Nil' in anlatımı..
Her şeyin mükemmel olması için günlerdir uğraşıyordum. Çiçekler en taze halleriyle salonda yerlerini almış, ışıklandırma tam istediğim gibi yumuşak ve romantik bir hava yaratmıştı. Masalar, en pahalı porselenlerle süslenmiş, şampanyalar buz kovalarında bekletiliyordu. Müzik listesi bile özenle seçilmişti; klasik ama sıkıcı olmayan, ihtişamı tamamlayacak bir seçim.
Bu benim partimdi. Mükemmel olmalıydı.
Ama o adamlar…
Girişte onları gördüğüm an, her şeyin mahvolacağını hissettim. Üniformalı bile değillerdi! Siyah kıyafetleri, sert duruşları ve umursamaz halleriyle buraya hiç ama hiç uymuyorlardı. Parti için davet edilenler zarif, üst düzey insanlardı. Zengin iş adamlarının, diplomatların, sanatçıların çocuklarıydı hepsi… Bu adamlar ise tam bir felaketti.
Özellikle de Savaş! Adını sonradan öğrendiğim soğuk nevale.
Onun soğuk bakışları, yüzündeki o katı ifade, sanki burada olmaktan nefret ediyormuş gibi duran hali sinirlerimi bozuyordu. İnsan en azından bir nezaket gösterirdi! Ama hayır, o bana bakarken bile neredeyse tiksinir gibi bakıyordu. Onlar hakkında anlatılanları duymuştum babamdan, soğuk, disiplinli, sert biri oldukları söyleniyordu ama bu kadar ukala olacaklarını tahmin etmemiştim.
Onları içeri almak istemiyordum. Partimi mahvederlerdi!
Ama biri, yüksek mevkide biri—adı bende saklı ki babam olur kendisi—bu adamların içeride olmasını istemişti. “Güvenlik” dedi. Komik. Benim partimde kim, ne yapacaktı ki? Burası eğlence içindi, politik ya da askeri bir mesele değil! Ama her şeye rağmen, itiraz edemedim. Güçlü bağlantılarım vardı, evet, ama bu aynı zamanda risk demekti. Babam öyle diyordu.
Savaş ve yanındakiler salona girdiklerinde ortamın havası anında değişti. İnsanlar göz ucuyla onlara bakıyor, kimin kim olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Bense içten içe öfkeleniyordum. Burada ne işleri vardı? Hele de Savaş… Bütün gece bana buz gibi bakışlar atıp duruyordu. Saçma sapan konuşmalarını saymıyorum bile.
Bunun intikamını alacaktım.
Ama tam plan yapmaya hazırlanırken…
Patlama sesi duyuldu.
O an her şey koptu.
Önce kulakları sağır eden bir patlama sesi, ardından çığlıklar, devrilen masalar… Sıcak şarap ve cam kırıkları her yere saçıldı. İlk refleksim çığlık atmak olmalıydı ama sesim çıkmadı. Korkudan taş kesilmiş gibiydim.
Sonra Savaş’ ı gördüm.
Bir saniye öncesine kadar umursamaz duran adam, birden tamamen farklı birine dönüşmüştü. Gözleri keskinleşmiş, vücudu harekete geçmişti. İnsanları korumak için yönlendirmeye başlamıştı bile.
Ben?
Ben sadece donup kalmıştım.
Her şeyim, mükemmel gecem, süsler, müzikler, pahalı porselenler yok oluyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Korku iliklerime kadar işlemişti. Ama en kötüsü…
Savaş haklıydı.
O buraya güvenlik için gelmişti. Ve şimdi ben, onun gözlerinde küçümsediği o şımarık kızdan başka bir şey değildim. Beni oradan çıkardı. Bir helikoptere bindirdi.
Helikopterin içindeydim. Tüm vücudum titriyordu, ama artık sinirden mi korkudan mı bilmiyordum. Olanları hala tam olarak idrak edememiştim. Partim mahvolmuştu. Güzel elbisem paramparça olmuş, pahalı topuklu ayakkabılarım bir noktada kaybolmuştu. En önemlisi… Az önce ölümle burun buruna gelmiştim.
Savaş ve diğer adamlar sayesinde hayatta kalmıştım ama şu an bu helikopterin içinde olmamam gerektiğini hissediyordum. Bir patlamadan kaçarken başka bir tehlikenin içine düşmüş gibiydim.
Pilot , sert yüz hatları ve buz gibi ifadesiyle önümdeydi. Soğukkanlı, hatta umursamaz görünüyordu. Ne düşündüğünü anlayamıyordum ama gözlerindeki hafif bıkkınlık, onun beni buraya almak istemediğini söylüyordu. Üstelik saçma sapan laflar ediyordu. Helikopter parçalamak falan.
“Bu helikopteri kullanan beni öldürecek!”
Telefonumu titreyen ellerimle çıkardım ve babamı aradım. O her şeyi çözerdi, değil mi? Benim babamdı, güçlüydü, her zaman doğru bağlantılara sahipti. O hallederdi.
Babam telefonu açtı. Sesi her zamanki gibi sakindi, ama ben hissetmiştim—gerilmişti.
“Ne oldu, Nil?”
“Baba! Baba, beni kaçırıyorlar! Helikopterdeyim! Bu adam beni öldürecek!”
Sesi bir an duraksadı. Sonra, ağır ama net bir şekilde sordu:
“Kim?”
Ben de bilmiyordum! O kadar paniklemiştim ki adını bile sormamıştım. Telefonu biraz indirdim ve önümdeki adama döndüm.
Gözleri bana döndü, ifadesi hiç değişmedi.
“Senin adın ne?” diye sordum, sesim titrek ve kızgındı.
Adam hafifçe başını yana eğdi, beni süzdü, sonra umursamaz bir ifadeyle cevap verdi:
“Zafer.”
Tekrar telefona döndüm.
“Zafer.” dedim nefes nefese. “Adı Zafer.”
Babamdan gelen sessizlik her şeyden daha ürkütücüydü. Birkaç saniye boyunca hiçbir şey söylemedi. Ben tam tekrar paniklemeye başlayacakken derin bir nefes aldığını duydum.
Sonra beklenmedik bir şey oldu.
Babamın sesi, beni her zaman sakinleştiren, güçlü ve otoriter sesi, yumuşadı.
“Emin ellerdesin, Nil.”
Ne?
Şok içinde dona kaldım. “Ne? Ne demek emin ellerdeyim? Baba, bu adam helikopter patlatmaktan bahsediyordu. ”
“Nil.” Babamın sesi kesin bir tondaydı. “Zafer ’e güven. Sana zarar vermeyecek.”
O an her şey daha da kafa karıştırıcı hale geldi.
Kimdi bu adam? Ve neden babam ona bu kadar güveniyordu?
...
Yazarın anlatımı...
Savaş, Nil’ i Zafer’ e teslim ettikten sonra geri döndü. Yüzbaşı Çağdaş, patlamanın etkisiyle sarsılan mekânın ortasında hızla durum değerlendirmesi yapıyordu. Havai fişekler ve lüks eğlencelerle dolu bir gece, saniyeler içinde kaosa sürüklenmişti. Şimdi önceliği belliydi: Sivilleri korumak ve saldırganları yakalamak.
“Savaş, içeride kalanları güvenli bir noktaya yönlendirin! Joker, Demir, girişleri tutun! Kimse fark ettirmeden kaçmaya kalkışmasın.” diye emretti sert bir sesle.
Savaş, başını sallayıp hızla harekete geçti. Sırtında ince kumaşından belli belirsiz görünen silahını kontrol etti, sonra panikle sağa sola koşan insanlara yöneldi.
“Beni takip edin!” diye bağırdı gür sesiyle. “Buradan çıkmanız için güvenli bir yol açıyoruz!”
Sivillerin bir kısmı donup kalmıştı, bazıları ise korkuyla hareket ediyordu. Savaş, gözleri dehşet içinde büyümüş genç bir kadına yaklaştı ve elini uzattı. “Hareket etmezsen burada sıkışırsın, hadi!” Kadın tereddüt etti ama sonunda başını sallayıp Savaş’ ın yönlendirdiği tarafa doğru ilerlemeye başladı.
Mekânın loş ışıkları hâlâ yanıyordu, ancak kaosun içinde bir şeyler netleşmeye başlıyordu. Adamları kaçmaya çalışan saldırganlardan birini fark eden Gökhan, hızla pozisyon aldı ve kısa dalga telsizle bildirdi:
“Cellat, arka çıkışa yönelen biri var. Yakalamak için hareket ediyorum.”
“Dikkatli ol, yalnız gitme,” diye yanıtladı Çağdaş. İsim kullanmıyorlardı.
Ancak Gökhan çoktan harekete geçmişti. Arka çıkışa yönelen saldırganı takip ederken, köşede bir başka gölge belirdi. Bertuğ çoktan onu fark etmiş ve yerini almıştı.
“Sakın kıpırdama!” Bertuğ ’un sesi kararlıydı. Adam kaçmaya çalıştı, ancak Bertuğ hızlıydı. Tek bir hamlede onu yere yatırıp bileklerini kavradı. “Bunu fazla zorlaştırma.” diye fısıldadı sertçe.
İçeride durum daha da gergindi. Bir başka saldırgan, insanların panik halinde kaçışmasını fırsat bilerek silahına uzandı. Ancak Yüzbaşı Çağdaş, adamın niyetini çoktan okumuştu. Bir saniye bile tereddüt etmeden silahını doğrulttu ve adamın eline ateş etti.
Silah yere düştü, saldırgan çığlık atarak yere yığıldı. Çağdaş yanına yaklaştığında, adamın gözlerinde korku vardı.
“Bitti.” dedi Çağdaş, sesi buz gibi soğuktu. “Kaçacak yerin kalmadı.”
Savaş, son sivil grubu da çıkardıktan sonra Çağdaş ’ın yanına döndü. “Dışarısı temiz. Ama bu kadar küçük bir saldırı beklemiyordum. Bunlar yem olmalı.”
Çağdaş başını salladı. “Gerçek tehlike henüz kendini göstermedi.”
Ve o an, dışarıdan gelen uğultuyla, gece daha da tehlikeli bir hal aldı.
Her şey kontrol altında dedikleri anda bir emir geldi. Nil askeriyeye götürülüyordu. Savaş ters ters baktı.
"O kız yüzünden orası da havaya uçarsa şaşırmam."
Çağdaş ona baktı.
"Demek ki onu sen kontrol altında tutacaksın. Büyükelçinin önemli bir görüşmesi var uluslararası ve bunu istemeyen bir grup kızını hedef almış durumda."
"Komutanım neden ben? Gül’e emanet edelim onu."
"Gül daha kendine bakamıyor. İkisini bir arada bırakırsak sabaha İstanbul şehrini bile yerinde bulamayabiliriz."
Bertuğ gülerek geldi.
"İki güzel kız sizin gibi kocaman adamları bu kadar sinir edecek ne yapmış olabilir ki?"
İkisi birden "Bertuğ sus!" diye bağırdı. Güzel olduklarını falan düşünmüyorlardı. Sinir bozucu olduklarından eminlerdi. Bir kaşık suda boğmadılarsa tek nedeni küresel ısınmaydı. Su israf edilecek zaman değildi.