2

835 Words
Sabah Sinem'in dürtüklemeleriyle uyanmayı beklemiyordum açıkçası. Saate bakıp yedi olduğunu görünce gözlerimi aynen geri kapattım. "Hadi Damla ama, ne ağır uykun varmış." "Ne oldu sabah sabah?" diyerek gözlerimi araladım. "Alışveriş yapacaktık." "Öğleden sonra mağazalar satış yapmıyor muymuş?" "Sen kız olduğuna eminsin değil mi? Alışveriş diyorum." Bu güne kadar alışveriş yapmamıştım ki hiç. Ailemleyken -ki onlara aile demekten utandığımı altını çizerek belirtmek isterim- başkalarının verdiklerini giyinirdim, otelde de o işi ablamız halleder bize uygun açık saçık ne kadar kıyafet varsa toplayıp getirirdi. Bilmediğim bir şey hakkında nasıl hevesli olabilirdim ki? "Tamam tamam kalkıyorum." diyerek gözlerimi açmaya çalıştım. Giyinip odadan çıkarken koridorun sonundaki asansör çarptı gözüme. "Abin için mi?" "Evet." "Peki neden tedavi olmak yerine böyle işkence çekiyor?" "Kendine işkence çektirmek istediği için." Şaşkınca Sinem'e bakarken alt kata indik. Herkes oturup kahvaltı ederken sevgili patroncuğum da iş adamı edasıyla kahvaltısını yapıyordu. "Damlacığım özellikle istediğin bir şey varsa yapsınlar." diyen Kader hanıma bakarak hayır anlamında kafamı salladım. Ben bu kahvaltılıkların yarısının ismini bile bilmiyordum ki, ne isteyecektim özel olarak, simit peynir mi? "Beğenmedin galiba, ne de olsa Amerika'dakilerin yerini tutmaz." diyerek bana ters ters bakan Rüzgar'a baktım. Amerika demek, ne de güzel uydurmuşlardı.. "Çok yemek adetim değildir." "Belli canım, bu fiziğe sahip olmak kolay değil." diyerek beğeniyle bana bakan Sinem'e bakıp gülümserken Rüzgar'ın hâlâ göz ucuyla bana baktığını gördüm. Bakışları bile bu kadar uyuz olan bir insan aşk nedir bilmezdi ki? Resmen imkânsızı istiyorlardı benden.. Evden çıkmak üzereyken sevgili yalancı babacığımın bana kredi kartı çıkarttığını öğrenip küçük çaplı bir şok geçirdim. Hakan ve bonkörlük çok zıt kelimelerdi ve de aynı cümledelerdi. Vay be, bu günleri de gördük ya, ülkece refah içinde ölebilirdik bence... Alışveriş merkezine gelince yeni doğup da annesinden ayrılmış köpek enikleri gibi saf saf etrafa bakmaya başladım. Resmen mal gibi gözüktüğüme kalıbımı basabilirdim şu an. "Önce kıyafet alalım, ayakkabı işini sonra hallederiz." diyen Sinem'in peşine takıldım. Takılmaz olaydım. Ahh! Şu an bizim için alışverişe çıkan ablayı bulup öpesim var arkadaş, bu nedir ya? "Sinem yeter, vallahi yeter. Atacağım kendimi alışveriş merkezinin tepesinden, kaldırımdan sıpatulayla kazıyacaksınız beni." "Of tamam. Okul kıyafetini de alıp dönelim o zaman." "Tamam tamam, hadi." diyerek Sinem'in peşine takıldım tekrar. Okul kıyafetlerimi de aldıktan sonra resmen ölmüş bir vaziyette eve girip salona attım kendimi. Patroncuğum ve karısı olmadığı için koltuğa yatıp mızmızlanmaya başladım. "Ohoo Damla ya, ne biçim kızsın sen?" "Ben kız olmak istemiyorum arkadaş, bu ne böyle?" "Bence de kız olma zaten, diğer kızlara hakaret." diyen sesin sahibine döndüm. "Ben sana senin varlığın köpeklere hakaret diyor muyum? Neden havlıyorsun durup dururken?" Rüzgar beyimiz aldığı cevabı beğenmemiş olacak ki çıktı salondan. "Sen.. Az önce abim tersledin değil mi? Ve hâlâ yaşıyorsun." "Kusura bakma da o başlattı." "Evet, ama şu ana kadar hiç cevap veren olmamıştı." "E her şeyin bir ilki vardır." diyerek sırıttım. Kusura bakmasınlar ama o evrimini geçirememiş maymunla uğraşacağıma eski işime geri dönmeyi tercih ederdim. Salondaki koltukta uyuyakalacağımı anlayınca yarı açık gözlerle odama gidip yatağa attım kendimi. Gözlerimi açınca havanın karardığını görmek şaşırtmamıştı beni doğrusu, ertesi güne kadar bile uyuyabilirdim bu yorgunlukla. Aslında yine uyurdum da uyurken üzerime örtmeyip yere attığım pikenin şu an boğazıma kadar üzerimde olması o kadar terletmişti ki beni uyumam mucize olurdu bu şekilde. Ne ara kalkıp almıştım onu acaba, yani bu sıcakta hangi akla hizmet? Pikeyi üzerimden tekmeleyip direk banyoya attım kendimi. Ah, söylememiştim değil mi? Odamda özel banyom var. Tabi ki de tek şaşıran bendim sanırım bu duruma ya, neyse.. Banyodan çıkınca saçlarımı kurutmadan öylesine toplayıp üzerimi giyindim, hava o kadar sıcaktı ki bir saate kalmaz kendi kendine kururdu zaten. "Canım, Sinem yorgun olduğunu söylediği için seni uyandırmadık ama biz yemek yedik. Mutfağa geç de sana da bir şey hazırlasınlar." diyen Kader hanıma bakıp kafamla onayladıktan sonra mutfağa geçtim. Mutfağa girmemle "O saçlarla hasta olursun yalnız. Zaten bir boka benzedikleri de yok, kestirsene." diyen Rüzgar'a dönüp baktım. Saçlarım önemliydi bir kere, en son babam dokunmuştu onlara şefkatle, o okşamıştı pamuk prensesim diyerek. "Olmam, kaldı ki olsam da seni alakadar etmez. Ayrıca saçlarım güzel olmayabilir ama ben seviyorum." diyerek çıktım mutfaktan. İştah mı bırakıyordu insanda uyuz? Odaya çıkıp okul kitaplarımı incelemeye karar vermişken kapının tıklatılmasıyla o tarafa döndüm. Hizmetçilerden biri elinde tepsiye içeri girip tepsiyi çalışma masasının üzerine bıraktı. "Ne bu?" "Yemekte yoktunuz. Rüzgar beye bakmayın siz, o herkese karşı terstir. Ayrıca saçlarınız da çok güzel." diyerek çıkan hizmetçinin arkasından bir süre baktıktan sonra yemeklere gömüldüm, bu evdeki tüm insanlar bir garipti. Yemeğimi yiyince Rüzgar'ı kendime nasıl aşık edeceğimi düşündüm kara kara, o uyuzla iki kelime bile konuşamıyordu ki insan. Aslında şu olmaz olasıca dili olmasa gayet yakışıklı çocuktu. Geniş omuzları, daima dik tuttuğu kafası, bal rengi gözleri, dolgun dudakları... Dudak mı? Bana neydi elin çocuğunun dudağından durup dururken! Derin derin nefes alarak düşünmeye devam ettim, yok işte... daha düşünürken bile sinirlerim bozuluyordu benim. Kaldı ki o uyuza asla iyi davranamazdım ben. Ona iyi davranmam, ülkedeki açlığın birden bire son bulması kadar imkânsızdı şu an. Baktım ki bu kafayla ve bu uyuzla bir yere varacağım yok, kitapları az daha inceleyip yattım ben de. Kara kara düşünmektense sabah neler olup biteceğini bizzat görmek daha iyiydi bana göre..
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD