Bölüm 4

2084 Words
  “Hadi! Gidelim.” dedi Nisa şoför arkası koltuğun kapısını sertçe kapatarak. Aslında bu sert kapatışın herhangi bir anlamı yoktu. Sadece Emir’in külüstür Mazda’sından öyle alışmıştı. Hoş Emir ona külüstür denmesinden hiç hoşlanmazdı ama Nisa’ya tolerans gösteriyordu. Çünkü bu kelime bir tek onun ağzına bu kadar yakışıyordu. Serkan ise ne olduğunu anlamaya çalışır gözlerle yine omzunun üzerinden baktı Nisa’ya. Onun bu emir verir tarzından pek hoşlanmamıştı. Tabii, arabasının kapısının sert kapanışından da. Arabası onun en değerli varlıydı. Nisa ise onun bu bakışından rahatsız bir tavırla; “Bana şöyle yandan yandan bakmayı keser misin? Allah insana dönebilme kabiliyeti vermiş. Bir de yüz vermiş tabii, insanlar birbirlerine bakıp öyle iletişim kursunlar diye,” dedi. Serkan ise hiçbir şey anlamamıştı. Neyin tribiydi bu? Ne yapmaya çalışıyordu ki bu cadı. “Nasıl bakıyormuşum ki? Gayet normal bakıyorum ben sana. Ama arabama biraz daha nazik davransan fena olmaz. Gerçi nezaketle sen yan yana pek uyumlu durmuyor ama…” dedi. Normal şartlarda Serkan’ın bu söylediğine verecek oldukça nazik bir cevabı elbet olurdu ama evine misafir olacağı adama kabalık etmek istemedi. Serkan onu her ne kadar nezaketsizlikle yargılasa da Nisa’nın değer yargılarına göre bu oldukça kibar bir davranıştı. “Ne de kıymetli araban varmış. Tamam, hadi uzatma.” dedi dikkatini başka bir yöne vererek ama sonra içinden gelen o dürtüye karşı koyamadı. “Ya da boş ver, ya! Bir an insanca anlaşabiliriz diye düşündüm ama ayı olduğunu unutmuşum.” dedi Nisa hiç düşünmeden. Düşünecek bir şey de yoktu aslında. Adama muhtaç olması, ona yalakalık yapacağı anlamına gelmiyordu. Ayrıca bu adam tüm bu yaşananların, özellikle de şu an o arabada olmasının baş sebebi olarak karşısında oturuyordu. “Misafir olacağın evin sahibine karşı biraz daha kibar olabilirsin bence,” dedi Serkan bu defa Nisa’ya dönerek fakat hesaba katmadığı bir şey vardı. O da Nisa’nın kimseye eyvallah etmeyeceğiydi. Nisa Ali’nin bu sözü üzerine kol çantasını eline aldığı gibi arabadan inip sertçe kapıyı üzerine çarptı ve arka koltuktan valizini indirip çekiştirerek yürümeye başladı. O sırada Serkan da olanları kavramaya çalışıyordu. Nisa’nın, arkasına bakmadan caddede valizini sürüdüğünü görünce durumu anlamaya başlamıştı. Nisa Serkan’ın teklifinin üzerine kapıyı çarpıp gidiyordu. “Hayır, hayır, hayır! Gidemezsin küçük hanım. Daha seninle işimiz bitmedi ve ben senin bir kez daha ortalıktan kaybolmana asla izin vermeyeceğim,” deyip arabadan atladığı gibi Nisa’nın peşinden koşmaya başladı. “Hey! Dursana nereye gidiyorsun,” diye bağırırken bir yandan da nefes nefese Nisa’ya yetişmeye çalışıyordu. Ama Nisa’nın bu burnu havada gezinen ayıyla konuşacak hiçbir şeyi yoktu. Serkan’ın hızlanan ayak seslerini duyunca peşinden koştuğunu anladı ve o da adımlarını hızlandırmak istedi fakat valizi ile pek mümkün görünmüyordu. Zaten az sonra valiz de bu koşturmacada isyan bayraklarını çekip kendini yerlere attı. Tabii bu sırada fermuarını patlatmayı da ihmal etmedi. Nisa kötü kaderine bir kez daha küfürler yağdırırken Serkan çoktan yanına varmıştı Nisa’nın. Dağılan eşyaları toplamasına yardım ederken bir yandan da gönlünü almaya çalışıyordu. Ne de olsa Neşe’ye giden yol bu kızdan geçiyordu ve ne yapıp edip kendini affettirmeliydi. “Ne oldu şimdi Nisa? Neden öyle birden indin arabadan?” dedi durumu anlamazdan gelerek ama Nisa onun bu anlamazdan gelen haline daha da sinirlenmişti. Serkan’ın yerden toplamaya çalıştığı çamaşırları tutup sertçe kendine çekti ve ayağa kalktı. Sonra elini adamın göğsüne dayayıp yüzüne doğru çemkirmeye başladı. “Utanmadan bir de soruyor musun ya?” derken hapşırmasına engel olamadı. “Oğlum sen saf mısın yoksa bana ayak mı yapıyorsun? Bi git işine Allah aşkına. Ben bakarım başımın çaresine. Senin gibi ayılara muhtaç olacak kadar da düşmedim Allah’a şükür,” deyip yeniden valizine dönünce bu defa Serkan kolundan tutup kendine çevirdi Nisa’yı. Nisa kolundan çekilmenin etkisiyle Serkan’a dönerken saçları adamın yüzünü yalamıştı. Ardından gözleri değdi birbirine. Öylece bakakaldılar. Bir süre ikisi de bakışlarını birbirlerinin üzerinden alamadı. Serkan ilk kez Nisa’nın gözlerine bu kadar dikkatli bakıyordu. Öyle etkileyici bir rengi yoktu. Kahverenginin koyusuydu gözlerinin rengi ama derinlerinde gökkuşağı barındırıyor gibiydi. Yani Serkan öyle hissetmişti. Nisa ise öfkeyle bakıyordu onun gözlerine. Gün içerisinde yaşadığı her şeyden onu sorumlu tutuyordu. Serkan bir an Nisa’nın gözlerindeki gökkuşağının yeniden kahverengiye döndüğünü fark edince kızın kolunu yavaşça bırakıp başını önüne eğdi. Sesi de yumuşamıştı ona karşı. Tabii ki acımasız bir adam değildi. Sadece ihtiyacı olduğu için yanında kalmasını istemiyordu Nisa’nın, aynı zamanda hatasını telafi etmeye de çalışıyordu ve istemese de ona ihtiyacı da vardı ama bu cadı bir şekilde ona izin vermiyordu. Durumu kabullenip özür dilemeye karar verdi. “Nisa! Ben özür dilerim. Amacım seni kırmak değildi, gerçekten. Sadece sen böyle deli dolu… Yani şey… Ben kırılacağını düşünemedim,” deyince Nisa ona umursamaz bir bakış atıp yerdeki eşyalarını toplamak için eğildi yeniden. Serkan da dizlerinin üzerine çöküp ellerini önünde birleştirerek devam etti sözlerine. “Bak! Tamam, belki senin dediğin gibi ayı olabilirim ama vicdansız değilim. Ben gecenin bu saatinde seni tek başına bırakamam. Anladın mı?” “Vicdanı olan insan evine misafir ettiği insanın mecburiyetinden faydalanıp bunu yüzüne vurabilir mi?” dedi Nisa Serkan’a sırtı dönük bir şekilde. Onunla yeniden göz göze gelmek istemiyordu. “Haklısın! Eşeklik ettim. Ama lütfen! İzin ver seni eve götüreyim. Gece vakti nereye gidebilirsin ki? Kırma beni. Hadi! Gidelim…” derken bir elini de samimiyetini göstermek için Nisa’nın omzuna uzatmıştı. Serkan haklıydı. Ani bir atar nöbeti ile adama sırtını dönüp yollara düşmüştü Nisa ama gidecek yeri de yoktu. Gece vakti kimin kapısını çalabilirdi ki? Hem sanki gündüz olsa bir şey mi fark edecekti? Ona kapı açacak kimsenin olmadığını adı gibi biliyordu Nisa. Bu yüzden gururunu bir kenara itip teklifini kabul edecekti Serkan’ın ama tabii önce burnunun yere düşmesine izin vermeyecekti. “Gelirim ama bir şartla,” dedi ona yaklaşırken. Serkan merakla Nisa’nın sunacağı şartı bekliyordu. “En azından bir süreliğine şu ayı kürkünü dolaba kaldır. Gerçekten çekilmez oluyorsun,” deyince geri döndüğünü de açıkça ortaya koymuştu Nisa. Serkan ise bu defa daha temkinliydi ona karşı. “Peki. Elimden geldiğince… Ama o zaman sen de süpürgeni rafa kaldıracaksın.” “Elimden geldiğince…” derken Serkan’ın taklidini yapmıştı. Ardından valizini yeniden Serkan’a yükleyip arabaya bindi. Çok da uzun sürmeyen bir yolculuktan sonra Serkan’ın evine vardıklarında Nisa içeri girmeye tereddüt ettiği için kapının önünde bekliyordu. ‘Acaba bu yaptığının mantıklı bir tarafı var mı?’ diye düşünmeden de edemiyordu. Kırk kat yabancı bir adamın evine kendi ayakları ile gelmişti. O an Güneş’in söyledikleri de zihninde tur atınca sabah, gazetenin üçüncü sayfa manşetlerinde kendi adı gözlerinin önünden hızla geçti. Nisa ani bir hareketle geri dönüp gidecekti ki Serkan durdurdu onu. “Ne oldu yine?” “Hiç! Yani düşündüm de… Sanırım bu yaptığım şey çok saçma. Yani, mantıksız. Ben gitsem iyi olacak.” “Saçmalama Nisa! Nereye gideceksin? Eğer benden yana ise korkun seni rahat ettirecek ne varsa söyle onu yapayım. İstersen sen gir içeri, ben dışarda beklerim.” “Bilmiyorum. Ben sadece…” dedi ama söyleyecek pek bir şeyi de yoktu aslında. Ölesiye kararsızdı. Ve tabii çaresiz… Çekip gitse sokaktaki banklarda yatacaktı muhtemelen ki bu az önceki gazete başlığını birinci sayfaya taşıyabilirdi. Otele de gidemezdi çünkü ay sonu gelmişti ve burs suyunu çekmişti. O an, geçen ay aldığı pahalı kazak için içten içe kendisi ile kavga ediyordu. Sonunda kararını verdi ve ürkek adımlarla içeri doğru ağır ağır süzüldü. Bakışları evi tararken fark ettiği şey evin içerisinde sadece bir kapı vardı ve muhtemelen o da banyoya açılıyordu. Çatı katında olduklarını düşününce de evin stüdyo daire olduğunu anlamak hiç de zor değildi. Nisa meraklı bakışlarını Serkan’ın üzerine dikti. “Evinin stüdyo daire olduğunu söylemedin.” “Ne değişirdi ki?” “Ne demek ne değişirdi? Tabii ki gelmezdim. Kapısı olmayan bu evde seninle aynı ortamda yatıp uyuyacağımı düşünmüyorsun herhalde?” “Sen de sabaha kadar gözlerini açık tutar vampir gibi yaşarsın birkaç gün. Bence iyi fikir… Ya da banyonun kapısını kilitleyip küvete yatak serebilirsin.”  derken kendi yaptığı espriye yine gülen kendisiydi. Nisa’nın ise şaşkın bakışları bir an olsun silinmemişti gözlerinden. “Gerçekten berbat bir ev sahibisin. Anlaşmamızı hatırlatırım, Serkan Bey! Kürkünü çıkardığını sanıyordum ben.” “Ama sen de süpürgeni dışarda bırakmamışsın. Ne yapayım? Merak etme ben banyoda yere yatak sererim. O zaman aynı odada uyumamış oluruz.” “Ne yani? Beni, yani misafirini banyo taşlarının üzerinde, yerlerde mi yatıracaksın?” “Hayır, sen burada yatakta yatacaksın ben de banyoda, oldu mu?” “Ama olmaz yani benim içim rahat etmez öyle.” “Ne yapayım Nisa? Gece yarısı usta çağırıp eve duvar mı ördürteyim, yani? Ne yapayım? İmkânlar böyle,” deyince Nisa derin düşüncelere daldı. Bir kez daha yaptığının hata olup olmadığını düşünecekti ki hepsini bir kenara itip boş verdi.  Dikkatle etrafı süzdükten sonra teras kapısının kenar duvarındaki köşenin kuytu bir yer olduğunu fark etti. “Sen bana buraya ser yatağı. Sen de kendi yerinde yat. Seni yatağından etmek istemem. Misafirsem misafirliğimi bilirim.” “Öyle değil o işler küçük hanım. Bizim oralarda misafir baş üstünde ağırlanır. Bu yüzden yatak senin… Ha! Eğer bana kıyamazsan yanına kıvrılır uyurum sorun değil,” deyince Nisa bir anda duyduklarının şaşkınlığıyla gözlerini kocaman açtı. Yanında kıvrılır uyurmuş… Tabi! “Neyse! Sana cevap veremeyecek kadar yorgunum. İzninle artık uyumak istiyorum.  Sabah erken saatte dersim var. Dinlenmem lazım.” “Peki, ben yatağın nevresimlerini değiştiririm,” dedi ve dolaba yöneldi Serkan. Sahi ne demişti bu ayı böyle? Nevresimleri mi değiştirecekti? Bir erkeğin böyle ayrıntılara dikkat etmesi onu şaşırtmıştı. Hamarat bir ev sahibi ile karşı karşıyaydı belli ki. Onun tanıdığı erkekler poposunu koltuktan kaldırıp su bile içemezlerdi. Birkaç defa Emir’in kaldığı eve gitmişti ve gördüğü manzara ile şoka girmiş, bir daha da erkek öğrenci evine girmeyeceğine yemin etmişti. Hangi canlı o evde sağlıklı yaşam koşullarına sahip olabilirdi ki? Etrafa saçılmış kirli çoraplar, koltuk kenarına sıkıştırılmış envai çeşit meyveler, lavabo üzerine birikmiş kirli bulaşıklar, kendi benliğinden taşıp içindeki kıyafetleri dışarı fırlatan dolaplar… Tabii etrafta uçuşan bok sinekleri de cabasıydı. Oysa şimdi misafiri olduğu bu ev, kendi odasından çok daha temizdi. Kabul ediyordu, neticede yurt koşullarında bu derece temiz bir odaya sahip olmak bir hayli zordu. Etrafa göz gezdirmeyi bıraktıktan sonra diş fırçasını ve havlusunu alıp banyoya ilerledi. Gece rutinini yapıp bir an önce uyumak istiyordu. Diş macununu aradığı dolabın kapısını açınca iki adet diş fırçası, birkaç renkli saç tokası ve farklı renklerde rujlara rastladı. Belli ki Neşe denen kız bu evde yerleşik hayat kurmuştu. Bu durum evin nasıl bu denli temiz ve toplu olduğunu da açıklıyordu. Bir an sebebini anlamadığı bir kıskançlık sardı ruhunu. Bu çok saçmaydı. Bu bal gözlü ayıyı kıskanacak hali yoktu herhalde. Belki de kıskandığı aşksız olan hayatına karşılık onların birbirlerini sahiplenmiş olmalarıydı. ‘Aman ne sahiplenme!’ diye geçirdi Nisa içinden. Sahiplenen kadın en ufak bir olayda, dahası gerçeklik payı dahi olmayan bir düşünce ile sevgilisini terk edip gider miydi? Bir an omzunu silkerek kendine geldi Nisa. Ona neydi ki? Zaten yorgunluktan göz kapakları iyice ağırlaşmış bir an önce birbirlerine kavuşmak için saniye sayıyorlardı. Gece rutini de bittikten sonra banyodan çıkıp çoktan serilmiş olan yatağa ilerledi Nisa. Ali de yatağın sağ kenarında duran pencerenin altındaki dinlenme koltuğuna sermişti kendi uyuyacağı yeri. Koltuğun kenarına yaslanmış, Nisa’yı bekliyordu. Hüzün vardı o anlarda Serkan’ın gözlerinde. Belki daha yakından görebilseydi gözlerini, ıslak olduklarını bile fark edebilirdi. “Ben uyumuşsundur diye düşünmüştüm,” dedi Nisa yatağa doğru ilerlerken. Elindeki eşyaları çantasına bırakıp nevresimin altına sokuldu ve sırtını yatağın kadife başlığına yasladı. “Hayır, uyuyamadım,” derken Serkan’ın bakışları dizlerine yaslayıp birbirine kavuşturduğu ellerindeydi. “Telefonlarına cevap vermiyor o halde.” “Haklı! Onu aldattığımı düşünüyor. Dahası ikinize aynı yerde randevu verip alay ettiğimi sanıyor.” “Haklı mı? Vallahi siz erkeklerin düşünce şekline şaşırıp kalıyorum. Arkadaşım kaç yıldır birliktesiniz siz?” “Üç…” “Yuh üç mü?” derken Güneş’in ilişkilerini düşündü Nisa. En uzun süren ilişkisi bir ay bile dolmadan bitmişti. Bu yüzden değil yıl dönümü, ay dönümü bile kutlayamamıştı kızcağız. ’Adama bak, koskoca üç yıl…’ diye geçirdi içinden ve ardından devam etti. “Bu kız üç yıl boyunca seni tanıyamamış ve seni onunla alay edip aldatmakla suçluyor. Sen ona kızacağına bir de hak veriyorsun öyle mi? Bravo doğrusu… Böyle sevgilim olsa öper başımın üstüne koyardım.” “Alay etme lütfen, canım yanıyor,” deyince Serkan, Nisa nevresimin altından çıkıp onun tam karşısına, yatağın ucuna oturdu. Bakışlarını Serkan’ın gözlerinde gezdiriyordu. Acıyan ruhunu görebiliyordu. Ulan! Böylesi bulmaz ki beni, derken derin bir iç çekmişti Nisa. “Serkan!” dedi ama söyleyecek bir şeyi de yoktu ki. Sadece ona ismi ile seslenmek istemişti. Hani bazen olurdu ya, işte öyle… Serkan ise Nisa’nın bir şeyler söyleyeceğini düşünerek meraklı gözlerini onun üzerinde gezdiriyordu. Nisa onun meraklı bakışlarını fark edince lafını değiştirdi. “Müsaadenle, ben artık uyuyayım. Şey... Yani sabah ders… Söylemiştim ya.” İki cümleyi bir araya getirip kendini ifade edememişti Nisa. Belki yorgunluktandı, belki de bu adama acımıştı. Bilmiyordu. Bildiği tek şey bir an önce gözlerini bu adamdan çekip uyuması gerektiğiydi. Gereksiz maceralara atılmanın bir anlamı yoktu. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD