İbrahim, Yusuf’un kullandığı siyah arabanın içinde sessizce oturuyordu. İstanbul'dan yeni dönmüştü. Yorgundu, bir an önce eve gitmek istiyordu ama bu işi halletmeden eve gidemeyeceğini biliyordu.
Gözlerini, önünde yükselen terk edilmiş ve ıssız görünümlü hangara dikti. İçinde hafif bir gerilim vardı, ama bu gerilim, zayıflık ya da korkudan değil, gelecek çatışmanın ağırlığını bilmekten kaynaklanıyordu. Yusuf, arabayı kapının önünde durdurdu ve İbrahim’e dönerek endişeyle baktı.
“İbrahim Ağam, emin misiniz? Belki ben de—” diye başlayacak oldu, ama İbrahim bir el hareketiyle onu susturdu.
“Bekle burada, Yusuf,” dedi soğuk bir tonla. Sonra kapıyı açıp arabadan indi. Ayakları yere bastığında, çakılların altında çıkan sert ses, terk edilmişliğin sessizliğini böldü.
Hangarın içine adım attığında, ışık çok azdı. Boşluğun soğukluğu ve terk edilmişlik hissi, havayı daha da ağırlaştırıyordu. İleride, belli belirsiz bir figür gözüne çarptı. Genç bir adam, boynunda ince bir altın zincirle dikiliyordu. Gözlerindeki ifade, tehditkârlık ve özgüvenle parlıyordu. Bu Sinan'dı.
Sinan, İbrahim’i gördüğünde gülümser gibi oldu ama gülümsemenin altında bir öfke saklıydı. Ona doğru birkaç adım attı, ama mesafeyi koruyarak durdu. “Gelmeni beklemiyordum,” dedi, sesi meydan okuyucu bir tını taşıyordu.
İbrahim, karşısındaki genç adamın tavırlarına aldırmadan sarsılmaz bir duruş sergiledi. “Benim verilemeyecek bir hesabım yok,” diye yanıtladı. Sesi derin, ağır ve tehditkârdı.
Sinan, bir an için duraksadı, ama kendini toparlayarak daha da ileri adım attı. “Kardeşim Simya,” dedi, nefesini düzenlemek için bir an durdu. Gözlerinde beliren duygusallık, hemen ardından gelen öfkeyle maskelendi. “Onu bırakacaksın.”
İbrahim, kaşlarını hafifçe kaldırdı. “Sanmıyorum,” dedi, sanki bu talep tamamen anlamsızmış gibi.
Sinan’ın yüzü, bir anda öfkeyle kızardı. “Ulan, daha karın bile değilmiş!” diye bağırdı, sesindeki öfke ve küçümseme açıkça hissediliyordu.
Bu sözler İbrahim’in içinde bir volkan gibi patladı. Gözleri ateşle parladı, ama yüzünde öfkesini dışa vuran bir ifade belirmedi. Bunun yerine, kontrolünü elden bırakmadan, soğuk ve sert bir sesle konuştu. “İşin orası seni ilgilendirmez.”
Yusuf kapının yanında olan biteni izliyordu. Sinan, öfkesini kontrol edemedi. İbrahim’e doğru bir adımda hamle yaptı. Yusuf, bu ani hareket karşısında içeri girmek üzereydi, ama İbrahim bir elini kaldırarak onu durdurdu. Yusuf tereddütle geride kalırken, Sinan İbrahim’in yüzüne yaklaştı.
“Bana istediğini yapabilirsin,” dedi İbrahim, gözlerini Sinan’dan ayırmadan. Sesi, sanki tüm dünyanın yükünü taşıyormuş gibi ağırdı. “Keseceğin cezaya razıyım. Ama Simya’yı geri vermem.”
Bu sözler Sinan’ın içinde bir kıvılcım çaktı. Gözleri alev alev yanıyordu. Kontrolünü tamamen kaybederek İbrahim’in üstüne atıldı ve yumruklarını savurmaya başladı. İlk yumruk, İbrahim’in çenesine indi. Yusuf, İbrahim’e yardım etmek için bir adım daha attı, ama İbrahim’in emriyle durdu.
İbrahim, Sinan’ın saldırısına karşılık vermek yerine, sanki tüm bu olanları kabullenmiş gibi, hareketsizce durdu. Sinan’ın yumrukları art arda yüzüne, göğsüne indi. Her darbe sertti ve acı vericiydi, ama İbrahim’in yüzü bir an olsun titremedi.
Sonunda Sinan, kaşına sert bir yumruk attığında, İbrahim’in kaşı açıldı ve kan damlamaya başladı. Ama İbrahim yine de tepkisizdi. Yusuf’un gözleri endişeyle doluydu, ama İbrahim’den bir hareket bekliyordu. Sinan, tüm gücüyle saldırırken, İbrahim’in ifadesiz ve sarsılmaz duruşu, Sinan’ın öfkesini daha da körüklüyordu.
Sonunda Sinan durdu, nefes nefese kalmıştı. İbrahim’in karşısına dikildi, gözleri hâlâ öfke doluydu. Yerde kanayan eline tükürdü ve İbrahim’e bakarak alaycı bir şekilde konuştu. “Ben de seni şerefli bir erkek sanmıştım.”
İbrahim, kaşından akan kanı önemsemeyerek, sarsılmaz bir sesle cevap verdi. “Şerefliyim zaten,” dedi, gözleri Sinan’ın gözlerine kilitlenmişti. “Karımı kimseye vermeyecek kadar şerefliyim.”
Sinan’ın gözlerindeki öfke daha da büyüdü. Geri çekilip birkaç adım attı ve dönüp hangarın kapısına yöneldi. “Bu iş burada bitmedi,” dedi, sesi tehditkârdı.
Sinan hangardan çıkınca Yusuf, İbrahim’in yanına koştu ve cebinden çıkardığı mendille onun kaşındaki kanı silmeye çalıştı. “Ağam, iyi misiniz?” diye sordu, sesi endişeyle doluydu.
İbrahim, gözlerini Sinan’ın arkasından çekmeden, sakin bir şekilde başını salladı. “İyiyim,” dedi, ama sesi kararlı ve sertti. Yusuf, onun kaşına müdahale ederken, İbrahim hareketsizce durdu.
Sinan, hangarın kapısından çıktı ve geceye karıştı. Ama bu karşılaşmanın etkisi, her iki taraf için de derin ve kalıcıydı. Bu kavga, sadece bir başlangıçtı, İbrahim bunu çok iyi biliyordu.