BÖLÜM 2

1727 Words
Çalan cep telefonumun sesiyle gözlerimi aralayıp zor da olsa uzanıp aldım ve açtım "Sinemis! Hala uyuyor musun?" diye kükreyen ablamın sesinden sonra gözlerimi tamamen açıp ayağa kalkmıştım bile. "Hayır abla, uyandım merak etme" dedim paniğimi belli etmemeye çalışarak. "Tamam, on dakika içinde kapıda olurum, siteye girmeyeceğim sen girişe kadar gelirsin olur mu?" "Olur, şimdi çıkıyorum" deyip telefonu kapadım ve doğru valizime koştum. Elbiselerimin içinden bulduğum yeşil olanı alıp halının üzerine serdim. Ütüyü bulmak için kısa bir çaba harcadıktan sonra odama dönüp onu fişe taktım ve ısınmasını beklerken bir yandan saçımı topladım. Saçlarım uzun olduğu için atkuyruğu yapmak daha kolay geldi. Bir yandan da pijamalarımdan kurtulup çorabımı giymeye çalışıyordum. Ütünün ısındığını belirten sesiyle dizlerimin üzerine çöküp elbisemin gerekli kısımlarını hızlıca ütüledim ve hemen üzerime geçirdim. Ayakkabıların olduğu kutuyu açıp botlarımı çıkardım ve çantama telefonumu attıktan sonra askıdan montumu ve atkımı alır almaz kapıya ilerledim. Asansörü beklemeden merdivenlerden koşarak hatta atlayarak inip sitenin girişine doğru koştum. Ablam henüz gelmemişti ve benim nefes almak için az da olsa vaktim vardı. Kendimi biraz toparladığımda ablamın arabası da yanımda durmuştu. Kapıyı açıp bindim ve sessizce yola çıkmayı bekledim. Ablam akan trafiğin içinde bana bakıp duruyordu. Ne olduğunu soran gözlerle ona baktığımda "Sinemis sen bu elbiseyi ütüledin mi?" dedi "Evet abla ütüledim tabii ki" diye cevapladığımda güldü. "O zaman belli yerlerini ütülemeyi unuttun, çünkü etekleri biraz kırışık duruyor" dediğinde eğilip etek kısmına baktım. Gerçekten kırışıktı. Benim ütü konusundaki hassasiyetimi bilen ablamın da bu durum garibine gitmişti. "Şey... Ütüledim ama gözümden kaçmış" dedim mahcup bir sesle "Gözünden kaçmaz senin, ütü takıntını biliyoruz. Ben aradığımda uyuyordun, sırf ben seni beklemek zorunda kalmamayım diye elbiseni alelade ütüledin. Saçını nasıl topladığını görmek için aynaya bile bakmamışsın, ayrıca ayakkabındaki tozları bile silmemişsin" diye tek tek sıraladığında "Abla eve dönelim o kadar berbat görünüyorsam" diye mızmızlandım. Ablamsa sesli bir şekilde güldü bu kez. "Kuzum, sen her halinle çok güzelsin. Sadece şaşırdım o yüzden söylüyorum. Sorun yok, bunlar seni iyi tanımayan kimsenin dikkatini çekmez. İstanbul'da da tanıdığın olmadığına göre sorun yok" dedi ve sürmeye devam etti. Alışveriş merkezine geldiğimizde ne kadar büyük olduğuna hayretler ediyordum içimden. Kayseri'de de vardı alışveriş merkezi ama buradaki onun 4 katı falandı. Otoparka girip arabayı bıraktık ve merdivenlerden tırmanıp içeri girdik. İçerisi daha da güzeldi. Bir sürü mağaza vardı ve bir sürü insan. "Hafta içi geldiğimiz için şanslıyız yoksa hafta sonu burası tıklım tıklım oluyor" dedi ablam. O üniversiteyi İstanbul'da okuduğu için iyi biliyordu her yeri.  Zaten işe başladığı yer de staj yaptığı firmaydı. Okuldan sonra hemen başlamasını istemişlerdi ama ablam benim için kabul etmemişti. Ailemizi yeni kaybettiğimiz bir zamanda Kayseri'den ayrılmanın bana iyi gelmeyeceğini düşünmüştü. "Hadi gel şu mağazaya girelim" diyen ablamın sesiyle kendime geldim ve onu takip ettim. Girdiğimiz mağaza oldukça şık bir yerdi ve oldukça da büyük. Ben ablamın peşinde dolanıp sessizce dururken ablam sonunda patladı "Canım benim sana kıyafet bakıyoruz bana değil. Biraz ilgilensene! Yoksa ben istediklerimi alırım ve zorla giydiririm" dediğinde dehşetle ona baktım. Yapardı biliyordum. Mecburen ben de elbise bakmaya başladım. Oldum olası alışverişi sevmediğim için dünyanın en sıkıcı işiyle uğraşıyormuşum gibi geliyordu bana. "Bak şu elbise çok güzel, sana çok yakışır" dediği yere baktığımda "Hayır!" diye bağırdım. "Abla sen benim bu kadar renkli bir elbise giydiğimi ne zaman gördün? Üstelik kış günü!" "Sinemis artık bu ruh halinden çıkıyorsun ve o elbiseyi deniyorsun. Alışverişi sadece kış için yapmıyoruz hem bir kaç ay sonra da bahar gelecek. O zaman giyersin" diyerek verdiği komutla zorla da olsa elbisenin bana uyacak bedenini bulup beni kabine soktu. Dışarı çıktığımda mağazadaki bir kaç kişi ablamla birlikte bana beğeni dolu gözlerle bakmaya başladı. Boyum yaşıtlarıma göre biraz daha uzundu ve oldukça zayıftım. Bana göre zafiyetli insanlara benziyordum ama herkes fiziğimin güzel olduğunu söyleyip dururdu. "Harika, çok yakıştı! Alıyoruz!" diyen ablama şaşkınlıkla baktım. Yanıma gelip dört tane daha elbiseyi kucağıma bıraktı ve bunları denememi, sadece bedeninin uyup uymadığını kontrol etmemi söyledi. Bedeni uyanını mutlaka alacağımızı da eklemeyi ihmal etmedi. Ben elbiseleri çaresiz bir şekilde alırken o da karşı mağazadaki ayakkabı dükkânına gitti. Bana yardımcı olması için birini ararken kendi etrafımda dönmeye başladım. Birden birine çarptığımı hissedip geri çekildim ve dengemi kaybedip popomun üzerine oturdum. Tanıdık yüzlerle karşı karşıya geldiğimde utancım ikiye değil beşe katlanmıştı. Market çıkışında beni azarlayan çocukların ikisi de karşımdaydı. Yanlarında bir arkadaşlarıyla birlikte bana bakıyorlardı. "Sen!" dedi adının Alp olduğunu hatırladığım sarışın çocuk. "Sen o şaşkın kızsın. Yine mi ya!" dedi ve yanındakiyle birlikte gülmeye başladılar. Ben utanarak başımı öne eğdiğimde konuşmaya devam etti. "Timur bu kızı hatırladın değil mi? Hani poşetlerini düşürmüştü" diye devam ettiğinde Timur denen ukala da ona "Hatırlamaz mıyım? Şaşkın ördek yavrusu" diyerek gülmeye devam etti. Birden gözüm yanlarında duran, uzun boylu, kısa saçlı ve yeşilin en koyusu gözleriyle bana bakan çocuğa kaydı. Ne olduğunu anlamaya çalışır gibi suratıma bakıyordu. Bir kaç adım atıp bana elini uzattığında şaşırdım. "İzin verin yardım edeyim" dediğinde önce tereddüt ettim. Ama öyle masum bakıyordu ki ona elimi uzatıp beni kaldırmasına izin verdim. "İyi misiniz? Bir yeriniz acıyor mu?" diye sorduğunda başımı ‘hayır’ anlamında iki yana salladım. Diğerleriyse hala şamata peşindeydiler. Bana yardım eden çocuk birden arkasına dönüp "Kesin gülmeyi" dedi sinirle. Sesinin sert çıkmasından ürkmüştüm ama başını bana çevirdiğinde oldukça yumuşak bir ifade vardı yüzünde. İlginç olansa o susun deyince diğerleri anında susmuştu. Şu hiç hoşlanmadığım grup lideri pozisyonundaydı anlaşılan bu çocuk. "Arkadaşlarımın kusuruna bakmayın, onlar her şeyden bir eğlence çıkarmanın peşindedirler. Ben Ali" diyerek elini yeniden uzattı. "Sinemis" diyerek elini tuttum ve tokalaştık. "Sinemis? Değişikmiş. Anlamı nedir?" diye sordu. Bu soruya şaşırmamıştım çünkü çok sık sorulan bir soruydu. "Gözbebeğim, gözümde olan, en değerli anlamına geliyor. Ben Çerkesim, Çerkes dilinde bir isim aslında" dediğimde şaşırdı. "Aslında bizde de var Çerkeslik. Mesela benim ikinci adım Kanşav ama pek takip ettiğim yok. Benim ismim de Çerkes dilindeymiş sanırım babaannem öyle diyordu" dediğinde gülümsedim. "Evet, Xabze'ye göre yetiştirilen erkek anlamında. Şimdi Xabze ne diyeceksiniz. O da Çerkes toplum kuralları anlamına geliyor" diye anlatırken gülümseyerek beni dinliyordu. "Ali hadi abi centilmenliğini yaptın, gidelim artık!" diye bağıran iki serseriye bakıp yine bana döndü. "Tanıştığıma çok memnun oldum. Artık gitmeliyim. Gerçekten bir yeriniz acımıyor değil mi?" dedi bütün sevimliliğiyle. "Hayır, iyiyim, teşekkür ederim ilginize. Ben de memnun olum" diyerek vedalaştım ve gidişini izledim. Ali Kanşav... Ben arkasından öylece bakarken ablamın beni dürtmesiyle kendime geldim. "Nereye bakıyorsun öyle dalmış?" diye sorduğunda panikle "Hiç öyle düşünüyordum" dedim ve elimdeki elbiselerle kabine kaçtım. Tek tek bütün elbiseleri denedim ve hepsini aldık. Başka bir mağazadan kot pantolon, kumaş pantolon, gömlek ve kazak da aldığımızda ben artık bittiğini sanıyordum ki ablam sıranın ayakkabı almaya geldiğini söyledi. İsyan çıkardım. Yorgun olduğumu, yeterince ayakkabım olduğunu söyleyip ablamı vazgeçirmek istedim ama beni dinlemedi. "Ben neden böyle davrandığını biliyorum. Para harcayacağım diye böyle itiraz ediyorsun ama sana kaç defa anlattım o senin paran Sinemis ailemizin durumunun ne kadar iyi olduğunu biliyorsun. Babamdan gelen gelirlerimiz var hala, üstelik ben de çalışıyorum. Yani benim ultra düşünceli kardeşim, maddi durumumuz iyi. Ayrıca sen özel bir okula gideceksin. Orada zengin ve çok iyi giyimli arkadaşların olacak. Onların yanında senin de çok iyi olmanı istiyorum" dediğinde dudak büktüm "Elbiselerimle arkadaşlık edecek olanlar hiç yaklaşmasın zaten. Ben halimden memnunum" dediğimde ablamın gözleri doldu. "Tamam, sadece iki çift alacağız. Biri spor derslerin için diğeri de bir bot. Karlı havalar için. Zorlamıyorum seni" dedi ve beni mağazada bıraktı. Seçtiğim iki çift ayakkabıyı itiraz etmeden satın aldık ve ikimiz de tek kelime etmeden eve kadar geldik. Yolda gelirken yiyecek bir şeyler alan ablam mutfağa girip yemek hazırladı ben de aldıklarımızı dolaba astım. Yemeğin hazır olduğunu söyleyen ablamın sesiyle mutfağa geçtim. Ablamın gözleri kızarmıştı, ağlamıştı belli ki. "Ablacım iyi misin?" dediğimde beni başıyla onayladı sadece. Karşıma geçip oturduğunda hiç sesi çıkmıyordu. "Abla! Seni üzecek bir şey mi yaptım?" diye sordum. "Hayır, seninle ilgili değil. Benimle alakalı" diye cevap verdi. "Abla lütfen konuşur musun?" diye sorduğumda hıçkırıklarını serbest bıraktı. "Sana iyi bir abla olabilmek için uğraşıyorum. Annemle babamın yokluğunu hissetme diye elimden geleni yapmaya çalışıyorum ama başaramıyorum işte. Seni ne yaparsam yapayım mutlu edemiyorum. Bu da canımı yakıyor. Yaşadıklarımız aynı, ikimiz de ailemizi kaybettik ama sen daha küçüktün, daha korumasızdın ve ben hep bir parça onların boşluğunu doldurmak istedim. Ama senin içten bir kez güldüğünü göremedim dört yıldır. Ve buna kahroluyorum. Ben sana karşı görevlerimi yerine getiremiyorum" diyerek hıçkırıklara boğuldu. Yerimden kalkıp yanına gittim ve ona sıkıca sarıldım. "Ablacım olur mu öyle şey! Sen dünyanın en iyi ablasısın ve ben de dünyanın en şanslı kardeşi. Ben seninle mutluyum ve inan ailemi özlemekten başka sıkıntım yok. Hiçbir şeyin yokluğunu yaşamıyorum. Lütfen ağlama. Çok özür dilerim senden. Ben seni böyle üzdüğümün farkında değildim" diyerek saçlarını okşadım. "Sahiden benimle mutlu hissediyor musun?" diyerek yüzüme baktı. "Tabii ki mutluyum. İnsan senin gibi bir ablayla mutlu olmaz mı? Ben sadece senin bana verdiğin değerin karşılığını veremediğim için üzülüyorum, tek sıkıntım bu. Bana olan sevginin ve fedakârlığın altında eziliyorum" dediğimde kaşlarını çattı. "Bir daha böyle söylersen asla yüzüne bakmam. Biz kardeşiz Sinemis" dedi. "Tamam ablacım, artık üzülme. Söz veriyorum her şey çok güzel olacak" diyerek yanağına bir öpücük kondurdum ve yemeğimizi yemeğe, bu kez keyifle devam ettik. DVDlerin arasından seçtiğimiz bir filmi izleyip birlikte vakit geçirdikten sonra odalarımıza çekildik. Yatağa yattığımda aklım ablama gitti. Onu bu kadar üzdüğümü hiç anlayamamıştım. O benim için çırpınıyordu ve bense tek mutluluk belirtisi göstermiyordum. Hatta genel olarak tepki de vermiyordum. Ama bundan sonra farklı olmalıydı. Ona, birlikte ne kadar iyi olduğumu, onu ne kadar sevdiğimi göstermeliydim. Yoksa onu da kaybedecektim.  Ablam bütün bunlardan çok daha fazlasını hak ediyordu. Küçük annem benim... Ablam için kendime söz verdikten sonra Tolstoy'un Diriliş kitabını alıp kaldığım sayfadan devam ederek okumaya daldım. Ali Çalan telefonun sesiyle daldığım yerden kurtulup komodine uzandım. "Efendim Beril" diyerek sıkkın bir sesle açtım telefonu. Aramanın hiç sırası değildi. "Nasılsın Ali?" dedi her zamanki neşesiyle. "İyidir, dinleniyorum" "Ben de iyiyim, sorduğun için teşekkür ederim" diye tavır yapınca sinirlendim. "Beril bu tavırları çekemeyeceğim. Ne için aradıysan söyle kapatacağım" diyerek azarladığımda ses tonu hemen düzeldi. "Tamam, sinirlenme hemen. Okula giderken beni alır mısın diyecektim" "Alırım, iyi geceler" dedim ve cevabını dinlemeden telefonu kapadım. Bu kızın bana olan takıntısından sıkılmıştım artık. Ayrılalı o kadar zaman olmasına rağmen hala kendi kendine bir şeyler yaşıyor ve beni de buna alet etmeye çalışıyordu. Aklım birden alışveriş merkezinde tanıştığım kıza gitti. Sinemis. Çok güzeldi, ama güzelliğinden daha da farklı bir şey vardı o kızda. Çözemedim ama etrafımda gördüğüm boya küpleri gibi süslü değildi, şımarık bir hali yoktu. Yere düşünce yanakları kızarmıştı. Babaannemin anlattığı zarif Çerkes kızı tabirine tamamen uyuyordu. Bir daha göremeyeceğim bir kızı düşünmenin bana faydası olmayacağı için elime aldığım Tolstoy'un Diriliş ini okumaya başladım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD