4.Bölüm "İlk Karşılaşma"

2206 Words
4. Bölüm “İlk Karşılaşma” Aybige Türkeli… 🖋️🖋️🖋️ Üşümüyorum, sıcacığım… Ağrım da yok. Anladığım kadarıyla şu son uyku beni az da olsa kendime getirmiş. Gözlerimi açtım, hâlâ o tek kişilik odadayım. Kollarıma baktım; serumun biri çıkmış, diğeri duruyordu. “Ohh bee, sonunda!” diye bir ses duydum. Başımı çevirip baktığımda Şule’yle göz göze geldik. Anında gözlerim dolu dolu oldu. Şule hızlıca bana doğru adımladı ve; “Dur şimdi dur! Ağlamanın zamanı değil. Anlat çabuk, nasıl kurtardılar seni? Tıpkı kitaplarında yazdığın gibi miydi?” diye sordu… Gözlerimi devirmek istiyorum ama sol göz sıkıntılı olduğu için yapamadım. “Kes sesini Şule! İki dakika duygulanacağım, ona da izin vermiyorsun. Bizimkiler nerede?” “Bebeğim, babanla ben tek geldik. Kardeşlerin yok. Elif’i, Halil dayılara bıraktık. Memlekette uzaktan bir akrabanızın cenazesi var; babanla sen o cenazeye katılıyorsunuz. Böyle bir yalan uydurduk. Kürşat gerçeği biliyor ama Elif yalnız kalmasın diye onu da İstanbul’da bırakıp buralara geldik. Erdem amcayı tek başına göndermek içime sinmedi, ben de eşlik ettim. Burası şahane bir ortam. Yalnız askerler senin kitaplarında yazdığın kadar kaslı değil. Göbekli olanı var, yaşlı olanı var, 1.70 boyunda olanı var. Bir daha askeri kurgu yazarken bunları da lütfen göz önünde bulundur.” dedi Şule. Ahh bu deli kız… “Aslında kendimi çok iyi hissediyordum senin şu hızlı konuşmanı duymadan önce. Şu an başıma birden bire ağrı girdi. Her cümlene ayrı ayrı gözlerimi devirmek istiyorum fakat malum, yapamıyorum.” deyip ağrıyan gözümü işaret ettim. Şule; “Doğru, tek gözle o hareketi yapman imkânsız. Senin yerine ben deviririm gözlerimi.” dedi. “Telefonda, işin ciddiyetinin farkında mısın diye beni azarlayan Şule gitmiş, yerine şakacı ve hiçbir şeyi ciddiye almayan Şule gelmiş.” “Sağ salim kurtuldun. Vücut bütünlüğün yerinde. Taciz ya da başka bir şey olmamış, çok şükür. Vücudundaki yaraları ve ruhundakileri el ele verip iyileştireceğiz. Tek kurgu yazmana bakar o iş. Kendini toparlarsın. Ayrıca sırası değil ama kitabın şu an satış rekorları kırıyor. Kitle ikiye ayrıldı; bazıları bunun, yeni kitabın PR'ı için yapıldığını, senin kendini kaçırttığını söylüyor. Reklam hepsi diyor. Diğerleri ise tamamen olayın gerçekliğinin farkında. Senin için dualar ediyorlar…” “Sağolsunlar… Galiba en son düşüneceğim şey, hakkımda çıkan haberler, dedikodular ve kitabımın satışı olabilir. O yüzden bunları daha iyi olduğum bir zaman konuşalım. Babam nerede?” diye sordum. “Tugay amiri babanla toplantı yapıyor.” “Tugay amiri diye bir şey yok, o tugay komutanıdır.” “Evet işte, her neyse… Ben senin kadar detay bilen birisi değilim. Buranın başı yani.” deyince kendimi tutamayıp güldüm. Buranın sahibi ya da müdürü de diyebilirdi. Başı, yine iyi oldu… Acaba tugay komutanı babamla ne toplantısı yapıyor diye düşünürken kapı çaldı. Şule bana baktı. Gözümü onaylar anlamda kapatıp açınca “Gel!” diye seslendi. İçeriye kamuflajlı ve asla 1.70 boylarında olmayan, iri yarı heybetli bir asker girdi. Omzundaki apoletlere baktım; üç yıldız vardı. Bu, yüzbaşı olduğunu gösteriyordu. Ulan askeri kurgu yazayım derken sivil hayatta işime yaramayacak her türlü bilgiye sahip oldum… Bana doğru adımladı. İki elini arkada bağlayıp: “Geçmiş olsun Kalem-i Tomris. Ben Yüzbaşı Zafer. Gölge Kurt Tim’inin komutanı. Aslında tanışmıştık; ancak kendinizde miydiniz, tam olarak emin değilim.” dedi. “Hatırlıyorum Yüzbaşı. Beni kurtaran tim… ve siz de tim komutanısınız. Çok teşekkür ederim, size çok zahmet verdim. Gerçekten beni kurtardığınız için çok mutlu oldum.” dedim. “Görevimizi yapıyoruz. Biraz geç kaldık, kusura bakmayın. Onun dışında, sizin tüm kitaplarınızı okuyan bir hayranınız olduğumu söylemek istiyorum. Hatta size sosyal medya üzerinden mesaj attım, kitabınızı 10 üzerinden puanladım.” Ağzım açık kaldı, çok şaşırdım ve; “Aa, sosyal medyadan yazmıştınız! Hatta Karakurt diye fake bir hesaptı.” dedim. “Evet, doğru hatırlıyorsunuz. O benim. TSK için tehdit unsuru musunuz diye sizi araştırdığımda bütün bilgilerinize ve kim olduğunuza aslında ulaşmıştım. Sırf siz tedirgin olmayın diye ben de fake hesaptan yazmıştım. Ayrıca, TSK için tehdit unsuru değil; vatansever, dişi kurt dediğimiz tam bir asenasınız. Gurur duydum sizinle. Kurtarmak da bana nasip oldu.” “Yeniden ve tekrar tekrar çok teşekkür ederim komutanım.” dedim. “Zafer diyebilirsin bana. Resmiyete gerek yok. Sizin gibi tatlı bir sivil için kesinlikle rütbemi kullanmayacağım.” dedi. Birden utandım, ne yapacağımı bilemedim. Şule sessiz bir şekilde “Ooooo” der gibi yaptı ağzını. Ben de sadece, “Teşekkür ederim…” dedim. Başka da söyleyecek bir şey bulamadım. O sırada tekrar kapı çaldı. Belki gelen babamdır, diye hafifçe toparlanmaya çalıştım. Şule “Gel!” diye seslendi. Kapı açıldı; içeriye başka bir asker girdi. Göz göze geldiğimizde Timur’u hemen tanıdım. Bin kişinin içinde olsa onu yine tanırım; yüzünü hafızama kazıdım sanki. Hem utandım hem de aşırı derecede çekindim. En son geçen sene ayaküstü görmüştüm onu. Bir yıl sonra ilk defa karşılaşıyoruz ve benim hâlim perişan. Üstelik saçma sapan bir örgüt tarafından kaçırılmışım. Her türlü rezalet… Normalde gidişat olarak beni Timur’un kurtarması gerekiyordu. Tamamen yabancı bir tim kurtardı… Ne yani, şimdi Timur dururken beni kurtardığı için Yüzbaşı Zafer’le mi evleneceğim? Bu saçma sapan düşüncelerden çıkmak ister gibi başımı hafifçe sağa sola salladım. Timur, Yüzbaşı Zafer'i görünce hazır ol vaziyeti aldı. Kapalı odada el ile asker selamı verilmez. Yine askeri kurgu için araştırma yaparken öğrendiğim bir detay... Yüzbaşı Zafer; “Rahat Üsteğmen. Nasılsın!?” dedi. Ama ses tonu hareketleri imâlı sanki. Timur; “İyiyim. Sıkıntı yok, teşekkür ederim, komutanım.” diye cevap verdi. Yüzbaşı Zafer; “Sıkıntı yoktu, evet… Sen tugaya döndün, artık sıkıntı olur. Her neyse… Tekrardan geçmiş olsun çiçek yazarımız Kalem-i Tomris. Bir an önce iyileşin ve tekrar yazmaya dönün. O saçma sapan örgüt hiçbir şey yapamaz; yaparsa da ben yine gelir sizi kurtarırım. Geçmiş olsun, iyi günler.” deyip çıktı. Timur’un yüz ifadesi bıçak gibi keskin… Ortamda anlamsız bir gerginlik oluştu. Yüzbaşı Zafer’i sevmediği her hâlinden belliydi. Bana doğru adımladı: “Öncelikle geçmiş olsun Aybige. Kendini nasıl hissediyorsun, daha iyi misin?” “Teşekkür ederim Timur, iyiyim.” “Kızım, madem böyle işlere kalkışıyorsun… Yazarsın, üstelik sevilen ve çok okunan bir yazarsın. Neden gizledin bizlerden? Aile dostuyuz, komşuyuz, birbirimize yakınız. Bana söylememeni anlarım, en azından annemin babamın haberi olsaydı bir şekilde o bilgi bana da ulaşırdı. Neden herkesten gizledin?” “Yazmak özgürlük ister Timur, o yüzden kimliğimi açık etmek istemedim.” dedim. Şule; “Ayrıca bu gizlilik, gizem… Her türlü işimize yaradı. İnsanlar sürekli merak edip gündemi sıcak tuttular.” dedi. Yine gözlerimi devirmek istedim ama deviremedim. Timur derin bir nefes alıp verdi. Gözlerime baktı. Büyük ihtimalle, şu an morarmış ve şiş olan yaralı gözüme de biraz baktı. Yüz ifadesi yumuşadı. Sonra; “Bak Aybige… Özgürce yazıyorsun. Senin kitaplarını zamanında ben de okudum. Olay örgüsü şu an başına gelen durum gibi. Sakın, seni kurtardığı için Yüzbaşı Zafer’e platonik veya real olarak herhangi bir duygu seline kapılma. Ayakların yere sağlam bassın. Burası gerçek dünya; kitaplardaki gibi değil hiçbir şey.” dedi. “Uyardığın için teşekkür ederim. Ancak kendi aklım ve mantığım var. Duygularımdan önce genelde aklımı ve mantığımı kullanmayı tercih ederim Timur. Ayrıca Yüzbaşı Zafer’e canımı ve namusumu borçluyum. Timiyle birlikte gelip beni kurtardılar. Ne yapayım, teşekkür de mi etmeyeyim?” “Neden geç kurtarmışlar? Basit bir örgütün elinde 76 saat esir kalmışsın. Gerekli tüm bilgiler var, koordinatlar belli. Buna rağmen 6 saatlik bir gecikme var. Hemen müdahale etmemişler. Timdekilerle de tek tek görüşeceğim bu durumu… Komutan neyi bekledi de 6 saat sonra mağaraya girip seni kurtardı?” diye sordu… Neden sinirli anlamıyorum. “Gecikme için özür dilerim diye hem kurtardığı an, hem de az önce odaya geldiğinde özür diledi benden. Bir bildiği vardır. Asker olan sizsiniz, askeri eğitim alan da sizsiniz. Ben bilemem böyle şeyleri.” dedim. Timur derin bir nefes alıp verdi; “Bileyemeyerek gene de bayağı mantıklı ve gerçekçi kitaplar yazmışsın. Bilmediğin hâlin buysa, bir de askeri eğitim alsan demek neler çıkardı senden.” dedi. Şule; “E siz yakında evlenirsiniz, sonra karına askeri eğitimler verirsin. Bu defa ben oturur yazarım sizin şu durumlarınızı.” dedi. Bu kızın patavatsızlığı beni delirtiyor. “Şule!” dedim uyarır tonda. Omuz silkip ağzına fermuar işareti yaptı. O sırada kapı açıldı. Hepimiz kapı sesiyle o tarafa döndük. Babam girdi. Toparlanıp oturur vaziyet aldım, babam hızlıca adımlayıp sarıldı bana. “Aybige’m, benim biricik kınalı kuzum… Başına bu da mı gelecekti? Ah ah! Yaktın ciğerimi. Ömrümden 70 saat değilde yıl gitti. Diri diri mezara girip çıktım resmen.” dedi. Dayanamayıp ağladım. Hiçbir cevap veremedim babama, sadece ağladım. Sarıldı; canımı yakmadan, çok hafifçe okşadı hem saçlarımı hem yüzümü. Yaralı olan gözümün üzerinden öptü. “Geçecek… İyileşeceksin. Sağ salim kavuştuk ya birbirimize… Her türlü yarayı yine iyileştireceğiz, merak etme kızım.” dedi. Yine cevap veremedim, ağlamaya devam ettim. Şule gelip babamla beni ayırdı ve; “Ağlatma Erdem amca! Gözü zaten kötü.” deyince babam: “Tamam tamam… Ağlama kızım. Hepimiz hayattayız, nefes alıyoruz. Sen de iyileşeceksin. Üzülme, ağlama.” dedi.Ve yatağın kenarına oturdu. Timur adımlayıp yatağın diğer tarafına geçti. Tam karşımda dikildi. “Aybige, kendini iyi hissediyorsun diye soruyorum. Bak, bize vereceğin bilgiler çok kıymetli. O mağarada nedense kimseye sağ ulaşamadık. Bir isim, görüntü, takma ad ya da konuştukları dil… Bize verebileceğin her türlü bilgiye şu an ihtiyacımız var. Hatırlıyor musun?” diye sordu… Asla hatırlamıyorum…; “Dayak yediğimi ve omzuma iğne yapıldığını hatırlıyorum Timur. Zaman ve mekân algımı kaybetmiştim. Ayrıca gördüğüm şeyler rüya mı, gerçek mi… Onları bile ayırt edemiyorum. Zihnimde sesler bile hâlâ konuşma sesi gibi değil; uğultu gibi.” dedim. “Sana bazı psikolojik ilaçların sıvılaştırılmış hâlini enjekte etmişler omzundan. Tahlil sonuçlarını inceledik. İstediklerini başarmışlar. Hiçbir şey hatırlamıyorsun ama haftalarca maruz kalmadın; dayanıklı, güçlü bir kızsın. Birkaç defa yapabilmişlerdir o iğneyi sana. Gördüğün sanrılar sadece iğneden dolayı değil; bilerek, isteyerek aç ve susuz bırakmışlar seni. Neredeyse böbreklerin iflas etmek üzereymiş susuz kaldığın için. Vücut toparlandıkça zihnindeki görüntüler ve sesler netleşecek. Tek bir şey dahi hatırlarsan, lütfen bize söyle. İyileşene kadar burada misafirimizsin. İyileşip doğru ve düzgün ifadeni alana kadar seni Hakkâri’den göndermiyoruz.” “Peki Elif?” dedim babama ve Timur’a bakarak. Soru sorar tonda çıktı sesim. Babam; “Az önce Tugay Komutanı ile konuştum. Timur’un dediği her şeyi o da bana söyledi. Sen bir şeyler hatırlayıp kendini toparlayana kadar bir müddet buradasın kızım. Gözün de iyileşir. Elif seni böyle görmesin. Ne kadar iyileşmiş hâlinle görürse o kadar iyi. Biliyorsun Elif’in durumunu.” dedi. “Biliyorum baba… Ama ya çok uzun sürerse? Mesela aylarca hatırlayamazsam herhangi bir şeyi? Ne yapacağız?” Cevap Timur’dan geldi: “Sabırla beklemeye devam edeceğiz. Ben bile sabredeceğim ve bekleyeceğim. Bir şeyler hatırlaman sadece senin için değil, TSK için de çok önemli. Biraz daha kendine gel, gerekli bilgileri vereceğim sana. Neden bizler için önemli uzun uzun anlatırım…” dedi. Babamla göz göze geldik. Ne demek oluyor, der gibi baktım. Babam derin bir nefes aldı ve; “Ben polis emeklisi olduğum için Tugay Komutanı, anlayacağım dilde birkaç bilgi verdi kızım. Bu tugayda bir köstebekten şüphe ediyorlar. Nasıl olduğunu bilmiyorum ancak bu köstebek meselesi senin kaçırılma olayınla bağlantılı. Konu bizim sandığımız kadar basit değil. O hatırlaman gereken bilgilere senden çok TSK’nın ihtiyacı var. O yüzden sadece bu olaya yoğunlaş. Yazarlık meseleni ve kaçırılmanı daha sonra baba kız baş başa konuşacağız elbet. Ama önemli olan, 76 saat boyunca duyduğun ya da gördüğün şeyler.” Tamam anlamında başımı salladım. Şule zihnimi okur gibi; “Erdem amca… Aybige, o 76 saat içinde neler olduğunu hatırlayıp TSK’ya bilgi verirse, tehlike altında sayılmaz mı? Hatta şu an bile tehlikede olabilir. Köstebek denilen kişi ya da kişiler Aybige konuşmasın diye onu öldürmek isteyebilirler.” Timur; “Burası Tugay Şule… Acaba sende birazcık askeri kurguları okusa mıydın!?” dedi, dalga geçer gibi. Şule hiç acımadı. Gözlerini kısıp babama baktı ve; “Erdem amca, bence Timur’la Aybige evlensin! Görev evliliği gibi düşün bu durumu. Asker karısı olduğu için çekinip zarar vermezler. Timur da şu heybetli vücuduyla Aybige’yi korur. Bence çok şahane bir plan oldu! Biz buna yoğunlaşalım, evlendikten sonra bir şekilde Aybige hatırlar mağarayı.” dedi. “Şule!” diye yine uyarır tonda adını söyledim. Bu kızın patavatsızlığı gerçekten bir gün başıma büyük bir iş açacak. Timur; “Burası gerçek dünya! Hepinizin ayakları yere bassın. Kitap değil, öyle saçma sapan şeyler ancak kitaplarda olur. Neyse hepimize geçmiş olsun. Dediklerimi dikkate al lütfen Aybige…” deyip çıktı odadan. Babam da Şule'ye bakıp olumsuz anlamda başını sağa sola salladı. Şule omuz silkti. Keyfi gayet yerinde. Daha sonra bana döndü babam ve; “Sen hayatındaki bütün gereksiz bilgileri şu andan itibaren sil. Dediğim gibi, yoğunlaşacağın tek şey mağarada geçirdiğin anlar. Vatana hizmet sayılır bu durum. TSK için gerekli ve doğru bilgiyi vermek zorundasın. Hafızanı biraz zorla kızım.” dedi. “Tamam baba… Elimden geleni yaparım.” Mağarada ne gördüğümü, ne duyduğumu şu an hatırlamıyorum. Sadece ağzımın bezle kapatılması ve tekmelendiğim kısımlar var. Ne bir konuşma ne de başka bir görüntü… Şu an için zihnimde yok. Sanki beynim ve hafızam sıfırlanmış gibi. Üzerinden zaman geçince, biraz daha iyileşip kendime gelince hatırlayacağım eminim. Kendim için olmasa bile TSK için. Madem benim hatırlayacağım bilgiler önemli… Ne yapıp edip o mağarada olanları hatırlayıp Timur’a söyleyeceğim… En azından bana ihtiyaçları var, operasyon basmadım. Operasyonun kendisi ben oldum. Allah korusun köstebek sensin deyip nezarete atsalardı beni ne yapardım!? Ayy yine kendimi kendi yazdığım kurgulara kaptırdım… Saçma sapan hayallere dalıyorum. Gerçekten pembe ejderha daha mantıklı… 💌💌💌💌 Ebruliyazar'ınızdan bir rica... Yazar notunu göremeyen okurlar varmış. O yüzden bölüm sonuna eklemek zorunda kaldım. Belki sıkıldınız, belki yoruldunuz ama lütfen Yılın Kitabı Oylamasına katılan Çift Kartal Timi adlı kurguma oy vermeyi unutmayın. Diğer kurgularıma oy vermeyin çünkü bu şekilde oylar bölünüyor. Sadece Çift Kartal Timi'ne oy kullanın. Şimdiden teşekkür ederim. Keyifle okuyun... 💌💌💌
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD