Nisa bütün gece Serkan'ın başında beklemiş ve en sonunda uykuya yenik düşerek yatağın kenarında sızıp kalmıştı. Serkan ise uyandığında yanında Nisa'nın uyuduğunu görünce sesini çıkartmadan onu izlemeye başladı.
Gözleri kapalı iken o kadar masumdu ki, yeni doğmuş bir bebeğin saflığını taşıyordu bütün bedeninde. İki elini birleştirip yanağının altına yerleştirmesi, göğsüne kadar çektiği bükülü dizleri, dudaklarının kenarına yerleşen minik bir tebessüm ve kapalı gözlerinden taşan huzur... Hani uyandığında nasıl bir bela olduğunu bilmese aldanıp gidecekti bu saf haline. Kim bilir ne görüyordu rüyasında onu bu kadar mutlu eden? Belki de sevdiği ile birlikte... Rüyasında mı? Sevdiği mi?
Serkan bir anda içini saran kıskançlık duygusuna engel olamadı ve bu rüyayı daha fazla uzatmadan Nisa'yı uyandırmaya karar verdi. Fakat daha önce geçerli bir sebep bulması gerekiyordu. Gerçi kaburgasının çatlak olduğunu düşünürse ona bahaneden çok ne olabilirdi ki?
"Nisa! Nisa kalk lütfen!"
"Ne? Ne oldu? Bir şey mi oldu? Ah hayır! Kaburgana yumruk mu attım yoksa? Özür dilerim gerçekten. Uyuyakalmışım ve..."
"Nisa! Sakin olur musun lütfen? Ben sadece bir bardak su isteyecektim."
"Tamam, getiriyorum hemen." deyip fırladı yerinden Nisa. Serkan ise onun bu telaşını görünce bir an pişmanlık duysa da onu sevgilisinin kollarından çekip aldığı için memnundu. Mantıksızdı, kabul ediyordu ama içindeki dürtüye de engel olamıyordu. Bu hissettiği şeye bir isim koymak istediyse de gerçekçi olmak pek kolay görünmüyordu. 'Saçmalama artık Serkan!' diyerek kendine bir uyarı çektikten sonra Nisa'nın getirdiği bir bardak suyu tek nefeste içti. Nisa ise elinden aldığı boş bardağı götürüp tezgâhın üzerine bırakırken Serkan'ın içeriden yükselen sesini duydu.
"Nisa! Ben çok acıktım. Şey... Acaba kahvaltımı getirebilir misin?"
Nisa bu istekler karşısında yeni günün başladığını hissediyordu. Günün cumartesi olduğu düşünülürse kaçmak için bir bahanesi de yoktu. Bütün gün o dört duvarın arasında Serkan ile ilgilenecekti. Kötü şeyler düşünmek istemiyordu. Neticede o hastaydı ve yardıma ihtiyacı vardı ama gece onunla ilgilenirken hissettikleri aklına geldiğinde kalbi yeniden teklemeye başladı. İşte bu hisler ona hiç yardımcı olmuyordu.
Nisa hepsini unutmaya çalışarak derin bir iç çekti ve egzersiz kâğıdını alıp Serkan'ın yanına gitti.
"Ben şimdi senin kahvaltını hazırlayacağım ve sen de o zamana kadar bu egzersizleri yapacaksın. Anlaştık mı?" deyince Serkan cevap olarak sadece başını salladı. Ardından Nisa'nın elindeki kâğıdı alıp nefes almaya başladı. Bu hali ile küçük bir çocuğu andırıyordu.
Serkan egzersizlerini yaparken Nisa bir tepsiye biraz kahvaltılık koydu. Az önce pişirdiği omleti bir tabağa alıp çayı da yanına iliştirdi ve yatakta kıpırdamadan duran Serkan'a götürdü. Serkan kahvaltısını yemek yerine tepsidekileri inceliyordu.
"Her halde bunları da benim yedirmemi beklemiyorsun, değil mi? O kadarını yapabilirsin sanırım." dedi Nisa tereddütle.
"Ah! Hayır. Tabii ki kendim yiyebilirim fakat... Şey! Ben çayı şekersiz içemem de..."
Nisa mesajı almıştı. Her zamanki gibi şekeri unutmuştu ve Serkan çayına şeker istiyordu. Tekrar mutfağa gidip şekeri aldı ve Serkan'a uzattı.
"Başka bir isteğin yoksa ben de kahvaltı etmek istiyorum."
"Teşekkür ederim. Yok. Edebilirsin tabii de neden benimkinin yanında kendine de hazırlamadın? Birlikte ederdik."
Birlikte… Nisa bir süreliğine içerisinde birliktelik içeren herhangi bir şeyi Serkan ile yapmak istemiyordu. Basit bir kahvaltıyı bile. Önce kendisine çeki düzen vermesi gerekiyordu.
“Sana afiyet olsun. Mutfakta yemeyi tercih ederim.”
Serkan, Nisa’nın bu buz gibi gelen sesine bir anlam veremedi. Fazla mı üzerine gitmişti acaba? Tamam, bakım işini biraz abartmış olabilirdi ama birkaç saat önce gayet halinden memnun görünüyordu. Başka bir şey olmalıydı bu ama ne olabileceği konusunda hiçbir fikri yoktu.
Nisa ise Serkan'ı yatakta bırakıp kahvaltı etmek üzere yeniden mutfağa yöneldi. Pek iştahı olduğu söylenemezdi fakat ayakta durabilmesi için bir şeyler yemesi gerekiyordu. Hasta bakmak, özellikle nazlı bir erkek hastaya bakmak hiç de kolay değildi. Tepsiye biraz peynir, bolca zeytin ve bir fındık ezmesi kavanozu koyup çayını doldurdu ve masaya geçti. Son lokmasını da ağzına atarken telefonunun sesini duyunca homurdanarak açtı telefonu.
"Alo!"
Arayan Güneş’ti. Sesi her zamanki gibi cıvıl cıvıldı. Ve her zamankisi gibi kendisini aramadığı için Nisa’ya sitem ediyordu. Neyse ki sonunda asıl arama sebebine gelebildi.
"Canım! Dün çantanı getirdim ama ya verdiğin adres yanlıştı ya da evde değildiniz. Bugün getireceğim fakat adresi yeniden atar mısın?"
"Adres doğru canım, biz evde değildik. Gelince anlatırım. Bekliyorum!" dedi ve telefonu kapattı. İşte beklediği fırsat ayağına geliyordu. Birkaç saatliğine Serkan'ı Güneş'e emanet etmenin hiçbir sakıncası olmazdı herhalde. Güneş bu duruma itiraz edecekti kuvvetle muhtemel ama arkadaşı onu kırmazdı. Kısa bir süreliğine durumu idare edebilirdi. Tabii, bir de Serkan’ı ikna etmesi gerekiyordu.
"Serkan, birazdan bir arkadaşım gelecek. Çantam onda kalmıştı dün. Yalnız, şey... Benim biraz işim var. Seni birkaç saatliğine ona emanet edeceğim. Sakıncası olmaz, değil mi?"
"Güzel bir kızsa olmaz elbette."
"Serkan!"
“Efendim?”
“Bakıyorum da nişanlını çok çabuk unuttun.”
"Tamam ya! Şaka yaptım. Şaka!"
"Sen o münasebetsiz şakalarını kendine sakla. Ben almayayım." dedi ve üzerini değiştirmek için banyoya girdi Nisa. Çıktığında ise Serkan elinde merhemle Nisa'yı bekliyordu.
"Çıkmadan sürersin değil mi? Yabancı birinden bunu rica etmem pek mümkün değil." Sanki Nisa’yı yıllardır tanıyormuş gibi…
"Sürerim!" derken bıkkınlıkla aldı merhemi elinden. Asla bir hastaya bakmaktan bıkmazdı Nisa, o kadar merhametsiz değildi ama söz konusu Serkan olunca bir şeylere engel olamamak yiyip bitiriyordu onu. Tıpkı az sonra çarpacak olan kalbine ya da kızaracak olan yanaklarına engel olamayacağı gibi... Ya da onun tenine değen ellerinin terlemesine engel olamayacağı gibi...
Nefesini tuttu ve tekrar o bedenin üzerinde usulca gezdirdi parmaklarını. Tam da düşündüğü gibi ne kalbine ne de yanaklarına söz geçirebilmişti. Ondan bağımsız diledikleri gibi takılıyorlardı. O sırada verdiği kararın da ne kadar doğru olduğunu teyit etti kendine Nisa. Kesinlikle Neşe geri gelmeliydi.
Nisa merhemi sürdükten sonra Serkan'ın lavaboya gitmesini fırsat bilip telefonunu komodinin üzerinden aldı. Hoş tuvaletini de o yaptırtacak değildi ya! Rehberi açtı ve 'N' harfini işaretleyip Neşe'yi aradı rehberde ama orada değildi. 'Ah Aptal Nisa! Her halde sevgilisini ismi ile kaydedecek değil ya adam.' diye içinden geçirirken 'A' harfine geri döndü ama orada da değildi numara. İyi de ne diye kayıtlıydı ki şimdi bu kızı?
Nisa baştan aşağı rehberi süzerken bulduğu en muhtemel kayıt 'Hazinem' olanıydı. Şayet annesi değilse muhtemelen Neşe'nin numarasıydı bu. Alelacele numarayı kendi telefonuna kaydedip Serkan'ınkini aldığı yere geri bıraktı. Tam o sırada çalan kapıyla bir an yakalanmışlık hissi sardı ruhunu. Neyse ki Serkan hâlâ banyodaydı. Koşar adımlarla gidip kapıyı açtı.
"Hoş geldin canım girsene içeri." derken Güneş'in ne kadar meraklı olduğunu biliyordu Nisa. Elbette ki evi görmeden hiçbir yere gitmeyecekti. Nisa da hazır Güneş içeri girmişken konuyu aceleye getirip ondan izin isteyerek dışarı çıkabilecekti. Planı tıkır tıkır işliyordu. Fakat o an Serkan'ın sorusu geldi aklına. 'Güzel mi?' diye sormuştu. Tamam, şaka yaptığını söylemişti ama ya ciddi olarak söylediyse... Kesinlikle kıskanmıyordu. Sadece Neşe geldiğinde durumu yanlış anlar diye tereddüt etmişti. Ya da sadece kendini kandırıyordu. Bal gibi kıskanıyordu işte... Fakat başka çaresi yoktu. Güneş'in ne kadar ayran gönüllü olduğunu bilse de arkadaşına güvenmek zorundaydı.
"Canım, benim çok acil bir işim var. Sana ayıp olmazsa bir iki saatliğine gidip geleceğim hemen. O arada Serkan ile ilgilenir misin?"
"İlgilenmek mi?"
"Ah! Doğru ya sen bilmiyorsun. O sana anlatır. Benim acelem var. Hadi kaçtım." Deyip apar topar çıktı evden Nisa. Arkadaşının itiraz etmesine fırsat bile vermedi. Kendini dışarı atar atmaz da Neşe'yi aradı. Önce aramayı reddetti Neşe. Muhtemelen yabancı numaraları açmıyordu fakat Nisa ısrarla birkaç kere daha arayınca açtı telefonu.
"Pazarlamaya çalıştığınız hiçbir şeyle ilgilenmiyorum. Lütfen bir daha beni rahatsız etmeyin." Deyip telefonu kapattı. Yine her zamanki önyargılı Neşe. Bu kızın geçmişinde ciddi bir psikolojik sorun vardı muhtemelen. Sadece insanlara karşı değildi bu önyargılı tutumu. Nisa tekrar aradı numarayı. Muhtemelen Neşe bu defa küfür etmek için açmıştı telefonu. Derin bir nefes almıştı ki Nisa konuşmasına izin vermeden araya girdi.
"Durun, Neşe Hanım. Pazarlamacı değilim. Dinleyin bir dakika!"
"Kimsin? Ne istiyorsun? Fazla vaktim yok."
"Pazarlamacı değilim. Serkan hakkında konuşacaktım."
"Ben öyle birini tanımıyorum!" derken oldukça öfkeliydi sesi, biraz da kırgın.
"Neşe Hanım, dinleyin lütfen! Eğer izin verirseniz size anlatmam gereken şeyler var!"
Bir insan nasıl bu kadar katı olabilirdi. Ona bir şeyler anlatmak gerçekten çok zordu. Şimdi Serkan’ı daha iyi anlıyor ona hak veriyordu zira tek başına bu kızı ikna etmesi mümkün görünmüyordu. Nelerle uğraşıyordu böyle! Her şey çok saçmaydı. Tüm bu olanlar... Ama olanlara sebep olan da kendisi değil miydi? Bu işi çözmesi gerekiyordu. Hem Serkan'a borcunu zaten ödeyecek, onları barıştıracaktı. Sadece bu planı biraz öne çekmiş olacaktı. Fakat konuya nereden girip olayları yanış anlamasına sebep olmadan nasıl anlatabilirdi onu düşünüyordu.
"Ne istiyorsun?" diye sordu Neşe karşısındaki sese.
"Sadece sizinle buluşup konuşmak istiyorum."
“Sen kimsin? Neden benimle konuşmak istiyorsun.”
“Adım Nisa. Aslında sizinle daha önce karşılaştık fakat bazı yanlış anlaşılmalardan ötürü tanışamadık. İzin verirseniz size anlatmak istediklerim var. Fazla vaktinizi almam.”
Kısa bir sessizlik oldu. Belli ki Neşe vakitsiz gelen bu telefonun Serkan ile bağlantısını çözmeye ve yaptıkları bu konuşmaya bir anlam vermeye çalışıyordu. Neyse ki sessizliği uzun sürmedi.
"Peki! Yarım saat sonra Sirkeci sahilinde ol!"
"Tamam!" deyip kapattı telefonu Nisa. Yaptığının ne kadar doğru olduğunu bilmiyordu ama mantığı böyle olması gerektiğini fısıldıyordu. Kalbi ise tam tersini... Ama o zamana kadar kalbinin sesini her dinlediğinde kaybeden de kendisi değil miydi? Bu defa mantığını dinleyecek ve kaybetmeyecekti.
Nisa geç kalmamak için adımlarını hızlandırdı. Zaten ters bir karakteri vardı Neşe'nin... Bir de geç kalıp iyice sinirlendirmek istemiyordu. Ancak kötü kaderi her zaman olduğu gibi peşini yine bırakmıyordu. Her şey ona düşmandı. Sokakta duran alelade taş bile... Ayağına takılması ile Nisa'nın kendini yerde bulması bir oldu. Toparlanıp ayağa kalktığında ise karşısında gördüğü suret onu bir hayli şaşırtmıştı.
“Fırat!”
“Bu sıralar ne kadar çok karşılaşıyoruz, değil mi?”
“Şey… Öyle gibi…” derken Nisa şaşkınlıktan küçük dilini yutmuştu. Zaten Fırat’ı her gördüğünde eli ayağına dolanıyordu. Bir de böyle aniden karşısına çıkınca ne diyeceğini ne yapacağını şaşırmıştı. “Yani evet. Tesadüf işte…”
“Bir çay içmek ister misin?” Bakışları her zamanki gibi alevli bir ok gibi yüreğini ateşe veriyordu. Sıcacıktı.
“Çok isterdim fakat acelem var. Gitmem lazım ama daha sonra içeriz.”
“Peki, görüşürüz.” deyip vedalaştılar. ‘Ne gün ama…’ diye geçirdi içinden Nisa. Kaderine küfürler yağdıra yağdıra hızlı adımlarla yürümeye devam etti. Normal şartlarda kırk yıl dualar etse böyle bir fırsat karşısına çıkmazdı ama şimdi tam da böyle bir zamanda kaderi ona nanik yapıyordu. Gidemeyeceğini biliyordu çünkü. Kaderine küstü, Fırat’ın arkasından son bir kez bakıp yoluna döndü.
Nisa Sirkeci’nin vapur bekleyen kalabalığının içinden geçip (ki aslında Nisa kalabalığın kendisinin içinden geçtiğini düşünüyordu) sahile indiğinde derin bir nefesi içine çekti. Deniz havası onu her zaman sakinleştirirdi ki az sonra yapacağı konuşma için o sakinliğe ihtiyacı vardı fakat sahil tahmin ettiğinden çok daha kalabalıktı. Bu durum Nisa’nın sakinleşmesini önlediği gibi Neşe'yi bulmasını da güçleştirecekti. Fakat telefon denilen çağın en muhteşem icadı neyse ki yanındaydı. Tekrar son arananlardan Neşe'yi buldu ve açmasını bekledi.
"Merhaba. Şey, ben balıkçıların orada seni bekliyorum."
"Tamam, beş dakika sonra ordayım." dedi Neşe ve kapattı telefonu. Arayanın kim olduğunu, Serkan'ı nereden tanıdığını, ne söyleyeceğini deli gibi merak ediyordu. Üstelik telefon numarasını nereden bulmuştu? Neyse ki buluşunca hepsini sorabilecekti.
Nisa birisini arar gözlerle etrafında dönen Neşe'yi görür görmez tanımıştı. Oturduğu merdiven basamaklarından kalkıp ağır adımlarla yanına yürüdü. Tam önüne geldiğinde ise elini uzattı.
"Merhaba."
"Sen! Seni tanıyorum!"