf… çünkü bir zamanlar bana ağır gelen her şeyin, şimdi omuzlarıma nasıl güç verdiğini görüyorum.
Ve işte bugün, tecrübenin bana öğrettiği sözleri içimde yankılanırken buldum kendimi:
“Ben artık kimseyi kaybetmiyorum… giden sadece yük oluyor.”
Eskiden kaybettiklerim için ağlardım.
Şimdi geriye dönüp baktığımda, aslında beni geleceğimden alıkoyan zincirlermiş hepsi.
Bir kadın, fark etmediği yüklerle ayakta durmaya çalıştığında yoruluyor.
Ben yorulmuşum… ama artık yorgun değilim.
Rüzgâr yüzüme çarpıyordu.
Sokakta yürürken insanların telaşına bakıyordum.
Kimisi acele ediyor, kimisi birine yetişiyor, kimisi kalabalıkta kaybolmayı seçiyordu.
Ama ben yürürken kendimi hiç acele ediyormuş gibi hissetmedim.
Tecrübe bana şunu fısıldıyordu:
“Beni yoran insanlar değil; anlamaya çalıştıklarım oldu.”
Hak vermeye çalıştığım herkes, bugün bana haksızlığın en büyüğünü etmişti.
Meğer ben, kendimi korumayı bilmiyormuşum; hep başkalarını anlamaya çalışmışım.
Bir köşeden geçerken durup aynaya baktım.
Yüzümdeki çizgilere değil, gözlerimin derinliğine baktım.
Artık eskisi gibi değillerdi.
Yorgun değildim; uyanıktım.
Ve içimden bir söz daha doğdu:
“Bir insanın gerçek yüzünü en çok sessizliğinde görürsün.”
Ben sustukça, birçok insanın gerçek yüzü ortaya çıkmıştı.
Suskunluğum onların aynası olmuştu.
Ve ben buna minnettarım.
Eve doğru yürürken bir banka oturdum.
Düşüncelerim beni rahat bırakmıyordu, ama artık huzursuz değil, sakindi.
Çünkü biliyordum ki:
“Ben sustum diye haklı olmadın… sadece değmeyecek kadar küçüktün.”
Bir zamanlar sesimi duymayanlar, bugün sessizliğimin altında eziliyordu.
Geçmişte kırıldığım yerleri hatırladım.
Her kırığın altında büyüyen bir yanım vardı.
Hayat bana şunu öğretmişti:
“Eskiden kırılırdım… şimdi sadece uzaklaşmayı öğreniyorum.”
Uzaklaşmak, kaybetmek değildi.
Uzaklaşmak, kendine yaklaşmaktı.
Ben de kendime yaklaşmıştım.
Düşündüm…
Beni en çok ne güçlendirdi?
Hangi acı beni bugünkü ben yaptı?
Cevap sandığımdan daha basitti:
“Kayıplarım beni üzmedi… beni bana bıraktı.”
Bir kadın, kendine kaldığında büyürmüş meğer.
Ben de öyle büyüdüm.
Sokağın sessizliğinde hafif bir melodi gibi içimden şu söz geçti:
“Ben seni affetmedim… sadece önem sırasından sildim.”
Affetmek bazen bir daha aynı yere dönmemekmiş.
Ben dönmedim.
Geride kaldılar.
Ayağa kalkıp yürümeye devam ettim.
Yürüdükçe içimdeki kadın daha da netleşiyordu.
Sanki tecrübelerim beni izliyor, her adımımda bana bir söz daha fısıldıyordu:
“Uğraştıkça gördüm… bazı insanlar çaba istemiyor, mesafe istiyor.”
Hak ettikleri mesafeyi verdim.
Ve hayatım ilk kez düzeldi.
Bir dükkânın vitrininde kendimi fark ettim.
Saçlarım dağınık, yüzüm doğal, ama duruşum dimdikti.
İçimde yankılanan o tok söz kendini hatırlattı:
“Ben bir kere büyüdüm… bir daha kimsenin sözüyle küçülmem.”
Bu söz içime öyle yerleşti ki, sanki yıllardır aradığım cümle buydu.
Evet… ben artık küçülmüyordum.
Eve dönerken hava kararmaya başlamıştı.
Gökyüzünde tek bir yıldız vardı, ama o yıldız bile karanlığa meydan okuyordu.
Ben de kendimi o yıldız gibi hissettim.
Söndüğüm yerde değil, parladığım yerdeydim artık.
Pencereye yaklaşırken içimde başka bir söz belirdi:
“Kendime dönmeyi öğrendiğim gün… kimseye dönüş borcum kalmadı.”
Ne doğru bir cümleydi…
Ben hep başkalarına dönen bir kadındım.
Herkese yetişmek isteyen, herkesi mutlu etmeye çalışan, herkes için kendini unutan…
Ama artık dönmüyordum.
Kendime dönmüştüm.
Çayımı alıp pencereye oturdum.
Hayatımı düşündüm.
Beni eksilttiğini sandığım her şeyin aslında beni tamamladığını fark ettim.
İçimdeki kadın konuşuyordu:
“Ben çok şey gördüm, çok şey öğrendim. En önemlisi de şu: Kimseyi olduğundan fazla büyütmeyeceksin.”
Evet.
Ben büyütmüşüm.
Hem insanları, hem duyguları, hem acıları…
Ama artık hiçbir şeyi olduğundan fazla görmüyordum.
Bir an gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım.
O nefesin içinden şu söz çıktı:
“Artık kimsenin gölgesinde değilim. Artık kimsenin sözünde değilim. Artık kimsenin tanımladığı kadın değilim.”
Kendi kelimelerimle, kendi adımlarımla, kendi yaramla yürüyen bir kadındım artık.
Gülümsedim.
O gül
O gece pencereden dışarı bakarken, yıllardır bana yük olan bir düşünce geldi aklıma:
Ben bütün hayatımı birilerine yetişmeye çalışarak geçirmişim.
Birilerinin beklentilerine, sözlerine, isteklerine, kurduğu hayallere…
Ama kendi hayalime bir gün bile yetişmemişim.
Bu fark ediş öyle ağır, öyle çıplak bir gerçekti ki, içimden şu söz döküldü:
“Ben kendi hayatıma geç kalmışım… ama bundan sonrası için kimseye izin vermem.”
Kendi gölgemin peşinde koştuğumu anladığım an, adımlarım ağırlaştı ama kalbim hafifledi.
Tecrübe bana yeni bir bakış açısı veriyordu.
Artık koşmak zorunda değildim.
Beni anlayacak olan zaten yürüyüşüme yetişirdi.
Bir an defterimi aldım.
Yıllarca herkese anlatıp kendime hiç anlatmadığım şeyleri yazmaya başladım.
Her kelime içimi boşaltıyor, her cümle omzumdaki yükleri indiriyordu.
Deftere şu cümleyi yazarken durdum:
“Ben artık üzülmeyi değil, anlamayı seçiyorum.”
Çünkü üzülen bendim, anlayan yine bendim.
Beni yaralayanlar yoluna devam etmişti ama ben hâlâ o yaraların başında bekliyordum.
Tecrübe burada beni dürttü;
fısıldar gibi bir ses duyuldu içimde:
“Bir kadın acısında değil, acısından çıkarken büyür.”
Evet… ben çıkmıştım.
Yıllarca içimde tuttuğum, söylemeye cesaret edemediğim cümleleri ilk kez kendime itiraf ettim:
“Benim de yorulduğum yerler vardı… ama yoruldum diye pes etmedim.”
“Ben de yalnız kaldım… ama yalnız olduğum günlerde kendimi buldum.”
“Ben de düştüm… ama düştüğüm yerde kalmadım.”
Kadınlığın ağırlığını değil; taşımanın gücünü öğrendim.
Bir an kendime sorar gibi oldum:
“Bu kadar şeyi nasıl atlattım?”
Cevap yine içimden geldi:
“Çünkü içimdeki kadın hiçbir zaman pes etmedi.”
Belki ağladım, belki kırıldım, belki çok yandım…
Ama parçamı kimseye vermedim.
Kendi bütünlüğümü kendim tamamladım.
O an yıllardır duyamadığım bir şeyi duydum:
Kendi kalbimin sesini.
Bu ses çok net bir cümle söyledi:
“Artık kimsenin beni anlamasını beklemiyorum.”
Çünkü anlamayanlar zaten beni hiç görmemişti.
Ben gözlerinin önünde var olmaya çalışırken, onlar başka yerlere bakmıştı.
Pencerenin önünde biraz daha oturdum.
Sokağın sessizliğinde ayak sesleri yankılanıyordu.
Bazıları eve acele ediyordu, bazıları telefona bakarak yürüyordu, bazıları huzursuzdu.
Ben ise ilk kez huzurla duruyordum.
“Ben hayatın beni ittiği yerde değil, benim seçtiğim yerde duracağım artık.”
Bu cümle içimde yer buldu.
Kendimde yeni bir yer açtı.
Yeni bir kadın yarattı.
Çünkü tecrübe, bir kadını değiştirirken asla gürültü yapmaz;
kadın sessizce dönüşür.
Geçmişimi düşündüm…
Bir zamanlar mutlu sandığım, aslında beni yavaşça tüketen günleri.
Birilerine yaranmak için verdiğim tavizleri.
Kırılmamak için sustuğum zamanları.
Ben kimse kırılmasın diye kendimi incitmişim meğer.
Şimdi bunun hesabını kimseye sormuyorum.
Çünkü biliyorum ki:
“Ben kendime yaptığım her şeyi kendim telafi edeceğim.”
Kimse beni tamamlamak zorunda değil.
Kimse beni iyileştirmek zorunda değil.
Ben kendi kendimin ilacı olmayı öğrendim.
Aynaya bir daha baktım.
Gözlerimdeki kadın artık tanıdığım biri değildi.
Daha güçlüydü.
Daha sakin…
Ve en önemlisi:
Kendinden emindi.
“Ben artık başkaları için değil, kendim için varım.”
Bu cümle bir dönüm noktasıydı.
Hayatımı ikiye bölen çizgiydi.
O çizginin önünde duran kadın geçmiş, arkasında duran ise yeni bendim.
Bir süre sonra yatağa uzandım.
Tavanı izlerken yıllarca içimde taşıdığım yüklerin ne kadar ağır olduğunu düşündüm.
Sırf sevilmek için, sırf kabul edilmek için, sırf yalnız kalmamak için neleri görmezden geldiğimi hatırladım.
Artık hiçbirini görmek zorunda değildim.
Çünkü:
“Ben artık kendimle barıştım. Barıştığım yeri kimse bozamaz.”
Gözlerimi kapattığımda içimden son bir cümle yükseldi.
Bu cümle, bütün bölümün, bütün yaşadıklarımın, bütün tecrübelerimin özetiydi:
“Ben, beni yıkan yerden değil… beni yeniden doğuran yerden devam ediyorum.”
Ve işte tam o anda hissettim:
Bu bir son değildi.
Bu, bir kadının kendi hayatını yeniden yazmaya başladığı andı.
İçimde bir kapı daha açıldı.
O kapının ardında hem umut vardı, hem güç, hem sessizlik, hem de çok şey yaşamış bir kadının olgunluğu.
O karanlık odanın içinde fısıldadım:
“Ben bitti sandıkları yerde başlamayı öğrendim.”
Ve o anda biliyordum…
Bundan sonra hiçbir acı beni eskisi kadar sarsamayacak.
Çünkü ben artık acının içinden geçip ışığa yürümeyi öğrenmiş bir kadındım.
Gözlerimi kapattım.
Nefesim sakindi.
Kalbim ağır ama huzurluydu.
Ve kendi kendime son kez söyledim:
“Ben, tecrübemle büyüyen bir kadınım…
Ve artık hiçbir şey beni durduramaz.”
“Kırıldığım yer beni büyütmedi; kalktığım yer büyüttü.”
“Sessizliğimi yanlış anlayanların sesi artık bana ulaşmıyor.”
“Ben kimseye hesap vermiyorum; çünkü hesabı kendime çoktan verdim.”
“Acı beni değiştirmedi… bana kim olduğumu hatırlattı.”
“Beni unutanları taşıdığım yüklerden biri sanıyordum; meğer sadece gölgelerinden ibaretmiş.”
“Artık kimseyi olduğundan fazla görmüyorum; herkes hak ettiği kadar yer kaplıyor.”
“Ben kendime dönünce hayat bana yol verdi.”
“En büyük gücüm, geri dönmediğim yerlerde saklı.”
“Eski ben öldü demiyorum… ama yerini bilmesini öğrettim.”
“Ben yaşadıklarımın toplamı değilim; aldığım derslerin bütünüyüm.”