1. Ölüm Meleği Part 1

1769 Words
İnsanlar; doğar, büyür ve ölür. Ama ölüme kadar yaşamak zorundalar ve bu yüzden hayallerinin peşinden koşarlar, ben de yıllardır kurduğum hayal için onca zorluğa rağmen sonunda hayalimi gerçekleştirmek için ilk adımımı atmak üzereydim. Bugün benim için milat olmuştu. Yıllardır kurduğum hayallerimi gerçekleştirmenin heyecanıyla, amcamlara görünmeden hızla mezuniyet töreninden ayrılmıştım. Şu an tek isteğin, her zamanki yerime gidip sevinçle martıları beslemekti. Çalan telefonumun sesiyle, yaya geçidinden yolun karşısına geçip, telefonumu çantamdan çıkartıp arayana baktım, vakit kaybetmeden kulaklığımı takarak, aramayı kabul ettim. Aramayı yanıtlar, yanıtlamaz amcamın kızgın sesini işittim. "Zümra, neredesin sen? Yine nereye kaçtın? Yengenle tören salonunda tahmin et bakalım kaç saattir seni bekliyoruz? Mezuniyet gününde bari uslu dursaydın." Amcam sitemle konuşurken, sesindeki şefkati bir an bile olsa silinmemişti. "Özür dilerim amca, beni beklediğinizi unuttum," dedim mahcubiyetle. Oysa unutmamıştım. Sadece mutluluğumu martılarla paylaşmak istemiştim. "Sorun değil yavrum, akşam evde kutlarız biz de," dedi, sinirini yok sayarak. "Akşam bara mı gitsek. Sen ben yengem ile Batuhan, ne dersin amca?" diye sordum, sinsice. "Zümra!" Amcamı sinir etmeyi seviyordum ve her seferinde onu sinir etmekten de keyif alıyordum. Birkaç saniye kıkırdayıp, "Tamam Kemal Korhan, sadece küçük bir şakaydı." Dedim ve gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Eve erken gelmeye çalış, seni henüz tebrik etmedik hatırlatayım." Dedi amacam. "Baş üstüne." Dedim ve telefonu kapatıp çantama koydum. Amca: Baba yarısı derler ama amcam benim babamdan bile değerliydi. O olmasaydı bugün bu kadar mutlu olmazdım. Attığım her adımda arkamda duran ve bana sonsuza kadar destek olmuştu. Kulaklığı çıkartıp çantama koyarken, kaldırımda yürümeye devam ediyordum. Yanımdaki simitçiden iki simit alıp sahile doğru adımladım. İnsanlar birbirinin hayatlarından habersizce kendi başına takılırken, elimdeki simitlerden birini küçük küçük kopartıp sahildeki martılara atmaya başladım. Suyun üstüne düşmeden gagalarıyla tuttukları küçük simit parçasını alıp uçarken, onların hayat mücadelelerini hayranlıkla izlemeye daldım. "Başardım anne," diye mırıldandım. "Her ne kadar hayalimdeki meslek olmasa bile, babam için başardım." Birkaç saniye gözlerimi kapatarak, denizin kokusunu uzunca içime çektim. "Mektubu arıyorlar." Arkamda duyduğum yabancı sesle gözlerimi açarak, sağımda duran yabancıya baktım. Uzun boylu, kirli sakallı, siyahtan da kara saçları ve aynı saçları kadar siyah gözlü adama anlamsızca bakıp, "Efendim?" diye sordum. Ellerini siyah kabanının ceplerine koyup, kafasını kaldırarak karşıdaki martılara baktı. "Martılar neden sürekli denizin üstünde uçuşup duruyorlar? Hikayesini biliyor musunuz?" diye sorduğunda, gözlerime baktı. Dilimle dudaklarımı ıslatıp kafamı iki yana salladım. "Bilmiyorum ama tahmin etmesi zor değil. Martılar, balık yemeyi seven kuşlar oldukları için olabilir mi?" Yanımdaki ismini bilmediğim adama baktığımda gülümsediğini gördüm. Dolgun, biçimli dudaklarının kenarı hafifçe yukarı doğru kıvrıldığında, "Öyle değil mi?" diye sordum. Adam yüzünü bana döndürüp kafasını hafifçe yukarı kaldırdı. Dilini damağına yapıştırıp, "Cık" ladı. "O zaman dinliyorum," duraksayıp, "Yani hikayelerini merak ettim." Diye düzelttiğim de gülümsemesini genişletip yüzünü tekrar denize çevirdi. İçine derin bir nefes aldığında merakla anlatacağı hikayeyi bekledim. "Bundan yüzyıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış. Tabi her masalda olduğu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmış... Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına dayanamayarak delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş." "Prensesi kandırıp, delikanlıyı denize mi atmış?" Merakla sözünü böldüğümde, ismini bilmediğim adam bana dönüp, "Hayır." Dedi. Birkaç saniye kara gözlerine baktığımda hızla bakışlarımı denize çektim. "Hemen bir gemi hazırlattıran kral, gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yalnız yaşamaya mahkum etmiş... Aradan bir kaç Ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış... Artık bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkını anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar...Tüm martılar hep birlikte mektubu aramaya başlamışlar. Fakat bir türlü bulamamışlar." Duraksadığında, tekrar adama döndüm. Devam etmesini bekledim ama öylece gözlerime bakıyordu. "Lütfen sonu kötü bitmesin," dedim yalvararak, "Mutlu olsunlar. Bu masal da mutlu bitsin." Adam ellerini cebinden çıkartıp kuruyan dolgun, biçimli dudaklarını diliyle ıslattı. "Hiçbir aşk hikayesi mutlu sonla bitmiyor," dedi, kendinden emin bir tavırla. Kara gözlerine bakarak kafamı iki yana sallayıp itiraz ettim. "Mutlu sonla biten aşk hikayeleri var." Dedim. "Ferhat ile Şirin ve sayamadığım bir sürü aşk hikayeleri var. Hepsi ise mutsuz sonla bitiyor." Adam haklıydı. Mutlu olan hikayeler gibi mutsuz olan hikayeler de vardı. "Kabul, mutsuz sonla biten hikayeler varmış. Devam edin haydi," dedim, pes ederek. Adam zafer kazanmış gibi ukalaca sırıtarak dudaklarını araladı. "Bu arada prensesten mektup alamayan aşık delikanlı, yazmış olduğu mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış..." Duyduklarım canımı yakmıştı. "Ölmüş," dedim, üzüntüyle mırıldanarak. "Evet öldü," dediğinde, gözlerine hayretle baktım. Adam mutsuz sonla bittiği için bundan keyif almış gibiydi. "İşte o gün bugündür, martılar o mektubu arıyorlar... Mektubu bulup, o inanılmaz sevgiyi geri getirebileceklerine, her şeyi düzelteceklerine inanarak hep denizler üzerinde uçuşup dururlar," birkaç saniye duraksayıp, "Asla bulamayacaklar ama," diye ekledi. "Bulsa bile artık işe yaramayacak." Adam ukalaca kafasını sallayıp, içine derin bir nefes aldığında, "Neden durduk yere hikayeyi anlattınız?" diye sordum, şaşkınlıkla. "Çünkü martıları hayranlıkla izlemeye dalmıştınız ve dikkatimi çektiniz." Gözlerine uzun bakıp ne düşündüğünü anlamaya çalıştım ama kara gözlerinde kendi yansımamdan başka hiçbir şey göremedim. Adam garip birine benziyordu. Bakışlarımı gözlerinden çektiğimde, hareketlenip ellerimi birbirine çırpıp, simit kırıntılarından temizledim. Elimi uzatıp, "Zümra," dedim. Bakışlarını birkaç saniye havada duran elime çekip tekrar gözlerime baktı. Elini cebinden çıkarttığında, "Demir," deyip elimi kocaman ellerinin arasına aldı. Ellerinin sıcaklığı ellerimi sıkıca sarmalarken elimin üşüdüğünü yeni hissettim. Elimi avucunun arasından çekip montumun cebine koydum. "Memnun oldum, Demir," dedim, içtenlikle. "Ben de," dedi, soğuk ve mesafeli çıkan ses tonuyla. Tekrar önüme baktığımda hâlâ beni izlediğini fark ettim. Uzun bir süre Martıları izlerken Demir bir an bile bakışlarını yüzümden çekmemiş öylece beni izlemeye dalmıştı, daha fazla dayanamayıp Demir'e döndüğümde göz göze geldik. "Yüzümde bir şey mi var?" Gülümseyip kafasını iki yana salladı. "Hâlâ hayranlıkla onları izliyorsunuz?" diye sordu şaşkınlıkla. "Çünkü hâlâ martılara hayranım." Dedim, omuzlarımı silkerek. Yıllardır bir tek martılar içimdeki şavaşı biliyordu. Martılar ile benim aramda gizli bir bağ vardı. Sanki onlara anlattıklarımı anlıyorlarmış gibi hissediyordum. "Martıları seviyorum." Diye eklediğimde Demir'in çalan telefon zil sesi konuşmamızı kesti. Telefonu cebinden çıkartıp sessize aldı. "Gitmem gerekiyor artık. Sizinle sohbet etmek güzeldi küçük Hanım." Telefonu tekrar cebine koyduğunda gülümseyip, "Zümra," dedim. "Adım Zümra, küçük Hanım fazla itici." Diye eklediğimde, Demirin dudaklarından küçük bir kıkırtı kaçtı. "Zümra," diye tekrarladığında, "Martıların hikayesi için teşekkür ederim ama hikayeyi sevmedim, ben mutlu sonla biten hikayeleri seviyorum," dedim, gülümseyerek. "Sizinle biraz daha sohbet etmek isterdim," dedi, tebessümle. "Belki başka bir yerde tekrar karşılaşırız," dedim. "Belki," dedi. "O zaman bir daha karşılaştığımızda bu sefer hikaye anlatma sırası ben de," dedim. Düşünmeden, "Kabul," deyip, elini uzattığında elimi uzatıp sıcak avuçlarının arasına bıraktım. "Tekrar görüşmek üzere Zümra." Elimi bıraktığında, "Görüşmek üzere." Dedim ve bir adım geriye gittim. Demir arkasını dönüp kaldırımın yanındaki arabasına doğru ilerlerken, banka oturup Demir'i izlemeye başladım. Arabasına bindiğinde emniyet kemerini takıp arabayı çalıştırdı. Araba hızla ilerlerken tekrar denize baktım. Martılar ve hikayesini tekrar düşünmeye başladım. Eve gelir gelmez, akşamki kutlama için odama girerek hazırlanmaya başladım. Dolabımdan, beyaz mini elbisemi çıkartıp, yatağıma bıraktığımda heyecanla, banyoya girdim. Üstümdeki elbiseleri çıkarttığımda, boynumdaki kolyemi çıkartarak banyo tezgahına koydum. Duştan sonra, kutusuna koyardım. Bu akşam Batuhan'ın bana aldığı diğer kolyemi takmak istiyordum. Sıcak bir duş alıp banyodan çıkıp, havlumu bedenimden ayırarak iç çamaşırlarımı giydikten sonra beyaz elbisemi bedenime geçirip, aynadan elbisenin üstümde nasıl durduğuna baktım. Makyaj masamın çekmesinden, küçük papatya küpelerimle, küçük papatya kolyemi çıkartarak taktım. Terlik koleksiyonumdan, beyaz terliklerimi de çıkartıp giydikten sonra kahverengi saçlarımı kurutup, makyaj masamın pufuna oturdum. Aynadan yüzüme bakarken yeşil gözlerime bakıp elimi yanaklarıma yerleştirdim. Babama göre gözlerim annemin gözlerine benziyormuş ama benim annemin gözleri siyahtı. Annem yeşil gözlü değildi ki, babam yeşil gözlerime iğrenerek bakarken neden benden nefret ettiğini hep öğrenmek istemiştim, ama artık öğrenmenin sırası gelmişti. Babamın bana neden iğrenerek baktığını öğrenmeme çok az kaldı. Masamın üstündeki makyaj malzemelerimden yapacağım makyajın tonlarını seçerken yengem kapıyı tıklatıp içeri girdi. "Zümra, çok güzel olmuşsun kuzum." Yengem heyecanla yanıma geldiğinde gülümseyip, "Sen alırsın da bana yakışmaz mı Zümrüt Korhan." Dedim, gülümseyerek. Yengem gülümseyip masadaki tarağı alıp saçımı yavaşça taramaya başladığında aynadan yengeme baktım. "Teşekkür ederim yenge," dedi. Yıllardır beni olmadığı kızının yerine koyup sevdiği için. Batuhan vardı ama yengem ile amcam her zaman bir kız çocuklarının olmasını istiyorlarmış. Batuhan'dan sonra çocukları olmayınca beni kızlarının yerine koyup sevmeye başladılar. Bu eve geldiğimden beri yengem ne yapsa, nasıl davransa hep benim iyiliğim için yapıyordu. İlk yıllar beni üzmemek, annemin ile babamın yokluğunu hatırlatmamak için ben ne istersem yapıyordu ama zamanla ikimizin arasındaki güç kuvvetlendikçe benim için ne iyiyse onu yapıyor, ne kötüyse karşı çıkıyordu. O ve amcam olmasaydı bu kadar güçlü olur muydum bilmiyorum. Aynadan, yengemin kahverengi gözüne hayranlıkla bakarken istemsizce sırıttım. Yuvarlak yüzü ve dolgun dudakları oldukça çekiciydi. Güzelliğiyle her zaman konuşuluyordu. "Kuzum, seninle biraz konuşabilir miyiz?" Yengem salaş ördüğü saçıma son dokunuşlarını yaparken kafamla onaylayıp teşekkür ettim. Makyajımı bitirdiğimde yengeme dönüp konuşmasını bekledim. Küçük adımlarla yatağımın ayak ucuna oturduğunda masadan kalkıp yanına oturdum. "Tatlım bu akşam mezuniyetini kutlayacağız ama başka bir şey daha var," Yengem narin ve kibar biriydi, karşısındaki kişiyi kırmamaya özen gösterirdi. "Bu akşam evlilik yıl dönümünüz," dedim heyecanla. Yeni hatırlamıştım bugün yengem ile amcamın evliliklerinin yirmi beşinci yıl dönümüydü. Yengem, ellerimi avuçlarının içine hapsedip gözlerime baktı. "Onu da kutlayacağız ama başka bir şey daha var." Merakla yengeme baktım. Huzursuzca kıpırdanıp, "Amcanın yeni ortaklığını da kutlayacağız ve ortağı da gelecekmiş," dedi, mahcubiyetle. "Amcam, bu sefer hepsini birlikte kutlamak istedi." "Bu çok güzel, Kemal Korhan'a bak sen. İşler gayet iyi gidiyor," dedim, alayla kıkırdarken. "Neymiş çok güzel olan? Yine ne konuşuyorsunuz bakalım?" Batuhan her zaman olduğu gibi kapıyı çalmadan odama dalınca sinirle yatağımdan kalkıp,Kaşlarımı çatarak Batuhan'a baktım. "Batuhan çık ve kapıyı çalıp içeri gir! Kaç yaşındasın sen? Çocuk musun?" diye sordum sinirle. "Zümra! Bana abi demenin zamanı gelmedi mi? Kızım senden altı ay büyüğüm, bana abi diyeceksin," Beni kollarının altına aldığında sinirle homurdandım. "Ya! Saçımı bozdun! Aptal mısın? Sana abi demeyeceğim işte!" Kollarının arasından çıkıp yengeme baktım. "Yenge lütfen bu ahmağı çıkar odamdan," diye sinirle sitem ettim. Yengem gülerek, "Şimdi tartışmanın sırası değil çocuklar. Batuhan çabuk odana git ve hazırlan, birazdan misafirimiz gelecek," bana dönüp, "Tatlım sen de sakinleş ve aşağıya gel." Dediğinde, kafamla onayladım. Yengem bize son kez bakıp odadan çıkarken Batuhan'la yalnız kaldık. Batuhan; orta boyda, kahverengi gözlü ve oldukça serseri biriydi. Hayatım boyunca, en yakın arkadaşım, abim ve koruyucum olmuştu. Ama benden altı ay büyük diye tabi ki de ona abi demeyecektim. Beni, baştan aşağı süzüp birkaç saniye hayranlıkla gözlerime baktı. "Uğur böceği, çok güzel olmuşsun," dediğinde, gülümsedim. "Teşekkür ederim." Dedim. "Bak okulu bitirdin diye sakın amca beni evlendir diye tutturma, evlenmene asla izin vermeyeceğim." Dediğinde yanıma yaklaşarak bana sıkıca sarıldı. "Evlilik de nereden çıktı?" diye sordum, şaşkınlıkla. "Tabi ki de evlenmeyeceğim." Dedim. Geri çekildiğinde, "Kolye yakışmış," deyip kolyeme baktığında, Batuhan'ı itip, "Tamam ya çık git odamdan saçımı düzeltmem gerekiyor." Dedim. Saçıma uzanıp, iyice karıştırdıktan sonra hızla odamdan çıktı. Arkasından sinirle homurdanırken, ağlamamak için saçımı açarak yeniden taradım. Batuhan, beni gıcık etmek için her şeyi yapıyordu. Ama bunu yanına bırakmayacaktım!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD