ALİ
“Ali! Okula geç kaldın paşam!” diyen Zeliha teyzenin sesiyle gözlerimi zorla açtım. Saate baktığımda 11 i geçmişti ve gerçekten de geç kalmıştım. Yataktan fırlayıp çabucak giyindim ve koşarak evden çıkıp arabama atladım. Okul umurumda değildi, düşündüğüm tek şey Sinemis’ti ve onun okulda Beril ile yalnız kalması.
Gece boyunca düşünüp kendimi yemekten sabaha karşı ancak dalabilmiştim. Yaptığım aptalca davranışlar için kendime lanetler etmekle saatler harcayıp, Sinemis’i arayıp aramamak arasında mekik dokumuştum. Sonunda da uyuyakalmıştım.
Ona kötü davrandığım için kendimden nefret ediyordum. Ama isteyerek yapmamıştım. Geçirdiğim kaza bir travmaydı ve hatırlamayı da onunla ilgili konuşmayı da istemiyordum. Ablasının neden iki yıl kaybettiğimi sorması güzel gecenin de sonu olmuştu benim için. Ona anlatabilirdim, ama yaptığım şeyi öğrendiğinde Sinemis’in benden nefret etmesinden çok korkmuştum. Aptalca hareket edip birini ezmiş ve onu hayatı boyunca sakat kalmaya mahkûm etmiştim. Bunun için yapabileceğim bir savunmam yoktu, baştan aşağıya haksızdım.
Vicdan azabımı yeniden iliklerime kadar hissederken, Sinemis ile bir geleceğimizin olamayacağı düşüncesi de acıma acı eklemişti. Evet, onlar çok özel insanlardı. Benim çevremdekiler gibi parayla her şeyi çözebileceklerine inanan türden kişiler değillerdi. Onlar için insanlar, duygular ve maneviyat; paradan daha değerliydi. En azından Sinemis böyleydi. Yıllar önce yaptığım hatanın cezası olarak da ben onun gibi özel bir kıza asla sahip olamayacaktım. Bunun içimde açtığı yara gitgide büyürken, yapmam gereke tek şey onu kendime karşı korumaktı.
Bana bakışlarından anlayabiliyordum, bana karşı hissettiği bir şeyler vardı. Bu beni mutlu etmesi gereken bir şeyken, canımı acıtıyordu. Ona bunu yapamazdım. Beril benden tamamen vazgeçene kadar yanımda olup sonra hayatına kaldığı gibi devam etmeliydi. Ona yakın olmak için girdiğim bu oyunu bitirdiğimizde, Sinemis’ten geriye bir harabe kalmasını asla istemezdim. O yüzden de bu oyunu oyun gibi devam ettirip, zamanı geldiğinde de bitirmeliydik. Onun için…
Bana kırılmıştı ama ondan özür dilemeye cesaretim bile yoktu. Çünkü ondan özür dilersem yine içine ümit tohumları bırakacaktım. Son kararım olarak ona görünüşte iyi, gerçekte mesafeli davranacaktım. Başka türlüsüne hakkım asla yoktu.
Okula geldiğimde öğle arasından önceki son dersti. Sınıfa girmemeyi seçerek kafeteryaya indim. Başımı kaldırdığımda gördüğüm manzarayla kısa çaplı bir şok yaşadım. Sinemis ve Efsun bir masada oturuyorlardı. Efsun elindeki buz torbasını Sinemis’in başına tutuyordu. Koşarak yanlarına gittim ve ne olduğunu sordum panikle.
“Kaçık eski sevgilin olay çıkardı” dedi Efsun sinirle. Sinemis ise yüzünü bile çevirmemişti. Bana bu kadar mı kızmıştı yani…
“İyi misin?” dedim çekinerek. Başını bana çevirip gözlerime öfkeyle baktığında bir an bakışlarından ürktüm. Sonra gözüm yüzündeki ve boynundaki çiziklere gitti. Elimi uzatıp dokunduğumda inledi. Canı yanmıştı.
“Çok mu acıyor?” dedim yine biraz ürkerek. Sinemis cevap vermeden yine Efsun girdi lafa
“Acıyor tabii ki. Kızın yüzünü parçalayacaktı neredeyse. Ayağına çelme takıp yere düşürdü. Sinemis başını sıraya çarptığı için yerden kalkamadı ve o da bunu fırsat bilip üzerine saldırdı.”
“Sen yok muydun yanında Efsun? Onu sana emanet etmiştim” dedim sitemle
“Onun suçu yok, lavaboya gitmişti. Beni sınıfa hapsedip kapıyı tuttular ve içeri kimseyi almadılar” diyen Sinemis’e içim acıyarak baktım. Ona tuzak kurmuştu adi Beril! Bunu ona ödetecektim ama önce Sinemis ile ilgilenmeliydim.
“Revire gittin mi?” diye sorduğumda
“Hayır” diye sert bir şekilde cevapladı beni.
“Neden?”
“Çünkü revirde Beril ve arkadaşları var” diyen Efsun’a hayretle baktım
“Nasıl yani?”
“Yani şöyle Ali, Beril Sinemis’e saldırınca o da boş durmamış. Kendini toparlayıp karşılık vermiş. Sadece bir tekme ama Beril’e yetti. Arkadaşlarına gelince, Timur’u aradım ve yardıma geldi. Kapıyı zorla açınca kapıyı tutan kızları da be hallettim. Yani onların durumu daha acil” diye yaptığı açıklamaya şaşkınlıkla baktım.
“O zaman doktora gideriz biz de” diye bir anda konuşunca Sinemis hemen
“İstemiyorum!” diye itiraz etti.
“Başını çarptın ve gitmemiz gerekiyor” dedim ama yine reddetti.
“Ali! Sana istemiyorum dedim” diye inatla cevap verdiğinde bu kez onu dinlemedim. Yerimden kalkıp onu kolundan çekip kaldırdım ve yürütmeye çalıştım. Keçi gibi inatçıydı ve benimle gelmiyordu. Ben de onu kucaklayıp omzuma attım ve zorla götürmeye başladım. Efsun’un arkamızdan kahkaha attığını duyarken diğer yandan da Sinemis’in omzumda tepinerek yağdırdığı emirleri dinliyordum.
“Ali bırak beni! Sana beni indirmeni söyledim! Ali rezil oluyoruz indir beni Allah seni kahretmesin! Ali!”
“İndireceğim ama benimle hastaneye geleceksin, söz ver” dedim durarak. Derin bir nefes aldı ve
“Tamam, lanet olası tamam! İndir beni rezil olmak istemiyorum” deyince omzumdan indirip elini tuttum ve yürümeye devam ettim. Bu kez sessizce peşimden geliyordu. Neyse ki ben ondan daha inatçıydım.
Arabaya bindiğinde suratı beş karış asıktı. Bana tavır yapıyordu ve haklıydı. Bense ona nasıl karşı koyacağımı bilemeden kendimle büyük bir savaş veriyordum.
“Beril’i bir tekmeyle mi o hale getirdin?” dediğimde bana ters ters baktı. Sinemis’in tersi de tersti bunu anlamıştım.
“O kadar dayak sen de yeseydin sen de aynısını yapardın” dediğinde içimden Beril’i öldürmek geldi.
“Çok özür dilerim, bunların hepsi benim yüzümden” dediğimde daha da sinirlendi
“Benden özür dilemekten vazgeç artık! Eğer bir şey yapmak istiyorsan biraz daha samimi davran bana o yeter” dediğinde anladım ki, asıl siniri kavgaya değildi. Aslında gece olanlardan dolayı hala bana sinirliydi. Ama haklıydı. Ya çok samimiydim ona karşı ya da duvar gibi. Bu her insanı sinirlendirirdi.
“Dün gece için özür dilerim. Seni üzdüğümün farkındayım…” derken sözümü kesti.
“Beni üzmedin Ali, sadece kırdın.” dedi. Kırılmıştı, bunda da haklıydı. Başka bir şey söylememeye karar verdim. Çünkü yapacağım açıklama ya onu daha çok kıracaktı ya da ümitlendirecekti. İkisini de istemiyordum çünkü her ikisi de onu üzecekti.
“Başın çok şişmiş, çok mu sert vurdun?” diye konuyu değiştirdim.
“Sanırım… Düşerken vurdum hatırlamıyorum”
“Ona bunun hesabını soracağım!”
“Sakın Ali! Onun istediği de bu zaten. Hiçbir şey yapmayacaksın. Ben onunla baş edebilirim. Güçsüzmüş gibi arkana saklanmak istemiyorum.”
“Ama bunlar benim yüzüm…” derken yine lafımı kesti. Onu hiç bu kadar sert görmemiştim.
“Senin yüzünden falan değil. Biz bu oyuna başlamadan da o beni tehdit ediyordu zaten. Seninle arkadaş olduğumuzu düşünse de benden rahatsızdı. O yüzden kendini suçlamaktan vazgeç ve bırak ben kendim çözeyim” dedi. Bu fikir çok hoşuma gitmemişti. Beril’in ona dokunmasına izin vermezdim. Buna oynadığımız oyundan dolayı değil, Sinemis’in saçının tek teline zarar gelmesini istemediğim için izin veremezdim.
Ben bunları düşünürken o benim sessiz kalışımdan rahatsız olmuştu
“Anlaşıldı mı Ali Kanşav?” dedi sert bir sesle yine
“Anlaşıldı hanım efendi” diyerek onu o anlık ikna ettim. Ama tabii ki dediği gibi olmayacaktı. Beril bu yaptığının bedelini ödeyecekti.
Hastaneye geldiğimizde direkt olarak başhekimin odasına çıktım. Babamın arkadaşı olduğu için istediğim zaman onunla görüşebiliyordum.
“Aliciğim, hoş geldin” diyerek karşıladı beni.
“Hoş bulduk Kemal amca.”
“Hayır mı oğlum? Bir rahatsızlığın yoktur inşallah”
“Benim bir şeyim yok ama arkadaşım düştü Kemal amca. Başını çarptı da, bir sorun var mı diye getirdim onu” deyince yerinden kalkıp “Bakalım o zaman, getir arkadaşını” dedi.
Odadan çıkıp Sinemis’i içeri çağırdım. Kemal amca başındaki şişliğe bakarken bir yandan da yüzündeki çizikleri inceliyordu.
“Kavgamı ettiniz küçük hanım?” diye sorunca Sinemis’in yüzü kızardı.
“Şey, tam olarak öyle sayılmaz” dedi utanarak.
“Okulda bir kız saldırdı Kemal amca. Yoksa Sinemis kavga edecek yapıda bir kız değildir” diyerek onu rahatlatmaya çalıştım biraz.
“Anlıyorum. Bu şişlik çok kötü görünmüyor ama hemen tomografi alalım, ne olur ne olmaz. Ali siz şimdi benim asistanımın yanına gidin ben onu arıyorum. O sizi yönlendirecek, sonuçları alınca da hemen bana gelin” dedi Kemal amca. Ben de onu başımla onaylayıp teşekkür ettim ve Sinemis’i elinden tutarak odadan çıkardım.
Kemal amcanın asistanının yanına gittiğimizde ayağa kalkıp bizi tomografi odasına götürdü. Sinemis’i odaya aldılar ve üzerine yeşil bir kıyafet giydirdiler. Giyindikten sonra dayanamayıp odaya girdiğimde doktor bayan bana biraz kızdı.
“Buraya girmemeniz gerekiyor. Lütfen çıkar mısınız?” dedi.
“Tamam, çıkacağım ama cihaza girmeden bakmak istedim” deyip Sinemis’e döndüm.
“İçeride biraz bunalacaksın, biraz sürecek çünkü. Ama gözlerini kapatıp orada değilmişsin gibi düşün. Sana bir cihaz verecekler, kendini kötü hissedersen hemen düğmesine bas olur mu? Ben buradayım ve o düğmeye bastığın an gelip seni çıkaracağım. Korkma tamam mı?” diyerek ona yarımcı olmaya çalıştım.
“Deneyimli gibisiniz?” diyen doktora “Sayılır” diyerek yeniden Sinemis’e döndüm. Sessizce bana bakarken birden sarıldı. Ne yapacağımı bilemeden geçirdiğim birkaç saniyeden sonra ben de ona sarılıp saçlarını okşadım. “Korkma” diye fısıldadım kulağına. Küçük bir çocuk gibi kollarımın arasında titriyordu.
“Teşekkür ederim Ali” derken sesi de vücudu gibi titriyordu.
Doktor aramıza girerek beni dışarı çıkarıp onu da makineye götürdü. Sinemis cihaza uzanıp içeri doğru giderken korkmaması için da ediyordum ben de. Beklemeye başladım sabırsızca. Ona bakıyordum ve takip ediyordum. Bir süre geçmişti ama cihazın içinde hiç hareket etmiyordu, kıpırdamıyordu bile. Panikle içeri girip doktora ne olduğunu sordum.
“Bir terslik yok Ali Bey, uyumuş olabilir. Sakin olun” dediğinde sakin falan olmamıştım ama doktor beni ısrarla dışarı kovunca mecburen çıktım.
25 dakika kadar içeride kaldıktan sonra makine dışarıya doğru hareket etti. Nihayet bitmişti. Makine Sinemis’i dışarı çıkardığında onun iyi olduğunu görünce rahat bir nefes aldım. Üzerini değiştirip yanıma geldi. Doktoru sonuçları 45 dakika sonra alacağımız söyleyince teşekkür edip oradan ayrıldık.
“Okula gitseydik, sonuçları akşam alırdık” dedi sakince.
“Olmaz, bekleyeceğiz, ne olduğunu öğrenip öyle gideceğiz” dedim ve konuyu değiştirdim
“Aç mısın?” diye sordum.
“Biraz. Sen?”
“Ben kahvaltı bile etmedim henüz”
“İnanmıyorum Ali! O zaman hemen bir şeyler yiyorsun” dedi.
“Birlikte yiyoruz” diyerek onu elinden tutup sürüklemeye devam ettim. Elini tutmama ses çıkarmıyordu. Ben de elini tutmaktan vazgeçemiyordum. Aklımla kalbimin çatışmasında kalbim galip geliyordu sürekli.
Hastane kantinine gidip yiyecek bir şeyler aldık ve oturduk. Yemek yerken ikimiz de konuşmuyorduk. Sessizliği çalan telefonum bozdu. Arayan Timur’du.
“Abi neredesiniz?” dedi telaşla.
“Hastanede” dediğimde Efsun’un sesi geliyordu arkadan. “Ne yapmışlar, bir şeyi var mıymış sorsana” diye Timur’un başının etini yiyordu.
“Sorun yok gibi, ama önlem olsun diye tomografi çekildi, sonuçları bekliyoruz” dedim.
“Oğlum ciddi bir şey yok değil mi?”
“Yok Timur! Yemek yiyoruz şimdi, kapatıyorum tamam mı? Ararım sonuçları alınca” deyip telefonu kapattım.
“Beril nasılmış, sorsaydın keşke” diyen Sinemis’e şaşırarak baktım.
Yemeği bırakıp ellerimi masanın üzerine koyup “Neden merak ediyorsun ki?” dedim.
“Neden merak etmeyeyim Ali? Ben hayatımda kimseyle kavga etmedim, kimseye zarar vermedim. Ona bir şey olursa üzülürüm” dedi. Bu kız gerçekten çok ama çok garipti. Ona bu kadar zarar vermiş biri için bile üzülebiliyordu. Ben Beril’in canına okumanın planlarını yaparken o kalkmış ona üzülüp merak ediyordu.
“Korkma ona bir şey olmaz. Sen kendini düşün” dedim. Bu lafıma cevap vermeden yemeğine döndü.
Tomografi sonuçları çıkınca onları alıp Kemal amcaya götürdük. Bizi karşısına oturtup raporları inceledi bir süre. Sonra konuşmaya başladı.
“Şanslısın kızım, ciddi bir durum yok. Yalnız ödem olmuşmuş vurduğun yerde. Birkaç gün ağrın olacak. Biraz da başın dönecek. Ama tedbiri elden bırakma. Bulanık görme, kusma, yüksek ateş gibi bir durum olursa hemen gel tamam mı?” dedi.
“Tamam Kemal amca, ben takip edeceğim ve sorun olursa hemen getireceğim” dedim Sinemis’ten önce.
Kemal amcayla vedalaşıp hastaneden ayrıldık. Okula yetişmek için geçti. Ama Sinemis’in eşyalarını almamız gerekti, o yüzden okula sürdüm arabayı. Beril’i de görüp ona birkaç çift söz etme şansım olacaktı böylelikle…
Okula gelince Sinemis’e arabada kalmasını söyleyip indim ve okula doğru yürüdüm. Sondan ikinci dersin bitmesine birkaç dakika kalmıştı. Bu yüzden hem Beril’le rahatça hesaplaşacak hem de eşyaları alabilecektim.
Sınıfın olduğu kata çıkarken zil çaldı ve öğrenciler sınıflardan çıkmaya başladılar. Sinemis’in sınıfına girip önce Beril'e baktım ama yoktu. Muhtemelen revirdeydi hala. Efsun’un yanına gidip kısaca olanları anlattım ve eşyaları alıp sınıftan çıktım. Adımlarımın istikameti revirdi. Kapıyı çalıp içeri girdiğimde doktor yoktu. Yatakların olduğu bölmeye gidip baktım, Beril oradaydı.
“Ali” dedi beni görünce sevinçle.
“Sen ne halt ettiğini sanıyorsun” dedim öfkeyle. Onun da yüzü değişti bu tepkimsen sonra.
“Ben… Beni görmeye geldiğini düşünmüştüm, merak ettiğini…” derken sözünü kestim daha fazla dinlemeden
“Seni merak etmek? Senin gibi bir canavarı neden merak edeyim Beril? Senin gibi saplantılı ve düşüncesiz birini merak edecek kadar kör müyüm sence ben? Sana son kez söylüyorum sevdiğim kızdan uzak dur! Yoksa olacakların sorumlusu sensin!” dedim ve hızlı adımlarla revirden çıktım. İçim biraz rahatlamıştı ama Beril’in rahat durmayacağını da biliyordum.
Arabaya binince Sinemis şüpheci bir ifadeyle yüzüme baktı.
“Neden bu kadar sürdü?” derken tek kaşını kaldırmıştı. Bu kızın sinirli hali gerçekten ürkütücü oluyordu.
“Efsun’a açıklama yaptım.”
“Ben Efsunla konuştum, hemen eşyalarımı alıp çıkmışsın?”
“Sen beni mi takip ettiriyorsun?”
“Hayır, yalnızca Beril’in yanına gidip ondan hesap sormanı istemiyorum”
“Merak etme. Bugün okul geç kaldığım için sınıfıma da uğradım ders notları için. Oldu mu küçük hanım ikna edebildim mi sizi?” dedim inandırıcı olmaya çalışan bir ses tonuyla.
O ise sadece “Peki” diyerek arkasına yaslandı. Konu kapanmıştı nihayet.
Oturdukları siteye gelip onu evlerine kadar çıkardım. Belli etmese de canı çok yanıyordu. Ne kadar gerek olmadığını söylese de yanında olmak istedim. Eve girdik birlikte. Duş almanın ağrılarına iyi geleceğini ve uyumasını kolaylaştıracağını söylediğimde itiraz etmedi ve duşa girdi. O duş alırken ben de yiyecek bir şeyler hazırlamaya çalıştım.
İşi bitip pijamalarıyla karşıma dikildiğinde öyle masum görünüyordu ki, onu kucağıma alıp saçlarını okşamak istedim. Ama bunu yapamazdım ne yazık ki...
“Yemek mi hazırladın?” dedi şaşırarak.
“Evet, yemek yiyip ilaçlarını alman gerek”
“Teşekkür ederim Ali, ben halledebilirdim. Hem zaten tokum ben”
“Olsun, elime yapışmadı. Ayrıca hastanede de doğru düzgün bir şey yemedin” diye cevap verdikten sonra onu sandalyeye oturttum ve birlikte yemek yedik. Yemek bitince ilaçlarını içirdim ve onu zorla da olsa yatağına yatırdım.
“Uyuyamam ki ben böyle, ağrım var ve daha gece olmadı” diye yakındığında, ona kitap okumayı önerdim.
“Okuduğun bir kitap var mı?” dediğimde başucunda duran kitabı gösterdi. Diriliş’i okuyordu benim gibi. Demek ki okuduğumuz kitaplar da aynıydı. Hangi sayfada kaldığına baktığımda aramızda birkaç sayfa olduğunu gördüm. Ben daha öndeydim. Kaldığı yerden okumaya başladım. Ara sıra mırıldanarak sonunda uykuya daldı. Sessizce odasından çıktım, mutfağı biraz toparladım ve montumu alıp evden ayrıldım.
Onun iyi olması, iyi hissetmesi her şeyden önemliydi…