BÖLÜM 9

3386 Words
Biz Ali’yle sevgiliyi oynamaya başlayalı neredeyse 3 hafta olacaktı ama henüz Beril pes etmiş gibi görünmüyordu. Aksine, her gün biraz daha saldırgan, biraz daha kötü oluyordu. Ali’yle aramızda görünmez bir çizgi vardı. Bu çizgiyi ne ben geçiyordum ne de Ali. Birbirimize karşı tanımlanamaz bir mesafemiz vardı ama bu mesafe benim sadece canımı yakıyordu. Ali’ye olan duygularımı saklamakta çok zorlanıyordum artık. Onunla her gün yan yana olup ona içimden geçenleri söyleyememek beni öldürüyordu. Ama söyleyemezdim. Okulda yine Beril’le takışmıştık. Buna o kadar alışmıştım ki sinirlenmeyi bile bırakmıştım. Müdürün de uyarılarını dinleyip ona uymuyordum. Bu onu daha da delirtse de ben kendimden ödün vermiyordum. Bu durum Ali’nin de hoşuna gidiyordu. Akşam eve döndüğümde ablam benden önce gelmişti. “Erken gelmişsin abla?” dediğimde gözleri yaşlı bir halde bana baktı. “Abla ne oldu, iyi misin?” dedim yanına koşarak. “İyiyim ablacım, sadece…” dedi ve hıçkırmaya başladı. “Abla ne oldu söylesene! Delireyim mi istiyorsun?” “Sinemis, Ferhat bana evlenme teklif etti” dediğinde suratına bir tokat atmayı çok istedim. “Buna mı ağlıyorsun abla? Ödümü kopardın!” “Evet, buna ağlıyorum. Ne var?” “Abla, benim bildiğim evlenme tekliflerine ağlanmaz sevinilir, gülünür, oynanır falan. Sen burada biri ölmüş gibi ağlıyorsun” dediğimde boynuma sarıldı. Vardı bir terslik ama neydi. “Abacım, hadi sakinleş ve bana neden ağladığını anlat, lütfen” dediğimde kendini biraz sakinleştirip konuşmaya başladı. “Canım kardeşim, ben bu teklife tabii ki seviniyorum. Ferhat’ı seviyorum ve onunla evlenerek doğru adım atacağımı da biliyorum. Ama bütün her şey benden ibaret değil ki. Senin okulunun bitmesine bir yıl var daha. Ben şuanda evlenme lüksüne sahip değilim.” “Ha, bütün derdin benim yani?” “Bütün dert dediğin kardeşim, canımın bir parçası. Böyle basitmiş gibi konuşma lütfen.” “Abla, basitmiş gibi konuşmuyorum ama sen de fazla büyütüyorsun. Ne olacak benim okulumun bitmesine bir yıl varsa? Ne yani? Benim için evliliğini bir yıl erteleyecek misin?” “Gerekirse evet” deyince sinirlendim “Bunu yapmayacaksın abla! Ailemizi kaybettiğimizden bu yana hep benim için erteledin kendini. Benim ihtiyaçlarım, benim psikolojim, benim okulum, benim terapilerim, benim dertlerim… Artık benim yüzümden hayatındaki tek bir şeyi bile ertelemene izin veremem. Bunun altında ezilmekten ölürüm ben” dediğimde gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu. “Sen benim hayattaki tek yakınımsın, ailemden emanetsin. Sen benim kardeşimsin Sinemis! Senin için gerekirse bütün hayatımı veririm” dediğinde önünde diz çöküp ellerini tuttum. “Benim anne yürekli ablam, sen bana abladan çok anne gibi oldun hep. Sen de benim hayatımdaki en kıymetli insansın. Ama eğer beni biraz olsun seviyor ve mutlu olmamı istiyorsan; Ferhat’ın evlenme teklifini kabul eder, onunla evlenirsin.” “Sinemis böyle söyleme lütfen” “Abla ben başka söz söylemeyeceğim. Eğer bu teklifi kabul etmezsen hayatımın sonuna kadar kendimi asla affetmem. İnan bana bu vicdan azabıyla eskisinden daha kötü bir hale gelirim. O zaman terapiler ve psikiyatristler de çözemez derdimi. Lütfen teklifini kabul et ve onunla evlen” “Seni nasıl yalnız bırakırım ben?” “Yalnız kalmayacağım ki. Aynı şehirdeyiz. Bununla baş etmeyi öğrenmek zorundayım abla. Annemle babamdan sonra sen olmadan hiçbir yerde kalmadım. Seneye üniversite sınavına gireceğim ve belki başka şehre gideceğim. Oraya da mı geleceksin? Gelmeyeceksin tabii ki. O yüzden ben kendi ayaklarımın üzerine basmayı öğreneyim ki yürümem gerektiğinde tereddüt etmeyeyim” “Böylesi benim içime asla sinmiyor” “Beni anlamaya çalış. Düşün dediklerimi ve lütfen beni böyle bir yükümlülüğün altına sokma. Ferhat’la tanıştım, o gerçekten iyi biri. Bu fırsatı her zaman bulamayabilirsin. “Tamam, düşüneceğim…” dedi ve kalkıp bana sıkıca sarıldı. “Benim güzel kardeşim” diye fısıldadı kulağıma. Kollarımı ona daha sıkı dolayıp “Hadi gelinlik modellerine bakalım” deyince “İnanmıyorum sana! Benden bu kadar çabuk kurtulmak mı istiyorsun” diye sitem etti. “Hayır, senin dünyanın en güzel gelini olmanı istiyorum” dedim ve tekrar sarıldık. Sonra ablam elini yüzünü yıkadı ve mutfağa girip yemek yedik. “Bugün çay içmedim ve krizim geldi” diyen ablamı kırmadım ve çay demledim. Birlikte çayımızı içip televizyon izlerken birden bana döndü: “Ya ben sana neyi anlatmayı unuttum bir bilsen” deyince yine yüreğim ağzıma geldi. “Abla bu gece bana bir şey olursa bil ki senin yüzünden. Panik yaptırmasana beni bu kadar! Neyi unuttun acaba çok merak ettim” “Ferhat’tan Alilerin kazasının detaylarını öğrendim ben” dediğinde heyecandan neredeyse elimdeki çayı deviriyordum. “Kızım sakin olsana” “Abla hemen anlatmaya başlar mısın?” “Önce sana bir soru soracağım ve cevabına ikna olursam anlatacağım” “Hayda! Abla ya çok sinirsin!” “Kusura bakma, işine gelirse” “Tamam, sor hadi” “Ali’yle mutlu musun?” “Bu nereden çıktı şimdi?” “Sen çok durgun, dalgın ve hüzünlüsün. Normal halinde de çok neşeli değilsin biliyorum ama Ali’den sonra farklı bir şey var sende” dediğinde gözyaşlarıma engel olamadım. “Abla, sana anlatmam gereken bir şey var” dedim ve Ali’yle oynadığımız oyunu, ona olan duygularımı bütün detaylarıyla anlattım. Ablamsa beklediğimin aksine hiç kızmadı. Sanki biliyormuş gibi anlayışla dinledi beni. “Böyle yaparak kendi canını bilerek acıtıyorsun farkındasın değil mi?” “Biliyorum abla. Ama onun yanında olmayı öyle çok istiyorum ki, bu oyun bana acı verse de katlanıyorum. Böyle olacağını hesaba katamadım ben. Bilirsin katıyımdır. Kendimi kontrol etme konusunda da oldukça başarılı, ama bu kez olmadı” “Aşk kontrolünü alır insanın. Kendini tanıyamaz hale gelirsin ne yazık ki. Peki ne yapacaksın? Ona duygularını açacak mısın?” “Hayır abla, böyle bir şeyi yapamam.” “Ama yapmazsan da bu yükten kurtulamayacaksın.” “Olsun, onun duygularından emin olmadan böyle bir şey yapamam ben.” “Haklısın, ama belki o da senden bir adım bekliyordur. Hiç hissetmedin mi ondan sana karşı bir şey” “Aslında tanımlayamadığım bir şey var aramızda. Ali çok ilgili bana karşı. Ama ben bunu kendini bana karşı borçlu hissettiği için yaptığını düşünüyorum.” “Anlıyorum. Ama dediklerimi yabana atma. En azından biraz belli et kendini. Belki de o da senden hoşlanıyordur” “Sanmıyorum. Her neyse, artık şu kazanın detaylarını anlatacak mısın?” “Fazlasıyla ikna olduğum için evet. Aliler o gece babasının arabasını çalmışlar. Biraz hızı da kullanmışlar sanırım. Bilmedikleri sokaklara girmişler ve biraz panik olmuşlar. Eve dönmeye çalışırken karşılarından gelen bir adamı fark etmeyip ona çarpmışlar. Sonra da yoldan çıkıp bir kamyonun altına girmişler. En ağır Ali yaralanmış. Alp arkada olduğu için kırıklarla atlatmış. Ama Ali neredeyse iki ay komada kalmış. Uyandığında da çok uzun süre tedavi görmüş. Kırıklar o kadar fazlaymış ki uzun zaman yürüyememiş.”  “Ne kadar zorlanmıştır kim bilir” dedim iç çekerek. Ablamsa anlatmaya devam etti “Zorlanmışlar ailece. Ali kendine gelince ilk çarptıkları adamı sormuş, ölüp ölmediğini öğrenmek istemiş. Bu olayı unutması çok zaman almış ve o da uzun süre psikolojik destek almış biliyor musun?” “Benim gibi…” dedim üzülerek. “Evet canım. Ferhat Ali’nin çok saygılı ve çok iyi kalpli biri olduğunu söyledi. Çevresinde gıpta ile bakılırmış ona. Ama kaza konusunda tek kelime etmezmiş. Bu konu ne zaman açılsa Ali bambaşka bii haşine geliyormuş. Beril konusunu da konuştuk” dediğinde tüm dikkatimi ona verdim. “Beril Ali’yi senin de dediğin gibi takıntı haline getirmiş. Ferhat çok detaylı bilmiyor ama sanırım Beril Ali’ye olan aşkı yüzünden intihara kalkışmış. Babası Beril’in üstüne titriyormuş ve ne dese yapıyormuş. Ali’yi elde edemeyince de ciddi bir bunalım geçirmiş. Bir şey daha söyleyeceğim ama bu ikimizin arasında sır kalacak tamam mı?” “Tamam abla” “Kendini üzmek de yok” “Of abla, söylesen artık” “Sanırım Ali Beril’le birlikte olmak istemediği için birkaç yıl önce babalarının ortaklıkları bozulma noktasına gelmiş. Ali’nin babası çok aklı başında bir adam diyor Ferhat ama Beril’in babası sonradan görme, parayla her şeyi yapabileceğini düşünen bir adammış.” “Bizim yüzümüzden ortaklıkları mı bozulacakmış yani?” “Sizin yüzünüzden değil tatlım.  Birkaç yıl önce diyorum ya. Ali yıllardır Beril’i istemediğini söylüyormuş. Ama Beril inadından vazgeçmemiş. Şu anda sizin birlikteliğinizle ilgili bir konu gündemde yokmuş. Normalde Beril’in çıldırıp babasını Ali ve ailesinin üstüne salması gerekirdi diyor Ferhat. Bu işte bir gariplik olduğunu düşünüyor” “Beril Ali’ye, onu kendinden çok seven biri olduğunda ondan vazgeçeceğini söylemiş. Sanırım önce beni caydırmaya çalışıyor. Eğer baş edemezse babasını devreye sokacak. Ya da belki dediği gibi sessizce çekilecek aradan.” “Bilmiyorum ama yine de dikkatli olmanı istiyorum.” “Olurum abla merak etme. Peki, Ali’nin çarptığı adama ne olmuş.” “O konu muamma. Herkesten saklıyorlarmış bu konuyu. Alp ve Timur bile bilmiyormuş. Şikâyet durumu olmamış. Bilinen tek şey adamın sakat kaldığı” “Anladım…” deyip düşünmeye daldım. Demek ki Ali de benim gibi zor zamanlar yaşamış. O da psikolojik destek almıştı. Bunu bilmek beni hem üzüp hem de rahatlatmıştı. Üzülmüştüm, çünkü yaşaması hiç de kolay değildi bu durumu. Terapiler, konuşmalar, ilaçlar… Ama sevinmiştim de, çünkü beni anlayacağını düşünmek kalbime küçük de olsa bir umut tohumu serpmişti. Belki anlatsam benimle konuşurdu sıkıntılarını. Belki bana anlatırdı. Parti gecesi bana öyle davranmasının nedeni yaşadığı kötü zamanları hatırlamaktı mutlaka. Ben dalmış düşünürken ablam seslendi. “Fazla derinlere daldın sanki ?” “Yok abla, öyle düşünüyordum. Sen beni bırak da Ferhat’a ne zaman teklifini kabul ettiğini söyleyeceksin?” “Acele etmiyorum Sinemis. Biraz düşünmeye ihtiyacım var. Bana zaman ver tamam mı?” “Tamam abla, ama dediklerimi unutma” dedim ve ona iyi geceler dileyip odama geçtim. Üzerimi değiştirip yatağa girdim ve Ali’yi düşünmeye başladım. Birden içimden ona birkaç söz etmek geldi ve telefonu elime aldım. Can Yücel’in çok sevdiğim şiirlerinden birini yazdım ona uzun uzun, sonunu düşünmeden, içimden geldiği gibi.   “Diyelim yağmura tutuldun bir gün. Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek. Öbür yanda güneş kendi keyfinde… Ne de olsa yaz yağmuru pırıl pırıl düşüyor damlalar. Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın, dar attın kendini karşı evin sundurmasına İşte o evin kapısında bulacaksın beni. Diyelim için çekti bir sabah vakti, erkenceden denize gireyim dedin. Kulaç attıkça sen patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan. Ege denizi bu efendi deniz. Seslenmiyor. Derken bir de dibe dalayım diyorsun İçine doğdu belki de İşte çil çil koşuşan balıklar, lapinalar gümüşler var ya  Eylim eylim salınan yosunlar. Onların arasında bulacaksın beni. Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya Çakmak çakmak gözleri. Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı. Herkes orda sen de ordasın Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından. Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim. Özgürlüğe mutluluğa doğru... Her işin başında sevgi diyor. Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili... Bir de başını çeviriyorsun ki, yanında ben varım” Mesajı gönderdikten sonra telefonu yastığımın altına koyup yine Ali’yi düşünmeye başladım. Cevap vermesini istemiyordum. Bana bu da nereden çıktı demesini kaldıramazdım. Çok hassastım ve sadece sessizce uyumak istiyordum. Mesajı gönderdiğime pişman değildim, yarın sabah sorsa verecek bir cevap bulabilirdim. Ama şimdi sorarsa ona duygularımı açmaktan korkuyordum. Ben gözlerimi kapatıp kendimi uyumaya zorlarken telefonum yastığın altında titreyince kalbimde de bir titreşim başladı. Ne yazdığını okumakla okumamak arasında gidip geldiğim yaklaşık beş dakikadan sonra merakıma yenilip mesajı açtım. “Benim mezarlarımda ölü yok; Hep yaşamış olanlar var… Anılarımda bir yer dinmeksizin acıyor, günbegün bundan. Güldüğümü görenler bana bakıyor, görüyorum... Ağlasam geçer, biliyorum. Ağlanmıyor…” Özdemir Asaf… Şiirle ilgiliydi demek ki. Gülümsedim. Garip gelmemişti ona mesajım ve o da bir şiirle yanıtlamıştı beni. Hem de çok anlamlı sözleri olan, sanki onun içindeki fırtınayı anlatmak için yazılmış gibi olan bir şiirle… Anılarında dinmeksizin acıyan yer o kazaydı. İnsanlar onun gülüşüne bakıyorlardı çünkü yaşadığı o kötü günlerden sonra toparlanması zor olmuştu ve gülümsediğini görmek belki de çevresindekileri mutlu ediyordu. Zaten duru bir su kadar güzeldi gülüşü orası çok ayrıydı.  Ağlasam geçer diyordu. Kendi içinde yaşadığı depremleri dışarı vuramıyordu o da benim gibi. Ve herkes onun mutlu olmasını istediği, iyi olduğunu görmek istediği için de dışa vuramıyordu. Ah Ali… Dedim işte, ben varım… Ne yazacağımı düşündüm. Hangi şiir ona içimden geçenleri, onu anladığımı anlatabilir diye düşünürken bir mesaj daha geldi. “Eyvah” dedim, bu kez soracak ne oldu diye. “Yanımdasın biliyorum ve asla bırakmazsın ben sana gitme desem. Aslında gitmeni hiç istemiyorum. Yanımda olmandan o kadar mutluyum ki, sen gidersen bırakacağın boşluktan deli gibi korkuyorum. Ama sana layık olmayan bir geçmiş yakamı bırakmıyor Sinemis. Senin ellerini tutabilecek kadar temiz değil ben ellerim. Bana bağlanma ne olur, sakın sevme beni. Eğer canın yanarsa benim yüzümden, ben o zaman hiç etmediğim kadar nefret ederim kendimden” Mesajı neredeyse yirmi kez okuduktan sonra yataktan kalktım. Boynuma inen ıslaklığı hissettiğimde ağladığımı fark ettim. Ali… Neler diyordu bana. Kendini bana layık görmüyor muydu? Kafamın içindeki karmaşayla balkona attım kendimi. Odada nefes alamıyordum çünkü. Soğuk hava yüzüme çarparken Ali’ye içimden geçenleri yazdım. “Ah Ali… Biliyorum o yakanı bırakmayan geçmişi. Ama sanıyor musun ki seni zerre kadar suçluyorum. Sanıyor musun ki o temiz değil dediğin ellerini tutmaktan kaçıyorum. Benim önüme tek engel sen olursun ancak. Sen dersen ki gelme, git; o zaman dururum olduğum yerde. Ama bunu sığındığın bahaneler yüzünden değil; yüreğin istemediği için dersen dönerim sana arkamı. Eğer gözlerime baktığında, bir damla kararsızlık olursa gördüğün, o zaman haklısındır; ama bende sana dair ne şüphe var, ne güvensizlik ne de korku. Bil bunu, öyle et bütün sözlerini…” İçimden geçen her şeyi yazıp göndermenin rahatlığıyla İstanbul’u izlemeye başladım. “O balkonda durma, hasta olacaksın” yazan mesajı gördüğümde başımı çevirip sitenin otoparkına baktım. Arabası oradaydı. Buraya mı gelmişti? Benim yakınıma… Odaya geçtim kapıyı açıp salona çıktım. Sessiz olmaya çalışarak montumu ve botlarımı giydim. Anahtarımı da alıp yavaşça evden çıktım. Asansör gürültü yapacağı için merdivenlerden sessiz olmaya çalışarak indim. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve etrafta kimse yoktu. Otoparka gidip arabasının kapısını açtığımda Ali şaşırdı. “Neden geldin…” dedi hüzünlü bir ifadeyle. “Sen neden geldin?” diye yanıtladım ben de üste çıkmaya çalışarak. “Gerçekten bilmek istiyor musun?” “Evet.” “Çok uzaktan da olsa seni izlemek için. Odanın ışığının yanıp sönüşünü, evdeki ışıkları takip ederek ne yaptığını tahmin edip seni izlemek için.” “Ali…” derken sözümü kesti. “Biliyorum ben ne hissediyorsam aynısı sende de var. Ama biz birlikte olamayız.” “Neden böyle düşünüyorsun Ali? Daha beni tanımıyorsun bile” “Ama sen de beni tanımıyorsun. Bilmiyorsun hiçbir şey…” “Biliyorum Ali. Kazayı biliyorum, olanları biliyorum, yaşadıklarını biliyorum ve seni anlıyorum” “Beni anlamak? Sanmıyorum” “Belki tamamen aynı değil yaşadıklarımız, ama geçtiğimiz süreçler birbirine çok benziyor.” “Nesi benziyor Sinemis? Sen bir insanı hayat boyu sakat kalmaya mahkûm mu ettin benim gibi!” “Ali çocuktun sen! Bilerek mi yaptın bunu?” “Bilerek ya da bilmeyerek, buna sebep oldum ben! Ben belki de katil bile olabilirdim! Yapılan onca uyarıyı dinlemeden arabayı çaldım ve başıma bunlar geldi” “Ali, o yaşlardaki binlerce insan bunu yapıyor!” “Ama hepsi birinin hayatını mahvetmiyor değil mi?” “Kendine eziyet etmekten başka hiçbir şey değil bu yaptığın!” “Psikoloğum gibi konuşuyorsun! Ah, bak bir neden daha sana. Yıllardır bu travmayı atamayan bir hastayım ben! Terapi görüyorum hala! Deli bile olabilirim. Ablanın senin böyle biriyle birlikte olmanı isteyeceğini hiç sanmıyorum!” “Aynı durumda olduğumuz için bu konuda sıkıntı çıkaracağını sanmıyorum” dediğimde dönüp yüzüme baktı. “Aynı durum?” “Yani terapi, psikiyatrik tedavi ve ilaçlar. Hatta 2 ay kadar rehabilitasyon merkezine yoğun tedavi” “Anlamıyorum! Nasıl yani, ne demek bu Sinemis?” “Şu demek Ali, evet ben bir kaza yapmadım, birine zarar vermedim ama senin hayatını nasıl bir trafik kazası değiştirdiyse benim hayatımı da aynı şekilde bir trafik kazası alt üst etti.” “Ne oldu?” “Annemi ve babamı bir kazada kaybettim Ali. Aslında benim gördüğüm ilgi ve tedaviyle çok kolay atlatılabilirdi bu travma. Ama öyle büyük bir yük ki taşıdığım, asla ama asla bitmeyecek.” Dedim ve ağlamaya başladım yeniden. Ali ellerimi tutup “Lütfen anlat” dedi. “O gece annem ve babam bir yemeğe katılmak için birlikte gitmişlerdi. Ablam okuldaydı burada İstanbul’da ve ben evde yalnız kaldım. Aslında beni bırakmak istemediler ama ben korkmadığıma onları inandırdım ve birkaç saat için gittiler. Zaman geçtikçe evde tek kalmaktan korkmaya başladım. Evin her yanından ses geliyormuş gibi oluyordu. Dayanamadım ve babamı aradım. Ona korktuğumu söylediğimde çok endişelendi ve arabayı daha hızlı sürmeye başladı. Telefonu da kapatmıyordu. Aslında evde hiçbir şey yoktu ama ben babama bir şeyler olduğu konusunda ısrar ediyordum. Bir yandan da ağlıyordum. Babam öyle panik oldu ki tüm dikkati bendeydi. Babam korkmamı söylerken annem telefonu ona vermesini söyledi. Bense babamda kalmasını istedim ve babam da telefonu anneme vermedi. Birkaç dakika sonra annemin “Ayhan dikkat et!” diyen sesiyle fren sesi birbirine karıştı ve korkunç bir gürültü duydum. Babama seslendim ama cevap vermedi. Birkaç kez daha seslendim sonunda babamın çok kısık sesini duydum ‘Sinemis korkma kızım, korkma geliyorum’.  Babam kaza yapmıştı.” Dedim ve hıçkırıklarım şiddetlendi. “Ağlama ne olursun” dedi Ali gözleri dolu bir halde. “Eve polisler geldi birkaç saat sonra. Beni alıp hastaneye götürdüler. Ablamı da aramışlar, yolda olduğunu söylediler. Pedagog bir kadınla birlikte bana ölümü en hassas yoldan anlatıp ailemin öldüğünü söylediler. Bense hiç konuşmuyordum. Ölüm sessizliğine bürünmüştüm. Beni konuşturmak için çok çabaladılar ama ağzımdan tek bir kelime çıkmıyordu. Ağlamıyordum, tepki vermiyordum. Aklımdaki tek şey babamın son sözleriydi. O ölürken bile beni düşünüyordu. Sabah ablam geldi hastaneye. Ağlayarak bana sarıldı, bense hala tepkisizdim. Bana açıklama yapan pedagog kadınla saatlerce ağzımdan tek kelime çıksın diye uğraştılar ama konuşamadım. Konuşmaya başlarsam benim yüzümden olduğunu anlatacaktım, ama yapamadım. Eğer söylersem ablamı da kaybedecektim. Ben kendimden nefret ediyordum, kendimi suçluyordum ve ablamın da aynısını yapıp benden nefret etmesinden ve beni bırakıp gitmesinden korkuyordum. Çocuktum Ali, savunmasızdım. Ablamın beni bırakıp gitmesine dayanamazdım. Annemle babamı göstermediler bana. Daha çok etkilenirim diye korktular. Ama ablam cenaze çıkış işlemlerini hallederken morgun kapısına gittim. Oradaki görevli adama ağlayarak onları görmek istediğimi söyleyince beş dakikalığına izin verdi. Öyle çok yalvardım ki kıyamadı bana. Morga girdiğimde önce annemle vedalaştım. Annem öyle güzel bir kadındı ki ölüm bile onun güzelliğini alamamıştı. Sadece başında bir morluk vardı, başını çarpmıştı sanırım. Onu öpüp özür diledim ve babamın yanına geçtim. O kadar pişmandım ki yaptığımdan, babamın soluk yüzüne bakarken bile utancımdan ölmek istiyordum. ‘Canım babam’ dedim ona. Beni affetmesini istedim. Benim gibi düşüncesiz bir evlat yüzünden orda yatan cansız bedeninden defalarca özür diledim. Öyle çok ağladım ki morg görevlisi beni kollarına alıp sarıldı. Sonra da dışarı çıkardı. Bitmişti Ali, annem ve babam gitmişti. Hem de benim yüzümden” “Öyle düşünme ne olur, ömür bittiğinde bir şey vesile olur der babaannem. Kendini suçlama” “Ama suçluyum Ali. Kaza nedeni aşırı hız ve dikkatsizlik denince ablam inanamadı. Çünkü benim babam asla hızlı araba kullanmazdı. Tek bir trafik cezası bile almamış bir adamın aşırı hızdan ölmesi demek, onu hızlı kullanmaya iten bir neden olması demekti. Ablam bunu hiç sormadı. Belki benim için, ben evde tek olduğum için hızlı kullandığını düşünmüştür, ama bana bunu hiç hissettirmedi. Ben aylarca terapi gördüm. Ama bu olanları hiç anlatmadım. Ne ablama ne de beni tedavi etmek isteyen o doktorlara. İlk ve tek sana anlattım Ali” dediğimde bana sıkıca sarıldı. Bir süre böyle kaldıktan sonra kollarından ayrılıp anlatmaya devam ettim. “Kazadan sonra neredeyse üç ay hiç konuşmadım. Ablam okuluna devam etmek zorunda olduğu için bana teyzem bakıyordu. Teyzem evlenmemişti, bu yüzden de benimle kalması sorun olmuyordu. Ablamın okulu bitene kadar o baktı bana. Sessizliğimin ablamı ne kadar üzdüğünü gece uykum kaçıp mutfağa gitmek için odamdan çıktığımda öğrendim. Teyzeme anlatıyordu. Bana bir şey olmasından çok korktuğunu, ailemizden kalan tek insanın ben olduğumu ve canının acıdığını anlatıyordu ki kendimi tutamayıp bağırarak ağlamaya başladım. Ablam koşarak yanıma geldi ve bana sıkıca sarıldı. Ağlarken bir yandan da beni bırakmaması için ona yalvarıyordum. Ablam konuştuğumu duyunca o kadar mutlu olmuştu ki, aylar sonra ilk kez güldüğünü gördüm. Beni sakinleştirip yatağıma yatırdı ve beni asla bırakmayacağını söyleyip söz verdi. Ondan sonra da konuşmaya devam ettim. Ama ailemin ölümüne neden oluşumun verdiği acıyı hiç atamadım. Yüzlerce kez terapiye gittim, ilaçlar kullandım ama olmadı. Düzelemedim. Zamanla hafifledi biraz, ama asla tamamen geçmedi. Geçmeyecek de” “Canım benim…” diyerek saçlarımı öptü Ali. “Şimdi anlıyor musun Ali neden sana aynı durumdayız dediğimi? Senin çarptığın adam en azından yaşıyor ve sen her gün ondan özür dileyebilir, onun için bir şeyler yapabilirsin. Ama ben ailemi geri getiremem. Onlardan bir kez bile beni affetmelerini isteyemem. Her gün yüzüne baktığım, benim için canını dişine takan ablama bile bu gerçeği söyleyemiyorum. Şimdi eğer hala senin ellerinin kirli ve benim çok temiz olduğumu düşünüyorsan dilediğin gibi kaçabilirsin benden.” “Sen hala çok temizsin benim gözümde Sinemis” “Sen de en az benim kadar temizsin Ali. İkimizin birbirinden farkı yok” dediğimde bana yeniden sıkıca sarıldı ve kulağıma fısıldadı “Seni seviyorum…”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD