İbrahim, gerdek odasında halının üzerinde uzanırken, sabahın ilk ışıkları odaya dolmaya başlamıştı. Taş duvarlardan süzülen gün ışığı, göz kapaklarını aralamasına neden oldu. Kafasında hiçbir şey net değildi, ama bir şeyden emindi: Dün gece verdiği karar, kendi vicdanını susturmanın tek yoluydu. Simya’ya dokunmamıştı. Ona saygı duymuş, geçmişte yaptığı hataların yükünü bir başka cana daha yüklememeye yemin etmişti.
Yavaşça ayağa kalktı. Simya’nın derin bir uyuyor olduğunu görünce sessizce odadan çıkmaya karar vermişti ki Simya uyandı. Derin bir nefes alıp kapıya yönelirken konuştu, “Senden hiçbir zaman bana kadınlık yapmanı beklemeyeceğim,” dedi alçak bir sesle ve odadan çıkıp kapıyı ardından çekti. Merdivenlerden inerken ev halkının daha uyanmamış olduğunu fark etti. Ayakkabılarını giydi, üzerine koyu renkli bir ceket alarak dış kapıyı açtı. Sabahın serinliği yüzüne çarparken, içindeki gerginlik bir nebze olsun azaldı.
Arabasının bulunduğu garaja yöneldi. Lüks, siyah bir SUV, gece boyunca sessizce onu beklemişti. Şoförü Yusuf, her zamanki gibi arabanın yanında hazır bekliyordu. Yusuf, İbrahim’i görünce hemen toparlanarak, “Günaydın ağam,” dedi.
İbrahim, Yusuf’un elindeki anahtarları işaret ederek, “Bugün ben kullanacağım,” dedi. Yusuf şaşkın bir şekilde, “Ama ağam, siz yeni evlendiniz. Yol uzun, ben hallederim,” diye itiraz etmeye çalıştıysa da İbrahim’in bakışlarındaki kararlılık karşısında sustu ve anahtarları teslim etti.
Aracın kapısını açan İbrahim, direksiyona geçti. Motoru çalıştırırken, Yusuf’a dönüp, “Sen bugün izinlisin,” dedi. Yusuf, minnettarlıkla eğilerek oradan uzaklaşırken, İbrahim, aracını yola çıkardı.
Araba, sabahın boş sokaklarında ilerlerken, İbrahim’in zihni bir yandan gece yaşananlara, bir yandan da günün işlerine odaklanıyordu. Yıllarca elleriyle çalıştığı bu sektörde, artık kendi şirketinin başında olmanın gururunu taşıyordu. Ama bu gurur, yaşadığı vicdan azabıni silmek için yeterli değildi.
Lüks SUV’un camından dışarı bakarken, etrafındaki Mardin taş evlerini ve dar sokakları izledi. Bu şehir, onun hayatındaki tüm sertliklerin ve mücadelelerin şahidi olmuştu. İbrahim için bu yollar hem özgürlüğün hem de yüklerin sembolüydü.
Yavaş yavaş şehrin dışındaki şantiyeye doğru ilerlerken, telefonu çaldı. Arayan Halil’di. Telefonu hoparlöre alarak cevapladı:
“Buyur Halil.”
“Ağam, sabah erken işler başladı. Ama senin gelmeni bekliyoruz,” dedi Halil.
İbrahim tok bir sesle, “Başlayın başlayın. Ben yoldayım, az kaldı,” dedi ve telefonu kapattı.
Şantiyeye vardığında, geniş bir alana yayılan inşaat projesi onu karşıladı. Çelik iskeletler, devasa vinçler ve hummalı bir şekilde çalışan işçiler, sabah güneşi altında dev bir karınca yuvasını andırıyordu. Araçtan indiği anda, tüm gözler ona çevrildi. Herkes, İbrahim’in gelişini bekliyormuş gibi işlerini yaparken duraksadı.
“Günaydın ağam!” diye seslendi genç bir işçi, elindeki miğferi çıkararak. Diğerleri de ona eşlik etti:
“Hayırlı olsun ağam! Allah utandırmasın!”
İbrahim, her zamanki gibi fazla lafa girmedi. Cüssesiyle, otoritesini hissettiren bir duruşla işçilere dönerek, “Sağ olun. Hadi bakalım, işimize bakalım,” dedi rahatsız bir tavırla. Sesindeki sertlik, bir emir gibi algılandı ve herkes yeniden işine döndü.
Şantiye alanına doğru ilerlerken, onunla çalışmaya yıllar önce başlamış olan Halil yanına geldi. “Ağam, beton dökümüne başlıyoruz. Ama demir bağlamada birkaç eksik var, bir kontrol etsek iyi olur,” dedi.
İbrahim, başıyla onayladı. Şantiyede her detaya hâkim olmak istiyordu. “Gidelim, bakalım,” dedi ve Halil’in peşinden yürüdü.
Beton döküm alanına geldiğinde, İbrahim eksikleri hemen fark etti. Yerde duran demir çubuklara göz attı, ardından işçilere dönerek, “Şu bağlamayı düzgün yapın. Bugünlük hatayı görmezden gelirim ama yarın aynısı olursa kimseye acımam,” dedi.
İbrahim’in bu uyarısı, işçiler üzerinde her zaman olduğu gibi etkiliydi. Hemen eksiklikleri gidermeye koyuldular. Bu sırada İbrahim, bir an bile durmadan etrafı gözlemeye devam etti. Kendi elleriyle başladığı bu işin her detayını biliyor olması, ona olan saygıyı katbekat artırıyordu.
Bir ara hasta bir işçinin ağır bir çuvalı taşırken zorlandığını fark etti. Tereddütsüz çuvalı işçinin elinden alarak, “Çekil, sen dinlen. Bunu ben hallederim,” dedi ve çuvalı omzuna atıp taşıdı. Onun bu hareketi, işçilerin arasında ona neden saygı duyulduğunu kanıtlar nitelikteydi.
Şantiyedeki denetimlerini tamamladıktan sonra, İbrahim yeni ofisine geçti. Modern bir şekilde tasarlanmış ofis, onun eski taş ustalığı günlerinden bu yana geldiği noktayı gösteriyordu. Masanın üzerinde bir yığın dosya vardı. Bunlar, projeye ait raporlar ve maliyet tablolarıydı.
Bir süre evraklarla ilgilendikten sonra, Halil kapıyı çaldı ve içeri girdi. “Ağam, işçiler akşam mesaisi için yemekhanede toplanacak. Ne yapalım?” diye sordu.
İbrahim, bir an düşündükten sonra, “Akşam yemeği benden. Düğün hediyem Herkese ne istiyorsa söyle, keyiflerini çıkarsınlar,” dedi. Halil, bu cömert jest karşısında hafifçe eğildi ve hemen dışarı çıktı.
Gece, şantiyede ağır ağır kendini göstermeye başlarken, İbrahim hâlâ ofisteydi. Camdan dışarı bakarken, işçilerin yemekhanede toplanışını izledi. Onların gülüşlerini ve sohbetlerini duyabiliyordu. Ama kendisi o kalabalığa katılmak yerine yalnız kalmayı tercih etti.
Vicdanında hâlâ geçmişin yüklerini taşıyordu. Kızın, yani Simya’nın korku dolu bakışlarını hatırladı. Ona dokunmamakla doğru olanı yapmıştı. Ama bu, kendi içinde taşıdığı suçluluk duygusunu hafifletmeye yetmiyordu.
İbrahim masasına dönerek önündeki projelere odaklandı. Yeni bir sayfa açmak istiyordu, ama bu sayfanın üzerine yazılacak olanlar hâlâ belirsizdi. Gözleri kapandı ve kendini bir kez daha geçmişle yüzleşirken buldu. Yeni bir hayat kurmak kolay değildi. Ama İbrahim, mücadeleye her zaman hazır güçlü biriydi.