5.Bölüm "İlbilge Hatun"

2373 Words
5. Bölüm “İlbilge Hatun” Aybige Türkeli… 1 Hafta Sonra… Bir haftadır Hakkari'deki tugaydayız, bizi misafirhanede ağırlıyorlar. Neden bilmiyorum ama bu kaçırılma olayı benim hafife aldığım kadar basit bir durum değilmiş. Zaten BSÖ yani Bireysel Silahlanma Örgütü diye bir örgüt şimdiye kadar piyasada yokmuş. Bir ay içinde kurulmuş ve sayıca çok az, yaşça da küçük olmalarına rağmen böyle bir eylemi gerçekleştirmişler. Arkasında birilerinin olduğuna dair şüpheler var. Pembe ejderha istiyorum… 🐉 Tugay Komutanı Tuğgeneral Seyfi Öz ile tanıştım. Bir sivil olarak hayatımda görüp görebileceğim galiba en yüksek rütbe Tuğgeneral rütbesidir. Çok başarılı, tecrübeli, deneyimli bir asker olduğu her hâlinden belli. Devlet terbiyesi almış denilir ya, işte tam da öyle biri. Tuğgeneral Seyfi Öz, 51 yaşında bu rütbeye ulaşmış birisi. Zaten Hakkari Komando Tugayı'nda sahada hareketlilik olduğu için 55 yaş ve üzeri biri, operasyonel saha görevlerinin yoğunluğu nedeniyle bölgede pek tutulmaz. Askeri kurgu yazarken okuduğum makalelerden aklımda kalan bir bilgi. Odasında bana uzun uzun, hatırlamam ve onlara vereceğim bilgilerin ne kadar önemli olduğunu çok babacan ve samimi bir üslupla anlattı. Tıpkı kendi kitaplarımdaki komutanlar gibiydi. Galiba benim şimdiye kadar kurgularımda kullandığım en büyük rütbe albay rütbesi olmuştu. Tuğgeneral, albayın da üzerinde bir rütbe… Karşısında resmen eridim, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemedim. Gerçekten yazması kolay, yaşaması zor. Benim kurgularımda siviller, rütbe ne olursa olsun askerlerle çok rahat ve samimi bir iletişim kuruyor; ancak karşımda resmi üniforması ve rütbesini gördüğüm Seyfi Öz’le asla o şekilde rahat konuşamadım. Bunu anlayınca yine büyüklük gösterdi ve; “Rahat ol kızım. Sen vatansever bir gençsin. Yine baban vatanına, ailesine bağlı, mesleğinin hakkını vermiş, o üniformayı üzerinde şerefle taşımış bir polis emeklisi. Maalesef asker ya da polis bazen gerçekten bu şerefli üniformayı taşımak herkesin harcı olmuyor. Arada böyle vatan haini köstebekler çıkıyor. Ne yazık ki her mesleğin çürük elması vardır ancak asker, polis gibi mesleklerin çürük elmasının bedelini hem ülke olarak hem vatandaş olarak ağır bir şekilde ödediğimiz oluyor. Burası Komando Tugayı. En hareketli bölgelerden birisi. Komutanlığını yaptığım bu Tugayda gerçekten birbirinden yetenekli tam 3.700 askerim var. Bir tane bile kayıp vermeden şu köstebek meselesini çözmek istiyorum. Tüm tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki, hatta eminim, senin bu kaçırılma meselen ve köstebek birbirine bağlantılı,” dedi. İtiraz etmedim. Aynısını Timur da söylüyordu. Bana çok saçma geldi. Kendi hâlimde öylesine yazarlık yapan biriyim. Bir köstebeğin ya da herhangi bir yeni oluşumun dikkatini neden çekeyim? Babam aktif polis olsa derdim ki; birilerinin tekerine çomak sokmuş, o yüzden benim üzerimden babamdan intikam alıyorlar. Bu daha mantıklı. Ancak babam emekli. Aktif görev yaparken bile başımıza böyle şeyler gelmedi, emekli olduğunda hiç gelmez. Geçen bu süre zarfında, Elif ve Kürşat'la telefonda konuştuk. Kürşat'la görüntülü bir kere konuştum; yüzümün, gözümün halini görünce çılgına döndü, biraz asabidir kendileri. Sinirli bir ergen kardeşim var, idare ediyoruz. Elif, beni böyle görmesin diye onunla görüntülü değil, sadece sesli konuşuyorum. Her gün sabah okula gitmeden ve okuldan döndüğünde Halil Dayı arıyor, onun aracılığıyla konuşuyoruz. Herkese yük olduğumu hissediyorum. Babam ve Şule de hâlâ benim yanımda. İkiside yalnız bırakmak istemedi beni. Şule, işlerini telefondan hallediyor; git dememe rağmen gitmiyor. “Asıl eğlence burada. Asla kaçırmam.” diyor. Bu deli dolu kız ne zaman uslanır bilmiyorum. Sadece tek bildiğim, kendimi ve zihnimi zorlamam gerektiği. 76 saat boyunca o mağarada ne gördüm; anlık bir görüntü bile varsa hatırlayıp Timur’a anlatmalıymışım. Benim bu kaçırılma meselemin resmi olarak soruşturma yetkisi Timur’a verildi, Tugay Komutanı tarafından. Zafer Yüzbaşı bu duruma bozulsa da çok belli etmedi, beni ara ara fırsat buldukça ziyaret etti. Nasıl oluyor, nasıl ayarlıyor bilmiyorum ama Yüzbaşı Zafer beni ziyarete geldiğinde, 2 dakika içinde Timur da aniden odada bitiyor. Şule’nin “eğlence” dediği sanırım bu. Çünkü çok keyif alıyor, ikisi aynı odadayken aniden ortama yayılan geriliminden. Zafer Yüzbaşı birinde; “Çiçek yazarımızı, çiçeksiz bırakmayalım,” deyip sarı ve beyaz papatyadan oluşan bir buket çiçek getirmişti. Çok sevindim, çok klas bir hareket. Tabii, 2 dakika sonra Timur odaya girince çiçeği hemen gördü. Yüzbaşı Zafer odadan çıkınca, Timur o güzelim çiçekleri aldığı gibi çöpe attı. “Çiçek lazımsa haber ver, ben alırım. Hem babana hem bize ayıp oluyor şu hareketler,” dedi. Şule, Timur odadan çıktıktan sonra haykıra haykıra güldü: “Çiçek lazımsa haber ver ne demek? Arayıp Timur’dan çiçek mi isteyeceğiz? Bize acil bir buket papatya lazım, diye aradığını düşünsene! Çok ütopik olmaz mıydı?” deyip benimle dalga geçmeye devam etti. Bu kız iflah olmaz… Gözüm artık bayağı bayağı iyileşti; şişlik tamamen indi, çevresinde morluklar var, onlar da geçmeye başladı. Gözümün içinde kızarıklık var, onun dışında kalıcı ya da görmemi engelleyecek bir hasar yok. O tekmenin gözüme geldiği anları hatırlıyorum, o acıyı da hatırlıyorum. Hatta beni tekmelerken “Askeri kurgu yazmaktan vazgeçeceksin!” diye buna benzer tehdit cümleleri de kullanılmıştı, onları da hatırlıyorum. Ancak gerisi tamamen silik. Saçma sapan rüyalar gördüğümü, gelgitler yaşadığımı hatırlıyorum sadece. Ama silik silik, ne gördüğümü ya da duyduğumu hatırlayamıyorum. Çok tuhaf ve karmakarışığım… Tugayda bulunan Psikolojik Destek ve Rehberlik Birimi, yani PDR ile ortak bir çalışma kapsamında beni psikologla da görüştürdüler. Yaşadığım korku hafifledi, mental olarak daha iyi hissettim. Psikolog gerçekten tecrübeli ve işinde iyi biriymiş. İki defa görüştük onunla. İkisinde de; “İlaçların etkisi henüz tam olarak geçmedi. Geçince az da olsa bazı şeyleri hatırlayacaksınız. Kendinizi zorlamayın, acele etmeyin. Doğruluğundan emin olmadığınız herhangi bir görüntü ya da sesi kesinlikle dile getirmeyin. İçinize sinmesi ve emin olmanız gerekiyor,” dedi. Bol bol yürüyüş yapıyorum. Bazen Şule ya da babamla, bazen tek başıma yürüyorum. Ağaçların arasında temiz hava, oksijen çok iyi geliyor. Bu sabah biraz daha erken uyandım. Babam ve Şule uyuyordu hâlâ. Ben kalkıp eşofmanlarımı giydim, elimi yüzümü yıkadım, saçımı topladım, gözüm için verilen kremi sürdüm. Ayakkabılarımı da giyip kendimi bahçeye attım. Ağaçların arasında yürürken bir anda başıma ağrı girdi; sanki aynı anda iğneler batıp çıkarılıyor gibi. İki elimle başımı sıkıca tuttum. Daha sonra zihnimde bir görüntü canlandı: 📌 O pis mağarada, kırmızı halı… Halının üzerinde ahşap masa, deri sandalye… Takım elbiseli biri oturuyor. Eliyle masanın üzerinde parmakları ritim tutmuş şekilde bir hareket yapıyor. Parmaklarını hatırladım, parmaklarının üzerindeki dövmeyi de hatırlamaya başladım. Parmak boğumlarında dövme var. Hatırlamaya başlamışken bu anın bölünmesini istemedim. Gözlerimi kapattım, derin derin nefes alıp verdim. “Hadi Aybige, yapabilirsin. Bu görüntü gerçek mi değil mi? Ayırt edebilirsin. Bu adam kim? Bir şey konuştu mu? Hatırla, hatırla Aybige,” diye kendi kendimi teskin ettim. O adamın birine bağırdığını duydum: “Ne hâle getirmişsiniz lan kızı! Ben size dokunmayacaksınız demedim mi? Tüm birimi benim üzerime salacaksınız! Bu kızın hâlini gören, var gücüyle bana saldıracak,” dedi. Karşısındaki adam; “Ergenlerle yola çıkıp iş yaparsak olacağı bu. Ben gelene kadar kızı dövüp hırpalamışlar! Sadece aç susuz bırakın, arada iğne yapın diye tembihlemiştim. Hatta o iğnenin dozunu bile özellikle ayarlamalarını söylemiştim. Her şeyi eline yüzüne bulaştırmış geri zekalılar! İçlerinden bir tanesi ‘Tecavüz de edeceğiz mi?’ diye soruyor. Bunlarla kesinlikle iş yapılmaz. Kendilerini bir halt zannettiler. En başından beri tecrübeli bir örgütle yola çıkalım, ergenler başımıza iş açar demiştim. Dinlemedin beni!” dedi. Takım elbiseli adam; “Her neyse, haber verin, gelip götürsünler. Daha fazla beklemeye gerek yok. Bu hamle karşı tarafı hem korkutacak hem de sindirecek. Elimin kolumun ne kadar uzun olduğunu anlayıp peşimi bırakacaklar.” dedi. Diğeri; “Peki patron, bu ergenleri ne yapacağız?” diye sordu. Takım elbiseli; “İşinize yarayan varsa alın, kullanın. Yaramayanların ense köküne bir kurşun sıkıp atın. Onu da mı ben söyleyeceğim lan size?” deyip ayaklandı. Karşı taraf; “Tamam patron, hallediyorum. Buraları toparlayıp haber göndereceğim, gelip kurtarsınlar,” dedi. O siyah takım elbiseli adam hızlıca mağaradan çıktı. Daha sonra biri bana su verdi; suyu içtiğimi ve boğazımdaki o kuruluğu rahatlattığı anları dahi resmen yeniden yaşıyorum. İki kişinin konuşmasını duymaya başladım… Biri diğerine; “İrlandalı çok kızdı. Buraları toparla, bir işaret… İz bırak. Kızın bu mağarada olduğuna dair en tecrübesiz askerin bile anlayacağı tarzdan olsun. Sonra terk edin burayı. Gelip alsınlar. Sakın yakalanmayın! Sen de yakalanmak yerine kafana sık, daha iyi. Bak, bu iş her zamanki yaptığımız basit kaçakçılık gibi değil. Adam mağaraya kırmızı halı serdirdi, hiç korkmadan, ses duyulur mu demeden helikopteriyle geldi. Ağzımızın payını verdi ve şimdi gitti. Çok güçlü. Açık verme. Açık verirsen değil seni, 7 ceddini rahat bırakmaz. Dediğim gibi: yakalanacağına kafana sık, daha iyi.” “Tamam. Sen şu başımdaki ergenleri topla, git. Gerisini ben hallederim. TSK gelmeden kaybolurum. Gelirlerse… dediğin gibi yakalanmak yerine ya kafama sıkarım ya da sıktırırım, o anki duruma göre değişir. Kızın kıyafetinden birkaç parça yırtar, onların bulacağı şekilde mağaraya yakın yerlere bıraktırırım. Sonra toz oluruz,” dedi. 📌 Aniden iki kulağımda çınlama başladı. İki elimle iki kulağımı da kapatıp başımı hızla sağa sola salladım. “Geç… ne olur geç…” dedim. Derin derin nefes alıp vermeye devam ettim. Kulak çınlaması geçti, kalp atışlarım yavaşladı. Hızlıca Tugay Komutanlık binası denilen o büyük binaya doğru ilerledim. Yolda bir asker gördüm. “Afedersiniz, yardımcı olabilir misiniz?” diye sordum. Asker; “Buyurun?” deyince; “Timur Üsteğmen… Onunla hemen konuşmam lazım, gördünüz mü?” diye sordum. “Az önce timiyle birlikte arazi taramasından döndü, karargâha bakın. Hangi askere sorsanız söyler,” dedi. Karargaha doğru hızla adımladım. O hatırladığım şeyler silinmeden Timur’a anlatmam gerekiyor, vakit kaybedemem. Oyalanırsam sanki zihnim yeniden silecekmiş gibi hissediyorum. Karargah binasında kapıdan içeriye girdiğimde, önüme çıkan ilk askeri durdurup, “Timur Üsteğmen’le acil görüşmem gerekiyor!” dedim. “Timiyle birlikte az önce toplantı odasına girdi. İkinci kat, koridordan sağ, ikinci kapı,” dedi. “Tamam, teşekkür ederim,” deyip hızlıca ikinci kata çıktım. Sağdan ikinci kapının önünde durdum. İçerden sesler geliyordu. Belki de önemli bir toplantı ama umursamadım. Kapıyı tıklatıp açtım. Direkt içeri girdim, dikdörtgen bir masanın etrafında oturan askerler vardı. Masanın başında da Timur… Beni görünce kaşları çatıldı, ayağa kalktı. “Aybige? Hayırdır?” “Hatırladım… Bir şeyler hatırladım,” dedim. “Harikasın! Hadi gel, otur şuraya. Sen anlat; biz doğruya en yakın hangisi ise o ihtimali değerlendiririz. Sadece hatırladığını, hatırladığın kadar anlat,” dedi. Eliyle gösterdiği sandalyeye oturdum. Kadın bir asker önüme su bıraktı. Alıp yudum yudum içtim. Daha sonra kırmızı halı detayıyla başlayıp gördüğüm her görüntüyü anlattım. Konuşmaları da anlattım. Arada silinen bazı şeyler oldu ama çoğunu anlatmayı başardım. Masada oturan askerlerden biri; “O takım elbiseli adamla ilgili bize biraz daha detay verebilir misin?” diye sordu. Gözlerimi kapatıp bir kaç saniye düşündüm. Sonra; “Masanın üzerinde gördüğüm, elinde… parmak boğumlarında dövme vardı. Aradaki mesafeye rağmen dövme olduğunu tahmin ediyorum. Yüzük değil. Yüzük olmadığına eminim. Dört parmağında da dövme var ama şeklini bilmiyorum,” dedim. Timur; “Aybige, bir detay daha hatırlayabilirsen o adamla ilgili… gerçekten bizim için çok iyi olacak,” dedi. Elimi alnıma götürüp düşündüm. O an diğer iki kişinin konuşması zihnimde canlandı. İrlandalı çok kızgın, demişti. Timur’a baktım; “Adama ‘patron’ ya da ‘İrlandalı’ diye hitap ediyorlar,” dedim. “Siktiiirrr!!!!” deyip ayağa kalktı Timur. Diğer askerler de ayaklandı. Hepsine tek tek baktım. Neler oluyor? Hiçbir şey anlamıyorum. Kadın asker; “İrlandalı burnumuzun dibine kadar gelmiş ve lanet olsun kaçırmışız komutanım…” dedi. Dayanamayıp; “Yanlış bir şey yok o zaman benim hatırladıklarımda? İrlandalı kim? Siz iyi biliyorsunuz,” dedim. “Evet, biliyoruz. Ve maalesef bu durum yalnızca TSK’yı ilgilendiren bir mesele değil,” dedi başka bir asker. Bir diğeri; “Lanet olsun! Yine tek başımıza olamayacağız. Diğer kurumlarla birlikte hareket etmek zorundayız ve bir sürü prosedüre takılacağız… Adamı bulduğumuz yerde indiremeyeceğiz bile…” dedi. Ben, pinpon topu izler gibi kim konuşuyorsa ona bakıyordum. Timur derin bir nefes alıp verdi ve yanıma geldi. Ben hâlâ sandalyede oturuyorum. Timur karşımda ayaktaydı, bana doğru hafif eğildi, iki elini omuzlarıma koydu ve; “Teşekkür ederim Aybige. Hatırladığın her şey doğru. Sen çok zeki, çok akıllı biriymişsin gerçekten. Maalesef seninle birlikte zorlu, süresi ne kadar olur bilemeyeceğimiz bir operasyonu ortak yürütmek zorundayız. İşin içinde İrlandalı varsa seni korumaya devam etmek zorundayız. Bundan sonrası TSK ve MİT ortak çalışması olacak. Hemen haber gönderiyorum. MİT yetkilisi en hızlı şekilde buraya gelecek. İkinci bir toplantıya benimle katılacaksın. Kendini nasıl hissediyorsun? Ağrın var mı?” “İyiyim. Size faydam oldukça kendimi daha da iyi hissediyorum,” dedim. Timur telefonunu çıkarıp birini aradı. Karşı taraftaki kimdir, nedir bilmiyorum. Sadece Timur’un; “İşin içinde İrlandalı var. Hilal Birliği Başkanı İlbilge Hatun’a haber verin,” dediğini duydum. Suratım allak bullak… Burada neler oluyor hiçbir şey bilmiyorum. Timur telefonda konuşmaya devam ederken, yanımdaki kadın asker konuştu: “Hilal Birliği, MİT departmanına doğrudan bağlı bir birim. Başkanı kadın. Mahlası İlbilge Hatun. Kadın ve çocuklarla ilgili tehlikeli durumlarda ortaya çıkarlar; o tehlikeyi bitirirler. Şu an İrlandalı, o birliğin radarında. İlbilge Hatun mahlaslı başkan, İrlandalı’nın kuyruğuna fena basmış. Kesinlikle açığa çıkan biri değildi. İlbilge Hatun Türkiye’deyken, o da Türkiye’ye gelmiş. O yüzden böyle hepimiz ayaklandık. İlbilge Hatun bugün burada olur. Onunla tanışmak herkese nasip olmaz. Şanslısın. Senin korkacağın bir durum yok, merak etme. Börü Alp Timi olarak biz ve tim komutanımız Üsteğmen Timur, her türlü seni koruyacağız. İçin rahat olsun. Üstelik kitaplarında yazdığın görev evliliği olmadan koruyacağız…” deyip gülümsedi… Bende gülümsedim. Zaten görev evliliği falan ancak kitaplarda, dizilerde olur. Pembe ejderha daha mantıklı… Börü Alp Timi… Masada oturan askerlere baktım, altı kişiler. Tim komutanı Timur'la birlikte toplamda yedi kişiler. Çok klas bir ismi var timinin. Diğer beni kurtaran tim Gölge Kurt Timi’ydi, bu tim ise Börü Alp Timiymiş. İlbilge Hatun acaba kim, onu da merak etmeye başladım. İlbilge Hatun her kimse işinde oldukça başarılı biri olmalı çünkü başkan yapmışlar. Kadınları böyle başarılı gördükçe kendim bir şeyler başarmış gibi gurur duyuyorum. Timur telefonu kapatıp yerine oturdu ve; “Çok enteresan… Gerçekten çok enteresan,” dedi. Yanımdaki kadın asker; “Ne oldu Komutanım? Yoksa başka bir sıkıntı mı var?” diye sordu. Timur; “İlbilge Hatun buraya gelmek için zaten yola çıkmış. Kalem-i Tomris için geliyorum, demiş. Hatta Tugay Komutanlığı bahçesine iniş yapmış bile helikopteri. Seni nereden tanıyor ya da… sadece kitaplarından dolayı o da mı senin hayranın, bilemiyorum artık Aybige,” dedi. “Ben de şaşkınım,” dedim. O sırada kapı tıklatıldı. İçeriye takım elbiseli bir adam girdi, ceketinin düğmeleri ilikli, hazır olda durup; “İlbilge Hatun geliyor,” dedi. Askerler ayağa kalktı. Onlar ayağa kalkınca ben de kalktım. Belki de MİT personeli olmasına rağmen kıdem olarak askeriyeden daha üst seviyededir, o yüzden ayağa kalkmışlardır diye düşündüm. Kıdem rütbeyi keser ancak MİT'de bu durumlar nasıl hiç bilmiyorum. Sonra o kapıdan içeriye giren kadına baktım. Ağzım açık kaldı. Siyah takım elbise, beyaz gömlek, sıkıca toplanıp topuz yapılmış saçlar… İlbilge Hatun mahlaslı Hilal Birliği Başkanı… Benim annemmiş. İçeriye o kadın, yani annem girdi… Annem MİT görevlisi mi yani? Pembe ejderha istiyorum…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD