"Duydun değil mi? İyi bakılmam gerekiyormuş." dedi yine Serkan taksiye binmeden hemen önce. Nisa’nın kızdığını biliyordu ve onu böyle kızgın görmek hoşuna gitmeye başlamıştı. Evet, biraz cadılaşıyordu ama bakış açısını değiştirirse oldukça sevimli de görünüyordu.
"Duydum Serkan! Yaklaşık dokuz yüz seksen yedi kez duydum hem de... Tamam, anladım. İyi bakılman gerekiyor. Ben de elimden geleni yapacağım. Tamam!"
"Tabii ki yapacaksın!"
“Ya da vazgeçtim ya! Çağır sevgilini o baksın sana.” dedi Nisa kendi kapısını kapatıp koltuğuna yerleşirken. Serkan’ın hemen yanına…
“Hani şu beni terk etmesine sebep olduğun sevgilimi mi? Ne diyeyim kendisine? Senin şu kıskandığın kız yüzünden dayak yedim, gel beni iyileştir mi?”
“Yani, böyle söyleyince tabii… Olmaz, kabul. Tamam ama sen de insanı çileden çıkarma işte. Tamam, bir kez daha söz veriyorum. Sana iyi bakacağım.”
“Elin mahkûm, bakacaksın! Başka çaren var sanki.”
"Bak yine! Bana baksana sen! Sen bana bir şey mi ima etmeye çalışıyorsun?" derken öfkeli bakışlarını Serkan'ın üzerine dikmişti Nisa. Serkan'ın söylediği her söz diken olup batıyordu ona. Kendini suçladığı yetmiyormuş gibi bir de vicdanının ateşini harlıyordu her seferinde sanki Serkan. Bilerek mi yapıyordu emin değildi ama yine de engel olamıyordu kendini daha fazla suçlamaya. Bu da yetmiyormuş gibi yol boyunca Nisa'nın yapması gerekenleri usanmadan defalarca tekrar etmişti Serkan ve Nisa daha şimdiden yılmak üzereydi.
Serkan ise sonunda patlayan Nisa'nın gerçek düşüncelerini öğrenebileceği için memnundu. Onu konuşturabilmek için biraz üstüne gitmiş olduğu doğruydu ama kesinlikle kötü bir amacı yoktu. Doğrudan yüzüne sorsa inkâr edeceğini biliyordu Nisa'nın. Hoş, onun gibi asabi birine göre iyi de sabretmişti patlamamak için. Onun uzun süre sakinliğini koruması şaşırtmıştı Serkan'ı. Söz konusu olan Nisa idi neticede.
"Ne ima etmiş olabilirim ki? Sadece iyi bakılacağımdan emin olmak istiyorum."
"Ha beni suçlamıyorsun yani, öyle mi? Dakikalardır başıma kakmak değil niyetin yani! Ben de yedim. Söylesene oğlum! Senin yüzünden yarı sakat kaldım desene! Ele muhtaç ettin beni de! Hatta nerden başıma bela ettim seni de! Ya da kov sen beni ya! Valla! Alışığım ne de olsa. Kov beni gitsin. Nasıl olsa gittiğim gibi dönerim değil mi? Yüzsüzüm ya ben!"
Nisa, vicdanının sesi altında ezilirken içinde sakladığı bütün öfkesini bir anda kusuvermişti Serkan'ın yüzüne. Yüreğindeki bütün kara taşları döküverdi. Zaten manevi olarak zor bir gün geçiriyordu ve bir de Serkan'ın onu suçlaması iyice germişti Nisa'yı. Oysa bilmediği şey Serkan'ın tam tersini düşündüğüydü.
"Bunlar senin düşüncen. Belli ki içinde kurup durmuşsun. Ben yanımda olmandan gayet memnunum. Asla da seni suçlamadım. Sonuçta peşimden gel diyen sen değildin. Ben habersizce takip ettim seni. Bilemezdin! Üstelik o dayağı hak etmiştim ben! Çünkü..." derken amacı Nisa'yı rahatlatmaktı sadece ama hızını alamayan dili ne varsa serecekti ortaya az kalsın. Derin bir of çekip lafı değiştirdi Serkan. "Aman! Şu hasta halimle beni uğraştırıyorsun. Yazık değil mi bana?"
"Özür dilerim. Ben sadece..."
"Sen sadece inatçı keçinin tekisin. Ben burada olduğun için gerçekten çok mutluyum. Ayrıca özür dilerim. Sebep olduklarım için!"
"Oldu canım! Bir de özür dile tam olsun, alay eder gibi." derken ellerini dizlerine vurdu Nisa. Bu adama anlam veremiyordu bir türlü. Daha iki gün önce her şeyin sorumlusu olarak onu görüyordu. Alenen suçlamıştı kızı. Şimdi geçmiş karşısına özür diliyordu. Neymiş? Sebep olduklarıymış? Neye sebep olmuştu acaba? Kemikleri kırılan Nisa’ydı da Nisa’nın haberi mi yoktu? Serkan Nisa’nın anlamayan gözlerle ona baktığını görünce açıklama gereği duydu.
"Ya anla işte... Neşe’nin geldiği gün... Sana onları söylemesine izin verdiğim… Yani o an..."
"Tamam sus! Bir şey söyleme. Geçti gitti zaten. Hem özür dilemesi gereken kişi sen değilsin. Uzatmayalım bu konuyu... Çocuk oyununa döndü."
"Peki, tamam. O halde şu karşı eczaneden ilaçlarımı al da şu ağrım dinsin biraz."
Nisa başını salladı ve köşe başında duran taksiden indi. Eczaneden ilaçları alıp tekrar taksiye döndüğünde ise Serkan'ın üzerinde gezinen dikkatli bakışlarını fark etti ama anlam veremedi. Neden öyle bakıyordu ki şimdi? O bakışlar içini titretse de umursamaz gibi davranıp başını dışarı çevirdi Nisa. Daha fazla bakarsa istemeyeceği şeyler olabilirdi.
.....
Nisa Serkan'ın taksiden inmesine yardımcı olmak için kolunun altına girip destek olmak istedi ona fakat Serkan kibar bir dille reddetti Nisa'yı. Zayıf görünmek istemiyordu.
"Tamam Nisa. Teşekkür ederim ama iyiyim ben. Allah'a şükür kötürüm değilim. Kendi başıma da yürüyebilirim."
"Ben sadece yardım etmek istemiştim. "
"Gerek yok. Bana kendimi daha kötü hissettiriyor."
"Ah! Haklısın, özür dilerim."
"Bugün daha fazla özür kelimesi ne duymak ne de kullanmak istemiyorum Nisa. Mümkünse!" dedi ve kapıya yöneldi Serkan. Nisa da peşinden gidiyordu. Onu arkasından izlemek tuhaf gelmişti. Bir an kendini kocası bir adım önde giden ataerkil baskı ile yetişmiş kadınlar gibi hissetti. Yüzüne yerleşen kocaman gülümsemenin ise farkında bile değildi. Bir an başını Nisa'ya çeviren Serkan onu öyle sırıtırken görünce merak etti.
"Neden sırıtıyorsun sen?"
"Sırıtıyor muyum?"
"Evet."
"Farkında değilim."
"Çok mu komik görünüyorum?"
"Hayır. Yani seninle ilgisi yok."
"Pek öyle görünmüyor ama neyse... Kurt kocayınca..." dedi Serkan açtığı kapının ardından salona ilerlerken. Ama devamını getirmedi sözünün. Nisa da konuyu daha fazla uzatmamak için bir şey söylemedi. Arkasından girip kapıyı kapattı ve elindekileri sehpanın üzerine bırakıp mutfağa geçerek ısıtıcıya su koydu. Yorgun bir günün ağırlığını ancak iyi demlenmiş bir çay alabilirdi.
Serkan ise yavaş hareketlerle kendini kanepeye bırakıp eczaneden aldıkları ilaç ve merhemleri incelemeye başladı. Ne çok ilaç vermişti doktor öyle. Bunları içecek olanın bir insan olduğunu unutmuş olmalıydı kadın. Yoksa bunca ilaç bir atı bile iyi edebilirdi.
"Nisa, bak bu şurup günde üç defa tok karnına içilecekmiş."
"Tamam." diye seslendi Nisa mutfaktan.
"Bu merhem de sabah ve akşam ağrıyan bölgeye sürülecekmiş."
"Tamam."
"Bak bir de burada egzersiz kâğıdı var. Bunu da her gün beş defa yapacakmışız."
"Ay! Tamam, Serkan. Anladım. Daha kaç kez okuyacaksın merak ediyorum doğrusu." derken Serkan'ın üzerine doğru yürüdü Nisa. Tam önünde durduğunda ise torbayı ve egzersiz kâğıdını Serkan'ın elinden kaptığı gibi karşısındaki berjere oturdu.
"Önce şu solunum egzersizlerini yapalım. Ardından merhemini sürerim. Çay içtikten sonra da şurubunu veririm. Sonra doğru yatağa! Oldu mu?" derken kâğıtta yazan egzersiz hareketlerini inceliyordu Nisa. Doğru ve dikkatli alması gerekiyordu nefesleri Serkan'ın. Yanlış bir hareket yaparsa ağrısı daha çok artabilirdi çünkü. Bu yüzden kâğıdı iyice inceledi ve Serkan'ı kolundan tutup yere oturttu.
"Önce rahat nefes alma egzersizini yapacağız."
"İyi de ben zaten rahat nefes alıyorum.
"Of Serkan! İtiraz etme. Söylediklerimi yap." dedi Nisa ve kendisini iyice yerleştirdi oturduğu yere. Bu erkekler hastayken neden bu kadar çekilmez olurlardı ki?
"Şimdi! Omuzlarını ve göğsünün üst kısmını gevşek bırakacaksın ve elini karnına yerleştireceksin."
"Böyle mi?" derken elini göbeğinin üstüne alelade yerleştirdi Serkan. Nisa ise bu görüntü karşısında öfkelense de derin nefesler alıp sakin kalmaya çalışıyordu. Serkan'ın sıcacık elini tutup karnının üzerine yerleştirdi. O sırada, yani el eleyken Nisa'nın gözlerinin içine bakıyordu Serkan. Onunla böyle ilgilenmesi hoşuna gitmişti.
Nisa ani bir refleksle elini Serkan'ın elinden çekip kızaran yanaklarıyla kâğıda odaklanmaya çalıştı.
"Bak şimdi! Nefes alırken karın dışarı, nefes verirken içeri... Anladın değil mi?"
"Böyle mi?"
"Evet! Bunu yaklaşık 3 dakika kadar yapacağız. Sonra derin nefes alma egzersizi var."
"Of! Ne zaman bitecek bu işkence?"
"Ohoo! Dur bakalım. Daha yeni başladık. Doktor ne dedi? Bir ay boyunca aynı şekilde devam edeceksin."
"Ne! Bir ay mı?"
"Hadi hadi söylenme... Vakit geçiyor bak baştan alırız!"
"Tamam tamam. Almayalım baştan." deyip tekrar derin bir nefes almaya başladı Serkan. Biraz sonra gözlerini de kapatmıştı. Oldukça huzurlu görünüyordu.
"Bu iyiymiş ya! Sinirlerini de yatıştırıyor insanın. Şu an gözümde bir melekten farksızsın."
"Ya! Değil mi? Hangi melek? Şeytan mı?"
"Kendine haksızlık ediyorsun."
"Ben sadece aklından geçenleri seslendiriyorum."
"O halde okuma yazma konusunda iyi bir eğitim almalısın. Yani ufak bir tavsiye... Zira bana haksızlık ediyorsun."
"Çok konuşma hadi... Daha merhemini süreceğiz."
Serkan konuyu daha fazla uzatmamak için sustu ve derin derin nefesler almaya başladı. Tabii Nisa'nın rehberliğinde... Egzersizleri bittiğinde ise oturduğu yerden kalkmak için bir hamle yaptı fakat göğsüne saplanan sancı onu yeniden yere yığdı. Serkan'ın acı inlemesini duyan Nisa ise yerinden fırlayıp Serkan'ın önüne geçti.
"İyi misin?"
"Oradan nasıl görünüyorum?"
"Af edersin. Sana yardım edeyim." deyip tek kolunun altına girdi Serkan'ın. Yavaş ve dikkatli hamlelerle ayağa kaldırdı onu ve yatağına sırt üstü yatırdı.
"Ben merhemini getireyim." dedi ve koşar adım sehpaya gidip merhemle birlikte geri döndü. Kutusunu açıp tüpü içinden çıkarttı ve Serkan'a uzattı.
"İşte! Bunu ağrıyan yerlere yavaşça yedirerek süreceksin." dedi Nisa Serkan'ın kaburgalarını işaret ederek.
“Şaka yapıyor olmalısın. Pardon ama merhemi kendi kendime nasıl sürmemi bekliyorsun? Ahtapot kollarım yok benim.” dedi Serkan şikayetle. Nisa ise aniden gelen bu teklife hazırlıksız yakalanmıştı. Beklemediği bir yardım isteğiydi bu. Serkan, onun vücuduna dokunmasını söylüyordu. Çıplak vücuduna... Merhem sürecekti. İyi de... Nasıl olacaktı ki o? Mümkün değil yapamazdı.
“Bunun için ahtapot kollara ihtiyacın yok bence. Hem olsa bile bir yolunu bulursun. Artık merhemin üzerine mi yatarsın, kaşıkla kendine mi yayarsın bilemem ama ben o merhemi sana süremem. Uğraş kendin biraz, halledersin sen."