BÖLÜM 6

2359 Words
Sinemis Ertesi gün Okulda zaman yine aynı geçmişti. Tek fark Beril okula gelmemişti ve bu yüzden biraz daha az gergindim. Beril okulda olmamasına rağmen Ali yine bana gerçek sevgilisi gibi davranıyordu.  Bunun nedeni de okuldaki herkesi bu oyuna inandırmaktı. Ben de ona yardım ediyordum elimden geldiğince. Okul bittikten sonra servisle eve gittim. Ali’nin bütün ısrarlarına rağmen beni eve bırakmasına izin vermedim. “Neden inat ediyorsun ki ben bırakayım işte” diye ettiği ısrara karşın “Olmaz diyorum Ali. O servise para ödüyor ablam. Her gün beni evden alıp eve bırakman da doğru değil. Ablam bundan hoşlanmaz” dedim. Mecburen saygı gösterdi ama Beril okula gelmediği için tedirgin olduğunu ve eve gider gitmez ona haber vermemi istedi. “Tamam, eve gidince haber vereceğim. Zaten akşam da alacaksın beni. Merak etme bir şey olmaz” dedim ve vedalaştık. Serviste Efsun, Ali’nin tüm hareketlerini değerlendirdi durdu. Ben de ona kulak asıp ümitlenmemek için kendimi zorladım sürekli. Bu ne kadar devam edebilirdi bilmiyordum ama elimden geldiğince kendimi tutmam gerekiyordu. Eve geldiğimde önce telefonumu çantadan çıkarıp Ali’ye eve geldiğimi ve sorun olmadığını belirten bir mesaj gönderdim ve üzerimi çıkarıp banyoya gittim. Yüzümü iyice yıkayıp odama geçtiğimde yatağın üzerine serilmiş tozpembe bir elbise ve koyu pembe topuklu ayakkabılar gördüm. Şaşkınlıkla elbiseyi aldığımda üzerinden bir not düştü. “Bir tanecik kardeşimin parti elbisesi, itiraz etmeden giyiyorsun” yazıyordu. Ah ablacım, hiçbir şeyi eksik bırakmaz, hiçbir şeyi atlamazdı. Telefonumu çıkarıp onu aradım ve teşekkür ettim. Saçlarımı ve makyajımı kendisinin yapacağını söyleyip beni iyice tembihledikten sonra ancak kapatabildi telefonu. Bir saat erken çıkacaktı işten. Ben de o gelene kadar duş aldım, saçlarımı kuruttum ve gelmesini beklerken biraz ders çalıştım. Ablam kapıdan girer girmez odama koştu. “Hadi giyin hemen” dedi heyecanla. “Saçını ve makyajını elbiseni giydikten sonra yapacağım” diye de ekledi. Aslında aldığı elbise ban göre fazla iddialıydı ama itiraz etsem ablamın yaptığı jeste karşı kabalık etmiş olacaktım. O yüzden de sesimi çıkarmadım. Ablam saç maşasını eline alıp bütün saçlarımı bukle bukle yaptı. Yaşıma göre olduğunda anlaştığımız çok sade bir makyajla hazırlığımı bitirdik. Minik pembe inci küpelerimi de taktıktan sonra hazırdım artık. Tek rahatsızlığım elbisenin kısalığı, altına giydiğim ten rengi çorap ve topuklu ayakkabılardı. Ben halime bakıp alışmaya çalışırken kapı çaldı. Kapıya benden önce yönelen ablamın yüzünde tam bir ebeveyn ifadesi vardı. Ali gelmişti. “İyi akşamlar efendim, Ali ben” diyerek kendini tanıttığını duydum. “İyi akşamlar Ali, hoş geldin. İçeri geç” diyen ablamın sözünü dinleyip içer geldi Ali. Bense içeride topuklu ayakkabılarımla dolandığımı görmesin diye odama kaçıp ayakkabılarımı çıkarıp sonra salona geçtim. “Hoş geldin Ali” dediğimde önce birkaç saniye sessizce sadece bana baktı. “Hoş buldum. Hazırsan çıkalım mı?” dedi ve ablama bakıp “İzniniz olursa tabi” dedi. Ablam bayılırdı böyle saygılı tavırlara. “Ali senin ehliyetin var mı?“ diye sordu ablam. İkimiz de bu soruyu beklemiyorduk sanırım çünkü ablama bakıp öylece kaldık. Ali kendini toparlayıp konuşmaya başladı. “Evet efendim var.” “Kaç yaşındaydın?” “19” “Sınıfta mı kaldın?” “Hayır. 2 yıl bazı sağlık nedenlerimden dolayı okula gidemedim. O yüzden hala lisedeyim.” “Geçmiş olsun Ali. Kötü bir durum olmalı” “Öyleydi, ama geçti.” dedi Ali sıkılarak. “Biz gidebilir miyiz?” “Tabi ama geç kalmayın olur mu?” diye tembihleyerek gitmemize izin verdi. Ben de odama geçip ayakkabılarımı ve kırmızı uzun montumu giyip kapıya geldim ve birlikte çıktık. Ablam bana bir garip bakmıştı çıkarken.  Sanırım Ali’nin sağlık sorun dediği şeyi merak ediyordu. Döndüğümde ona anlatıp onu rahatlatmam gerekecekti. Asansöre bindiğimizde Ali bana bakarak “Çok güzel görünüyorsun” dediğinde yanaklarımın alev topuna döndüğünü hissettim. Sadece teşekkür edebildim. Ama o benim utanmamdan zevk alır gibi konuşmayı sürdürdü. “Pembe sana çok yakışmış. Saçların da çok güzel, sana çok yakışmış bu bukleler. Sen her halinle güzelsin ama bu gece ayrı bir güzellik var üzerinde” “Ali, teşekkür ederim” diyerek başımı başka yöne çevirdim. O eliyle çenemden tutup başımı kendine çevirdi: “Benden utanmana gerek yok.  Ama seni utandırdıysam özür dilerim” dediğinde zorla güldüm. Midemden kalbime, kalbimden mideme zıplayarak geçen bir şeyler varmış gibi hissediyordum. Neyse ki asansör sonunda durdu ve kapı açıldı. Apartmanın önüne park ettiği arabasına binmeme yardım etti ve kapımı kapatıp kendi koltuğuna oturdu. Yolda sessizce giderken daha önce Efsun’dan dinlediğim, bu gece ablamın da merak ettiği konuyu bir de Ali’ye sormaya karar verdim. “Ali, sana bir şey sorabilir miyim?” dedim “Bana istediğin her şeyi sorabilirsin” “Seni rahatsız ederse cevap vermek zorunda değilsin tamam mı?” dediğimde başını çevirip bana baktı. “Sorun değil, sen sor bakalım” dedi rahatça. “Senin okulda iki yıl kaybetmene neden olan şeyi merak ettim de ben” dediğimde dudağımı ısırdım. Ne tepki vereceğini hem merak ediyordum hem de korkuyordum. Bir süre sessiz kaldıktan sonra “Bir kazaydı ve iki yılımı aldı. Ama ben bu konuyu konuşmaktan hoşlanmıyorum” dedi oldukça soğuk bir sesle. Ona bunu sorduğum için kendime kızarken iç sesim de bir yandan, onunla bu oyunu oynuyorsam hakkındaki her şeyi bilmem gerektiğini söylüyordu. Ben de sessiz kalmayı tercih ettim Ali’nin yaptığı gibi. Zaten birkaç dakika sonra da Alplerin evine gelmiştik. Alplerin evi, Alilerin evi kadar büyük olmasa da oldukça lüks bir evdi. Büyük bir bahçesi vardı. İki kat üzerine çatı katı olan, krem rengine boyanmış, balkon ve cam kenarlar koyu kahverengi ahşapla çevrilmişti. Bahçede kısa kısa ağaçlar ve bölüm bölüm çiçeklikler vardı. Taşla döşenmiş bir yoldan eve doğru yürüdük. Alp bizi kapıda karşıladı ve sessizce içeri aldı. Sürpriz olacağı için bizi alt katta saklayacaktı. Ağabeyi üst kattaki odasında çalışıyordu ve ona duyurmadan herkesin gelmesini bekleyecektik. Odaya girince Beril ile burun buruna geldik. Ne yazık ki bizden önce gelmişti. Beril’in nefret dolu bakışları üzerimdeyken Ali elimi sıkıca tuttu. Bu bana inanılmaz bir güç vermişti. Boş olan koltuğa geçip oturduk. Timur ve Beril dışındaki herkes ağabeyinin arkadaşıydı. Yaşları bizden 6-7 yaş büyüktü muhtemelen. Alp sürekli bir içeri bir dışarı koştururken biz de Timur’la sohbet ediyorduk. Ali oldukça sessizdi. Bunun sorduğum soruyla alakalı olduğunu düşünüp kendimi suçlu hissetmeye başlamıştım. Timur odadan çıkınca tamamen sessiz kalmıştım. Aliyle konuşmam gerekiyordu. Etrafa bakıp odanın bağlandığı balkonu görünce sevindim. Aliye yaklaşıp “Bir dakika gelebilir misin?”” diye sordum ve kalkıp balkona doğru yürüdüm. Ali önce şaşkın şaşkın yüzüme baksa da kalkıp beni takip etti. “Bir sorun mu var Sinemis?” diye sordu bozmadığı soğuk tavrıyla “Sanırım” dedim. “Nedir?” derken sesi öyle yabancıydı ki havanın soğukluğu kat kat artmıştı sanki. “Ali, ben haddimi aşacak bir şey yapıp canını sıktığımı düşündüm. Bunun için özür dilerim” dediğimde kaşlarının çatıklığından vazgeçmeden bana baktı. “Benden özür dilemene gerek yok. Buna mecbur değilsin. Ayrıca biraz canım sıkkın ama bunun seninle ilgisi yok.” dedi. Sonra çenesini parmaklarıyla kaşıdıktan sonra “Biz gerçekten sevgili değiliz ve üzerimde sorumluluk hissetmene gerek yok tamam mı? Rahat olmaya çalış, bu kadar hassas olmanı gerektiren bir durum yok” diye tamamladı cümlelerini. Sözleri öyle acıydı ki, kalbime bir zehir gibi akmıştı sanki. Ben cevap veremeden karşısında dururken “Başka söyleyeceğin bir şey yoksa içeri geçelim, hava çok soğuk” dediğinde kendimi biraz toparlayıp “Canını sıkan şeyin benimle ilgili olmamasına sevindim. Haklısın biz gerçek sevgili değiliz ama arkadaşız. Seni üzen bir şey olduğunu düşünüp konuşmak istedim. Bunun oynadığımız oyunla bir ilgisi yoktu. Ayrıca yüzünü böyle asarsan aramızda sorun olduğunu düşünebilirler. Partiden ayrılana kadar oynadığın oyuna göre hareket edersen senin açından iyi olur“ dedim oldukça mesafeli bir tavırla. “Tamam, haklısın. İçeri girdiğimizde seninle çok mutluymuşuz gibi davranırız endişe etme” dedi. Sürekli zehir saçıyordu bana sakin sakin. “Hadi gel içeri geçelim” dediğinde “Sen geç ben de geliyorum.” diyebildim. O gittikten sonra ağlamamak için kendimi deli gibi sıktım. Burada, onun yanında olmamalıydım. Ona âşık olmamalıydım, asla! Efsun’un dediği gibi umut falan yoktu bizim için. Ali bu gece bana bunu göstermişti. Onunla ilgilenmemden rahatsız olmuştu ve bana gerçek sevgili olmadığımızı ve bu yaşadıklarımızın oyundan ibaret olduğunu suratıma çarparak hatırlatmıştı. Kendimi soğuk havada iyice toparlayıp içeri geçtim ve eski yerime oturdum. Ali de gelip yanıma oturup elimi avuçlarının arasına aldı. “Çok üşümüşler” dediğinde “Soğuk beni çok etkilemez” dedim yüzüme samimiyetsiz bir gülümseme yerleştirerek. “İstanbul’un soğuğu hasta eder” dedi o da benim gibi yaparak. Cevap vermeden önüme döndüm ve dünyanın en mutlu kızını oynamaya başladım. Beril ise gözlerini dikmiş bizi izliyordu. Ona inat, gülümsüyor ve mutluluk pozları veriyordum sürekli. Böyle davrandığım için kendimden midemin bulanacağını bilsem de devam ediyordum. Büyük salona pasta geldi ve tüm hazırlıklar bittiğinde Alp’in ağabeyi de geldi. Öne şaşırdı ama sonra çok mutlu oldu. Herkese ayrı ayrı teşekkür ederken bana sıra geldiğinde “Merhaba, seninle tanışmış mıydık?” dedi bana oldukça samimi bir tavırla. “Sanırım hayır. Ben yeniyim aranızda” dediğimde “Yeni kızsın demek ki. O zaman hoş geldin” dedi ve diğerlerine olduğu gibi bana da sarıldı. “Sinemis, Ali’nin kız arkadaşı abi. Okulumuza bu dönem başladı. Kayseri’den geldi” diye beni tanıştırdı Alp. Ağabeyi bana dönerek “Kayseri’den mi geldin? Kiminle geldin?” diye sordu. “Ablamla birlikte geldik.” deyince “Ablanın adı Defne mi?” diye sordu. Şaşkınlığımı gizleyemeden “Evet, siz nasıl bildiniz” dedim. “Ben ablanla birlikte çalışıyorum. Zaten seni gördüğümde ona benzettim ama emin olamamıştım. Ben Ferhat. Sanırım ablan bahsetmiştir” dediğinde bu Ferhat’ın ablamın erkek arkadaşı olan Ferhat olduğunu anlamıştım. “Evet, bahsetti” dedim biraz utanarak. “Seninle tanıştığıma çok sevindim. Başka şekilde planlıyorduk aslında ama kısmet böyleymiş” dedi ve tek koluyla sardı beni. “Ablan senin çok güzel akordeon çaldığını söylemişti. Bana doğum günü hediyesi olarak çalabilir misin?” dediğinde şaşırdım. “Akordeonum evde ama” dedim sakince. “Seninki evde ama bizimki burada.” dediğinde şaşkınlığım gitgide arttı. “Siz de Çerkes misiniz?” diye sordum hayretimi gizleyemeyerek. “Aslında değiliz ama dedemin çok yakın bir dostu vardı, onun hediyesiydi. Hala saklarız ama çalan yok ne yazık ki. Sen çalarsan çok mutlu olurum” “Çalarım, tabii ki çalarım” dedim heyecanla. Akordeon sözü benim için kilit bir kelimeydi, içimi açan bir kelime. “Alp akordeonu getirir misin dedemin odasından” diyen Ferhat’ın sözüyle Alp de bir koşu odadan çıktı ve kısa süre sonra da geri geldi akordeon ile beraber. Oldukça eski bir akordeondu getirdiği. Bu babaannemin akordeonuna benziyordu. “Ne çalacaksın?” diye sorunca gülümsedim. “Ne çalayım istersiniz? Neşeli mi duygusal mı?” diye sorunca Ferhat bana bakıp “İkisinden de çalsan olur, yorulmazsan tabi” dedi. “Sorun değil, çalarım” deyip önce Şeşen çaldım sonra da en sevdiğim müziği, Kafe’yi. Sonunda yoruldum ve bitirdim. “Çok güzel çalıyorsun” diye kulağıma fısıldayan Ali’ye yine sahte bir gülümseme ile yanıt verdim. O ise bu gülümsememden hiç hoşlanmamıştı. Bunu yüzünün aldığı şekilden anlamıştım. Ama o böyle istemişti sonuçta. Benim akordeon çalmamdan Beril oldukça rahatsız olmuşa benziyordu. Yanındakilere ne kadar gürültülü bir şey olduğundan bahsettiğini duyuyordum. Onun bu sözlerinin ve tavırlarının Ferhat’ın söylediği sözler tam cevap niteliğinde olmuştu. “Ellerine kollarına sağlık Sinemis, gerçekten çok güzel çaldın. Çok güzel bir doğum günü hediyesi oldu bana” diyerek bana bir kez daha sarıldı. Gece boyunca ara sıra kötü bakışlar atmak dışında bize hiç bulaşmamıştı Beril. Bu durum beni şaşırtsa da Ferhat’ın doğum günü hatırına olay çıkarmadığını düşündüm. Pastamızı yiyip biraz sohbet ettikten sonra biz Ali’yle müsaade isteyip partiden ayrıldık. Yolda sessiz kalmak için kendime söz vermiştim ama Ali için aynı şey geçerli değildi sanırım. “Ferhat abiyle ablan birlikteler mi yani?” diye sordu. “Evet” derken sesim öyle mesafeli çıkmıştı ki, ben bile kendime şaşırdım. Ali birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra “Ferhat abi çok iyidir. Çok severim onu çocukluğumdan beri” dedi. “Ablam da çok iyi biri olduğunu söyledi” dedim yine mesafeyle. Ali’nin balkondaki tavrını aklımdan çıkaramadığım için ona samimi davranamıyordum. “Bir sorun mu var?” diye sorunca duygularımı fazla belli ettiğimi düşündüm. “Hayır, hiçbir sorun yok. Uykum geldi sanırım” dedim. Ona yakın davranmam onu rahatsız etmişti sanırım. O nedenle beni uyarma gereği duymuştu. Çünkü başlarken bunun bir oyun olduğunu konuşmuş ve bu yola öyle çıkmıştık. Şimdiyse yaptığı uyarından dolayı ona kızmış olduğumu düşünüyor olabilirdi. Ali’nin içimdeki karmaşayı anlamasını istemiyordum. Dengeli davranmalıydım o yüzden. Ali uykumun geldiğini söylediğimde gaza biraz daha basarak hızlandı. Saat henüz 11 bile olmamıştı ve ben uykum geldi demiştim. Ali buna inanmış mıydı bilmiyorum ama aramızda soğuk ve sessiz bir savaş başlamıştı ve o da bunun en az benim kadar farkındaydı, bundan emindim. “Beril bu gece ne kadar usluydu değil mi?” dedim dayanamayarak. “Evet, şaşırtıcı” diye yanıtladı beni. “Bence de. Onu çok iyi tanımıyorum ama garip geldi bana.” “Belki de kabullenmiştir durumu. Bakarsın düşündüğümüzden daha kısa sürede bitiririz bu oyunu” dediğinde buz kestim. Gerçekten mecbur olduğu için bu oyunu oynuyordu. Benimle olmaktan sıkılmaya başlamıştı belki de. Ben onun çevresinde kızlar gibi değildim. Sakin ve sıradandım. Belki de bu oyunu benimle oynadığı için pişmandı. Benimle vakit geçirmek onu sıkıyordu belki. Bu düşüncelerin her biri içime bir kor parçası düşürürken Ali’ye cevap vermemeyi tercih ettim. Konuşursam muhtemelen ağlayacaktım. Siteye girip apartmanın önüne kadar getirdi beni. Sadece “İyi geceler Ali” deyip arabadan indim. Onun cevap vermesini bile beklemeden arabadan çıkıp koşarak apartmana girdim. Büyük kapıyı kapatır kapatmaz gözlerimde saatlerdir bekleyen gözyaşlarımı bıraktım. Merdivene oturup hıçkırarak ağlamaya başladım. Neden ağladığımı, canımın neden bu kadar acıdığını bilmiyordum, kendimi anlayamıyordum ve bildiğim tek şey ağlamaya ihtiyacım olduğuydu. Geç kalmamak içim merdivenden kalkıp asansöre bindim. Gözlerimi iyice silip, çantamdaki pudrayla yüzümden ağlama izlerini sildim. Kapıya gelip anahtarla açtığımda ablam telefondaydı. Beni görünce “Bir dakika canım” dedi ve “Geldin mi hayatım” diye bana sordu. “Evet ablacım, yatıyorum hemen tamam mı? Yoruldum da” dediğimde itiraz etmeden “İyi geceler, yarın görüşürüz ablacım” dedi ve telefonla konuşmaya geri döndü. Neyse ki yırtmıştım bu gecelik. Odama girip elbisemi çıkardım ve pijamalarımı giydim. Makyajımı temizleyip yatağa girdim. Apartman girişinde yarıda kestiğim gözyaşlarımı rahatça dökmeye başladım. Ah Ali… Umutsuzsun biliyorum. En başından oyun olduğunu biliyordum zaten. Ama neden bu kadar canım yanıyor? Neden seni düşününce kalbime kıymıklar batıyor? Bu gece söylediğin sözler neden beni bu kadar incitti? Bildiğimden başka bir şey söylememiş olmana rağmen neden bu kadar ağrıma gitti? Ali… Hıçkırıklarımı yastığıma gömerek içimdeki bütün acıyı gözyaşlarımla dışarı akıttım. Yoksa bu zehir canımı çok yakıyordu…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD