Kalbim gümbür gümbür atıyordu.
Sonunda biri beni fark etmişti. Varlığımı onaylamış hatta beni daha çok görmek istiyordu.
O yabancı…
A….
Ona çekildiğimi hissediyordum. Bu gönderdiği kutu, etrafından buram buram yayılan muazzam bir güç ve o karanlık aura… Bir insan sigara içerken bile nasıl bir seks tanrısı gibi orada öyle dikilebilirdi? Ayrıca yaslandığı araba siyah bir Ferrari iken...
Baştan aşağı günahın tanımına benziyordu.
Tekrar toparlandım ve sanki içinden alevler çıkıyormuş gibi elimdekileri notla birlikte kutuya koyup kapağını kapattım.
Hayır, bu deliikti. Bu yabancıyı düşünmeyi bırakmam lazımdı.
Derhal!
Adem elmasını, sigara içerken içe göçen yanaklarını, delici mavi gözlerini, suratıma tokat gibi çarpan o eril enerjisini… Ah, siktir o donuma süzülen neydi öyle?
Adamı sadece düşünerek aramızda daha tek kelime bile geçmeden ıslanıyor muydum?
Tamam, kafayı yiyordum ben.
Mantıklı düşünmem lazımdı. Peşimde beni takıntı haline getirmiş, fantezi dünyasını danslarımla süsleyen bir sapık olabilirdi. Tabi bahçe katımda ki ufak dairemden camı çerçeveyi açıp böyle dans edersem, bu son kaçınılmazdı elbette!
İyice yolumu kaybetmiştim. Ve yolumu kaybettiğinde normal insanlar ailesine sığınırdı. Tamam, beni sevmezlerdi, istemezlerdi, görmezden gelirlerdi ama… başım dertteyken yardıma gelirlerdi değil mi? Belki de ablalarımdan biri birkaç gün bana kalmaya gelse? Ya da annem?
O striptiz direğini yerinden sökmem gerekecekti ama sorun yoktu. Evet, ben mantıklı olanı yapmalıydım.
Adam ailemi ve sahipsiz olmadığımı görürse hevesi kaçardı.
Telefonumu çıkarıp Hevi’yi aradım. Biraz geç bir saatti ama bu saatte asla uyumazlardı. Küçükken çok gizlice dinlemişliğim vardı onları. Odalarına çekilir, geç saatlere kadar erkeklerden bahsederlerdi. Erkeklerin penislerinden… Bir penisi içine almanın nasıl bir his olacağından…
Birde bana “tuhaf” derlerdi. Aileme göre garip ve edepsiz olan bendim.
Bunları düşünürken Hevi telefonu açtı.
“Hele bak kim arıyor? Ne oldu bizi mi özledin kız gurur abidesi? Şaşırttın beni."
“Abla…” diye mırıldandım. Arkadan diğer ablam Zelal’in sesi geliyordu. “Öf kapat şunu ya, adam bana gül yollamış diyorum! Rojda’nın sümsük konuşmalarını çekemeyeceğim şimdi. Yarın beni bekliyormuş buluşmak için!”
“Hevi…” dedim tekrar konuşmaya girmeye çalışarak. Yine erkeklerden konuşuyorlardı!
“Ne var kız? Ne söyleyeceksen söyle, Zelal’le önemli bir işimiz var.”
“Neymiş o önemli iş?” dedim sinirlenerek. “Erkekler mi?”
“Seni Delil’e söyleyeyim de gelip iki tane çaksın ağzına derdim ama çocuğun derdi başından aşkın zaten. Alpata'mıdır ne zıkkımsa bir herifle kapışıp duruyorlar o yüzden hiç sorun çıkarma. Bu saatte ne ayaktasın sen hem, yatıp uyusana. Haa pardon, yoksa sen Mardindeki müthiş dans konserine mi hazırlanırsın yine gece gündüz?"
Zelal’le kahkahaları hattın diğer ucundan yükselirken sinirlendim. “Gösterisi,” dedim dişlerimin arasından. “Konser şarkı söyleyenler içindir. Ayrıca öyle bir gösteri yapmayacağımı biliyorsun."
“Hele bak bilmişe,” dedi öfkeyle. “Senden öğreneceğim bunları, küçük bok seni! Hadi kapatıyorum! Hem yapsan da kim gelir izler senin abudik kubidik hareketlerini sanki. Olur olmaz da arama, bir şey lazımsa Kezban yengeye söyle, o yollasın.”
“Hevi dur,” dedim ama Zelal çoktan bir şeyler anlatmaya başlamıştı arka planda yine.
“Onu uzaktan gördüm sadece Hevi… Öyle yakışıklıydı ki, beni beğenmiş vallaha! Böyle simsiyahlar giyinmiş, esmer, mavi gözlü bir herif. Daha önce görmedim hiç. Gül yollamış kız gül, mis gibi! Yarında buluşacağız.”
“Hadi inşallah!” dedi Hevi biraz kıskançlıkla. Sonra telefonu kapatamadığını fark edip öfkeyle azarladı beni.
“Kız sen laf mı dinliyorsun?” diye bağırdı. “Kapatamamışım bu da dinlemiş bizi bok sineği! Kız, küçükken de böyle sinsiydi bu.”
Zelal ablam “Kapatsana-” diye bağırırken konuşma kesildi.
Sinirle tepindim. Ablalarım, bir şey mi oldu diye sormuyorlardı bile. Bir iyi misin bile yoktu. Küçük bir böcek gibi görüyorlardı beni. Sonra zihnim Zelal ablamın söylediklerine kaydı…
Baştan aşağı simsiyahlar giyinmiş… Mavi gözlü… Esmer….
“Oha!” diye bağırdım birden. “Hayır, hayır,” diye telkin ettim kendimi. “Bu imkansız… Aynı adam olması imkansız.”
Neden adam böyle bir şey yapsındı ki? Yoksa babamın düşmanlarından biri miydi? Bir şekilde teker teker babamın kızlarının peşine mi düşmüştü?
Yok, dedim tekrar. Bu kadarı da fazla olurdu. Bu sadece tesadüftü… Tek siyah giyinmiş, esmer mavi gözlü adam A’mıydı canım?
Ayrıca görünüşe göre yalnızdım. Ablalarım yardıma filan gelmeyecekti. Anneme de ya da abime de zaten böyle bir şeyi anlatamazdım. Zaten babam genelde ortalıklarda olmazdı. Mirdaşlar kendi ailesinden bile önemliydi.
Kutuyu alıp odama gittim. Pikeyi üzerime çekip uyumaya çalıştım ama nafileydi.
Gözümde bir saniye bile uyku girmemişti.
Zihnim o kutunun içinde dönüp duran her ayrıntının etrafında pervane olmuştu.
Eldivenler, kırmızı maske, o kırmızı kurdele, “eğer cesaretin varsa” diye fısıldayan o not…
Yatakta dönüp durmuştum saatlerce. Aslında A’dan korkmuyordum. Hatta sıkıcı hayatıma bir renk geldiği için heyecanlanıyordum. Biri beni beğendiği için…
Bir duş aldım ve kendime kahvaltı hazırlayıp evde anlamsızca dolaştım tüm gün. Pencereden dışarıyı izlerken, müzik dinlerken, dans ederken, kendi kalbimin atışını bastırmaya çalışırken… O yabancıyı zihnimden atmaya çalıştım.
Ama nafileydi.
Gözüm her defasında o kutuya kayıyordu.
O kutu sanki sadece nesne değil, bir kapıydı.
Beni olduğum kızdan, olabileceğim kadına geçiren bir eşik gibi…
Ve ben o eşiğin kıyısında titriyordum.
*
Sonunda akşam olduğunda evin tüm ışıklarını kapattım. Her ne kadar merakımı cezbetse de ona dans etmeyecektim. Hayır bunu yapmaya devam edemezdim.
Ama tam olarak ne yapacağımı da bilmediğimden odama çekildim.
Dans odamdan uzak duruyordum.
Ne müzik açtım, ne ışık.
Kendimi bir köşeye kıvırıp battaniyeye sardım.
Zaman geçsin, gece geçsin, o gelmesin diye dua ettim.
Ama içimin bir yanı… bu duanın kabul olmamasını diliyordu. Kendime itiraf etmeye ölümüne utandığım o yan…
Saat gece yarısına yaklaşırken göz kapaklarım ağırlaştı.
Yorgunluktan bedenim gevşemiş, zihnim hala diken üstünde olsa da uykusuzluktan gözlerim kapanmıştı.
O an gerçekten unuttum her şeyi.
Kendimi unuttum ve derin bir uykuya daldım….
*
Birden uyandım.
Nefesim boğazıma takılmış gibiydi.
O an ne rüya ne gerçek fark etmiyordu.
Sadece karanlık vardı.
Yavaşça kalktım. Ayaklarım çıplaktı.
O yabancı, kutu, dans… Sanki her şey bir rüya gibi geliyordu şimdi. Ablalarım sağolsun beni yine sertçe gerçekliğe çekmişlerdi. Ev sessizdi.
Ama rüya değildi. Kutu tam yatağımın çaprazındaki masada öylece, tüm ağırlığıyla durmaya devam ediyordu.
Gelmiş miydi?
Sessizce pencereye süzüldüm. Perdeyi hafifçe araladım. Gözlerim alışana kadar sokağı süzdüm.
Hiç kimse yoktu.
Ne o muhteşem siyah araba, ne gölge, ne ayak sesi…
Hiçbir şey.
İçimden bir ses “Gitmiş,” dedi.
“Gelmiş… beklemiş… sen çıkmayınca gitmiş…"
Rahatlamıştım. Her ne kadar tuhaf bir heyecan duysam bile başıma bela almayacaktım. Adam onu istemediğimi, dans etmeyeceğimi anlamış olmalıydı. Belki de kutuyu apartmanın önündeki çöp kutusunun oraya koymalıydım. Aslında öyle yapsam, mesajım çok daha net olurdu.
Elim yavaşça kutunun olduğu masaya gitti.
O kutuya.
Beni sabaha kadar bekleten, kalbimin ritmini bozan o lanetli ve büyüleyici kutuya….
Parmaklarım kapağını tekrar kaldırdı.
Mini siyah elbiseyi çıkardım ve üzerime doğru tuttum. İncecik askıları vardı. Tam bedenime göreydi. İpeksi dokusu tenime değer değmez ürperdim.
Yavaşça sıyırdım üzerimdekileri. Çırılçıplak bir şekilde durdum ve sonunda elbiseyi bedenime geçirdim.
Göğüs altından tam belime oturdu, kalçamı sararken bacaklarımı serbest bırakıyordu. Kalça yanaklarımı açıkta bırakıyordu ve inanılmaz seksi duruyordum. Korsesi göğüslerimi dimdik yapmıştı ve insanın ağzına girecekmiş gibi taşmışlardı. Göğüs uçlarımı bile zar zor kapatacak kadar açık bir kıyafetti bu.
Eldivenleri giydim.
Deri sesi gecenin sessizliğinde fısıltı gibiydi.
Parmaklarım artık bana ait değildi sanki.
Parfüm şişesini elime alıp iki fısla boynuma doğru sıktım. Birkaç saniye sonra koku çarptı beni…
Önce karanlık bir ormanda yanmış ağaç kabuğu gibi bir koku yükselirken burnumun ucuna tatlı ama boğucu olmayan bir karanfil ve küçük hindistan cevizi dokundu.
Kadın teninde fazlasıyla kışkırtıcı bir kokuydu bu. Tenimi örten görünmez bir elbise gibi yayıldı üzerimde.
Maskeyi ve kırmızı rujumu elime alıp dans odama doğru hiç ışık açmadan ilerledim… Dans odamdaki aynanın önünde durdum ve kendimi inceledim.
Şu an gerçekten…
Seksiydim.
Maskeyi aldım ve yüzüme yavaşça yerleştirdim. Arkasından bağlayarak sabitledim onu. Kırmızı maske ile sanki tamamlanmıştım.
Kendime ilk kez başka biri gibi baktım. Ve kırmızı ruju sürdüm.
Sınır tanımayan bir kadın gibi duruyordum. Sanki bu dudakların sahibi ben değilmişim gibi…
Işıklar kapalıydı.
Sadece sokağın ışığı pencere perdesinden odaya süzülüyordu.
Yumuşak bir ay ışığı gibi… Ruju yere attım ve ellerimle kendime dokundum. Ellerim boynuma oradan kollarıma ve göğüslerime doğru ilerledi.
Aynadaki kız başkaydı sanki. Bambaşka bir varlıktı. Beni takdir eden güçlü bir kadındı.
Tam o an…
Müzik açıldı odada.
Birden.
Ses tonu düşük ve erotik, baştan çıkarıcı bir müzikti bu.
Ama benim tüm cihazlarım kapalıydı.
Olduğum yerde donarken vücudum bir anda buz kesildi.
Kıpırdayamadım.
Ve arkamdan bir çakmak sesi geldiğinde çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Aynadan yüzü aydınlanan adama baktım.
Odanın köşesindeki tekli kitap okuma köşemde oturmuş, kafasını eğerek sigarasını yakmıştı.
Yabancı evimdeydi!!! Odamdaydı!!! Ve tüm bu süre boyunca arkamda öylece durmuş beni izliyordu. Ben odamda uyurken buraya gelmemi bekliyordu!
Yanındaki küçük abajura uzandı ve oda loş koyu kırmızı ışıkla doldu. Kırmızı ışık yüzüne vururken, içine çektiği dumanı havaya üfledi. Önünde kocaman beyaz bir sis bulutu oluşurken nefes almaktan bile korkarak onu izliyordum. Arkamı dönmeye bile cesaret edememiştim.
Aynadaki aksimi büyük bir aç gözlülükle incelerken, uzun bacakları açık, gayet rahat bir tavırla oturuyordu. Siyah ceketinden sarkan, sigara içmeyen diğer eli hafifçe titredi. Oldukça pahalı görünen saati bir anlığına parıldadı.
“Bana dön Rojda,” dedi sonunda.
İsmim onun ağzından dökülürken, düşündüğüm tek şeyin korku olması beklenirdi değil mi? Ama ben korkmak yerine, ses tonunu düşündüm anlamsızca. Tok , erkeksi, kalın, hafif aksanlı, sanki bir mafya bir ağa sesi gibiydi.
“İ-” dedim konuşmaya çalışarak ama sözler boğazımda kitlenmişti sanki. “İs- ismimi nereden biliyorsun?”
Ona doğru yavaşça dönerken, kafasını tekrar eğdi ve buz mavisi gözlerle bedenimi incelemeye devam etti.
"Evime nasıl girdin?"
“Seninle ilgili her şeyi biliyorum,” dedi kalın sesiyle.
Tam ağzımı açacaktım ki, işaret parmağını dudaklarına götürdü ve “Şşşş…” dedi büyük bir sakinlikle.
Öyle bir tonu vardı ki, kendimi onun emrine itaat ederken bulmuştum kendimi.
Ağır ağır elini indirip bana bakarken nefes almak için bile cesaretim yoktu.
“Konuşmak sonra…” dedi ve bir nefes daha üfledi havaya.
Sonra tam gözlerimin içine baktı. Maskenin altında bile derimin altını, hatta beyin kıvrımlarımı görebiliyormuş gibi bir hisse kapıldım.
“Şimdi dansını daha yakından izlemek istiyorum.”