Bölüm 7-II

1812 Words
"Nisa!" dedi Hakan sandalyesini çekip ayağa kalkarken. Kendinden fazlasıyla emin bir ifade ile devam etti. " Geleceğini biliyordum." Nisa Hakan'ın bu yersiz öz güveni karşısında öyle öfkelendi ki bir an geri dönmemek için kendini zor tuttu. Ne sanıyordu ki bu adam kendini? Ne demekti 'Geleceğini biliyordum.' Bu nasıl bir kendini beğenmişlikti? Üstelik bir hoş geldin bile dememişti kütük herif. Belki de Serkan'a haksızlık ediyordu, ondan beterleri de vardı işte. Bir örneği tam karşısında duruyordu. Nisa, pişmanlık duydu konuşma teklifini kabul ettiği için. Masaya oturmadan önce geri dönüp dönmemekte kararsızlık yaşarken Hakan Nisa'nın yanına gidip kolundan tuttu onu. Gözlerini kaçıran kızın bakışlarını yakalayabilmek için başını ona doğru eğdi. "Özür dilerim, hoş geldin. Gitme lütfen, konuşalım." En azından geç de olsa ‘hoş geldin’ demişti ve özür dilemesini biliyordu. Bu da bir şeydi. Oturup dinlemek için küçük bir sebep olabilirdi. "Ben, emin değilim." dedi Nisa karşılanma şeklinden rahatsız olduğunu belli etmek için. "Haklısın. Söz veriyorum, sadece konuşacağız. Uzun sürmez" Nereye gidiyordu bu konuşma böyle? Başka ne yapabilirdik ki zaten? Ne ima etmeye çalışıyordu bu kendini bilmez? Ne sanıyordu, kollarına atılacağımı falan mı? "Aptal!" dedi Nisa sadece kendi duyabileceği kadar fısıltıyla. Güneş'in başının etini yiyeceğini bilmese çoktan arkasını dönüp gitmişti ama bu adamı dinlemek Güneş'in söylenmelerini dinlemekten daha katlanılabilir olabilirdi. Ne kaybederdi ki yani? Alt tarafı birkaç dakika... Son bir kararla bir delilik edip oturmayı kabul etti. Bakalım ne yumurtlayacaktı ukala herif? "Nisa! Ben çok uzun zamandır... Yani seni gördüğüm ilk andan beri... Ben hep seni izledim." Çok uzun zaman dediği olsa olsa birkaç ay olabilirdi ancak. Duyan da yıllar geçmiş sanacak. Nisa, o an aklına beş yaşındaki kuzeninin “Ben hayatım boyunca…” deyişi gelince kahkahasına engel olamadı. “Komik bir şey mi söyledim?” Bakışları Nisa’yı anlamaya çalışır gibiydi, biraz da kırgın. “Yok! Bir an aklıma kuzenim geldi de. Seninle alakası yok. Ben seni dinliyorum, devam et sen!” “Dediğim gibi, ben hep seni izledim. Hareketlerini, tavırlarını, insanlarla olan mesafeni…” "Neden? Röntgenci misin sen?" derken az önceki sinirini adamdan çıkartmaya çalışıyordu Nisa. O kendini beğenmişin az da olsa damarına basmak istiyordu. Geç kalınmış bir hoşgeldinin özrü de olamazdı Nisa için. Hem zaten oldu olası sevememişti bu tipi. Ama işte adam suratına tükürsen “Ya Rabbi Şükür” diyenlerdendi. Ya da işine öyle geliyordu. "Çok tatlısın..." 'Haydaa... Adama bak! Ben alay ediyorum o iltifat sayıyor. Suratına tükürsem öpücük attım sanacak mal! Aşk böyle bir şey olmamalı. Bu olsa olsa ahmaklık!' diye içinden geçirse de Nisa, tabii ki sadece yalancı bir tebessümle karşılık verdi Hakan'a. "Nisa! Ben seni gördüğüm ilk andan beri..." dedi ve etrafına bakınmaya başladı Hakan. Bir türlü konuşamıyordu. Hadi ama! Az önce öz güveni tavan yapan adam da neredeydi? Zorla tahtaya kaldırılmış çocuklar gibi kekeleyip duruyordu şimdi. "Onu anladık! İlk andan beri ne?" "Ben bunları söylerken bu kadar zorlanacağımı düşünmemiştim." "Evet, girişinden öyle görünüyordu. Bak! Acele edersen, yetişmem gereken bir ders var ve sınırdayım." "Ah! Affedersin. Yani söylemek istediğim şey... Ben uzun zamandır sana karşı yoğun duygular hissediyorum." Yoğun mu? Nisa okuduğu bölüm etkisi ile bir an konuyu kütle hacim orantısına bağlayacaktı ki yapacağı esprinin ancak bir buz etkisi yaratacağını düşünüp susmayı tercih etti. Neticede fizik okuyorsanız bu olağan bir durumdu. Mesela herkes keyifli bir yolculuk yaparken siz tabelalardan okuduğunuz kilometre ile aracın hızını hesaplamaya çalışırdınız ya da herkes sevgilisi ile deniz üstünde gemileri seyrederken o an sizin aklınızdan geçen şey sadece suyun kaldırma kuvveti olurdu. Aslında bu manyaklık atalardan gelen bir gen olmalıydı. Zira meşhur pozu ile Albert Einstein'ı hatırlayabilirsiniz... Ya da hamamın keyfini çıkarmak yerine yeni bir keşif yapıp ardından 'evreka' çığlıkları ile dışarı çıplak fırlayan Arşimet'i... Bir fizikçiyseniz asla normal olamazdınız. Nisa düşüncelerinden sıyrılıp hala konuşmaya devam eden adama odaklanmaya çalışıyordu. Yaklaşık on dakikadır ne söylediğinden haberi dahi yoktu. "İşte o gün ben sana âşık oldum Nisa." "Hangi gün? Yani affedersin. Bilerek yapmamışımdır." "Tabii ki bilerek yapmadın ama işte gönül bu. Sevdi seni, çok sevdi. Acaba senin yüreğin de sever mi bu yüreği?" dedi Hakan. Nisa ise düşünüyordu. Romantik bir teklif miydi şimdi bu? Yoksa Nisa Serkan'la kala kala odunlaşmaya mı başlamıştı zira bu sözler onu hiç etkilememişti. Hem zaten etkilemesi de gerekmezdi. Hatta etkilememeliydi. "Ah! Özür dilerim. Bir yürek ancak bir adamı sevebilir. Kusura bakma..." "Yani? Başkası mı var? Ama... Ben, yani seni daha önce hiç..." "İşte bu kadar sığsın sen de diğerleri gibi. İlla koluma takıp gezdirmem mi gerek?" "Hayır, yanlış anladın. Yani ben bilmiyordum." Bu konu gereğinden fazla uzamıştı. Artık Nisa’nın bu işe el atması gerekiyordu. "Bilmen de gerekmez. Seni kırmak istemem ama olmaz. Başkası var benim yüreğimde, hayatımda olması şart değil ve ondan başkasını sevmek istemiyorum." "Yani aslında hayatında biri yok..." "Ya sen neyin hesabını yapıyorsun arkadaşım? Sana yüreğimde biri var diyorum, sen bana hayatında değil ki diyorsun? Sen ikinci olmayı yedirebilir misin kendine? Kabul edebilir misin böyle bir şeyi?" "Belki bir gün beni de..." "Hayır!" diyerek sözünü kesti Nisa Hakan'ın. "Belki bir gün diye bir şey yok." "Madem öyle neden buradasın? Yani az çok tahmin etmişsindir söyleyeceklerimi... Eğer öyle bir ihtimal dâhili değilse neden geldin?" Buyur bir de buradan yak! Ah Güneş! Senin aklına uyanda kabahat. Bak adam şimdi bunları söyleme hakkı buldu kendinde… diye içinden arkadaşına söyleniyordu Nisa. "Sadece..." Ne diyebilirdi ki şimdi? Güneş ısrar etti diye geldim de denmezdi ki adama... Ne cevap verecekti karşısında durmuş, rahatsız edercesine gözlerinin içine bakan aşığına... Hep Güneş'in suçuydu. Ne işi vardı ki yoksa Nisa'nın o masada... "Sadece yanılmış olabileceğimi düşündüm. Söyleyeceklerini merak ettim. Fazlası yok. Kusura bakma artık kalkmam gerek." "Sen yine de bir daha düşün. Ben hep seni bekliyor olacağım." Nisa cevap vermek yerine masadan kalkmayı tercih etti. Sonuçta bu onun tercihiydi. Nisa ona hiç umut vermemişti, gelecek için bir vaatte de bulunmadı. Aksine olmayacağını da söyledi. Bundan sonrası onun bileceğiydi. Olmayacak duaya âmin demekti Hakan'ın yaptığı. Yine de ne zaman büyük konuşsa konuştuğu başına gelirdi Nisa'nın. Bu yüzden sadece susmayı tercih etti. Hızlı adımlarla sınıfa girdiğinde onu meraklı gözlerle bekleyen Güneş'i fark etti. Az önce olanların bütün sorumlusu o değil miydi? "Ee... Anlatsana hadi! Ne oldu? Ne söyledi? Geçen gece radyoda ilan-ı Aşk eden o muymuş? Ne susuyorsun kızım? Anlatsana!" Güneş bütün merak oklarını bilemiş tek tek Nisa’ya fırlatıyordu tam on ikiden. “Hadi be!” Nasıl oldu da unutmuştu Nisa bunu sormayı? Sahiden radyodaki çekingen âşık o muydu acaba? Yok artık! Daha bir gece önce belki bir gün demişti ama o kadar da çabuk olamazdı herhalde. Her neyse! Önce Güneş'in merakını gidermeliydi yoksa başını ağrıtacaktı bu meraklı. “Ben onu sormayı unuttum.” “Nasıl unutursun Nisa? Günün en anlamlı sorusu buydu? Dün gece radyodaki kimmiş, öğrenemezsem orta yerimden çatlayacağım. Neyse, tamam, olabilir! Ben on bir şekilde öğrenirim. Sen anlat bakalım, neler konuştunuz?” "Yahu, bir dur Allah aşkına... Tamam, anlatacağım." deyip oflayarak arkadaşına döndü Nisa. "Bilmiyorum. Yani radyodaki o muydu diye sormadım, bilmiyorum. Ki o da zaten bir şey söylemedi. Hem o kadar hızlı cesarete gelebileceğini de sanmıyorum. Önemli bir şey konuşmadık. Klasik ilan-ı aşk işte... Nesini merak ediyorsun? Beni sev dedi. Ben de olmaz dedim. Özeti bu." "Of Nisa! Senin de ağzından cımbızla laf alıyoruz. Başka bir şey söylemedi mi?" "Söyledi. Röntgenciymiş, uzun zamandır beni gözlüyormuş." "O ne demek be?" "Ne bileyim, git ona sor. Başka bir şey söylemedi işte, o kadar. Bekleyecekmiş cevabımı... Ben de çok beklersin demedim tabii. Bıraktım çıktım." "Aman ruhsuz!" deyip hayal kırıklığı ile arkasına yaslandı Güneş. Elbette arkadaşının onunla birlikte olmasını istemiyordu ama en azından daha ayrıntılı bilgi verebilirdi. Merak ediyordu sonuçta... "Ruhsuzum kızım ben. Ruhumu bir karadeliğe kaptıralı çok oldu. E malum, oraya giden de geri gelmiyor." "Özür dilerim, ben..." "Tamam dileme bir şey. Çok sıkıldım. Az idare et beni, hava almaya çıkacağım." "Tamam, geç kalma." Nisa daralan ruhuna biraz nefes aldırmak için giriş kattaki boş sınıfa indi ve pencereyi ardına kadar açıp çiseleyen yağmur damlacıklarını izlemeye başladı. Fakat bu hava ona hiç yardımcı olmuyordu aksine eski hatıralarını hatırlatıyordu ona. Bir sabah onunla birlikte hafif çiseleyen yağmurun altında yan yana yürüdükleri o günü... Aralarındaki sadece dost ilişkisiydi Fırat'a göre ama Nisa'nın hisleri çok farklıydı. Yanında attığı her adımda alev alev yanıyordu ruhu... Elleri yanı başında salınırken tutamamak kahrediyordu onu... Aşkın imkânsız haliydi o... Olmazıydı... Son kez derin bir nefes aldı Nisa ve pencereyi kapatıp sınıfa yöneldi. O sırada telefonu çaldı. Açıp baktığında gelenin bir mesaj olduğunu gördü. Üstelik Serkan'dandı.. Anlık bir çarpıntı alsa da yüreğini dindirme konusunda tecrübeliydi Nisa. Yüreğine kızıp mesajı açtı. "Teşekkür ederim." "Ne için?" "Kahvaltı için..." "Afiyet olsun..." "Bir de..." "Bir de?" "Neyse..." "Söyler misin?" "Tırnaklarını çıkartırsın sen şimdi?" "Teşekkür ettiğin için mi?" "Hayır." "E hadi ama. Alay mı ediyorsun benimle???" "Bak çıkardın bile şimdiden..." "Evet ama sen de... Aman ya neyse tamam söyleme. Çok da umurumda!" "Değil mi gerçekten?" "Söyleyecek misin?" "Umurunda değilmiş..." "Aman ne halin varsa gör!" "Sen de!" Nisa sinirle telefonu cebine geri koyup sınıfın açık olan kapısından içeri süzülmeye niyetlenmişti ki Turan hocaya yakalandı. "Oo. Nisa hanım. Hoş geldiniz. Çay, kahve... Ne alırdınız?" "Özür dilerim hocam. Girebilir miyim?" "Hayır, çıkabilirsin." "Hocam, lütfen! Sadece beş dakika geç kaldım ve geçerli bir sebebim vardı." "Merak ettiğimi sanmıyorum. Kurallar belli. Geç kaldınız." "Aman be! Alın dersiniz de sizin olsun!" deyip kapıyı sertçe üzerine çarptı Nisa ve hızlı adımlarla uzaklaştı koridordan. Arkasından gelen ayak seslerinin yeri dövüşünden anlamıştı Turan Hoca'nın da peşinden geldiğini. Ancak sınıftan fazla uzaklaşmadan geri döndü. Nasılsa hesabını soracağı zaman gelecekti. Sonuçta dönüp dolaşacağı yer belliydi Nisa'nın. Bugün değilse yarın o derse girecekti elbet... 'Aferin Nisa! Bir bu eksikti! İyi halt ettin.' derken neredeyse kendini dövecekti ama olan olmuştu artık. En kısa zamanda ya özür dileyecekti Turan hocadan ya da bu dersi sittin sene geçemeyecekti. Kendi kendine saydırırken Güneş'e eşyalarını alması için mesaj attı ve çıktı okuldan. Hiçbir şey gelmiyordu içinden. Hele ders dinlemek, üstüne bir de hoca tribi çekmek... Hiç katlanamazdı... Çantası da sınıfta kalmıştı ve cüzdanı içindeydi. Fazla uzaklaşamazdı yani ama bir saat bekleyecek kadar da sabrı yoktu. Biraz yürümek iyi gelecekti. Kulaklıklarını takıp hedefi olmadan yürümeye başladı. Şarkı değiştikçe temposu da değişiyordu Nisa'nın. En son adımını atıp da durduğunda ise geldiği yer Fırat'ın evinin önüydü. Nasıl oldu da onun evine kadar gelmişti bilmiyordu. Ama birçok kez aynı psikoloji ile yürüyüşe çıktığında kendini aynı yerde bulmuştu. Onun evini izlerken... Aklı başka bir yol çizse de yüreğinin rotası belliydi. Onu her defasında o kapının önüne getiriyordu ama her defasında da kalbi paramparça oluyordu. Bir cesaret başını yukarı kaldırıp ikinci kattaki evin balkonuna odakladı bakışlarını. Kapısı açıktı. Evdeydiler belli ki... Belki de şimdi o balkonda kendisi olacaktı. Fırat ile mutlu bir hayatı olacaktı. Eğer cesaret edebilseydi... Ama şimdi... Sadece uzaktan seyrediyordu onun hayatını... Bu yaptığı Nisa'ya zarar vermekten başka bir işe yaramıyordu. Kendine kızdı her defasında olduğu gibi. Onu oraya getiren ayaklarına kızdı, unutamayan yüreğine kızdı, ona sevdiğini çok gören kaderine kızdı. Kızdı Nisa, kızgındı. Daha fazla orada kalmasının bir anlamı yoktu. Ani bir refleksle arkasını döndü ve bir anda kendini bir adamın kucağında buldu. Korkuyla başını yukarı kaldırdığında ise hasret kaldığı gözlerle karşılaştı Nisa. Belki de defalarca hayalini kurduğu gibi kollarındaydı Fırat'ın. Gözleri şoktan da olsa ilk kez bu kadar cesurca gözlerindeydi sevdiğinin. Yasaklısının...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD