İbrahim, kısa bir süreliğine odadan çıkıp arabanın bagajından aldığı siyah poşeti dikkatlice taşıyarak odaya geri döndü. Simya, onun bu hareketini merakla izliyordu. Siyah poşet sıradan bir şey gibi görünse de İbrahim’in onu tutuşunda farklı bir gizem vardı. İbrahim, poşeti alıp odanın bir köşesindeki büyük dolaba doğru yürüdü. Poşeti dolabın içine koyarken, yüzünde sinsice bir gülümseme belirdi.
Simya, bu duruma kayıtsız kalamadı. Oturma grubuna doğru adım atarken, “O poşette ne var?” diye sordu, sesi hem meraklı hem de temkinliydi.
İbrahim, dolabın kapağını kapattı ve yüzünü ona çevirdi. Yavaşça yürüyerek ona yaklaşırken, “Sabırlı ol, küçüğüm,” dedi, sesi alaycı bir yumuşaklık taşıyordu. Gözlerinde sinsi bir parıltı vardı. “Zamanı gelince öğreneceksin.”
Simya, onun bu cevabı karşısında daha da meraklandı ama İbrahim’in bu gizemli ve otoriter hali, onu daha fazla sorgulamaktan alıkoydu. İbrahim’in yüzündeki o sinsice gülümseme ve alaycı tavır, onu hem korkutuyor hem de içine garip bir heyecan yayıyordu.
Simya, oturma grubuna geçip geniş kanepelerden birine oturdu. Odanın lüks detaylarını incelemeye başladı. Yüksek tavan, altın detaylarla süslenmiş mobilyalar ve geniş pencerelerden görünen kaplıca manzarası… Her şey, onun daha önce görmediği bir ihtişamdaydı. Ancak bütün bu lüksün ortasında, İbrahim’in varlığı odadaki asıl ağırlığı oluşturuyordu.
İbrahim ise onun bu sessizliğini izliyordu. Simya’nın o masum ve çekingen hali, içinde bastırılması güç bir arzu uyandırıyordu. Onun savunmasızlığının farkındaydı ve bu durum İbrahim’i daha da etkiliyordu.
Yavaşça Simya’ya doğru yürüdü. Adımları sessiz ama kararlıydı. Onun oturduğu kanepeye yaklaştı ve biraz eğilerek ellerini kanepeye dayadı. Artık yüzü Simya’nın yüzüne çok yakındı.
“Ne düşünüyorsun?” diye sordu İbrahim, sesi derin ve anlamlıydı.
Simya, bu yakınlık karşısında biraz irkildi ama gözlerini kaçırmadı. “Hiç… Sadece burası çok güzel,” diye yanıtladı.
İbrahim, onun bu masum cevabı karşısında sinsice gülümsedi. “Bu güzellik seninle anlam kazanıyor,” dedi, sesindeki ton arzu doluydu.
Simya, bu sözler karşısında daha fazla dayanamayarak başını eğdi. Utanmıştı ama içinde bir yerlerde, İbrahim’in bu yaklaşımı ona farklı bir his veriyordu. İbrahim, onun bu haline bakarken daha fazla dayanamayıp eğildi ve Simya’nın boynuna doğru yaklaştı.
İbrahim, elini yavaşça Simya’nın çenesine uzattı ve hafifçe yukarı kaldırarak gözlerini kendine çevirdi. “Beni böyle utangaç bakışlarla daha fazla kışkırtma,” dedi, sesi derin ve tehditkârdı ama içinde şehvetin izleri vardı.
Simya, onun bu sözleri karşısında ne diyeceğini bilemedi. Yüzü kızarmış, kalbi hızla çarpıyordu. İbrahim’in bu kadar yakın olması, ona hem korku hem de karşı koyamadığı bir çekim hissettiriyordu.
İbrahim, onun yüzüne bakarak hafifçe gülümsedi. “Şimdi benimle ilgilenme sırası sende,” dedi, gözlerinde parlayan bir şeytanlıkla.
Simya, onun bu yaklaşımı karşısında çaresizce başını salladı. Ama bu çaresizlikte bile, İbrahim’in bu dominant tavırlarının onu nasıl etkilediğini fark ediyordu. Onun bu kararlılığı ve otoritesi, Simya’nın içinde engel olamadığı bir çekim uyandırıyordu. “Benden korkmana gerek yok,” dedi, sesi bu sefer daha yumuşak ve cesaretlendiriciydi.
Simya, onun bu sözleriyle biraz rahatladı ama hâlâ içinde bir gerilim vardı. Onun bu yakınlığını hem istiyor hem de ondan kaçmak istiyordu. Ama İbrahim’in kollarında bu kararsızlık kayboluyordu.
İbrahim, kanepede oturan Simya’nın tam karşısına dikildi. Yavaşça, pantolonunun fermuarını ve düğmesini açtı. Altındaki baksırının kumaşını da yavaşça aşağı indirdi. Simya, İbrahim’in giderek ortaya çıkan devasa erkekliğine bakmaktan kaçırdı gözlerini. Utanç, tüm hislerini bastırmıştı. Yüzü kızarırken, başını eğdi.
İbrahim, baskın bir tavırla, "Bana bak," diye emretti. Sesi, hem sert hem de çekiciydi. Simya, başını kaldırıp İbrahim’in gözlerinin içine bakmaya çalıştı. Ama bunu yaparken İbrahim sert bir sesle, "Hayır," diye fısıldadı.
İbrahim, gözlerinde kararan bir arzuyla, "Bana bak," dedi tekrarlayan bir emirle. Sesi, Simya'nın içini titretiyordu. Simya onun erkekliğini kast ettiğini anlayarak başını erkekliğine doğru çevirdi. Simya, gözlerinin önünde giderek sertleşen ve büyüyerek ortaya çıkan kocaman erkekliğe bakmak zorunda kaldı. Biraz da korkuyla, ama aynı zamanda içinde büyüyen garip bir çekimle bakıyordu.
İbrahim, Simya'nın gözlerindeki korku ve çekim karışımından haz alıyordu. "Şimdi beni em," diye emretti. Sesi, hem sert hem de uyarıcıydı.
Simya, çekingen ama aynı zamanda itaatkar bir tavırla eğildi. İbrahim’in devasa erkekliğini ağzına yaklaştırdı. İlk dokunuşta, İbrahim derinden, kalın bir sesle inledi. Simya'nın ağzına aldığı ısı, İbrahim’in vücudunu ateşe vermişti.
Simya, İbrahim’in erkekliğini emmeye ve yalamaya devam etti. İbrahim, onun saçlarını sıkıca kavrayarak, başını istediği ritimde hareket ettirmeye başladı. "Bu kadar deneyimsiz olman beni delirtiyor," diye fısıldadı İbrahim, nefes nefese.
Simya, İbrahim'in kontrolü altında, onu emmeye ve yalamaya devam etti. İbrahim, tam boşalacağı sırada, erkekliğini Simya'nın ağzından hızla çekip çıkardı. Eliyle kendini hızla sıvazlayarak hızla boşalmaya başladı. Boşalması bitip de rahatlayınca, Simya’ya gülümseyerek, "Aferin," dedi.
Simya'nın yüzü, onun bu cümlesiyle mutlulukla aydınlandı. Yaptığı şey hoşuna gitmese de onun bundan bir şekilde zevk almış olması ve kendisine aferin demesi onu bir şekilde gururlandırmıştı. İbrahim'in onayı, onun içinde de büyük bir memnuniyet oluşturmuştu. İbrahim’in güçlü kontrolüne teslim olmak, onun için garip bir şekilde mutluluk verici olmuştu.