Simya, acılar içinde, yaşadıklarının kötü bir rüya olmasını dileyerek gözlerini açtığında karşısında dikilen İbrahim’i gördü. Halen çırılçıplak bir şekilde yatağın içindeydi. Ne kadar baygın kaldığını bilmiyordu ama gün akşam üzerine dönmüştü. İbrahim, kollarını göğsünde kavuşturmuş, kaşları çatılmış bir şekilde ona bakıyordu. Gözlerindeki hayal kırıklığı ve öfke o kadar büyüktü ki Simya, bakışlarını ondan kaçırmak zorunda kaldı. Yüzündeki soğuk ifade, odanın içindeki havayı iyice ağırlaştırıyordu.
İbrahim’in nefesi öfkeli, hırçın ve düzensizdi. Gözleri, tiksinircesine Simya’nın yüzünde sabitlenmişti. Nihayet öfkesini daha fazla içinde tutamayarak "Eğer konağa ilk geldiğin gece bakire olmadığını bilseydim... bilseydim..." diye fısıldadı, cümlesinin sonunu getiremeyecek kadar öfkelenmişti. Tüm öfkesiyle yere tükürdü.
Simya, bu sözlerin etkisiyle korkuyla irkildi. İlk önce ne diyeceğini bilemedi, boğazı düğümlendi. Ama sessiz kalmak, suçlu olduğunu kabullenmek gibi olacaktı. Titreyen bir sesle, "Ben bakireyim..." diye mırıldandı. Sonra bir anda, İbrahim’in ona yaptıklarını hatırlayınca utanç ve korku içinde, "Yani... bakireydim," diye düzeltti.
İbrahim, bu sözler üzerine iyice sinirlenerek yerinden kalktı. Adımları sert ve tehditkârdı. Simya, yatağın kenarına daha da çekilerek kendisini korumaya çalıştı ama İbrahim’in yanında ne kadar çaresiz olduğunu bir kez daha fark etti. İbrahim, yatağın kenarına kadar geldi ve sesini alçaltarak, ama çok daha tehditkâr bir tonda konuştu:
"Sana daha ne yapacağıma karar vermemişken... bana daha fazla yalan söyleyip beni daha fazla sinirlendirme, Simya. "
Bu sözlerin ardından odada derin bir sessizlik hâkim oldu. İbrahim’in tehditkâr varlığı, Simya’nın üzerine kara bir gölge gibi çökmüştü. Onun yakıcı bakışlarını hissetmek bile nefes almasını zorlaştırıyordu.
Simya, korku dolu gözlerle ona bakarken, İbrahim’in bedeninin ve duruşunun yarattığı baskıyı iliklerinde hissediyordu. Esmer teni, gerilmiş kasları ve ela gözlerindeki karanlık öfke, onu daha da korkutuyordu. Simya, kendini daha önce hiç bu kadar savunmasız hissetmemişti.
İbrahim ise derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışıyordu. Ama içinde fırtınalar kopuyordu. Kendini kandırılmış, daha kötüsü aptal yerine konulmuş hissediyordu. Simya’nın masum görüntüsünün arkasında böylesine büyük bir sır sakladığını düşünmek tahammül edemediği bir durumdu. Kendi aptal yerine konmuş hissetmek onu öfkeden deliye çeviriyordu.
Kendi içinde, ne yapması gerektiğine karar veremiyordu. Öfkesi, onu daha sert bir şekilde tepki vermeye iterken, bir yandan da kendini kontrol etmeye ve mantıklı davranmaya çalışıyordu. Sonuçta ilk gece onunla yatmamış olması onun hatasıydı. Eğer ilk gece onunla beraber olsaydı kız çıkmadığını görünce doğruca aşiretine geri gönderir ve onu rezil ederdi. Ama artık çok geçti. Aradan aylar geçmişti. Gözlerini tekrar Simya’ya çevirdi, ama bu kez bakışlarında sadece öfke değil, derin bir hayal kırıklığı da vardı.
Simya, onun gözlerindeki bu ifadeyi gördüğünde, bir şeylerin sonsuza dek değiştiğini anladı. İbrahim’in ona olan güveni ve iyi niyeti, bu olayla birlikte yok olup gitmişti. İbrahim, bir süre sessizce ona baktıktan sonra yüzünü ekşiterek uzaklaştı. Odanın ortasında bir süre ileri geri yürüdü, kendi kendine bir çözüm bulmaya çalışıyordu.
Simya ise yatağın kenarında, bir köşeye sinmiş bir şekilde, İbrahim’in her hareketini izliyordu. Onun ne yapacağını bilememenin belirsizliği, korkusunu daha da artırıyordu.
Bir an için Simya’ya döndü ve gözlerini ona dikti. Bakışlarındaki öfke hâlâ dinmemişti. Ama herhangi bir şey söylemeden, sert adımlarla dolaba yöneldi. Dolaptaki siyah poşeti alırken, Simya’nın bedenini bir ürperti sardı.
İbrahim’in ne yapacağını bilmemek, onu karanlık bir uçurumun kenarına sürüklüyordu. Gözyaşları istemsizce yanağından süzülmeye başladı. Titreyen elleriyle battaniyeyi sımsıkı sarıp kendini korumaya çalıştı. Ama asıl korktuğu şey, İbrahim’in bir sonraki hamlesinin ne olacağıydı.
İbrahim derin bir nefes aldı, gözleri odanın içinde tek bir noktaya kilitlenmişti: Simya. Genç kızın elleri titriyordu ve ağlıyordu. Ama bu, umurunda değildi. Nefretle kısılmış gözleri ve sıktığı dişleri, içindeki öfkenin dışavurumuydu. “Zırlayıp durma!” diye bağırdı, sesi odanın dört bir yanına çarparak yankılandı. “Yeter artık!”
Simya yatakta iyice büzüştü, sanki İbrahim'in sözleri fiziksel bir darbe gibi onu sarsmıştı. İbrahim’in bakışları, hemen yanı başındaki siyah poşete kaydı. Eğilip poşeti açtı ve içinden kalın bir ip çıkardı. İpi ellerinde tutarken, başını eğip kendi kendine mırıldandı: “Bunları çok daha farklı şekilde kullanacaktık... ama nasip böyleymiş.”
Simya’nın gözleri kocaman olmuş, bedeni yatağın başlığına yaslanmıştı. İbrahim, ipi iki eliyle tutup germeden önce kısa bir an genç kıza baktı. “Herkese bunu yapabilirdin, Simya,” dedi, sesi çatallaşarak. “Ama bana... bana bunu yapmayacaktın.”
Simya, kendini korumak için korkuyla ellerini kaldırdı, ama İbrahim’in adımları kararlılıkla ona yaklaştı. Hiç tereddüt etmeden Simya’nın iki elini bir araya getirdi ve ipi sertçe bağladı. Ellerini bağlarken, yüzünde bir gölge gibi dolaşan karmaşık ifadeler vardı: öfke, hayal kırıklığı, hatta belki kısa bir anlığına beliren bir arzu.
Simya’nın çığlık atmamak için kendini zor tuttuğunu gördü. Yine de onun direncine aldırmadan, ipleri daha da sıktı. “Bana bunu yapmayacaktın,” dedi İbrahim, sesi daha derinden, daha boğuk çıkıyordu.
Simya başını çevirdi, gözlerinden yaşlar akıyordu ama konuşmadı. İbrahim, onun gözyaşlarına aldırmadı, ya da aldırmamaya çalıştı. Çünkü bir anlığına, onun titreyen dudaklarına, yüzündeki korkuya bakarken, içinde başka bir şey kıpırdanmıştı. Ellerinde hala ipleri tutarken, biraz duraksadı.
O an, farkında olmadan nefesi hızlandı. Erkekliğinin harekete geçtiğini hissetti, bedeninde istem dışı bir tepki... Bu, öfkesiyle çelişen bir dürtüydü. Bir an boyunca, elleri hareketsiz kaldı, zihni ise karmaşık düşüncelerle doldu.
Sonra aniden kararını değiştirdi. "Madem bana geldiğinde bakire değildin... Benim de seni biraz daha kullanmam sorun olmaz sanırım" dedi, sesinde tekinsiz bir tını, gözlerinde tehlikeli bir parıltı vardı.
Gözleri yeniden Simya’nın yüzüne döndü, ancak bu kez biraz daha farklı bir bakışla. Siyah poşetten bir koli bandı çıkarıp onun ağzını bantladı. Yavaşça ipleri kontrol etti, bağların sıkılığından emin oldu. Sonra geri çekilip birkaç adım attı, elleri yanlarında sıkılı bir yumruk olmuştu.
Simya, bağlanan ellerine bakarak bir şeyler söylemeye çalıştı ama ağzı sıkıca bantlıydı. İbrahim onu duymadı ya da duymak istemedi. Hızlıca soyunmaya başladı. Simya'nın gözleri korkuyla büyüdü.
İbrahim yüzünde pis bir sırıtışla ona yaklaştı. "Bir de seni karım yapacaktım. Ne kadar da aptalmışım." sesindeki kin ve tiksinti açıkça belli oluyordu. İbrahim elini Simya’nın çırılçıplak vücuduna götürdü. Onun küçük ve biçimli memelerini acımasızca sıkarken tek düşündüğü onun canını yakmaktı.
Simya acıyla bağırmak istese de ağzındaki bant buna engel oluyordu. İbrahim ise göğüslerini neredeyse patlatacak kadar hırsla ve sertçe sıkıyordu. Göğüslerini bırakıp biraz geri çekildiğinde Simya onun havaya kalkan elini gördü ve yine bir tokadın yüzüne ineceğini sanarak gözlerini korkuyla kapattı. Fakat bu sefer o sert darbe göğsünde şakladı. İbrahim’in güçlü eli Simya’nın göğsünde kıpkırmızı bir iz bıraktı. İbrahim bıraktığı izden zevk alarak onun göğsüne ve vücuduna ard arda darbeler indirmeye başladı.
Simya acıyla kıvranırken, ellerini bağlı olduğu ipten kurtarmaya ve kendini korumaya çalıştı ama buna imkan yoktu. İbrahim onun bu sonuçsuz çabasını gözünde alaycı bir ifadeyle izlerken "Hiç boşuna uğraşma, ben, senden sıkılana kadar burdasın" dedi.
Ellerini onun çıplak teninde kabaca gezdirip, aşağıya kadınlığına doğru indirdi. Elini kadınlığının etrafında gezdirirken Simya’nın korkuyla kasıldığını hissetti. "Korksan iyi olur" dedi kısık bir sesle. "Çünkü canını yakacağım." Cümlesini bitirir bitirmez kalın parmağını hoyratça Simya’nın içine soktu. Simya acıyla gerilirken ona aldırış etmeden, ikinci parmağını da içine sokmaya çalıştı.
Simya'nın dar kadınlığı iki parmağını birden içeri almakta zorlanıyor, oldukça geriliyordu. Buna öfkelenen İbrahim "Kendini kime siktirdiysen, yeterince becerikli değilmiş seni genişletememiş" dedi hırsla.
Parmaklarıyla onu acımasızca zorlamaya devam ederken "Ama ben seni becerdikten sonra yeterince genişlersin" dedi yüzünde öfkeli bir gülümsemeyle. Simya ise yatakta kıvranarak yukarı kayıp onun parmaklarının acımasız saldırısından kaçmaya çalışıyordu. Parmakları çok iri, hareketleri çok sertti. Yine de penisiyle kıyaslayınca parmakları çok da az canını yakıyordu.
İbrahim bir anda onu bırakıp poşetten birşeyler aldı. Simya korkuyla ona baktı. Erkekliğine jel gibi bir şey sürüyordu. Penisini bir kaç kez okşayıp jeli yaydırdıktan sonra, "Bu sefer kayganlaştırıcıyla dibine kadar gireceğim" dedi, sesinde acımasız bir tutku vardı.
Simya onun erkekliğine korkarak baktı. Sanki geçen sefere göre daha iriydi. İbrahim onun bacaklarını sonuna kadar ayırdı. Onun bu sert tavrı her hamlede canını yakıyordu. Gözlerini kapattı. Kendisini en kötüsüne hazırlıyordu.
O sırada şiddetli bir tokat yüzünde patladı. İbrahim nefes nefese ve hırsla "Seni sikerken bana bakacaksın." dedi. Simya acıyan yanağı ve gözlerinde biriken yaşlarla ona bakmaya başladı. İbrahim onun canını yakmak için bilerek bir anda içine girdi. Simya çığlık atmaya çalıştı fakat ağzındaki bant yüzünden onun yerine ağzından boğuk bir inleme çıktı.
İbrahim memnun bir zevkle mazoşistçe gülümsedi. Sürdüğü kayganlaştırıcı sayesinde hiç zorlanmadan dibine kadar girmişti. Evet dar kadınlığı hala erkekliğini sıkıyordu ama kayganlaştırıcı içinde çok daha kolay hareket etmesini sağlıyordu. Kendini biraz geri çekip tekrardan en derinine ulaşmaya çalışarak kendini ona çarptı.
Simya, içini dolduran bu kaba erkekliğin zonklamasına alışmaya çalışarak sessizce gözlerini kapattı. Sonra İbrahim’in ona gene vurabileceği aklına geldiği için korkarak hemen gözlerini geri açtı. Ama İbrahim kendi zevkine kapılmış, içinde hızlıca gidip gelmeye, kendini onun en derinine itmeye çalışıyordu.
İbrahim içinden bu dar kadınlığın ve beyaz küçük vücudun ne kadar çekici olduğunu düşünüyordu. *Keşke bakire çıksaydı* diye düşündü. O zaman Simya'yı sonsuza dek yanında tutardı...
Onun kalçalarını sıkıca kavrayıp kendini onun en derinine iterken Simya acıyla kasıldı. Bu onu daha da tahrik etti. Onun acısı kendisinin zevki oluyordu. Kalçalarını güçlü elleriyle sıkarken kendini ona ard arda güçlü darbelerle çarpmaya başladı. Gelmek üzereydi.
Tüm vücuduyla ağırlığını onun üzerine verip onu ezerken, Simya onun ağırlığıyla nefessiz kalmıştı. İbrahim ise onu umursamadan birkaç kez da üzerinde gidip geldi, sert bir hırlamayla bir anda durdu ve öylece kaldı. Simya içini yakan bir sıcaklığın kadınlığını doldurduğunu hissetti. Nihayet boşalmıştı.
İbrahim nefes nefese onun üzerinden kalkarken "Sakın, benim çocuğumu taşıyabileceğini sanarak sevinme, seninle işim bitince seni doktora götürüp temizleteceğim"
Simya onun ne demek istediğini anlamadı. Ona dair hiçbir şeyi istemiyordu. Ne kendisini ne çocuğunu ne de başka bir şeyi...
İbrahim sadece pantolonunu giyip, odadaki mini bara yöneldi. Kendine sert bir içki koyup yudum yudum içerken aklında tek bir düşünce vardı. *Keşke bakire olsaydı, böyle güzel bir vücudu hayatının sonuna kadar yanında tutardı...*