"Tamam, benim hikayem özetle böyle. Peki ya sen? Yani siz... " derken çayından bir yudum alıp arkasına yaslandı Nisa. Kısa da olsa kendi hikayesini anlatmıştı. Bir nevi barış dalıydı bu Serkan’a uzattığı ve şimdi anlatma sırası ondaydı. Serkan ise ani gelen bu soruya karşı hazırlıksızdı. Zihninde Nisa'nın anlattığı buruk hikâye geziniyordu. Aşk acısı çeken sadece kendisi değildi belli ki...
"Biz ne?" dedi geçiştirme ihtimali olabileceğini düşünerek.
"Sizin de bir hikayeniz vardır herhalde... Yani o kızla... Sonuçta üç yıl geçirmişsiniz birlikte."
"Neşe ile! O kızın adı Neşe."
"Her neyse işte..." Nisa önemsiz birinden bahsediyormuş hissi vermeye özellikle çalışmıştı. Sabah kendisi hakkında söylediklerinden sonra o kızın adını dahi duymak istemiyordu. Ne var ki yanındaki bu bal gözlü ayı ona toz kondurtmuyordu. Böyle sahiplenen bir adam nasıl olur da bu kadar kolay gözden çıkarılabilirdi, anlam veremedi Nisa.
"Hikayesi olmayan bir aşk var mıdır ki?" Bu konuda haklıydı.
"Bilemem! Söz konusu sen olunca her şey mümkün."
"Ne yani? Oradan çok mu kalas gibi duruyorum?"
"Yok estağfurullah da malzeme de ortada yani..."
"Nisa!" Bu ses tonu aralarındaki anlaşmayı hatırlatma niteliğindeydi.
"Efendim!"
"Limonlu kek... Bu kadarını beklemiyordum doğrusu. Oldukça başarılı..." dedi Serkan baş parmağını yalarken. Neredeyse kek diye parmağını da yutacaktı. Nisa ise uyarı ile gelen ses tonunun ardından bir paylama beklemişti ancak Serkan beklediğinin aksine çok nazikti. Şaşırtıcıydı. Madem öyle, o da bu nezaketi geri çevirmeyecekti elbette.
"Teşekkür ederim ama konuyu saptırıyorsun. Yok değil mi bir hikayeniz? Allah bilir kızın kolundan tutup hadi sevgili olalım demişsindir. Senden beklediğim en romantik teklif bu..."
"Desene bir kalas olarak iyi iş çıkartmışım. Ayrıca boşuna uğraşma Nisa, sinirlenmeyeceğim. Bu gece kendime izin verdim."
"Hayır ya, ben ciddiyim. Anlat hadi... Sen böyle gizemli olunca daha bir değerli oluyor." derken bacaklarını bağdaş kurup altına topladı Nisa. Ciddi ciddi merak etmeye başlamıştı.
"Peki, tamam. Pes ettim! Yani aslında... Bunu söylemek çok zor ama... Haklısın."
"İşte, biliyordum. Bu yüzden lafı dolandırdın değil mi? Her neyse! Anlat sen dinliyorum." deyip bileğini Serkan'a doğru salladı Nisa. Ona doğru biraz eğilip dikkatle anlatacaklarını bekliyordu. Birkaç dakika önce neredeyse ağlayacak olan o kız gitmiş ve gerçek Nisa bir anda hortlayıvermişti. Acaba hangisi gerçek kimliğiydi karşısındaki kızın? Bazen olabildiğince eğlenceli ve kırılgan bazen de bir o kadar hırçın ve saldırgan olabiliyordu. Belki de geçmişte aldığı yaraları gizlemenin yolunu böyle bulmuştu. Bu da onun tarzıydı.
Serkan Nisa'nın bu kadar hevesli olmasına şaşırmıştı. Nasıl bir hikaye bekliyordu ki? Elbette kendisi bir Romeo değildi. Klasik Türk odunuydu neticede. Öyle büyütülmüş, öyle yontulmuştu. "Kızlara yüz verirsen tepene çıkarlar." diye nasihat etmişti hep babası. Bir de meşhur bir lafı vardı. "Oğlum, eğer bir kadın onu bırakamayacak kadar çok sevdiğini hissederse seni parmağında oynatır. Sen, sen ol; sevdiğini belli etme!" Böyle telkinlerle yetişen bir adamdan daha ne beklenebilirdi ki?
Doğrusunu söylemek gerekirse babasının tespitleri yerini bulmamış da değildi hani. Kıskanç bir kadındı Neşe ve otoriter bir yapısı vardı. Dominant bir karakterdi yani, tıpkı kendi annesi gibi. Ne yapar eder bir şekilde haklı çıkar, üstüne bir de trip atıp dediğini yaptırtırdı. Haksız da olsa bir şekilde kendini aklar, özrü yine Serkan’a diletirdi. Babasının dediği gibi Serkan'ı parmağında oynatıyordu ama Serkan durumun farkında değildi. Aşkın gözü kördü ne de olsa. Belki de annesinden öğrendiği ilişki şekli buydu.
Serkan babasından kalan hayallerinden sıyrılıp yüzüne bakan bir çift meraklı gözü fark edince boğazını bir yudum çay ile temizleyip konuşmaya başladı.
"Öyle romantik bir hikâye bekleme." derken Nisa'nın bakışlarında 'Onu geç, biliyoruz...' anlamı vardı. Serkan o manalı bakışları görmezden gelerek devam etti.
"Üniversiteye kayıt için gittiğimiz gündü. Genç ve yakışıklıydım o zamanlar. Kızlar peşimde pervane tabii..."
"Sallama Ziyaaa... Sadede gel." derken Münir Özkul taklidi yapmıştı Nisa. Birebir de yapmıştı hani... Neticede o eski filmlerle büyümüş ve her bir repliğini kazımıştı zihnine. Üzerinden yıllar geçse de aynı zevkle hâlâ izlerdi o filmleri. Ve hiçbir filme değişmezdi. Serkan'ın de hoşuna gitmişti bu taklit ama aleyhine olan bu durum yüzünden gülümsemesini gizleyip anlatmaya devam etti.
"Bütün bölümlerin kaydı aynı binada alınıyordu o zaman. E acemilik de var... Elimde dosyalar şaşkınca ne yapacağımı bilmeyerek etrafta dolanıyordum. O sırada babamın seslenmesiyle aniden arkamı dönünce..."
"Kıza çarptın değil mi?" diyerek Serkan'ın sözünü kesti Nisa. Ardından boğazından kaçan kahkahaya engel olamadı.
"Gülme! Kaderde varsa demek... Çarpışma durumu yani..."
"Ne kaderi be... Düpedüz... Neyse anladın sen. Hani kürklü olanından."
"Nisa! Dinleyecek misin?"
“Yani, çarpışma durumu senin için bir ‘kaderse(?)’ demek…” derken kıkırdamıştı ama Serkan’ın ‘Nisa!’ uyarısı ile ağzını eli ile kapattı.
"Tamam, tamam. Sustum!" deyip dudaklarının fermuarını kapadı Nisa. Serkan de sustuğundan emin olunca devam etti.
"Hem, Neşe hiç senin gibi düşünmemişti. Üstelik özür dileyen de oydu."
"Kesin önceden sana göz koyup bilerek arkanda beklemiştir, ona çarp diye. Yeşilçam modeli..." derken Serkan'ın uyarıcı bakışları ile karşılaşınca Nisa yeniden fermuarını kapadı. Ne yapsın? Engel olamıyordu işte çenesini tutmaya.
"Hakkını vereyim. Senden de hiçbir şey kaçmıyor."
"Ne konuda?"
"Bir süre sonra itiraf etmişti bilerek çarptığını." deyince bir kahkaha daha attı Nisa.
"Sen de yemişsin ama... Oğlum! Kız kavgalarının çoğu omuz çarpması ile başlar. Bir kız senle çarpışıyorsa bu kesinlikle tesadüf değildir."
"O zaman sen de mi hoşlandın benden." derken yarım ağız sırıtmıştı Serkan. Durumu lehine çevirmek istemişti. Netice de ikisinin hikayesi, biraz farklı da olsa çarpışarak başlamamış mıydı?
"Saçmalama! Bir kere sana ben çarpmadım. Silindir gibi omuzdan geçen sendin. Her neyse! Bu konuyu kapatalım. Yoksa pek de görmek istemeyeceğin bir sonuçla sonuçlanabilir. Ee, sonra ne oldu?"
"Aşk oldu. Sen içine edene kadar." deyince Nisa'nın yüzü düştü bir anda.
"Yüzüme mi vuracaksın her defasında?"
"Özür dilerim. Amacım bu değildi."
"Her neyse! Ayrıca sevgilin olacak sarı kafa çenesini biraz tutabilseydi şimdi çok daha farklı olabilirdi her şey."
"Sen de biraz sözlerine dikkat etsen!"
"Ah! Affedersin... Eski sevgiliye de toz kondurtmuyoruz. İyi be, tamam. Çok saygıdeğer hanımefendi biraz daha usturuplu konuşsaydı..."
"Tamam Nisa, uzatmayalım."
"Her neyse! Misafirliğin kısa olanı makbuldür. Özrümü kabul ettiysen ben kavga çıkmadan kalkayım. Hem geç oldu." deyip oturduğu yerden kalktı Nisa. Çantasına uzanmıştı ki Serkan önünü kesti. Derin bakışları buluştu Nisa’nınkilerle.
"Nereye gideceksin?"
"Beni merak mı ediyorsun?”
“Sadece bu saatte genç bir kızı tek başına dışarı göndermek hoşuma gitmiyor. Başına bir şey gelebilir?”
“Merak etme, bana bir şey olmaz.” derken Serkan'dan sıyrılıp kapıya yöneldi Nisa. Serkan ise peşinden yürüyordu.
"Emin misin?"
"Tabi ki. Hallederim ben." derken ayakkabılarını bağlıyordu Nisa. Bakışları oldukça kendinden emin ve inandırıcıydı. Serkan'a sağlam rol kesmişti ama gerçekler hiç de öyle değildi. Karanlıktan korkardı. Özellikle de gece sokakta, o karanlığın sessiz çığlığında tek başına yürümekten... Sadece bunca yaşanandan sonra o evde kalmayı istemek yüzsüzlük olur diye düşünüyordu. Belki ısrar eder diye bekledi Serkan'dan ama nafile... Serkan, kapıya kadar eşlik etmişti sadece Nisa'ya.
"Bir şeye ihtiyacın olursa evi biliyorsun."
"Teşekkür ederim. İyi geceler."
"Sana da..." deyip Nisa'nın ardından kapattı kapıyı Serkan. Aklını kurcalayan sorular onu endişelendirmeye başlamıştı. Hata mı etmişti acaba? Kalması için ısrar mı etmeliydi. Ama Nisa'ydı işte o da, inatçının tekiydi. Kabul etmezdi ki... Acaba sahiden de bakabilecek miydi başının çaresine? Etrafta nemden kıl kapan sapıklar gezinirken onun inadını önemsemeli miydi? Ayrıca, yanında gitmeyi teklif edebilirdi. Bu da bir seçenekti. Nasıl aklına gelmedi ki? Gerçekten Nisa haklıydı, ayının tekiydi kendisi. Hem de önde gideni.
Bir kez daha, tekrar onunla kalmasını teklif etmek için uzaklaşmamış olmasını dileyerek kapıyı açtı Serkan ama apartmanda kimse yoktu. Nisa çoktan gitmişti.
Serkan cevapsız kalan sorularla kapıyı tekrar kapatırken, Nisa kendisini sokakta bırakan gururuna ağzına geleni saydırıyordu. Serkan’a da kızmıyor değildi hani... İnsan bir kez daha sorar, az ısrar ederdi ama nerde... Netice de insan olan yapardı bunu. Serkan değil!
Keşke ilk teklifinde geri çevirmeseydi. Gürleyen gökyüzünden düşmeye hazırlanan damlacıkları hissettikçe biraz daha kızıyordu kendine. Ölümü belki de bu gururu yüzünden olacaktı. Hatta sabah haberlerinin 3. sayfasına çıkma ihtimali oldukça yüksekti. 'Parkta tek başına yatan kızın cesedi sabah saatlerinde yürüyüş yapan bir çift tarafından bulundu.' Ne acı ama...
Nisa aklından geçenler başına gelmesin diye kulağını çekti, ardından dudaklarını uzattı ve boş salıncağa doğru öpücük atarken kulağından indirdiği elini bankın sert tahtasına vurdu. Allah korusun işini sağlama almalıydı... Daha sonra hemen arkasında duran banka oturup valizini kollarının arasına aldı ve düşünmeye başladı. Zaten elinden daha fazlası da gelmiyordu. Bütün geceyi o kör bankta geçiremezdi. Bir çare bulmalıydı. Saatine baktı, gece yarısını çoktan geçmiş olduğunu fark edince bedenini bir titreme aldı. Yurdun kapıları çoktan kapanmıştı. Ayrıca muhteşem geçimli karakteri sebebi ile gidecek kimsesi de yoktu. O an sahteden de olsa biraz gülümseme ile iki arkadaş edinmediği için kendine kızıyordu. Gecenin ayazından mıydı yoksa korkudan mı, kestiremedi Nisa ama hızla atan kalbi ikinci ihtimali kuvvetlendiriyordu. Bir an önce bir yol bulmalıydı.
Tam ayağa kalkıp daha güvenli bir yer bulmak için hareketlenmişti ki arkasından gelen bir çift ayak sesi duydu. Önceleri önemsemedi ama sesler yaklaşıyordu. Dönüp bakmaya korkuyordu ama seslerin kendisine doğru yöneldiğini hissedince kalp atışları hızlanmaya başladı. Belki de sadece kulakları oyun oynuyordu ona. Belki sıradan biri evine gitmek üzere aynı yolu kullanıyordu, ne vardı ki bunda?
Nisa her ihtimale karşı adımlarını hızlandırmaya karar verdi fakat o hızlandıkça peşinden gelen ses de hızlanıyordu. Artık hiç şüphe yoktu. Sesler Nisa'yı takip ediyordu. Gecenin kör saatinde tek başına bir kızın ne işi vardı ki zaten parkta. Elbet bir sapık gelip onu bulacaktı işte...
Nisa ne kadar hızlansa da peşinden gelen ses ona yetişmek üzereydi. Kesilen nefesini düzene sokmaya çalışırken ayağına takılan taş yüzünden sendeledi ama yere düşmeden toparlanıp koşmaya devam etti. Son anda omzuna değen el Nisa'nın boğazından kaçan gürültülü bir çığlığa sebep oldu. O an omzuna dokunan el belini sardı ve diğer bir el dudaklarını kapatıp sesinin çıkmasını engelledi.
"Şşşş. Sakin ol!”