6.Bölüm "Kalbim Yaralı"

2066 Words
6. Bölüm “Kalbim Yaralı” Aybige Türkeli… 🖋️🖋️🖋️ Hayır, yanlış görüyorum; kapıdan içeri giren, az önce kadın askerin gurur duyarak methiyeler dizip, bilgi verdiği İlbilge Hatun mahlaslı MİT personeli benim annem değil. Timur’la göz göze geldik, önce anneme sonra bana baktı. Daha sonra arkamda kalan askerlerine bakıp; "Börü Alp Timi… dışarı." dedi. Asla itiraz etmediler, sorgulamadılar. "Emredersiniz Komutanım." deyip hepsi dışarı çıktı. Timur da çıkacaktı ki bileğinden yakaladım. Önce bileğini tuttuğum elime baktı; sonra gözlerime. "Lütfen yanımda kal." dedim. Sesim inler gibi çıktı. Timur; “Bu sizin özel meseleniz. Bence bana ihtiyacın yok." dedi. "Bence benim özel meselem yok. Lütfen kal." diye ısrar ettim. "Peki, sen nasıl istersen." deyip biraz daha yaklaştı bana. 📌Tamam, yanındayım… 📌 der gibi dimdik sağımda durdu. Annem olacak o kadın, içeriye ilk giren takım elbiseli adama yan bakış attı. Başını hafifçe eğip selam verdi ve o adam dışarı çıktı. Adam kapıyı açıp dışarıya çıktığında aynı anda babamı gördüm. Açık kapıdan içeri girdi. Koşturarak gelmiş, nefes nefese kalmış. "Aybige, kızım!" dedi. "Baba, haberin var mıydı?" diye sordum gözlerine bakarak. Evet anlamında, uzun denilebilecek bir süre gözlerini kapatıp açtı. Annem hanımefendi kişisi; “Oturup konuşalım. Neyin ne olduğunu anlatmanın vakti geldi zaten. Saklamak tehlikeli olur şu saatten sonra." deyip tam da benim karşıma denk düşen sandalyeye geçip oturdu. Ben de kendi sandalyeme oturdum. Timur sağıma, babam da Timur'un karşısına, İlbilge Hatun’un yanına oturdu. Annem oturduğu yerden görebildiği kadarıyla beni süzdü. İki el bileğimdeki sargıya ve morarmış gözüme uzun uzun baktı. Derin bir nefes alıp verdi ve anlatmaya başladı; “Aybige kızım, şaşkınsın, aklın karışık, kızgınsın bana, biliyorum.” deyince elimi kaldırıp susturdum… “Kırgınım… Çok kırgınım sana İlbilge Hatun…” dedim. Gözlerini kaçırdı… Sonra bir görevi yerine getirir gibi yeniden anlatmaya başladı; “Senin bilmediğin bazı durumlar var. Lütfen önyargısız bir şekilde sadece beni dinle. Bak güzel gözlü kızım… Ben yetimhane çıkışlıyım, defalarca konuşmuştuk. Bizim neden bir anneannemiz ya da teyzemiz yok diye bana her sorduğunuzda, yaşınıza uygun bir şekilde bu durumu anlatmaya çalıştım. Ben aslında yasak bir aşkın meyvesiymişim. En hafifletilmiş tabiriyle böyle söyleyebiliyorum; terbiyem müsade etmiyor annem olacak o kadınla ilgili başka bir şey söylemeye. Kocasından ve ailesinden gizli beni doğurup yetimhaneye terk etmiş. Herkese bebek ölü doğdu yalanını uydurmuş. Beni bir anne ya da baba büyütmedi, evlat edinilmedim. Hiçbir aile beni evlatlık olarak almadı. O dönemlerde kurumlardan evlat edinilmeye çok sıcak bakılmıyordu. Bana devletim baktı. Sayısal zekam dikkatini çekmiş; kaldığım yetimhanedeki müdüre hanımın. Bu çocuğu ziyan etmeyelim, okutalım. İlgilenip üzerinde durursak mutlaka bir meslek sahibi olur demiş. Sağ olsun… Ona çok minnettarım. Nasıl bir sayısal zekam vardı bilemiyorum ama okula devam ederken de öğretmenlerimin dikkatini çekti. Matematik öğretmenim, 10’nun üzerinde bir puan olsa sana o puanı vereceğim ama en yüksek puan 10, fazlasını veremiyorum, demişti. O zaman puanlama sistemi 10 üzerinden yapılıyordu. İşte böyle böyle devletimin dikkatini çekmişim ben. 18 yaşında Millî İstihbarat Teşkilatı’na katıldım. Çok zorlu eğitimlerden geçtim. Beni eğitmeleri tam 5 sene sürdü. 5 sene boyunca işkence de dahil, aldığım eğitimlerin haddi hesabı yoktu. Sonra bir operasyon sırasında baban beni suçlu zannedip tutukladı. Kimliğimi açık edemedim. Operasyonda kullandığım kimlikle elimden geldiğince kendimi açıklamaya çalıştım; ancak baban hiç taviz vermedi. Bilirsin, baban daima mesleğini düzgün yapan bir polis oldu; giydiği üniformanın hakkını verdi. Operasyon bitti, teşkilat beni babanın elinden aldı. Gerçeği öğrendikten sonra, gönlünü bana kaptırdı baban… Kabul etmedim, uzak durdum. Operasyon bitti, nasıl olsa yeni bir görev için çekip gideceğim diye umursamadım ama olmadı. Baban kesinlikle vazgeçmedi benden. Evlenirken de şart koştum ona. Yeni bir görev verilirse kabul ederim, senden uzaklaşırım. Razı mısın, dedim. Razıyım dedi. Kesinlikle çocuk istemedim. Benim mesleğime çok ters, yazık olur dedim. İşte burada suçlu ben değilim, çünkü baban aslında kabul etmişti. Çocuk konusunda ona güveniyordum. Sonra ne olduysa bu düşüncesinden vazgeçti. İşin bu kısmını babanla konuşup çözersiniz. Sizler beni deniz kenarında manzara izlemeye gidiyorum sandığınızda ben aslında sahada ufak tefek operasyonlara dahil oluyordum. Sen küçükken iki defa uzun süreli operasyona çıktığım da oldu. Biri 2 ay sürdü, diğeri 5 ay. İlk adımlarını görmek bana nasip olmadı. Hiçbirinizi doğru düzgün emziremedim. Daha sonra uzun… çok uzun sürecek operasyon ve yeni oluşumun haberi geldi. Personel Daire Başkanlığı benden başka hiç kimsenin bu birliğe başkanlık yapmasını uygun görmedi. Baban sizleri bahane edip beni ikna etmeye çalıştı sürekli. Gitme, başka birini bulsunlar, istifa et dedi. Ancak görevimi ve operasyonları öğrenince istifa edemedim. Büyük bir organ mafyasıyla mücadele ediyoruz. Kanser gibi tüm dünyaya yayılmışlar. Üstelik gözleri 18 hatta 15 yaş altı çocuklarda. Parkta annesinin yanında oynayan küçük bir çocuğu anında kaçırıp böbreğini, kalbini aldıkları oluyor. Okul çıkışı, mazlum bir ailenin çocuğunu arabaya attıkları gibi kayboluyorlar. O çocukların ölmeden önce yaşadığı büyük korkuyu hiçbir kelimeyle sana ifade edemem. Hele geride kalan, acılı aileleri… Şimdi sen diyeceksin ki, başka çocuklar, başka anneler için sen kendi çocuklarından ve annelikten vaz mı geçtin!? Evet kızım, vazgeçtim… Ne demiş Nene Hatun? 3 aylık bebeğini komşusuna emanet ederken, bebem anasız yaşar da vatansız yaşayamaz.! Eline aldığı baltayla savaş cephesine koşmuş. Tamam, ben bir Nene Hatun değilim. Mertçe savaş yapılan bir cephede de değilim. Ancak bu ay yıldızın gölgesinde, hiçbir çocuğun böyle bir mafyaya kurban edilmesine de gönlüm razı olmadı. CIA, FBI ve aklına gelebilecek başka ülkelerin teşkilatları… Hepsinin radarında olan, çok tehlikeli ve kalabalık bir oluşum var karşımızda. Mafya kelimesi aslında çok basit kalıyor. Ancak nasıl anlatabiliriz artık bilemiyoruz. Dediğim gibi, dünyanın her yerindeler. Ne zaman hangi ülkede baş gösterecekleri belli olmuyor. Zengin aileler, çocuklarının hangi organa ihtiyacı olduğunu el altından bunlara bildiriyor. Hastane kayıtları anında taratılıyor. O ailenin çocuğuna en uygun çocuk hangi ülkede varsa o ülkeye gidip çocuğu kaçırıp organını alıyorlar. Geride kalan aileye çocuklarının ne ölüsü, ne dirisi, ne de bir mezarı nasip olmuyor. Türkiye’de çocuk kaçırılma ve kayıp vakaları artınca, ülke olarak elimiz kolumuz bağlı oturup bekleyecek değildik. Ayaklandık.! Çok düşündüm, çok git geller yaşadım. Elif’im küçücüktü, ana kuzusuydu. Ama en son aldığım haberle beynimden vurulmuşa döndüm. O anneyi görünce üzüntüden sütüm çekildi. Şu videoyu izle, bana hak vereceksin. Görüntü çok net değil ancak neyin ne olduğunu anlayabileceksin.” deyip telefonun ekranında bir şeyler yaptı ve bana doğru uzattı. Elime alıp videoyu başlattım. Timur’la birlikte izliyoruz. Burası Türkiye… İki çocuklu bir anne parka geliyor. Çocuğun biri bebek arabasında, diğer kızını salıncakta sallıyor. Bebek arabasındaki çocuğuna da ara ara bakıyor. Sonra bir şey oluyor; o kadının yanına başka bir kadın geliyor. Salıncağa çocuk koyup sallamaya başlıyor, kadınla sohbet ediyorlar. Sonra arkalarından yaklaşan iki kişi oldu… Erkek galiba onlar. Biri bebek arabasındaki bebeği alıyor, diğeri yerine başka bir şey koyuyor. Hızla uzaklaşıyorlar oradan. Siyah sedan bir arabaya binip gidiyorlar. Görüntü kalitesi gerçekten düşük ama ne yapıldığı bariz belli. Kadın çocuğunu kontrol etmek için bebek arabasına dönüp bakıyor ve çocuğunun yerinde oyuncak bir bebek görüyor. Sağa sola koşuyor, saçını başını yoluyor, yine görüntüden anladığım kadarıyla feryat ediyor. Diğer küçük kızı ise annesinin o hâlini görüp korkudan ağlayıp altına yapıyor. Gözlerim doldu bu görüntüleri izlerken. Anne değilim, çocuğum yok ama Elif’imin başına böyle bir şey gelse, kaçırılsa… Ben de tıpkı bu kadın gibi acıdan çıldırırım. Video bitince telefonu masanın ortasına doğru iteledim. İlbilge Hatun anlatmaya başladı; “O videoda kaçırılan bebek, Elif’le aynıydı. 3 aylıktı henüz. O anneye çocuğunu kurtarıp sağ bir şekilde teslim edemedik. Bu iş böyle olmaz denildi. Sürekli sahada ve aktif olmak zorundaydım. En baştan babanı değil de müdürümü dinleseydim belki de o bebek kaçırılmayacaktı, o anne delirip tımarhanelik olmayacaktı. Oradaki diğer çocuk annesiz kalıp, üvey anne elinde büyümeyecekti. Biz sahip çıktık o kız çocuğuna; tıp okudu, doktor oldu. Ancak dediğim gibi, Hilal Birliği’ni kurup işleyişi sağlayana kadar maalesef birçok çocuğu kurban verdik. Bazı çocuklar organları alınmadan önce ne acıdır ki tecavüze de uğramışlar. Bunları duyunca duramadım, duramazdık. Siz güvendeydiniz. İşte burada babanıza sonuna kadar güvendim. Annesiz kalabilirler ama babasız kalmayacaklar. Elinden geldiğince en iyi babalığı yapar, dedim ve öylece çıktım gittim hayatınızdan… Sana bunları anlatmadığı için babana kızma. Saklaması gerekiyordu.” deyip, sandalyeye yaslandı… Ben aklıma gelen ilk soruyu sordum; "Peki o adam kimdi? Hatırlıyorum, fotoğraflarını gördük; pazarda o adamla birlikte alışveriş yapıyordunuz. O görüntüler gerçekti." dedim. İlbilge Hatun; "Evet. Benim yardımcım olur kendisi. O da MİT personeli. Aslında müdürümden beni ölü göstermesini istedim, kabul etmedi. Üç tane çocuk… zaman ne getirir bilemeyiz, yaşadığını bilsinler. Kızgın olsunlar, kırgın olsunlar ama hayatta olduğunu bilsinler, deyince kabul ettim. O görüntüler ve kaçış hikayesi, sizin benim peşime düşmemeniz içindi. İşe de yaradı; bana kızdınız, peşime düşmediniz. Ancak karşı taraf maalesef senin, benim kızım olduğunu öğrendi. Çok büyük bir tehlikedesin Aybige. Bilginin kaynağı nedir, kimden ulaştılar henüz çözemedik. Bir deli bir kuyuya taş atmış da olabilir. Çözmeye çalışıyorum. En kısa sürede çözeceğim, emin ol. Biraz karşı tarafı ters köşe yapacağız. Hiçbir şey olmamış gibi siz buradan evinize gidip eski hayatınıza devam edeceksiniz. Güvenliğinizden MİT sorumlu. Zaten yıllardır koruyoruz sizi; Halil Bey sağ olsun." dedi. Bunu derken Timur'la göz göze geldi. Ben de dönüp Timur’a baktım. Timur İlbilge Hatun'a; "Babam ne alaka?" diye sorunca, karşısındaki tebessüm edip; "Babanla ben aynı yıllarda MİT’e alındık. En büyük rakibim babandı aslında. Sonra o balıkçı olmayı seçti. Senin tahmin ettiğin gibi basit bir balıkçı değil. Benim çocuklarımın hatta tüm mahallenin güvenliği babandan sorumlu." dedi. Gözlerimi kapattım. "Pembe ejderha istiyorum." dedim mırıldanır gibi. Timur duymuş bu cümlemi ve; “Gerçek hayata dön Aybige… Şimdi pembe ejderhanın sırası değil." dedi. Ayağa kalktım; "Hikayeni dinledim İlbilge Hatun… Başarılı MİT personeliymişsin, teşkilat seninle gurur duyuyordur eminim. Ama maalesef ben gurur duyamıyorum, kusura bakma. Bana kızdın diyorsun ya; hayır, kızgınlık yok… büyük bir kırgınlığım var sana. Ben senin hikayeni dinledim, haklı olduğun tarafların da var belki kendince ama ben de haklıyım." Gözlerimden yaşlar süzülüyor, ağlamadan konuşmak istiyorum fakat gözlerime söz dinletemiyorum. Elimi masaya vura vura devam ettim konuşmaya; "Ben 17 yaşında anne oldum. Dışarıda beni korudun ama evin içinde omuzlarıma binen yükten haberin yok. Tamam, güvendeydik, tamam aile evindeydik ancak annesizdik. Yaşıtlarım pastane köşelerinde çay kahve içerken ben, akşam ne yemek pişireceğim diye onun kaygısını çekiyordum. Okuyamadım… Liseyi güç bela bitirdim. Ne kadar başarılı olursam olayım insanların gözünde daima lise mezunu genç bir ev kızı olarak görünüyorum. Kendimi kesinlikle açık etmedim. Benim senin kızım olduğunu öğrendiyse düşmanların, kendini sorgula! Sen bir yerde açık vermişsindir. Benim dışımda Kürşat ya da Elif’le görüşmeni istemiyorum, onların hayatını da tehlikeye atma. Şimdiye kadar biz nasıl annesiz kaldıysak, sen de bizden nasıl uzak durduysan, şimdiden sonra da aynı şekilde devam edeceksin." Deyip odadan çıktım. Babam arkamdan seslendi: "Aybige, beni bekle!" dedi. "İstemiyorum baba! İkinci bir yüzleşmeyi kaldıracak durumda değilim. Annemin bahanelerini dinledim, senin bahanelerin başka bir güne kalsın!" dedim. Koşmaya başladım. Merdivenleri de koşarak indim, binanın dışına attım kendimi. Ağaçlık alana doğru koştum. O ağaçların arasına saklanmak istiyorum; kimse beni görmesin, duymasın istiyorum. Geniş bir söğüt ağacı var, ona sığındım. Söğüt ağacının dibine oturup gövdesine yaslandım. Boğazım kurudu, nefesimi toparlamaya çalıştım. Dizlerimi karnıma doğru çektim, başımı dizlerime indirdim. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Sanki kulağımda bangır bangır Murat Göğebakan’ın Kalbim Yaralı şarkısı çalıyor gibi hissediyorum. Hep böyle oluyor işte. Ne zaman üzülsem o şarkı aklıma geliyor… Gözüme ve vücuduma aldığım tüm yaralar iyileşmeye başladı bile, geçecek… ama şu kalbime aldığım yara ömür boyu geçmeyecek. Başka bir yol bulabilirdi. Tek çözüm bizi terk etmek olmayabilirdi. Tamam, artık eski yıllardaki gibi cephede mertçe göğüs göğüse savaşmak yok, farkındayız tüm dünya olarak. Ama üç çocuğu annesiz bırakmadan başka bir çözüm bulunabilirdi. Her imkânı sonuna kadar kullandığımız bir devirdeyiz. İki çocuğu bana bırakıp öylece çekip gitmesi gerekmiyordu. Keşke kendini ölü gösterseydi. Biz de arada gider mezarıyla dertleşir, bir şekilde teselli olurduk. Fakat görev için sizi terk ettim, demesi ağır geldi. Olmadı Demet Hanım… nam-ı diğer İlbilge Hatun. Bu yaptığın hiç olmadı. Sen devlete, çocuklarımı annesiz bırakmak istemiyorum, deseydin ona göre bir çözüm bulurlardı. Hilal Birliği’nin başkanı değil de başkan yardımcısı olsaydın yine aynı başarıları elde eder, üzerine bir de bizi annesiz bırakmamış olurdun. Kabul etmiyorum…! Etmeyeceğim…! Babamın çocuk isteği, annemin görev aşkı derken ortada olan benim gençlik yıllarıma oldu. Kendimi kardeşlerim için heba ettim. Kesinlikle başa kakma değil ama yaşıtlarım gezip tozarken ben, Elif acıktı mı, altını kirletti mi, ağlama krizi tuttu mu diye düşünmekten derslerime bile konsantre olamamıştım. Gençliğim gibi, yarım kalan hayallerime de içim acıyor şimdi. Ben okuyup, savcı olmak istiyordum. Nasip değilmiş deyip kardeşlerimin okuması için çabalamaya karar verdim. Vermek zorunda kaldım. Babam bana oku dedi, destek olurum dedi tamam, lâkin evde küçücük, savunmasız, masum bir bebek varken benim eğitimim ikinci planda demiştim. Sonra ısrar etmedi. İşine geldi bir yerde. Kendimizce bir düzen kurup yaşamaya devam ettik. İlbilge Hatun başarıdan başarıya koşarken… Kabul etmiyorum. Kalbime açtıkları bu yarayı kimse iyileştiremeyecek. Gerçek ne olursa olsun, kalbimdeki bu yara geçmeyecek…. İşte bu yüzden harcanan gençliğimin hakkı için, yapılan hiçbir açıklamayı kabul etmiyorum…!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD