Gözlerimi açtığımda hava daha yeni aydınlanıyordu, Trabzon'da bol oksijenden dolayı erken kalkardım hep. Bu yüzden alışmıştım erken kalkmaya, Berfu sabah 8'de herkesin kahvaltı masasında olduğunu ve 1 saat sonra da bütün erkeklerin işe gittiğini söylemişti. İlk birkaç dakika boş tavanı izleyip yanımdaki yabancı adama baktım, nasıl alışacaktım onunla uyumaya, her sabah onunla uyanmaya. Anne ve baban için sabredeceksin Mela unuttun mu? sıkıntılı bir nefes verip yataktan kalktım yavaşça ve banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Saat daha çok erkendi, kahvaltı hazırlıkları için daha bir saat vardı. Telefonumu alıp odanın diğer ucundaki balkona çıktım ve gökyüzüne baktım.
"Günaydın" dedim her sabah gökyüzüne bakıp anneme ve babama seslendiğim gibi. Burası çok alçaktaydı, anneme ve babama çok uzak hissediyordum. Şimdi Trabzon'da olsaydık evin biraz ilerisi uçuruma koşar anneme ve babama yukarıdan seslenirdim. Çok özlemiştim şimdiden orayı. "Burada bulut bile yok ki, nasıl çıkayım yükseklere?" dedim mırıldanarak, içeride uyuyan adamı uyandırmak istemezdim. " Çok korkuyorum biliyor musunuz? Aklım çıkıyor dedeme ve anneanneme bir şey olacak diye? Ama sen onları korursun değil mi baba?" gülümsedim, benim babam çok güçlü bir adamdı ayrıca çok da zekiydi. "Hepsi Baran yüzünden, beni o gün o arabaya bindirerek en büyük cezayı verdi bana. Beni bu cehenneme hapsetti, 5 senedir sizin olmadığınız bir dünyaya hapsetti beni." gözlerimi kapattım, nefes almam gerekiyordu biraz. Hırkamın cebindeki sigara paketini çıkarıp bir dal yaktım ve zehiri ciğerlerime çektim, sigarayı çok içmezdim gün içinde, sigaramı söndürüp uzağa fırlattım çöpünü. Normalde nefret ederdim bu hareketten ama burada bir küllüğüm ve dökecek çöpüm yoktu malesef. Saat yaklaşırken banyoya girip dişlerimi fırçaladım güzelce, biraz fazla oyalanmıltım çünkü ev halkının ağzımdaki iğrenç kokuyu duymalarını istememiştim. Ağzımdaki zehir kokusunun onlara dokunmasını istemiyordum nedense? Hepsi bana aile olmuşlardı çünkü ve ben ailemi üzecek onlara zarar vericek hiçbir şey yapmazdım. Banyoda üzerimi değiştirip aynada kendime baktım, beyaz keten gömleğimin bir kısmı dışardaydı kollarını yukarı kıvırmıştım. Altımada mavim kot mom jeanimi giymiş ve beyaz ayakkabılarımıda giyip banyodan çıkmıştım, ben banyodan çıkarken Bora daha yeni uyanıyordu.
"Günaydın.. ben.. uyandırmak istememiştim." kafasını iki yana sallayıp oturduğu yataktan bana baktı. Beni baştan aşağı süzmüştü.
"Böyle mi çıkacaksın insan içine?" dedi ters bir sesle. Kafamla onayladım onu.
"Sana da hazırlamamı ister misin kıyafet?" dalga mı geçiyorsun der gibi baktı gözlerime.
"Buradaki kadınlar elbise giyer.. söylemediler mi sana?" dedi kaşlarını çatarak.
"Söylediler ama ben buraya ait bir kadın değilim, bu topraklarda büyümedim ve elbise giymeyide sevmiyorum. Böyle daha rahatım." sinirle ayağa kalktı ve dibimde bitti.
"Sen buraya aitsin.. bunu sakın çıkarma o aklından ve buraya aitmiş gibi giyineceksin!" orda durmalıydı, herkesin bir sınırı vardı ve Bora'nın o sınırı geçmeye hakkı yoktu.
"Sınırlarımı işgal etmeye çalışma Bora, giyimimede karışacak değilsin herhalde. Ben nerede ne giyeceğimi gayet iyi bilirim." sinirle kolumu tuttu ve sıktı.
"Berdel'i kabul edip evlendin benimle, sınırlarını tamamen açtın bana. O pantalonu çıkaracaksın üzerinde gidip adam akıllı giyineceksin. Sabah sabah sinirlendirme beni!" kaşlarımı çattım iyice, neden ben ona aşık mışım ölüp bitiyormuşum gibi davranıyordu. O da istemesede kabul etmişti benimle evlenmeyi. Eflal annenin dediklerini hatırla Mela sabredersen o okul sana nasip olacaktı. Birden yüz ifademi düzeltip kolumu kurtardım elinden.
"Kadınlarınıza saygım sonsuz Bora Karahan ailenede saygım sonsuz fakat beni böyle kabul etmelisin. Yaşadığımız durumdan dolayı birbirimizi tanımıyoruz.. kabul ama nasıl giyineceğimi ne giyeceğimi seçebilecek yaştayım ben. Ben böyle yetiştirildim, senin için elbise giymeyi denerim ama izin ver de özel günümde rahat rahat dolaşayım." bir anlığına.. minicik bir anlığına afalladığını görsemde hemen toparladı kendini. Ne diyeceğini ne söyleyeceğini beklemeden indim aşağıya ve mutfağa girdim. Dicle abla ve çalışanlar kahvaltıyı hazırlamaya başlamışlardı. Hepsi beni karşısında görmesiyle ufak çaplı bir şok yaşadılar.
"Kız daha dün evlendin sen git de uyu biraz kocanla." dedi Dicle abla ama sanki birbirimizi çok severek evlenmiş gibi konuşuyordu.
"Erken uyanıyorum hep abla, yardım edeyim dedim size" Bora ilk günden moralimi bozmuştu, ev halkına çaktırmamalıydım bu durumu. Kendimi toplayıp Mela neşesiyle kahvaltı hazırlıklarına yardım ettim. Her şey hazır olmaya yakın kapı eşiğinden Eflal anne seslendi bana, nasıl söyleyecektim annesine. En önemlisi inanacak mıydı bana? kaçtığımı düşücenecek ve yanlış anlayacaktı. Eflal anne beni kenara çekip gülümsedi.
"Nasıl geçti dün geceniz yavrum?" korka korka Eflal annenin gözlerine baktım. Nasıl söyleyecektim ona? Kızıp bağıracak ve namussuz musun sen diye azarlayacak mıydı beni?
"Anne.. benim tamamen aklımdan çıkmış.. yemin ederim kaçmak için yada ne bileyim başka bir sebepten dolayı yalan söylemiyorum. Özel günüm gelmiş.. ben..." Eflal anne kahkaha atmaya başladı, elini omzuma koydu.
"Hiç güleceğim yoktu.. kızım olur mu öyle şey.. hiç şüphe eder miyim senden? Siz ne zaman hazır olursanız o zaman yaparsınız. Kimseye kulak asmayın sakın.. ben sana güveniyorum" gülümsedim ve sarıldım anneme. Çok garipti, yıllar sonra anne diyordum bir kadına. Kimse umurumda değildi ama yanlış anlaşılmaktan çekiniyordum. Daha buradaki ilk günümdü benim. Eflal anneden ayrılıp mutfaktaki hazırlıklara yardım etmek için geri döndüm mutfağa. Berfu da yeni uyanmıştı, elime aldığım tepsiyle avludaki yemek masasına götürdüm ve dizmeye başladım her şeyi.
"Günaydın gelin hanım.. ilk günden atmışlar sizi mutfağa." gülümseyerek Sidar abiye baktım.
"Günaydın abi.. valla kovdular beni ama boş durmak istemedim." dedim, Sidar abi bana sırıtıp merdivenlere doğru baktı. Bora saatini koluna taka taka iniyordu merdivenleri. Kısacık bir an göz göze gelsekte hızlı adımlarla mutfağa döndüm. Bütün hazırlıklar bittikten sonra hep birlikte yemek masasına geçtik. Dicle abla ve Halil abinin ufak oğulları Samet ile dün tanışmıştık, kendisi çok tatlı bir çocuktu.
"Bugün işe gitme istersen oğul, karını da alıp birlikte gezin istersen." Bora kaşlarını çatarak Zenan babaanneye baktı.
"Gerek yok babaanne, işim gücüm var." neden bu kadar kaba davranıyordu ki? Fazla bir şey yememiştim zaten, Bora masadan kalkıp merdivenlerden aşağı inmeye başladı.
"Kızım yol etsene kocanı" bana her şeyi anlatan kadınlar bunu atlamıştı sanırım. Zenan babaannenin minik uyarısıyla masadan kalkıp aşağı indim Bora'nın peşinden. Son anda fark ettiğim ceketinide almıştım Allahtan. Ceketini ona uzattım, tam kapıdan çıkacakken bana baktı.
"Dışarı çıkacak mısın bugün?" düşünüyormuş gibi yaptım. Aslında şu elbise işini halletsem iyi olabilirdi, hiç elbisem yoktu çünkü.
"Elbisem yok hiç.. deneyeceğim ya hani. Alışverişe giderim belki." kafasıyla onayladı beni.
"Evden birisinide al yanına, korumalar olmadan da çıkma sakın. Ben kartını gönderirim gün içerisinde sana." kafamla onayladım onu.
"Teşekkür ederim." kaşlarını çattı.
"Ben senin kocanım Mela, teşekkür edip durma." o arkasını döner dönmez gözlerimi devirdim. Bu adamada yaranılmıyordu. Kapıyı kapattıktan sonra yukarı çıkıp masayı toplamaya yardım ettim. Erkekler işe gittikten sonra Dicle ve Berfu ile arka bahçede keyif kahvelerimizi alıp masaya oturduk.
"Ee yenge anlat bakalım, nerede doğdun nerede büyüdün. Valla 5 sene önce seni çarşıda gören alamıyormuş aklını senden, herkesin ağzında dolanıyordu Mela Kozan ama tanışmak dün nasip oldu." Dicle görümcesine katılıp kıkırdadı.
"Valla ne yalan söyleyeyim bütün delikanlı erkeklerin gönlüne yer etmişsin kısacık zamanda. Herkes aşık oluyormuş güzelliğine, çoğu kişi seni hiç görmediği için uydurma bir efsane diye bile anıldın buralarda. Erkekler aralarında yarış bile edermiş, kimsenin yüzüne bakmayan Mela benim yüzüme bakacak diye ama bir süre sonra seni ne gören ne de duyan olmuş. Herkes de seni uydurma bir efsaneden ibaret olduğunu düşündüler." dedi Dicle heyecanla.
"Ama o uydurma efsanedeki peri kızı dün benim yengem oldu. Bora abim, o efsanedeki kızı bulup getirdi ve gelini yaptı onu. Bütün Mardin sizi konuşuyor şuanda." söyledikleri karşısında şoka girerken ciddi olup olmadıklarını kontrol ettim. Ben dışarı ayda bir çıkıyordum sadece.. o da Ayşe abla ve Şilan ile market alışverişiydi. İnsanların bana dik dik baktıklarını anlamlandıramazdım bir türlü. Demek bu yüzdendi. İkiside bu şaşkın halime gülmeden edemediler.
"İyi ama.. ben ayda bir çıkardım o zindandan. O da market alışverişiydi, hiç dikkat bile etmemiştim." ikiside kaşlarını çattı.
"Neden zindan diyordun Kozan konağına?" dedi Dicle Berfu'nun sorusunu sorarak. Onlara baktım, geçmişimden kötü anılarımdan bahsetmeyi sevmezdim ben.
"İstanbul'da doğdum büyüdüm, her yaz yada her yıl içinde Trabzon'a anneannem ve dedemin yanına giderdik. Annem ve babam Trabzon'da tanışmışlar, Mela dağında. Çok aşıklarmış birbirlerine, daha sonra o aşkın meyvesi ben olmuşum işte."
"Ya Baran, o senin öz abin değil mi?" kafamı iki yana salladım. Onun hakkında konuşmak istemiyordum.
"Siz anlatın hadi, ben konuşmayayım hep." dedim konuyu dağıtmaya çalışarak. İkiside başladılar anlatmaya, ikiside burada doğup büyümüşlerdi. Bizi aksimize Dicle abla kocasıyla birbirlerini severek evlenmişlerdi. Onların aşkının meyveside Samet'di işte. Berfu ve Berat okuyorlarmış, ailede eğitime çok önem veriyolarmış özelliklede Bora. İç çektim, belki bana da izin verir bende giderdim İngiltere'ye okumaya. Pek umudum yoktu aslında ama ne bileyim, Berfu ve Baran'a dönem içerisinde dersleri konusunda yardım edecektim onlara. Benim derslerim iyiydi ne de olsa, üniversite sınavları yaklaşıyordu.
"E yengem madem iyiydi derslerin neden gitmedin kazanmadın üniversiteye?" burukça gülümsedim. Çünkü sevgili abimin canını yakmak için buradaydım, abimi ve o pislik dedeleri amcaları.
"Kazandım aslında, birkaç ay sonra başlayacaktı okulum. İngiltere Oxford üniversitesine kabul edilmiştim, işletme okumak ve hayalimdeki işi kurmak istiyordum ama.. biliyorsunuz zaten hikayeyi." Berfu ve Dicle gözlerini kocaman açtılar, Berfu Dicle'den daha çok şaşırmıştı bu duruma çünkü Oxford dünyanın en iyi okullarından birisiydi.
"YENGE SEN DELİRDİN Mİ!?" Dicle'de ona eşlik ediyordu. Koskoca üniversite seni okuluna kabul etmiş ve sen de abin yüzünden evlenmeyi kabul mü ettin?" isteksizce onayladım onu, malesef ki böyle olmuştu.
"Kaydımı dondurdum bir süre.. hala gidebilmek için bir şansım var ama.. gidebileceğimi hiç sanmıyorum." ikiside heyecanla gülümsedi.
"Bora abim kesin gönderir seni, merhametlidir o kıyamaz karısına. Hem dediğimiz gibi eğitime de çok önem verir." bir umut ışığı koydu Dicle içime, sahi yapar mıydı bana bu iyiliği? Eğer yaparsa ne isterse yaparım ikiletmem bile sözünü.
"Kızım ne bu bağırış çağırış noluyor?" dedi Eflal anne kaşlarını çatarak. Berfu heyecanla ayağa kalkıp annesine sarıldı.
"Annem bizim bu gelin Oxford'luymuş, dünyanın en iyi üniversitesini kazanmış ama gidememiş. Vallahi daha bizi ne kadar şaşırtacak bilmiyorum ama Bora abim istese bu kadar mükemmel ve kusursuz bir gelin bulamazdı." Eflal anne şaşkınlığını gizlemeyip kahkaha atmaya başladı.
"40 yılın başı doğru bir noktaya parmak bastın Berfu." Berfu bozuntuya vermeden bana sarıldı. Geç olmadan çarşıya gitsek iyi olabilirdi, akşam yemeği için hazırlıklara başlanacaktı. Yukarı odama çıkıp saçımı başımı düzelttim, Bora yatağı toplamıştı benden sonra. Demek ev işlerine yardım eden bir adamdı, dağınık değildi. Kıyafetlerim dışarıya çıkmak için müsaitti hava zaten çok sıcaktı. Bacaklarım kalın olmadığı için mom jean üzerimde çok güzel duruyordu, boyum ne çok kısaydı ne de çok uzun Bora'nın dudak hizasına geliyordum. Parmağımdan hiç çıkarmadığım yüzüklerime baktım, gerçekten güzellerdi Bora'nın parmağında da alyansımın büyüğünden vardı. Koskoca Karahan aşiretinin ağası Bora Karahan bu berdele nasıl ikna olmuştu acaba?Sanırım bunu daha geniş bir zaman diliminde düşünmeliydim. Çantamı omzuma takıp siyah altın zinciri olan babetlerimi giydim. Saçlarımı açık bırakmıştım, doğal dalgalı kıvırcığa kaçan saçlarım dağınık bir görüntü vermiyordu bana aksine yapılı gibi oluyordu. Aşağı indiğimde Dicle abla Samet ve Berfu beni bekliyordu, Samet'in elinden tutup hep birlikte çıktık evden. Korumalar biz evden çıkar çıkmaz arabanın kapısını açmışlar ve binmemizi beklemişlerdi. Ben arabaya geçmeden kapıyı tutan çocuk bana baktı.
"Yenge bu senin.. Bora abim gönderdi." adamın uzattığı kartı alıp nezaketen 'teşekkür ederim' diyip bindim arabaya. Bize 2 araba daha eşlik ediyordu, Bora güvenliğe önem veriyordu anlaşılan. Mardin merkez fazla uzak değildi eve, hep birlikte arabadan inip çarşının içinde yürümeye başladık. Şehirde karadeniz bölgesine ait sebze meyve satan bir tezgaha geldiğimizde aklıma gelen fikirle pancar demetlerinden hoşkıran pazı gibi yeşilliklerden aldım. Etraftaki insanlar bana bakıp aralarında bir şeyler konuşuyordu ama yıllar önce olduğu gibi şimdi de göz teması kurmuyordum onlarla. Çoğunlukla yöresel kıyafetler vardı çarşıda, birkaç elbise beğenip şehirdeki büyük avm'ye gittik. Bu şehre göre gerçekten bir çok mağaza vardı, sevdiğim markalar da vardı Allahtan. Elbise işini halledip hep birlikte konağa döndük. Heyecanla aldıklarımı odaya bırakıp koşar adım indim mutfağa, nenemin parmaklarımızı yememize neden olan o sarmasından yapacaktım akşam için. Pancarları tek tek kesip yıkayıp haşladım ve sarma içini hazırlamaya başladım. Buradaki insanlar baharata çok düşkün olduğu için evde aradığım ne varsa buluyordum. Berfu ve Dicle'de bana yardım edeceklerdi, birkaç kez yemişler karalahana sarmasından ama benim yaptığım karalahana sarması apayrı bir şeydi. Sarma içini hazır edip yapraklarımı alıp masaya geçtim. Nenem ve Safiye yengem bana elde hızlı hızlı sarmasını öğrettikleri için işimi çabucak bitirebilirdim ancak Berfu ve Dicle daha önce hiç sarmadıkları için masanın üzerinde yavaş yavaş ve kocaman kocaman sarıyolardı. Ama yine de onlarınkinide koyacaktım sarma tenceresine. Yaklaşık 1 saatin sonunda koca bir tencereyi doldurmuş, üstüne üstlük artanlardan da 2 poşet buzluğa atmıştık. Berfu ve Dicle şaşkın şaşkın bana bakıyolardı, geldiğimden beri hep şaşırıyolardı gerçi bana.
"Kız yenge biz daha 10 tane saramadan sen bütün tencereyi doldurdun." dedi Berfu elini yıkarken. Kıkırdayıp sarmanın sosunu hazırladım ve ocağa koydum, akşam olmuştu yemek saatine kadar anca pişerdi zaten. Ellerimi temizleyip mutfak önlüğünü çıkardım ve yerine koydum. Samet ile arka bahçede yeni aldığı oyuncağıyla oynuyorduk.
"Yenge bak nasıl uçuruyorum." kıkırdayıp havadaki helikopterine baktım. Pervanesine taktığımız kurdeleler de pervaneyle birlikte dönüyordu.
"Pilot mu yapsam ben seni küçük ağa, ne güzel uçuruyosun öyle." Halil abi oğlunu kucağına alıp helikopter gibi döndürmeye başladı ama Samet helikopterinin kumandasını kontrol edemeyip helikopteri düşürdüğü için kızdı babasına. Yere düşen helikopteri alıp bir şey yok der gibi uzattım Samet'e, Samet heyecanla babasına döndü.
"Baba bak yengem ne yaptı helikopterime, süs taktı ona." Halil abi sırıtıp bana baktı ve göz kırptı bana. Bir saniye.. eğer erkekler geldiyse, Bora da gelmiş demektir. Önce mutfakta pişmekte olan sarmamı ocaktan alıp tabağa dizdim ve Dicle'nin öğrettiği gibi kocamı karşılamak için yukarı odaya çıktım. Kapıyı açıp içeri baktım ama odada kimse yoktu, banyoda mıydı acaba? Banyonun kapısına doğru ilerlerken kapı açıldı birden ve Bora kocaman cüssesiyle çarptı bana. Üzerinde beline bağladığı havludan başka hiçbir şey yoktu, saçlarından damlayan minik su damlacıkları göğsüne düşüyor ve oradan da kaslarının üzerinden süzülüp kendine bir yol çiziyordu. Panikle ellerimi gözlerime kapattım.
"Şey.. ben.. öyle.. seni göremeyince.. pardon.. çıkıyorum hemen." tam arkamı dönüp gidecekken beni kendisine çevirdi ve ellerimi tutup indirdi. Kaşları çatıktı.
"Ben senin kocanım Mela.. yabancı bir erkekmişim gibi davranmayı kes, canımı sıkıyorsun." bende kaşlarımı çattım, adamın sevdiği bir kadın vardı. Ne istiyordu, illa kocam diye mahremine mi bakayım? Ellerimi ondan kurtarıp geri çekildim.
"Hoşgeldin diyecektim sadece." bir şey demesini beklemeden çıkıp gittim odadan. Hay sizin adetlerinize diye içimden sövmek geliyordu ama elden de bir şey gelmiyordu işte. Mutfağa girdiğimde hazırlıklar bitmişti neredeyse, hava güzel olduğu için yemeği bahçede yiyecektik. Bütün ev halkı masaya gelmişti, çok geçmeden Bora'da gelmişti ve birlikte yerimize geçip oturduk. Berfu heyecanla ailesine baktı, en son da ikizi Berat'a baktı.
"Biliyor musunuz Karahan aşireti, yengemiz dünyanın en iyi üniversitesi Oxford'a kabul edilmiş." dedi Berfu patavatsızca.. gözlerimi belerterek Berfu'ya susması için uyardım ama o halinden gayet memnundu. Masadaki bütün gözler bana döndü şaşkınca, Bora'nın da bana baktığını hissedebiliyordum ama bakmıyordum ona. Sertçe yutkundum.
"Yenge.. doğru mu bu!?" dedi Sidar abi şaşkınlığını saklamadan. Kafamla isteksizce onayladım onu, bu övüneceğim bir konu değildi.
"Ve sende Baran Kozan'ın yediği halt yüzünden okul hayatını umursamayıp berdel'i kabul ettin?" dedi Berat heyecanla. Masadaki bütün gözler ona döndü bu sefer ama bu sefer kaşlarını çatarak bakıyordu ona herkes.
"Berat alma o herifin adını ağzına!" dedi Mirza amca. Daha sonra bana baktılar tekrar ama ben yemeğimle oyalanarak onlara bakmayı reddediyordum.
"Yenge neden yaptın bunu kendine, neden yaktın eğitim hayatını?" dedi Sidar abi. Dudağımı dişledim ve bütün ev halkına baktım.
"Ben buraya gelin gelmeyi abimin hayatını kurtarmak için kabul etmedim, lütfen aklınızda böyle bir düşünce varsa hemen atın onu oradan. Sarmaları ben yaptım, nenemin tarifi nasıl olmuş?" konuyu değiştirerek bu konuyu kapatmaları gerektiğini söylemiştim onlara üstü kapalı. Hepsi masadaki sarma tabağına bakıp birer tane aldılar, ilk sarmayı mideye indiren Halil abi oldu ve şaşkınca bana baktı.
"Gelin hanım.. ne kattınız bu sarmanın içine, harika olmuş gerçekten." dedi gülümseyerek. Sesinde en ufak bir yapmacıklık yoktu. Berat Sidar abi Berfu Dicle'de şaşkınca bakıyolardı bana. Evin büyükleride bakmıştı sarmanın tadına, Sidar abi ve Berat önlerindeki tabaktan aldıkları sarmaları kendi tabaklarına depolayıp yarış yapıyolardı.
"Lan hayatımda yediğim en güzel sarma yemin ederim.. yenge var mı daha geride bu öküz bitirecek hepsini." dedi Sidar abi, Berat'ın kafasına vurmayıda ihmal etmiyordu. Berat da ağzına tıktığı sarmalardan homurdanıp duruyordu.
"Kız valla harika olmuş tadı, bizim yediklerimize benzemiyor hiç" dedi Dicle heyecanla. Berfu'da katıldı ona.
"Yongomon 10 pormoğondo 10 morofot vollo." o da ikizi gibi sarmaları tıkıştırmıştı ağzına. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Çok komik görünüyolardı.
"Bak bunlar kesin bizim kızların marifeti, kalıbımı basarım buna." dedi Sidar abi kocaman sarmayı çatalına takıp ev halkına göstererek. Ev büyükleride beğenmişlerdi sarmaları Eflal anne kulağıma eğilip 'Eline sağlık güzel gelinim.' demişti. Bora'da almıştı sarmadan birkaç tane ama Berat ve Sidar abi bırakmamışlardı ona çok fazla. Yemekten sonra masayı toplayıp çaylarımızı içtikten sonra herkes odalarına çekildi. Bora ve bende yatak odamıza doğru ilerliyorduk, ev halkı sınırlarıma saygı duyduğu için mutluydum. Konuyu daha fazla uzatmak istemeyince üzerinde durmayıp devam etmişlerdi neşeli hallerine ve beni de aralarına katıyolardı. Buradayken.. gerçekten evimde gibi hissediyordum, Eflal anne annem gibiydi. Diğerleride ailem gibi ama.. herkesi bir yere koyabiliyordum da Bora'yı hiçbir yere koyamıyordum. Benim daha önce bir kocam olmamıştı, annem babam arkadaşlarım kardeşim dediğim insanlar nenem dedem olmuştu ama.. sevdiğim birisi bile olmamıştı. İnsanın kocası olması böyle bir şey miydi? Sürekli terslenme korkusu, sürekli azarlanmak, hal ve hareketlerine dikkat etmek, ses tonuna dikkat etmek.. daha bir sürü şey. İnsan sevdiği adamın yanında rahat etmeliydi, kocasının yanında rahatça hareket etmeliydi. Çünkü ben annemden babamdan dedemden nenemden amcamdan yengemden hep böyle görmüştüm. Murat'ın sevgilisi ile olan durumlarını da biliyordum, o ikisi evli değildi ama birbirlerinin yanında çok doğal ve rahatlardı. Bora kapıyı açıp içeri girmem için bekledi ve ben girdikten sonra kapıyı kapattı.
"Konuşalım mı biraz?" ne konuşacaktı ki benimle? Onu kafamla onaylayıp peşinden balkona çıktım, oturduğu koltuğa gidip yanına oturdum. Dirseğini dizlerine dayamış iki eliyle saçlarını dağıtıyordu. "Bak Mela.. aramızda gizli saklı hiçbir şey kalmamalı, dün evlendik biz ve bana anlatmak zorundasın. Çünkü her şeyi bilmeliyim ki, yarın öbür gün herhangi bir durumla karşılaşırsam.. bilmem gerek işte." haklıydı.. kafamla onayladım onu. "Neden kabul ettin bu berdeli? Abin denen herifi kurtarmak için değilse neden? Neden bütün eğitim hayatını hiçe saydın" ayakkabılarımı çıkarıp dizlerimi kendime çektim ve kollarımı bacaklarıma sardım. Sıkıntılı bir nefes verip gökyüzüne anneme ve babama baktım. Yalan söylemekten nefret ederdim ama içlerinden bir sebepde buydu zaten.
"Kan dökülecekti, sadece Kozan aşireti için değil Azad Kozan Ciwan Kozan umurumda bile değil ama.. masum insanlar ölecekti, belkide sizin adamlarınız başka diğer aşiretlerden de dökülecekti kan. Masum insanların ölmesine göz yumamazdım, dedem.. annemin babası yani. Eğer o da bu durumu öğrenirse tüm Trabzon'u Kozan konağına yığar ve bir kez daha kan dökülürdü, masum insanlar ölürdü." afallayarak bana dikti gözlerini, birkaç dakika öylece baktı bana.. sanki anlamaya çalışıyor gibiydi.
"Deden neyi öğrenecekti? ya şimdi.. şimdi senin evlendiğini öğrenirse.. yıkmayacak mı o Kozan konağını onların başına?" kafamı iki yana salladım.
"Ben.. 2 yıl burada Kozan konağında kaldım, orada.. bana kötü davrandılar biraz. Dedem bunların hiçbirisini bilmez, çünkü öğrenirse delirir ve delirirse de kimseyi görmez gözü. Ayrıca.. onunda bu evlilikten haberi olmayacak çünkü beni İngiltere'de okula devam ettiğimi sanacak. Bir şekilde okulu bahane edip geçiştiririm dedemi ama.. ara sıra.. çok değil yılda birkaç kez.. Trabzon'a ailemi görmeye gitmeme izin verir misin?" kaşlarını çattı, her kelimemde daha da afallıyordu sanki ama kaşlarını çatarak bunu gizlemeye çalışıyor gibiydi.
"İstediğin zaman gidip görebilirsin aileni ama.. bu durumu açıklamalısın onlara. Yalanların arkasına saklanarak hiçbir şeyden kaçamazsın." haklıydı. Yüzüne baktım, soracağım soru onu sinirlendirir mi diye emin olamıyordum.
"Ya sen.. sen neden kabul ettin bu berdeli?" bana baktı. Kaşları çatıktı hala.
"Babama sözüm vardı, sözümü yerine getirdim." daha fazla sormadım, demek babasına verdiği söz yüzünden her şeyi sineye çekip kabul etmişti bu evliliği. Cebimdeki telefonumu eline alıp tuş kilidini açtı ve bir şeyler yaptı telefonumdan, ne yaptığını anlayamıyordum ama.. tuş kilidimi ne ara çözmüştü bu adam? Telefonu çalmaya başladı birden ve kapattı hemen, sanırım numaralarımızı kaydediyordu. "Bir şey olursa arayabilirsin beni ama mecbur kalmadıkça arama." dedi düz bir ifadeyle ve ayağa kalkıp odaya geçti. Son kez anneme ve babama el sallayıp odaya geçtim bende ve pijamalarımı alıp banyoda üzerimi değiştirdim. Bora Yatakta oturur pozisyonda elindeki dosyaları inceliyordu. Yatağa girdim, Bora ışığı kapatıp yan taraftaki lambayı açtı, bu ışığı daha çok sevmiştim. Uykuya dalmadan önce gözüm elindeki raporlara takılı kaldı. Küçükken babamın dosyaları ile ilgilenmeyi çok severdim, onu hayran hayran izlerdim hep uzaktan. Dosyada bir hata vardı 8 yıl önceki euro kuru ile oynama yapılmıştı, o sene babam sürekli euro ile çalışıp bana da euro harçlığı verdiği için o senenin kurunu çok iyi hatırlıyordum.
"Euro kuru ile oynama yapılmış.. 10 sene önce en yüksek ağustos ayında 2,58 di en düşük ise ocak ayında 2,02'ydi. Dosyada ise 5,58'den hesaplanmış. O sene.. bir sürü euro param vardı çok sık takip ederim." dedim Bora'ya bakarak. O ise bana şaşkınlığını gizlemeye bile çalışmadan bakıyordu. En arkadaki sayfayı açıp telefonunu çıkardı, sanırım verdiğim değerleri kontrol ediyordu.
"Hay sikeyim yapacağınız işi..." son kez bana bakıp yataktan kalktı ve odadan çıkıp gitti. Normalde olsa peşinden gider nereye gittiğine bakardım ama o kadar yorgundum ki.. gözlerimi kapatıp uykuya teslim ettim kendimi.